İslam dünyasinda ahlâKÎ temellere dayanmayan dindarlik problemi Üzerine düŞÜnceler



Yüklə 60,63 Kb.
səhifə3/9
tarix09.01.2022
ölçüsü60,63 Kb.
#92073
1   2   3   4   5   6   7   8   9
DİN-AHLÂK İLİŞKİSİ

İnsanlar bir arada yaşamak zorundadır. En tabii ihtiyaçlarını gidermek, hayat şartlarını güzelleştirmek için iş birliği yapmaları kaçınılmazdır. Bunun için de toplumu meydana getiren fertlerin birbirine inanması, güvenmesi şarttır. Şu halde insanlar arasında sosyal ilişkilerin başlamasından önce, bu ilişkileri düzenleyen kurallara ihtiyaç vardır. Bütün toplumlarda bulunduğu halde varlığı gözle görülmeyen bu kurallar ahlâk ilkeleridir.(Kandemir, 2015;30)

Ahlâkın vazgeçilmez oluşu malumdur. Burada asıl üzerinde durulması gereken konu ahlâkın toplumlar ve bireylere ne ölçüde kendini kabul ettirebildiği, din ile bir işbirliği yapmadan yaptırım gücünün olup olmadığıdır. Bu bağlamda Mehmet Kaplan şöyle diyor: “ Ferdi tek başına bırakan laik ahlâk, onu yalnızlık, tereddüt, korku hatta ferdî hayatta ihtiras ve menfaati ön planda geldiği için ahlâksızlığa sevk eder.” (Kaplan, 1969; 136)

Pedagoji bilgini F.W. Förster aynı konuda şöyle demekte:

“Terbiye etmek, insanı içgüdülerinden kurtarıp üstün değerlere yükseltmektir. Bunun en mükemmel yolu da imandır. Gönül rızasıyla içten benimseyerek gerçekleştirilen en sağlam itaat ve disiplinin imana dayanması gerekir. Bugün dünyanın her tarafında kanun ve kurallara titizlikle bağlılığın azalması, terbiyenin maneviyattan gıdasını almaması yüzündendir.” (Balaban, 1950; 136)

İşte burada bahsedilen maneviyatın aslı din ile pişmiş ahlâkî bir sitemdir. Çünkü din ve ahlâk kavramları, birbiriyle oldukça ilişkili, adeta birbirinin tamamlayıcısı olan iki kavramdır. Din açısından baktığımızda, dinler insanların birbiriyle Allah ve toplum ile hatta insanın ilişkiye girdiği nesneler ve canlılar dünyasıyla olan ilişkilerini düzenler. Bundan dolayı, dinlerin her biri, büyük ölçüde birer ahlâk sistemine sahip olma özelliği taşır. Dinler, insanın ilişkilerini doğru biçimde düzenlemek, insanı daha iyi insan yapmak için gelmiştir. Nitekim vahye dayalı dinlerin ana gayesi, ahlâklı bir toplum meydana getirmektir. (Güngör, 1995; 19-117)

Peygamberlerin gönderilişi de hep toplum ve bireylerin inanç ve ahlâk sistemlerinin bozulduğu dönemlere denk gelmiştir. Bu geliş şekli, peygamberlerin ahlâkî misyonlarının açık göstergesidir. Hz. Peygamber (s.a.v.) de kendisinin güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildiğini ifade etmiştir. (Muvatta, Hüsnü’l-Hulk, 1) Kur’an-ı Kerim’de de Hz. Muhammed (s.a.v.) adeta bir ahlâk abidesi olarak gösterilmiştir. (Kalem 68/4; Ahzab 33/21)

Dinî emir ve yasakların hikmeti incelendiğinde, insanın şerefini koruma, onu kötülüklerden uzak tutup ahlâkını olgunlaştırma gibi bir hedefin güdüldüğünü görmek zor değildir. Nitekim ibadetlerin amacı imanı beslerken ahlâkı yüceltmektir.

Bu bağlamda dinî ve ahlâkî emir ve yasakları birbirinden kesin çizgilerle ayırt etmek mümkün değildir. Ancak şu farka dikkat etmek gerekir ki ahlâk bize, örneğin adam öldürmenin kötü olduğunu öğretir. Din ise hem böyle bir fiilin kötülüğünden hem de hayatın kutsallığından bahseder. Böylece inanan kişinin yaşamında, adam öldürmenin kötü olduğuna inanma ile hayatın kutsal olduğuna inanma bütünleşir. Başka bir deyişle dindar, karşılaştığı herhangi bir olayı, bir de Tanrının varlığı ve kendisinin de ona inanması açısından yorumlar ve böylece yaşamında kötüye, günahı; iyiye, sevabı eklemiş olur. (Aydın, 1987; 247-248)

Nurettin Topçu da dini ahlâktan veya ahlâkı dinden ayırmanın insanın iç dünyasını kendisinden ayırmakla eşdeğer olduğu görüşündedir. Çünkü ona göre “Ahlâk, dinî olgunluktan başka bir şey değildir. Hayvanî hayattan insanî hayata yöneliştir. Her ikisi de içte derinleşme yoluyla sonsuzluğa yönelme ve bunda ruhun selametini arama idealidir.” Ayrıca Topçu, ahlâk prensiplerinin dinin vahyolunan esaslarından çıkarılması gerektiğini ifade eder. (Topçu, 1983; 82)

Dinin en önemli gayelerinden birisi emniyetin korunmasıdır. Ahlâk da bunu hedef edinmiştir. Her ikisi insan ruhunu temizlemek, yükseltmek için çalışır. Dinin bizden istediği hem bu dünyada hem de ahirette mutlu olmak için bütün sefalet ve haksızlıklarımızın kaynağı olan aşağı istekler, hırslar ve iştihalardan kendimizi muhafaza etmektir. Son ilahi din İslâmiyet, insanın kendini kötülüklerden koruyarak nefsini geliştirip olgunlaştırmasını ve yüceltmesini ulvî bir gaye olarak göstermiştir. (Al-i İmran/ 14; 13 Ra’d/ 19-24; 23 Mü’minun/ 1-10; 87 A’la/ 14-15;91 Şems/ 9-10)

Ahlâkın dindeki gerçek yerini Kur’an’ın nüzul sırasında bulabiliriz. Kur’an, kız olduğu için yavrusunu canlı toprağa gömecek kadar ahlâkî değerlerini kaybetmiş bir nesli terbiye etti. Allah Resulü onlara bir tek şey diyordu:

“Ya ibadallah! Kulû la ilahe illallah, tuflihu: Ey Allah’ın kulları! Allah’tan başka tanrı yok deyiniz, kurtulunuz.”

Bu çağrı yapılırken, şimdi bildiğimiz ibadetlerden namaz dışında, oruç, hac, zekât da dâhil hiçbiri ortada yoktu. Yine şimdi bildiğimiz yasaklardan hemen hiçbiri henüz yasak kılınmamıştı. O insanlar bu sözü söylemekle bundan sonra bu listeye Allah tarafından eklenecek her emir ve yasağa riayet edeceklerine dair sözü peşinen vermiş olduklarını da biliyorlardı. (İslamoğlu, 2012; 32-33)

Velhasıl din ile ahlâk, hem doğuşları, hem de çevirdikleri gaye bakımından birbirleriyle bağıntılıdır. Her dinin ortaya koyduğu ibadetler, bedenin ruh üzerine etkisini sağlamak suretiyle ruhun kuvvetini arttırmak için yapılır. (Topçu, 2014; 35)


Yüklə 60,63 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin