c) Kadının Genel Velayetinin Meşru Olmadığına Dair Diğer Deliller
- Kadının genel velayetten men edildiği konusunda görüş birliği (icma) söz konusu olduğu iddia edilmiştir.[1] Ehlisünnet âlimleri arasında böyle bir görüş birliğinin oluşması, muhtemeldir; ama Şiî âlimlerin görüş birliği -görüş birliği için özel kriterleri gözetlediklerinden- ispat edilmemiştir. Şiî âlimler görüş birliğini ancak masumlardan rivayet olması durumunda hüccet olarak kabul eder ve buna göre geçmiş çağda yaşamış ulemanın mutabakatını, icma şeklinde yorumlayamayız.
Görüş birliği olarak kabul edebileceğimiz şey, hicrî kamerî üçüncü ve dördüncü yüzyıllarda yaşayan ulemanın mutabakatıdır ki, bu âlimler genellikle Ehlibeyt İmamları (a.s) veya onlardan hemen sonraki yıllarda yaşamışlardır. Çünkü o dönemde yaşamış ulemanın mutabakatı, verdikleri kararın kişisel içtihatları değil, doğrudan veya dolaylı bir şekilde Ehlibeyt İmamlarından (a.s) duydukları sözlere veya gördükleri tutumlara dayandığını gösterir.
Sözü edilen nokta ve o dönemin fakihleri bu konuda herhangi bir söz etmediğinden -Şeyh Kuleynî ve Şeyh Saduk gibi, bazı ilgili hadisleri “el-Kâfi” ve “Men La Yahzuruhu’l-Fakih” gibi rivayet kitaplarında nakleden âlimler hariç- bu hükmün üzerinde Şiî âlimlerin görüş birliğine vardığını bir hüküm olarak niteleyemeyiz.[2]
- Bazen Hz. Peygamber (s.a.a) ve o hazretin haleflerinin pratik siyerine ve yine İslamîyet’in ilk asırlarında yaşamış Müslümanların genel siyerine istinat edilir. Mesela, hiçbir kadını o dönemlerde genel velayet mevkiine atamamış veya seçmemişlerdir ve yine kadınlar tarafından da hiçbir zaman böyle bir talep gündeme gelmemiştir.[3] Ama açıktır ki, fiilin ameline değil de, terk edilmesine nazır olan ademî (yokluk) siyerlerinden, terk edilen fiilin haram olduğu veya meşru olmadığı sonucu elde edilemez ve bu tür siyerler en çok terk edilen fiilin tercih edilmediğini veya şer’i istenmezliğini ispat eder. Dolayısıyla eğer ilk çağlarda yaşayan din evliyaları ve Müslümanlar genel velayet mevkiine bir kadını seçmek gibi bir fiili yerine getirmekten kaçınmışsa, bu durum o fiilin şer’i açıdan men edildiğini ispat etmez.
- Bazıları da şöyle bir istidlali gündeme getirmiştir: İslamî hükümdarın cemaat namazlarına ve özellikle Cuma, Ramazan ve Kurban bayramı namazı gibi namazlara imamlık etmesi ve yine Müslümanlara hutbe okuması ve buna benzer görevleri, kadınlıkla bağdaşmaz ve bu durumdan kadının genel velayetinin şer’i açıdan yasak olduğu sonucu ortaya çıkar[4].
Bu istidlalin de zafiyetleri açıkça ortadadır. Evvela, bu işleri İslamî hükümdarın elzem getiren görevleri saymak için ortada herhangi bir delil yoktur. Zira Müslüman hükümdarlar pratikte bu görevleri üstlenmiştir, ama bu durum, herhangi birinin bu görevleri üstlenmediği için veya bu görevleri aklî veya şer’i gerekçeler yüzünden üstlenmekten mazur olduğu için velayet salahiyetinden yoksun olduğunu ispat etmez. İkincisi, tüm bu işlerin kadın olmakla uymadığı iddiası sadece bazı durumlarda -örneğin erkeklerin cemaat namazına imamlık etmek gibi- kabul edilebilir, ama kadının erkekler için hutbe okuması gibi durumların şer’i açıdan sakıncası yoktur.
- Bazen kadının genel velayetten men edildiğini ispat etmek için öncelik kıyaslarına istinat edilir. Örneğin Ehlisünnet rivayet kaynaklarında bir hadiste kadının evliliğinin velinin rızasına bağlı olduğu belirtilmiştir.[5] Kimileri bu hadisi öncelik meselesini gözeterek, kadının genel velayetinin meşru olmadığı deliline yormuş ve “Eğer kadın kendi izdivacı konusunda bağımsız değilse ve karar verme yetkisinden yoksun ise, öncelikli olarak genel işler hakkında karar verme yetkisi de kendisine verilemez.” demiştir.[6]
Öncelik kıyası temeline göre gündeme gelen bir başka istidlal de şudur: Şiî ve Sünnî ulemanın mutabık görüşüne göre kadın, erkeklerin cemaat namazına imamlık edemez. Velayet ve rehberlik de cemaat imamlığından çok daha önemli olduğu için kadının genel velayet mevkiine getirilemeyeceği öncelikli olarak ispat olunur.[7]
Yine bazıları şöyle bir öncelik kıyasını gündeme getirir: Kutsal Şâri kesin olarak baba veya dedenin varlığında hatta sibyan çocuğun velayetini anneye emanet etmemiştir, o halde öncelikli olarak kadınlar genel velayet görevini üstlenemez.[8]
Gündeme getirilen her üç kıyas durumu tartışmaya açıktır:
İlk kıyas konusunda, yani nikâh konusunda ve velinin rızasının şart olduğu durumda, hadisin dayandığı belgenin geçerlilik tartışması bir kenara, bu hadisin içeriği Şiî fakihlerce kabul edilmiyor. Çünkü Şiî rivayetlere göre daha önce kocası olan gayri bakire bir kadın kendisinin velisi sayılır ve bazı fakihlere[9] göre buluğa ermiş her reşide kadın da kendisinin velisidir ve hiç kimsenin onların üzerinde velayeti yoktur. Bunun dışında iddia edilen öncelik de eksik gibi görünüyor. Zira bu hadisin kadının zatî kusuru ve salahiyetsizliğine nazır olduğu açık değildir ve belki de velinin rıza şartı, kadını destekleme ve karı kocanın ortak yaşamında ortaya çıkacak bazı muhtemel sorunları engellemeye yönelik olabilir. (Örneğin kadının kocasından boşandıktan sonra baba ailesi tarafından reddedilmesi sorunu gibi.) Dolayısıyla bu hadisten kadının her türlü velayet tasarrufundan men edildiği sonucu elde edilemez.
İkinci kıyasın eleştiri noktası şudur: Cemaat namazı sırf siyasi bir amel değil ki onu rehberlik meselesi ile mukayese edelim ve belki de büyük bir ihtimalle, namazın ibadî mülahazaları ve yine namaz kılan insanların onları Allah’a yönelmekten gafil olup fani dünyaya yönelmelerine sebebiyet verecek her türlü etkenden uzak tutulmaları, Şâri’in cemaate imamlık etme hükmünün gerekçeleri olmuştur. Bu ihtimali doğrulayan durum şudur: Birçok fakihe göre kadın, kadınların cemaat namazına imamlık edebilir.[10]
Üçüncü kıyas gerçi ilk iki kıyasa göre daha güçlü gözüküyor, ama şu açıdan tartışmaya açıktır: Annenin çocukların velayet hakkına babanın vasiyeti üzerine kavuşması,[11] kadının evladının velayeti konusunda zatî liyakatini ifade eder. Dolayısıyla annenin velayet edemeyeceği kriteri sadece cinsiyeti ve kadınlığı olmadığından, bundan öncelikli olarak kadının genel velayetten men edildiği sonucu çıkarılamaz. Üstelik bu hüküm ev işlerinin anne ve baba arasında ideal bir şekilde paylaşılma modeline dayanabilir. Hele çocukların üzerindeki velayet hakkı, evin ekonomik geçimini karşılama sorumluluğu babaya verildiği için babalara verilmiş olabileceğinden, böyle bir ihtimalin varlığı üçüncü kıyası reddetmeye yetecektir.
- Bazen kadınların genel velayet mevkiinden men edildiğine gerekçe olarak, gerçekte kadınların her türlü sosyal ve siyasi katılımının elzemleri olan bazı dış elzemlerin şer’i açıdan yasaklığına istinat edilir. Örneğin şu iddia gündeme getirilir: Kadının evden çıkması, namahremin bakışı veya namahremin sesinin duyulması gibi yasakların gerçekleşmesini lazım kılar ve bu yüzden lazım olan haramdan elzemin haram olduğu sonucu ortaya çıkar.[12] Ama açıktır ki melzumun olma iddiası gerçekten uzaktır ve kadın kendisini haram işlemek veya harama vesile olmaktan tam olarak korumak sureti ile sosyal ve siyasi faaliyetlerde bulunabilir.
- Yukarıda sözü edilen durumların dışında bazı iyilik yönlerine de istinat edilmiştir ki bunların istidlal açısından pek değeri yoktur. Bu konuda kadının siyasi katılımının annelik görevi ile çelişmesini, kadının güzelliğinin zor faaliyetler yüzünden heba olmasını[13] ve kadınların erkeklere kıyasla cismî ve aklî yetersizliklerini[14] örnek verebiliriz.
- Pratik (amelî) ilkeye sarılmak, fıkhî istidlal seyrinde son merhaledir. Pratik ilkeden maksat, muteber delil yokluğunda istinat edilen kaidedir ve insanların pratik görevini, kuşku varsayımında belirler.[15] Buna göre, kadın velayetinin meşru olduğu veya olmadığına dair muteber delilin yokluğunda, meselenin hükmü hakkında kuşku duyarız. Pratik ilkenin gereği, meşru olmadığına hükmetmektir. Zira valeyet konusunda ilk kaide şudur: Muteber bir delil ispat etmediği müddetçe hiç kimsenin bir başkasının üzerinde valeyet hakkı yoktur ve gaybet döneminde velayet delilleri mücmeldir, yani kadınları da kapsayacak genellemeden yoksundur. Sonuçta bu deliller kesin olarak erkeklerin velayeti konusunda geçerlidir ve kadınlar konusunda velayetsizlik genel ilkesine başvurmak gerekir.[16]
Ancak söz konusu ilkeye istinat ederken birkaç eleştiri ile karşılaşılmıştır. Bazıları şu eleştiriyi gündeme getirmiştir: Tartışma konumuz, velayetsizlik ilkesi değil, beraat ilkesinin mecrasıdır. Çünkü bizim kuşkumuz şudur: Acaba şeriatte benimsenen velayet, ister kadın ister erkek, tüm insanlar için mi, yoksa sadece erkek cinsi için mi vardır? Böylece erkek kaydının müdahil olduğu ihtimalini, beraat ilkesine dayanarak reddetmek mümkün olabilir.[17]
Kimileri ise şarttan beraat ilkesine sarılmak ve tartışmayı vaz’î ahkâm alanına sürüklemek yerine, mübah sayma (ibaha) ilkesine sarılmış ve kadın velayetinin caizliği sonucunu dinî görevle ilgili bir hüküm olarak elde etmiştir[18]. Ama usul ilmi açısından açıktır ki, istishab ilkesi, beraat veya ibaha ilkesine hâkimdir ve bu yüzden mevzu bahis konumuzda kadının velayetsizliğinin istishabı uygulandığı takdirde, öteki iki ilkenin cari olmasına mahal kalmaz. Bunun dışında gafil olunan bir nokta da şudur: Velayetsizlik ilkesini pratik bir ilke değil, sözel bir ilke olarak tasavvur etmek mümkün ve bu yüzden bu kaide, dinin sözel genellemelerinden (örneğin insanların eşitliği ve can ve mallarına musallat olma gibi)[19] çıkarılan bir kaide olur. Dolayısıyla bunu delil olarak telakki etmek mümkündür. Açıktır ki, delil ve ilkenin çelişkili olduğu durumlarda delili izlemek gerekir ve bu yüzden beraat veya ibaha ilkesinin cari olmasına mahal kalmayacaktır.[20]
Kadının velayetsizlik ilkesine yöneltilen bir başka eleştiri şudur: Hâkimiyet ve liderlik, toplumun dinî ve dünyevî hayatında çok önemli ve kader belirleyici bir durumdur. Bu yüzden kutsal Şâri’in böylesine önemli bir konuda halkı pratik ilkelere havale etmesi düşünülemez. Bilakis insanları çok açık ve yeterli bir ifade ile görevleri ile tanıştırması ve hataya düşmeleri veya şaşkınlık yaşamaları gibi durumları önlemesi gerekir.[21]
Bu eleştiriye cevap verirken, bir kez daha velayetsizlik ilkesinin pratik değil, sözel bir ilke olduğunu vurgulamanın dışında şöyle diyebiliriz: Asr-ı Saadet’ten birkaç yüzyıl sonrasına kadar Müslümanlar arasında kadının hâkimiyet ve yönetimde hiçbir payı bulunmadığı görüşü yaygındı. Bu görüşün galip olması da -dinî kaynağı şaibeli olmasına karşın- her türlü soru veya kuşkunun gündeme gelme zeminini yok etmişti. Zira Müslümanlar kadının velayetsizliğini kesin bir hüküm olarak algılıyordu. Bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.a) ve Ehlibeyt İmamlarının (a.s) bu galip görüşten hareketle daha şeffaf beyanda bulunma zarureti hissetmediğine şaşmamak gerekir.
Bu eleştiriler dışında, ister pratik ister sözel, bir ilkenin hüccet olması özel delilin yokluğuna bağlı olduğundan, bazen de şu iddia gündeme geliyor: Kadınların genel velayetinin meşruiyetini ispat etmek için bazı deliller bulmak mümkündür ve bu deliller varken, ilke hüccet olmakten düşer. Dolayısıyla şimdi kadının genel velayetinin meşruiyeti için gündeme gelen veya gelebilecek delilleri irdelememiz gerekir.
[1] Muntezerî, Derasatun Fil Velayet el-Fakih, c.1, s.338
[2] Bu konu hakkında bk. age. s.339-341
[3] Ebu Faris, Hukuku’l-Mer’eti’l-Medeniyye ve’s-Siyaset-i Fi’l-İslam, s.160
[4] age. s.159
[5] “Veli(nin izni) olmadan nikâh olmaz.” Beyhakî Sünenu’l-Kubra, c.10, s.148. Şiî kaynaklar arasında, Ğavali’l-Leali kitabı, c.1, s.306 ve c.3, s.313 de bu hadisi nakletmiştir
[6] Ebu Faris, Hukuku’l-Mer’eti’l-Medeniyye ve’s-Siyaset-i Fi’l-İslam, s.159
[7] Ariston, “Zen ve Moşkilat-i Siyasî” Ulum-i Siyasî, say.1, s.149
[8] Hüseyin Tahranî, Risale-i Bedi, s.210
[9] Tusî, et-Tibyan Fi Tefsiri el-Kur’ân, c.8, s.352
[10] bk. Dördüncü bölüm, “Dinî Şiar ve İbadetler.
[11] bk. Üçüncü bölüm, “Çocukların Velayet ve Bakımı.
[12] Kurbanî ve diğerleri, “Zen ve İntihabat”, s.76
[13] age. s.118-128
[14] Şemsuddin, “Ehliyyetu’l-Mer’e Li Tevelli’s-Sulta, s.131
[15] Şüphe anında pratikte yapılması gereken şeylerin beyanı, İslam’ın gerçek hükmünün beyanından farklıdır. Bunları birbirinden ayrımak gerekir
[16] age. s.143
[17] age. s.157-158
[18] Beltacî, “Mekanetu’l-Mer’e Fi’l-Kur’ânı’l-Kerim ve’s-Sunneti’s-Sahiha”, s.216
[19] Örneğin şu rivayet gibi: “İnsanlar tarağın dişleri gibi eşittirler.” Biharu’l-Envar, c.75, s.251 ve “İnsanlar mallarına musallattırlar.” age. c.2, s.272
[20] Burada şunu hatırlatmakta da fayda var: Üsul-i fıkıh ulemasının çoğu, şüphe-i mefhumiyye-i muhassiste amm’a sarılmayı, iş akel ile ekser (az ile çok) arasında deveran ettiği zaman caiz bilmektedirler; çünkü bu durumda muhaddis icmal’ın amm’a sıçramayacağına inanırlar. Dolayısıyla, konumuzda da kadınların velayeti ile ilgili deliller amm’ın deliline sarılmayı, yani âdem-i velayet (velayetin olmayışı) ilkesine engel olamaz
[21] Şemsuddin, Ehliyyetu’l-Mer’e li-Tevelli’s-Sulta, s.144
Dostları ilə paylaş: |