Kültürel İnkılâp
İslâm dini zuhur ettiği ilk günlerden itibaren bilime fevkalâde önem vermiş, bilim öğrenmeyi her Müslümanın dinî vazifeleri arasında saymış ve bu amaçla da bilim, kültür ve öğrenimin belli bir grubun tekelinde tutulmasını yasaklayarak bilim ve hikmet sahiplerini, bildiklerini başkalarına da öğretmeye ve değerli öğrenciler yetiştirmeye teşvik etmiştir.
Sevgili İslâm Peygamberi (s.a.a) bilim ve öğretim konusunda ahlâkî ve ferdî açıdan herkesi teşvik etmekle kalmamış, Müslümanların bilgi ve eğitim seviyelerini yükseltebilmek için pratikte de her fırsattan yararlanmıştır. Yüce İslâm Peygamberi'nin (s.a.a) Müslümanlara okuma yazma öğretme ve onların bilgili olmasını sağlama yolunda ne kadar titiz olduğunu görebilmek için İslâm tarihine bakmak yeter: Bedir Savaşı'nda Müslümanlar Mekke müşriklerini yenmiş, birçoğunu da esir almıştı. Esirler arasında, gerekli meblağı ödeyerek kurtulabilecek parası olmayanlardan bazısının okuma yazma biliyor olması Hz. Resulullah'ın (s.a.a) dikkatini çekmişti; "On Müslümana okuma yazma öğreten bir müşrikin serbest bırakılacağını" buyurduğunda, herkes sevindi; çok geçmeden birçok sahabe okuma yazma öğrenmişti!
Resulullah (s.a.a) tarafından ilim şehrinin kapısı olarak tanıtılan Hz. Ali (a.s) Nehc'ül-Belâğa'daki bir konuşmasında İslâm devletinin önemli sorumluluklarından birinin de bilim ve kültürün yayılmasına yardımcı olmak olduğunu hatırlatır ve şöyle der:
"Ey cemaat! Sizin benim üzerimde, benim de sizin üzerinizde hakkım vardır. Sizin benim üzerimdeki hak-kınız daima hayır ve iyiliğinizi istemem, gerekli öğütlerde bulunmayı sizden esirgememem, gelirinizin ve millî servetlerin artmasını sağlamam ve cehalet içinde yüzmenizi önleyip, görgülü terbiyeli ve kültürlü olmanızı sağlamak için çaba göstermemdir..." [1]
Abbasî halifesi Me'mun h.k. 215'te Bağdat'ta, rasathanesi ve zengin bir kütüphanesi de bulunan büyük bir bilimevi (beytulhikmet) açmış ve bu bilimevine, bugünkü parayla bir milyon doları aşkın (200 bin dinar) para harcamış ve dönemin çeşitli bilimlerine vakıf olan ve çok iyi dil bilen mütercim ve bilginleri dolgun maaşlarla bu öğretim merkezine istihdam etmiştir ki bu isimler arasında Huneyn, Bohtişa, İbn-i Tarık, İbn-i Mukaffâ, Haccac b. Matar, Sergis Rassi gibi bilim adamları vardır. [2]
Halife Me'mun; İbn-i Tarık ve Haccac b. Matar gibi birçok dili mükemmel bilen araştırmacıları edebiyat, tıp, felsefe, matematik, astronomi, fizik vb. bilimlerle ilgili Hint, Pehlevî, Keldanî, Süryanî, Yunan, Latin ve Fars dillerinde yazılmış kitapları bulup Bağdat'a göndermeleri için yabancı ülkelere yolladı, böylece kısa zamanda Bağdat kütüphanesi dünyanın en değerli ve en nadide eserlerinin bulunduğu bir bilim hazinesine dönüştü. 20. yy. Ansiklopedisi, c.6, s.329'da bu şahısların Bağdat'a gönderdiği kitapların miktarının "100 deve yükü" olduğu kayıtlıdır.
Evet, baştanbaşa bütün Avrupa'da bir tek kültür ve eğitim birimi yokken Müslümanların şehirlerinde çok sayıda bilim, kültür ve eğitim merkezleri vardı ve bütün bilim dallarında uzmanlar ve mahir üstatlar yetiştirilmişti. Haçlı Savaşlarının başlamasıyla birlikte İslâm medeniyeti ve aydın İslâmî düşünceler İslâm sınırlarının ötesine akmaya başladı ve cehalet karanlığına gömülmüş olan ortaçağ Avrupa'sı İslâm bilimlerinden doyasıya faydalanma fırsatını yakalamış oldu.
Prof. Gustave Lebon şöyle diyor:
"Kitap ve kütüphanenin Avrupa'da hiçbir anlam ve değer taşımadığı ve baştanbaşa Avrupa'da bulunan kitap sayısının, bazı kilise ve manastırdaki dinî konulu 500 civarındaki eserden ibaret olduğu günlerde Müslüman ülkelerde birçok kütüphane ve bu kütüphanelerde de sayısız kitaplar vardı. Sırf Bağdat'taki Bilimevi'nde 4 milyon cilt kitap olduğu bilinmektedir. Kahire'deki Saray Kütüphanesi'nde 1 milyon, Şam Trablusu'nun kütüphanesinde de üç milyon kitap vardı. O günlerde Müslümanların elinde bulunan İspanya'da her yıl 70 ilâ 80 bin cilt kitap yazılıp piyasaya sürülmekteydi." [3]
G. Lowastranser şöyle yazar:
"Mustansariye Üniversitesi'nin çok görkemli bir binası vardı. Mükemmel şekilde döşenmiş ve en iyi teçhizatla donanmış bu üniversite binası çok geniş bir alan üzerine bina edilmişti; İslâm dünyasında benzeri olmayan bir binaydı bu... Bu üniversitede hukuk dersleri verilen dört fakülte vardı, her fakültede 75 öğrenci okuyordu; öğretim görevlileri farklıydı ve öğrenim de parasızdı. Öğretim üyeleri devletten dolgun maaş alıyorlardı. Ayrıca toplam sayıları 300 olan bu öğrencilere de her ay birer altın dinar burs verilmekteydi. Üstelik üniversitenin yemekhanesinde her gün belli miktarda ekmek ve et veriliyordu. İbnu'l Fırat'ın da belirttiği gibi bu üniversitenin kütüphanesinde çeşitli dillerde ve çeşitli bilim dallarında çok değerli kitaplar vardı ve kütüphane bütün öğrencilere açıktı. Üniversite, bu kitaplardan nüsha çıkarmak veya not almak isteyenlere ücretsiz olarak kâğıt ve kalem veriyordu. Üniversitenin çok temiz bir hamamı ve hastanesi bile vardı. Her gün bir doktor üniversiteyi ziyaret edip öğrencilere uğrar, hastalarını bizzat ziyaret ve vizite eder, reçete gerekiyorsa hemen orada yazardı. Ambar ve kilerler gerekli malzemeler, yiyecek, içecek ve ilâç doluydu. Asıl hayret verici olanı bu muazzam ilmî gelişme, bunca teçhizat, teşkilat ve bilimde kaydedilen bu büyük başarının, Avrupa'nın cehalet içinde yüzdüğü 13. yüzyılın başlarında vuku buluyor olmasıdır!" [4]
Dr. Max Meirhouf şöyle yazar:
"İslâmbul (İstanbul) camilerinde 80'den fazla büyük kütüphane var. Bu kütüphanelerde çoğu, ikinci bir nüshası olmayan çok değerli ve elyazmasından hazırlanmış on binlerce kitap bulunuyor. Kahire, Dimaşk, Musul, Bağdat, Hindistan ve İran'da da çok muazzam kütüphaneler var ki, henüz bu kütüphanelerdeki nefis elyazması eserlerin belli bir fihristi çıkarılmış değildir. Çok az sayıda elyazması basılmış veya tercüme, talik ve açıklamalı nüshası çıkarılmıştır. Hatta batıda bulunan İslâmî eser ve risalelerin en önemli bölümünü ihtiva eden İspanya'nın Eskurpal Kütüphanesi'nden bile tam bir fihrist çıkarılmamıştır bugüne kadar... Yıllardır yapılan araştırmalar sonucu ulaşılan bilgiler, İslâm dünyasının bilimler tarihini önemli ölçüde aydınlatmış olsa da bunların yeterli olmadığı ve gelecek nesillerin İslâm dünyasının bilim gücü konusunda daha yeni şeyler öğreneceği apaçık ortadadır." [5]
Prof. Gustave Lebon diyor ki:
"Müslümanların bilim ve öğrenim konusunda gösterdiği azim ve ciddiyet gerçekten takdire şayandır. Müslümanlar bir şehri fethettiklerinde ilk işleri oraya bir cami ve onun hemen yanına da bir okul açmaktı. Fethedilen topraklarda birçok okul ve eğitim merkezi vardı. Benjamin Towol (öl: 1173) İskenderiye'de 20 okul ve eğitim merkezi gördüğünü yazar. Bu okul ve eğitim merkezlerinin yanı sıra Bağdat, Kahire, Kurtuba vb. daha birçok şehirde laboratuar, rasathane, büyük kütüphaneler ve çeşitli araştırmalar için gerekli her nevi teçhizatları bulunan fevkalâde donanımlı modern üniversiteler vardı. Sırf Endülüs'teki kütüphane sayısının 70 ilâ 80 civarında olduğu bilinmektedir. Kurtuba'da 2. el-Hâkim Kütüphanesi'nde 600 bin cilt kitap vardı. Bunların 44'ü bu kütüphanedeki kitapların fihristini içermedeydi. Müslümanlarda bilim bu seviyeye gelmişken, bundan tam 400 yıl sonra Akıllı Şarl'ın Paris'te açtığı devlet kütüphanesine koymak için bütün Avrupa'da bulabildiği kitap sayısı 900'ü geçmemiştir ki, bunların da üçte biri Hıristiyanlık ve dinî meselelerle ilgili kitaplardı!" [6]
"Müslümanların insanlığa yaptığı hizmet, araştırma ve buluşlarla bilimin ilerlemesini sağlayıp ona yeni bir ruh kazandırmaktan ibaret değildir; bunun yanı sıra kitaplar yazıp okullar ve üniversiteler açarak ilmi bütün dünyaya cömertçe sunmuş olmalarıdır da aynı zamanda... Avrupa'nın bilim, fen ve maarifine Müslümanların bu yolla bulundukları muazzam katkıyı inkâr edebilmek mümkün değildir. Daha sonraki bahislerimizde Müslümanların ilmî ve edebî eserlerinden söz ederken onların asırlar boyu Avrupa'ya nasıl öğretmenlik ve öncülük yaptığını, hatta eski Roma ve Yunan bilim ve fenlerinin bile Müslümanlar aracılığıyla Avrupa'ya yayıldığını belgeleriyle anlatacağız." [7]
Bir başka yazar da şöyle der:
"Avrupa'nın cehalet, bilgisizlik, bedbahtlık ve barbarlığın pençesinde kıvrandığı ortaçağın son dönemlerinde Avrupa ülkelerinin kral ve derebeyleri tedavi olmak için İslâm ülkelerine geliyorlardı. İslâm ülkelerindeki üniversite ve eğitim merkezlerinde, bilim öğrenmek için gelen birçok Avrupalı öğrenci vardı. İslâm ülkeleri; Bağdat, Kahire, Konstantiniye, Kurtuba ve İskenderiye gibi devrin en modern teçhizatlarıyla donanmış modern laboratuar ve dershaneleri olan üniversitelere sahip olmakla iftihar etmekteydi." [8]
Jozef Mc. Cop, ilk dönem Müslümanların ilmî ve kültürel ilerleyişi konusunda şöyle yazıyor.
"...İslâm toplumunun alt grubu olan fakir kesimler bile kitap alabilmek için yiyecek ve giyeceklerinden tasarruf ediyor, eski ve köhnemiş elbiseleri giymekten çekinmiyorlardı. Bir işçinin öylesine zengin bir kütüphanesi vardı ki, bilim adamları bile onun kütüphanesinden faydalanmaktaydı. İbn-i Hallekan'ın Vefiyyatu'l-A'yan'ında adı geçen büyük bilim adamlarının çoğu toplumun alt kesimi olan azat edilmiş köleler veya onların çocuklarıdır. Keza, o dönemin ünlü şairleri ve edebiyatçıları arasında çok sayıda kadın da vardı." [9]
Endülüs Müslümanlarının parlak kültür ve medeniyetleriyle bilim sahasındaki göz kamaştırıcı ilerlemeleri Nehru'yu da hayran bırakmıştır:
"...Kurtuba, bir milyonluk nüfusuyla çok büyük bir şehirdi; eni 20 km., boyu 40 km. olan büyük bir bağı andırıyordu. İrili ufaklı 60 bin saray ve köşk, 200 bini aşkın normal evin bulunduğu bu dev şehirde 80 bin mağaza ve dükkân, 3800 cami ve 700 hamam olduğu kayıtlıdır. Bu rakamlar mübalâğalı gibi görünse de, Kurtuba'nın o günün şartlarındaki konumunu göstermesi açısından önemlidir."
"Bu şehirde çok sayıda kütüphane vardı, bunların en önemlilerinden biri olan kraliyet kütüphanesinde 400 bin kitap bulunduğu bilinmektedir. Kurtuba Üniversitesi'nin ünü bütün Avrupa'ya, hatta Batı Asya illerine kadar yayılmıştı. Bu şehirde öğrencilerden para almadan ücretsiz ders veren birçok okul vardı."
"Bir tarihçinin şu cümlesi çok çarpıcıdır: Müslümanların yönettiği İspanya'da hemen herkes okuma yazma biliyordu, oysa aynı yıllarda Hıristiyan Avrupa'da İncil'i okuyabilen bir avuç papazdan başka okuma yazması olan kimse yoktu. Hatta aristokrat ve sözde soylular arasında bile tahsilli birine rastlamak mümkün değildi." [10]
[1]- Nehcü'l-Belâğa Şerhi, İbn-i Ebi'l Hadid, c. 2, s. 189
[2]- Medeniyet Tarihi, Will Dorant, c. 11, s. 147
[3]- İslâm ve Arap Medeniyeti Tarihi, c. 3, s. 329
[4]- İslâm Mirası, s. 230
[5]- İslâm Mirası
[6]- İslâm ve Arap Medeniyeti, s. 557-558
[7]- age. s. 562
[8]- 20. yy. Ansiklopedisi c. 6
[9]- İspanya'da Müslümanların Görkemi, s. 170
[10]- Dünya Tarihine Bakış, s. 413, Nehru'nun "Cevahir" adlı eseri.
Dostları ilə paylaş: |