İslam da Kadın Yazar Bahri akyol


BİR BAYAN PSİKOLOGUN GÖRÜŞLERİ



Yüklə 1,2 Mb.
səhifə12/31
tarix20.11.2017
ölçüsü1,2 Mb.
#32402
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   31

BİR BAYAN PSİKOLOGUN GÖRÜŞLERİ


Zen-i Ruz dergisinin 101. sayısında “Clıff Dalsoon” adlı bir bayan psikologun bazı psikolojik araştırma ve görüşlerine yer verilmiş. Bu hanım şöyle diyor:

“Bir kadın psikolog olarak en büyük hobim, erkeklerin psikolojik yapısını incelemektir. Bir süre önce, kadınlar ve erkeklerin psikolojik davranışlarının sebeplerini ve bu davranışların nelerden kaynaklandığını incelemekle görevlendirildim. Çalışmalarım neticesinde şu bulguları elde ettim:

1- Bütün kadınlar, bir diğer şahsın nezaretinde çalışmayı tercih etmekte ve amir olmaktansa memur olmayı istemektedirler.

2- Bütün kadınlar, varlıklarının gerekli ve etkili olduğunu hissetmek istemektedir.



Bence kadınların bu psikolojik ihtiyaçları, duygularının etkisiyle davranmalarından kaynaklanıyor. Halbuki erkekler duygularıyla değil, akıllarıyla hareket etmektedirler. Kadınların zekaca erkeklerden farksız olduğu, hatta kimi zaman bu konuda onları geride bıraktığı çok görülmüştür. Ne var ki kadınların bir zaafı vardır ki o da pek coşkun bir duygusal yapıya sahip olmalarıdır. Erkekler kadınlardan daha pratik ve gerçekçi düşünmekte, onlardan daha iyi karar ve hüküm vermekte, teşkilatlandırma, organize ve kumanda sahalarında onlardan daha başarılı olmaktadırlar. Binaenaleyh erkeklerin kadınlara olan psikolojik üstünlüğü, tabiatın onlara kazandırmış olduğu bir hassadır. Kadınların bu gerçeğe karşı çıkmaları neticeyi değiştiremeyecektir. O halde hanımlar erkeklerden daha hassas ve duygulu oldukları için günlük hayatta erkeklerin nezaretine ihtiyaçları olduğu gerçeğini kabullenmelidirler. Kadınların hayatta en büyük gayesi geçimini sağlamaktır. bu gayelerine ulaşınca çalışma ve faaliyeti bırakırlar. Kadın, gayesine ulaşma yolunda tehlikelerle yüz-yüze gelmekten korkar. Kokuysa, onu giderebilmek için kadının başka birine ihtiyaç duyduğu yegane duygudur. Sürekli düşünmeyi gerektiren işler kadını yormakta ve bezdirmektedir...”

ACELEYE GETİRİLMİŞ BİR HAREKET


Avrupa’da kadının elinden alınan haklarının yeniden iadesi için başlatılan hareket; böyle bir şeyi akıl etmekte geç kaldıklarından dolayı aceleye getirildi. O sırada coşmuş bulunan duygular, bu konuda bilimin de görüş ortaya koymasına ve onun yol gösterici olmasına fırsat tanımadı. Bu nedenle yaşla kuru bir arada yandı. Söz konusu hareket kadını pek çok bedbahtlıklardan kurtardı. Geri alınmış haklarının çoğunu iade etti. Kapatılmış bazı kapıları ona açtı. Ancak bu hareket kadın ve insanlık toplumu için yeni birtakım felaketleri de beraberinde getirdi. Bu kadar acele edilmemiş olsaydı kadın haklarının tahakkuku daha sağlıklı bir şekilde mümkün olacaktı. Bugünkü durumun tatsızlığıyla geleceğin son derece ürkütücü vaziyetini sezerek dehşete kapılan akl-ı sahibi bilim adamlarının feryadı arşa yükselmeyecekti. Ancak, bilimin kendi yerini alması ve kadın hakları hareketinin geçmişte olduğu gibi hissiyat ve duygusallıktan değil, akıl ve düşünceden kaynaklanması ümidi var hala... Nitekim halihazırda bazı batılı bilim adamlarının beyan etmiş olduğu görüşleri, bu konuda ümitleri artırmaktadır. Bu arada, kadın-erkek ilişkileri konusunda batı taklitçilerini henüz tanıştığı ve şimdilik bu sahte zevklerin sarhoşluğunu yaşamakla meşgul olduğu şeyleri batının artık kusmaya başladığını da hemen hatırlatalım.

WİLL DOURANT’IN GÖRÜŞLERİ


Will Dourant, “Felsefenin Lezzetleri” adlı kitabının 4. bölümünde aile münasebetleri ve cinsel mevzular üzerine detaylı ve düzenli tespitlerde bulunmuştur. Okuyucunun, batılı bilim adamları arasında cereyan eden fikri akımları daha yakından tanıması ve böylece aceleci hükümlere varmaktan sakınması için bu kitabın bazı bölümlerini aşağıya alıyoruz.

Will Dorant, mezkur kitabının 4. bölümünün “Aşk” başlıklı 7. faslında şöyle diyor: “Aşkın ilk nağmeleri buluğ çağının gelmesiyle duyulmaya başlar. İngilizce de buluğ anlamına gelen “puberty” kelimesi latincede “tüy yaşı” anlamındaki kelimeden türemiştir. Zira bu, erkek çocukların vücutlarının tüylendiği, özellikle erkek çocukların pek övündüğü göğüs tüyleri ve bin bir sabır ve nazla tıraş ettikleri bıyık ve sakal tüylerinin terlemeye başladığı yaştır. Başka faktörlerle dengeli olması şartıyla bu tüylerin nicelik ve niteliği muhtemelen türeme gücü ve cinsel güce bağlıdır. Keza bu tüylerin en iyi durumda olduğu dönem, yaşama sevincinin doruğa ulaştığı dönemdir. Ses kalınlaşmasıyla birlikte görülen bu ani tüylenme hadisesi, erkek çocuğun buluğ çağında gözlemlenen ikinci derece cinsel özelliklerden biridir. Tabiatın bu çağda kız çocuklarına vermiş olduğu enden ve davranış yumuşaklığıysa gerçekten şaşırtıcıdır. Doğumun daha rahat olması için bu çağda kalça genişlemekte, onu anneliğe hazırlamak ve süt vermeye elverişli hale getirmek için de göğüsler dolgunlaşmakta, büyümektedir. Bu ikinci derece özelliklerin ortaya çıkmasına neden olan şey nedir? Bunun kimse bilmiyor. Ancak,Profesör Starlıng’in mezkur mevzuyla ilgili görüşleri epey taraftar bulmuş durumda. Bu teoriye göre üreme hücreleri buluğ çağında yalnızca sperm ve yumurta üretmekle kalmazı aynı zamanda özel bir hormon salgılayarak onu kana geçirirler. Bu hormonlar, salgılanan canlıda cismi ve ruhi değişikliklere sebep olur. Bu yaşlarda yeni güçler kazanan yalnızca vücut değildir; ruh ve mizaç da bin bir türlü değişikliklere uğrar. Roman Roland şöyle der: “Yıllar yılları kovalar ve hayatın belli bir noktasına gelindiğinde kadın ve erkeğin vücudunda tedrici değişiklikler görülmeye başlar. Bu değişikliklerin en önemlisi yiğitlik ve güçlülüğün, yumuşak yufka yürekleri etkileyerek heyecanlandırması; yumuşaklığın, incelik, zariflik ve letafetin de güçlülerin istek tutkularını uyandırmasıdır. “Demosse: “Bütün erkekler yalancı, hileci, palavracı iki yüzlü, ve kavgacı; bütün kadınlar da kendini beğenmiş, gösteriş düşkünü ve haindirler” der ve şöyle ekler: Ancak, dünyada yalnızca bir tek şey vardır ki alabildiğine yüce ve mukaddestir: Bu eksik iki yaratığın birleşmesi!”

“Büyüklerde çiftini arama; erkeklerde ele geçirmek gayesiyle saldırı, kadınlardaysa kandırmak ve baştan çıkarmak için geriye çekilme şeklinde kendini gösterir. (Bunun istisnası da var tabii.) Erkek, mizacı itibariyle kavgacı ve avcı bir hayvan olduğundan davranışları da aktif ve saldırgandır. Kadın, onun nazarında, elde etmesi gereken bir kupa ve armağan gibidir. Çiftini arama hadisesi savaş ve mücadele; izdivaç hadisesi ise sahip ve egemen olmaktır.”

“Kadının ziyadesiyle iffetli ve namuslu oluşu, neslin devamına ve üremeye hizmet eder. Zira onun mahcup ve çekingen tavrı, karşı cinsten münasip bir eş seçmede kendisine kolaylık sağlar. İffet ve namusluluk, kadına gelecekte çocuklarının babası olma şerefine nail olacak aşığını daha dikkatlice seçebilme imkanı kazandırır. Topluluk ve türün menfaatleri kadının diliyle konuşur, ferdin çıkarları ise erkek tarafından dile getirilir. Aşk oyununda kadın erkekten daha beceriklidir; zira onun şehveti, akıl gözünü kör edecek kadar şiddetli değildir.”

“Darwin, çoğu türlerde dişinin aşka pek ilgi duymadığını gözlemlemiştir. Lomberzoo, Kışh ve Craft Ebingh şöyle derler: “Kadınlar daha çok erkeklerin (doğru-yanlışına bakmaksızın) övgülü sözlerine düşkündürler. Erkekler onların isteklerini yerine getirsin ister ve bu durumdan, cinsel ilişkiden daha fazla tad alırlar. Lomberzoo “Kadının doğal sevgisinin temeli, onun anneliğinden kaynaklanan ikinci derece özelliklerinden biridir” der ve ekler: “Bir kadını bir erkeğe bağlayan duyguların hepsinin sebebi yalnızca fiziki ihtiyaçları değildir, bilakis onun duyguları inkıyat ve teslimiyetten (erkeğin himayesine girme) kaynaklanır. Bu içgüdüler, ortama intibak edebilmesi için meydana getirilmiştir onda.”

Will Dourant, “Kadınlar ve Erkekler” başlıklı bölümde şöyle der:

“Kadının özel işi türün-insan türünün- devamına hizmet etmek, erkeğin özel göreviyse, kadına ve çocuğa hizmet etmektir. Başka uğraşlar da edinmiş olabilirler, ancak bunların tümü belli bir hikmet ve tedbir üzerinden bu iki ana göreve bağlı şekilde cereyan eder. Bu görev ve maksatlar-temel ve asli, ancak yarı bilinçlisidirler; tabiat, insan ve saadetin manasını onda gizlemiştir. Kadının doğası savaşçı ve kavgacı değildir; daha çok “sığınmacı” eğilimler gösterir. Bazı canlı türlerinin dişilerinde savaşmak içgüdüsü muhtemelen hiç yoktur. Bir dişi eğer bizzat savaşa girişiyorsa bu yalnızca çocuklarını korumak gayesiyledir.”

“..Kadın, erkekten daha sabırlı ve ondan daha dayanıklıdır. Hayatın tehlikeli ve buhranlı anlarında erkek kadından daha cesaretliyse de sayısız küçük ve daimi dirençleri erkeklerden daha fazladır... Kadının savaşçılığı başka bir görünümdedir; kudret karşısında -bu kudret bizzat onu kurban olarak seçse dahi- bir nevi tuhaf bir mazoşistlik zevk duygusuna kapılır.

“..Erkeğin erkeklik ve gücü karşısında kadının ötenden beri duymuş olduğu bu zevk kimi zaman çağdaş kadının ekonomik duygularına galebe çalmakta ve onun icabında cesur bir deliyle evliliği tercih etmesine sebep olmaktadır. Kadın, kumanda edebilen ve yönetmesini bilen bir erkeğe teslim olmaktan mutluluk duyar. Eğer kadınlar günümüzde erkeklere daha az itaat ediyorlarsa bunun sebebi, bugünkü erkeklerin eskinin erkeklerine nispetle zayıf olmasıdır...Kadının ilgi sahası evi ve ailesidir, onun muhiti bizzat evidir. Kadın, tıpkı doğa gibi derin, ancak sınırlı evi gibi de mahsurdur aynı zamanda. İçgüdüsü, onu çok eski bir gelenek ve kurala bağlar. Kadın ne zihinde deney ehlidir, ne de âdet ve alışkanlıklarda (bazı büyük hanımların bu konuda istisna olduğunu hemen hatırlatalım). Eğer kadın serbest bir aşk hayatına yöneliyorsa bunun serbestlik aradığı şeklinde anlaşılmaması gerektiği bilinmelidir. Bilakis, onun serbest aşk hayatına iten sebep, sorumluluk sahibi bir erkekle normal bir evlilik yapabilme umudunu yitirmiş olmasıdır. Her ne kadar kimi zaman gençlik yıllarında birtakım siyasi terim ve anlamlara vurulanlar duygularını insanca olan her sahada geniş bir yelpazede açarsa da sadık bir koca bulduktan sonra bütün bu faaliyetlerden vazgeçer. Kendisini ve kocasını bu umumi faaliyetlerden uzak tutmaya ve kocasına “sadakat duygusunu kendi evinin sınırlarıyla sınırlaması yolunda” telkinde bulunmaya başlarlar. Kadın, sağlam bir eğitim ve ıslahın ancak ve ortamında mümkün olduğunu bilir ve yakinen sezer; bunun için ayrıca düşünmeye ihtiyacı da yoktur. Kadın, hayalci ve derbeder erkeği, evine ve çocuklarına bağlı fedakar bir babaya dönüştürdüğü için insan türünün devamını ve korunmasını sağlayan bir faktör durumundadır.

Tabiat, devletlere ve kanunlara aldırmaz... Kadın da tabiatı gereği evine ve çocuklarına vurgundur. Bunları koruyabiliyorsa devletlere, hükümet ve iktidarlara karşı kayıtsızlık gösterir, aldırmaz... Bu temel kanunları değiştirmeye çalışanlara gülüp geçer. Eğer günümüzde tabiatın, aile yuvası ve çocuğu koruma hususunda yetersiz kaldığı sanılıyorsa bunun tabiatın yetersizliğiyle alakası olmadığı, bilakis kadının ne zamandan beridir tabiatı unutmuş ve ondan uzaklaşmış olmasından kaynaklandığı bilinmelidir. Ancak, tabiatın bu zahiri yenilgisinin daimi olmadığını da unutmamak gerekir. İstediği anda, depolamış olduğu yüzlerce maslahata rahatça dönebilir. Sayıca bizden çok daha kalabalık olan kavim ve ırklar yok değildir; tabiat, kesin ve bilinmeyen devamını pek âlâ onlarla sağlayabilir.

Kadınla erkek arasındaki farklar ve bazı bilim adamlarının bu konuyla ilgili görüşleri özetle böyle...Tarihi ve sosyal etkenlerin bu farklar üzerinde ne ölçüde etkili olabileceği hususunda “Farkların Sırrı” başlığı altında bir mevzu açmayı düşünüyordum, ancak konunun dağılmaması için şimdilik bu zeminde müstakil bir bahse girmeyeceğim. Gelecek bölümlerde bu konu tamamen aydınlığa kavuşmuş olacaktır inşallah.
8. BÖLÜM

MEHİR VE NAFAKA (1)

İnsanoğlunun ailevi ilişkileri sahasında öteden beri süregelmiş olan çok eski geleneklerden biri de erkeğin nikah sırasında kadına “mehir” vermesi, kendi malının bir kısmını evlendiği kadın veya onun babasına bağışlaması, ayrıca evlilik süresi boyunca karısı ve çocuklarının geçimini üstlenmesidir. Bu töre ve geleneğin kökü nedir? Nereden ve nasıl kaynaklanmıştır acaba? Mehir de neyin nesi oluyor? Kadına nafaka vermek niye? Kadınla erkek insani ve doğal haklarına kavuşacak, bu ikisi arasında adilane ve insanca bir ilişki hüküm sürecek ve kadına bir insan gibi davranılacak olursa, mehir ve nafaka yine kalacak mıdır? Yoksa mehir ve nafaka, kadının, erkeğin “mülkü” olarak kabul edildiği dönemlerden kalma bir hatıra ve iz midir? Bu durumda insanların eşit haklara sahip olmaları ve adaletin icrası için-özellikle 20. Yüzyılda- mehir ve nafaka lağvedilmeli, nikahlar mehir kaydı olmadan gerçekleşmeli, kadın kendi ekonomik ihtiyaçlarını bizzat gidermeyi üstlenmeli ve çocukların geçimini temin hususunda kocasının yükümlülüğüne- madden- eşit bir şekilde ortak mı olmalıdır?

Konumuzu mehirle başlatıyoruz. Bakalım mehir nasıl çıkıvermiş ortaya; ne gibi bir felsefe ve gayeye yönelikmiş ve sosyologlar mehrin ortaya çıkışını nasıl açıklamışlar, ne şekilde yorumlamışlar?


Yüklə 1,2 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   31




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin