[21] Kadının Verasette Tek Olması
Konunun tartışıldığı bölümde anlatıldığı üzere, bazı rivayetlere göre eğer koca vefat eder ve eşinin başka mirasçısı olmazsa kadına (mirasın dörtte biri olan) kendi payından fazlası verilmez, geriye kalan kısım İmam’a ait olur.[1] Bu hükme karşı, iki kanalla Ebu Basir’den nakledilen iki muteber rivayete göre mirasın tümü kadına aittir.[2]
Şeyh Saduk ve Şeyh Tusî gibi bazı geçmiş fakihler bu iki grup rivayet arasındaki çelişkiyi bertaraf etmek için Masum İmam’ın (a.s) var olduğu dönemle Gaybet dönemini birbirinden ayırmış, ilk grup rivayetlerin Masum İmam’ın (a.s) var olduğu dönem, Ebu Basir rivayetinin ise gaybet dönemi ile ilgili olduğunu beyan etmişlerdir. Fakat bu değerlendirmenin hiçbir delili yoktur ve bu yüzden daha sonra gelen fakihlerce onaylanmamıştır. Nitekim Ebu Basir rivayetinin kocası ile akraba olan kadına özgü olduğu iddiası da yersizdir.[3]
Bu durumda rivayetlerin çelişkisini çözümleme kaidelerine başvurmalıyız ki, bu kaidelerden de Ebu Basir rivayetinin başka rivayetlere tercih edilmesi bağlamında hiçbir haklı gerekçe elde edilemediği anlaşılıyor.[4] Böyle bir varsayımda bazı fakihlerin görüşüne göre çelişkili rivayetler itibardan düşüyor ve sıra genel kaideleri veya usul-i amelîyi (usul-i fıkıh kitaplarında bu gibi durumlarda mükellefin vazifesini belirlemek amacıyla konulan kaideler) uygulamaya geliyor ki, bizim bahsimizde istinat edilebilecek kaide, kadının payını dörtte bir olarak belirleyen Kur’ân-ı Kerim ayetinin[5] mutlaklığıdır.
Eğer fıkhî istidlalin seyrini aynı şekilde sonuna kadar götürecek olursak, bu kez yeni bir cinsiyet ayrımı durumu ile karşı karşıya geliriz. Bu ayrıma göre, kocanın miras hakkından geri kalan kısmı ona verilir, ama kadının miras hakkından arta kalan kısmı ona verilmez.[6]
Buna karşın, iki başka temelden hareketle daha farklı sonuçlara da ulaşılabilir ki, onlara da değineceğiz:
Birincisi, rivayetlerin çeliştiği durumlarda seçim hakkını (tahyir) benimseyen birçok fakihin ilkeli temelidir. Bu temele göre, fakihlere çelişkili rivayetlerin arasından birini seçme ve ona göre fetva verme hakkı tanınır. O zaman şöyle bir imkân doğabilir: Şimdiki bahsimizde Ebu Basir rivayeti esas alınır ve böyle bir varsayımda cinsiyet ayrımı meselesi kendiliğinden ortadan kalkmış olur.
İkincisi, velayet-i fakihin fıkhî temelidir ki, o temele göre veliyy-i fakih İslamî toplumun genel maslahatı icap ettiği takdirde mirasın tümünün kadına verilmesine hükmedebilir. Zira böyle bir hüküm halkın malı üzerinde tasarrufu gerektirmez. Aksine, dinin gerçek hükmü, çelişkili olan bu iki grup rivayettin birnden ibaret olduğundan, veliyy-i fakihin tasarrufu ya imamet mevkiine ait olan malların üzerinde söz konusudur (çünkü gaybet döneminde onların yetkisi veliyy-i fakihe verilmiştir) ya da bu mallar gerçekte kadının kendisine aittir ve veliyy-i fakih bu hükümle sırf kadının kendi hakkını kendisine iade etmiş olur.
[1] Vesailu’ş-Şia, c.17, Mirasu’l-Ezvac babları, 14. bab, s.514-516, h.1, 2, 3, 4, 5, 7 ve 8; örneğin dördüncü hadiste şöyle geçer: Erkek öldükten sonra geriye karısı kalırsa demiştir ki: “Dörte biri kadına verilir ve geri kalan ise imamındır.”
[2] age. h.6 ve 9. Altıncı hadisin metni şöyledir: İmam Cafer Sadık (a.s) bir kadın ölür de geriye kocası kalırsa bu konuda şöyle buyurmuştur: “Malın tümü kocasınındır.” Ben, “Peki ya erkek ölürse ve geriye eşi kalırsa?” diye sordum. Buyurdu ki: “Bu durumda mallar onundur.”
[3] age. 9. hadisin altında; Muhakkes Erdebilî, Mecmau’l-Faide ve’l Burhan, s.434.
[4] Taaruz/Çelişme konusunda müreccihlerden biri olan (iki dlilden birini tercih ettiren) Ehlisünnet’e muhalefet açısından taraflardan hiçbirinin diğerine üstünlüğü yoktur. Çünkü hiçbir Ehlisünnet fakihi (Osman’dan nakledilenlerden sarf-ı nazar ederek) miras payından artan miktarı kadın veya erkeğe döndürülmesini kabul etmiyor; aksine onu beytülmale ait biliyor. Bk. Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslamî ve Edilletuhu, c.8, s.358-359. Yine Ebu Basir’in rivayeti hem Ehlisünnet ile muhalefet ölçüsüne sahiptir, hem de kadının hissesinden fazlasını İmam’a ait bilen ve beytulmalin adını bile dile getirmeyen karşı rivayetlere. Aksine onların bazılarından apaçık bir şekilde “İmam”dan maksadın “Masum İmam” olduğu anlaşılmaktadır. Örneğin Muhammed b. Nuaym es-Sahhaf’ın rivayeti böyledir. Bu rivayete göre İmam Musa Kazım (a.s) şöyle buyuruyor: “Kadına dörtte bir ver ve geri kalanı bize çevir.” Vesailu’ş-Şia, c.17, s.515. Dolayısıyla bu yerlerde imam kelimesinden sözlük anlamı kastedilmemiştir. Bu nedenle de bu rivayetin Ehlisünnet görüşüyle uyum içerisinde olduğu ihtimalini veremeyiz. Yine kadının payından artanın fakirlere sadaka verilmesi hükmünü bildiren rivayet (bk. s.514, h.1) de Ehlisünnet’in görüşüne uyarlanamaz.
Kur’ân ile muvafakat bakımından da, onu müreccihattan bilmeyen, aksine her rivayetin hücciyet şartı bilen ve Kur’ân ile muhalefeti tebayünî mühalefete (ikisi arasında tam bir zıtlık) has bilen Ahund Horasanî gibi kişilere göre (bk. Horasanî, Kifayetu’l-Usul, s.505) bu iki grup rivayetten hiçbiri Kur’ân’a aykırı değildir. Yine eğer Kur’ân ile muvafakatı müraccihattan biri bilen ve Kur’ân’a muhalefeti tebayünî muhalefet ile sınırlandırmayan birçok fakihin görüşünü kabul edecek olursak, bu durumda Ebu Basir’in rivayetini Kur’ân’a muhalefet etmesi sebebiyle bir kenara bırakmamız gerekir. Çünkü Kur’ân kadının payını dörtte bir kılmıştır; oysaki bu rivayet mirasın tümünü kadına ait bilmektedir. Elbette “Kur’ân’a muhalefet” ifadesinin bu gibi tebayünî muhalefeti olmayan muhalefetleri kapsamadığı sanılmaktadır. Bu açıdan, Ahund Horasanî’nin görüşü daha güçlüdür. Sonuç olarak bir kez daha bu rivayetlerin hiçbirinin Kur’ân’a muhalefet etmediklerini vurgulamamız gerek.
Örneğin rivayetin meşhur oluşu da bu konuda çözüm değildir. Çünkü birbirleriyle çelişki halindeki bu rivayetlerin hiçbiri bu ölçüye sahip değillerdir. Elbette bazıları Ebu Basir’in rivayetinin tekliğine, çelişki halindeki rivayetlerin ise çokluğuna dayanarak Ebu Basir’in rivayetinin itibarlığında şüphe etmişlerdir. Fakat bu sanı yanlıştır. Çünkü bir taraftan Ebu Basir’in rivayetini Eban b. Osman (h.6), Abdullah b. Meskan (h.9) ve sonraki tabakada Muhammed b. Ebi Umeyr (h.6 ve 9) gibi Ehlibeyt İmamlarıyla aynı dönemde yaşayan birkaç kişi ondan nakletmiştir. Bu da onların bu rivayete uygun fetvalarını ortaya koyuyor. Diğer taraftan, ilk bakışta yedi rivayet gözüken birbiriyle çelişkili rivayetler, biraz düşündüğümüzde en fazla üç muteber rivayete düşer: Birincisi, üç kanalla nakledilen (h.3, 4, 8) ve görünüşte tek bir rivayet olan Ebu Basir’in İmam Muhammed Bâkır’dan (a.s) aktardığı rivayet. İkincisi, Muhammed b. Müslim’in İmam Muhammed Bâkır’dan (a.s) naklettiği (h.5) rivayet. Bu metni ve onun senet zincirlemesini dikkate alarak Muhammed b. Mervan’ın İmam Muhammed Bâkır’dan (a.s) aktardığı rivayetle (h.7) aynı olması, Müslim ve Mervan’ın iki kelimesinin birbirinden çıkarmasında yanılmış olması uzak bir ihtimal değildir. Üçüncüsü, Ali b. Mehziyar’ın naklettiği Muhammed b. Hamzan’nın İmam Muhammed Taki (a.s) ile yazışmasıdır (h.1). Elbette son rivayetin senedinin doğruluğu, Ali b. Mehziyar’ın İmam’ın (a.s) el yazmasını ve mektubunun metnini görmüş olmasına bağlıdır. Aksi durumda Muhammed b. Hamza-i Alevî’nin kendisi hakkında hiçbir tevsik aktarılmamıştır. Muhammed b. Nuaym-i Sahhaf’ın rivayetinin itibarı (h.2) da ispatlanamaz. Çünkü bu adam da tevsik edilerek güvenilir olduğu bildirilmemiştir ve onun bu rivayette kendini Muhammed b. Ebi Umeyr’in vasisi olarak tanıtmış olması da bir şey ifade etmiyor. Zira İmam Musa Kazım (a.s) döneminde vefat eden Muhammed b. Ebû Umeyr, 217 yılında, yani İmam Muhammed Taki’nin döneminde vefat eden meşhur Muhammed b. Ebu Umeyr’den farklı bir kişidir. bk. Hoî, Mu’cemu Ricali’l-Hadis, c.14, s.276.
[5] Bu durumda Kur’ân-ı Kerim’in mutlaklığına müracaat etmek, rivayetlerin düşmesinden sonra onun merci olması sebebiyledir; fakat önceki durumda Kur’ân’ın müraccih oluşundan söz edilmişti.
[6] Elbette burada şu soru ortada kalıyor: Sonunda bu miktar fazlalık (mirasın dörtte üçü) kime ulaşacak? Bu sorunun cevabı diğer iki grup rivayet arasındaki çelişkiyi halletmeye bağlıdır. Mirasçısı olmayan kişilerin mirasını enfaldan ve İmam’a ait bilen rivayetler ile (bk. Vesailu’ş-Şia, c.17, Velau Zamani’l-Cerire ve’l-İmamet babları, 3. bab, s.547-551) mirasçısı olmayan miras hakkında sadaka hükmü veren rivayetler. (bk. age. bab:4, s.551-554) Fakat biraz düşünecek olursak bu çelişkinin ilk etapta göze çarptığı ve bu iki grup rivayetler arasında telafî olmadığı anlaşılacaktır. Çünkü sadaka hükmü vermek göründüğü kadar, İmam’ın enfale velayeti açısından gerçekleşmiştir.
Dostları ilə paylaş: |