TİLKİ İLE DEVENİN HİKAYESİ
Birkaç yıl önce derginin birinde bir hikaye okumuştum. O hikayede bir deve ile bir tilki arkadaş oluyorlar ve tilki deveye, gel ortak bir hayat sürelim, yaşadığımız bu hayatın şahsiliklerini, özel mülkiyeti ortadan kaldıralım, bir birimizle dost, müttefik olalım ve hatta birbirimizi “Yoldaş” diye çağıralım. Ben sana “Deve yoldaş” diyeyim; sen de bana “Tilki yoldaş” de; “ben” aramızda söz konusu olmasın. Hatta ben hiçbir zaman “benim çocuğum” demeyeyim; “Bizim çocuğumuz” diyeyim ve sende kendi yavruna “benim deve yavrum” deme, “bizim yavrumuz”de.
Gel “Ben”i tamamiyle ortadan kaldırıp “Biz”e dönüştürelim. Ben bundan sonra senin palanına “bizim palanımız” sen de benim kuyruğuma “bizim kuyruğumuz” de, böylece aramızda benlik sözkonusu olmaz, dedi.
Zavallı deve buna inanmıştı. Birkaç gün ortak bir hayat sürdükten sonra bir olay meydana geldi. Tilki birkaç gün avlanamadı. Çok huzursuz ve sinirli olduğu bir gün ortak evlerine geldi, açlıktan midesi kazınıyordu gözüne devenin yavrusu ilişti onu bir köşeye sıkıştırıp parçalayarak karnını afiyetle doyurdu.
Eve dönen deve yavrusunu aradı, tilkiye sorunca, bilmiyorum haberim yok dedi. Deve, yavrusunun cesedini görünceye kadar aradı. Yorgun düşmüştü ve kim benim yavrumu bu hale getirdi diye başını vuruyordu.
Deve “benim yavrum” deyince, tilki hemen: sen hâla akıllanmamışsın “benim yavrum” diyorsun? “Bizim yavrumuz” de, dedi.
“Ben” bu şekilde “Biz”e dönüşecek olursa o zaman “tilki ile deve”nin şekli ortaya çıkar.
Öyleyse bu mektep insan-ı kâmil konusunda yeterli değildir. Bu mektepte yalnız bir değere -o da eksik bir şekilde- yönelinmiştir.
EGZİSTANSİYALİZM TEORİSİNİN ÖZETİ
Bu oturum sonunda başka bir mektepten kısaca bahsedeceğiz: Onun ayrıntılarını ise gelecek oturumda açıklayacağız.
Bugün pek revaç gören bir okuldur bu. İnsan-ı kâmil için çizdiği resimden ve onların bahsettiği insanî değerler bakımından sosyalizm okulunun karşısında olan bir okul olduğunu söyleyebiliriz.
Sosyalist okulda daha çok toplumsal yönlere önem verilmiştir. Sosyalizme göre insan, bütün insanlar arasında eşitlik, ortaklık ve birlik olduğu zaman, insan-ı kâmildir. Bahsettikleri “Ortak mülkiyet” (yalandan) toplumsal istikametlere yönelmektedir.
Arz edeceğimiz gibi bu mektepte ne kişisel değerlere ne de toplumsal değerlere yönel inmiştir. Dikkat çekilen konular: Hür irade sorunu, hür düşünce sorunu, kişisel hakimiyet ve bağımsızlık sorunu bu okulun en çok önem verdiği şeylerdir. Bu okula göre insan-ı kâmil, “Ben”i her türlü baskıdan uzak bulunan, hür olan hiçbir gücün ona etki etmediği, mutlak bir hürriyet içinde hayat süren, iradesi hür olan insandır.
Bu mektepte gerçek insanlık için bir ölçü söylemek lazım gelirse, o da “hürriyet”tir ve hürriyetin başlangıcının da “bilgi” olduğunu söylerler.
Onlara göre insan-ı kâmil, yani hür insandır, insan ne kadar hür olursa o kadar daha kâmil olur; ne kadar başka şeylerin etkisinde kalırsa, onun insanlığı o kadar azalır.
Hatta bu okula göre iman sahibi olmak, Allah inancı ve Allah’a kulluk insanın insanlığını eksik eder. Çünkü insanı Allah karşısında boyun eğmeye, Allah’a kul olmaya zorlar. Allah’a karşı kulluk, insandan hürriyetini ortadan kaldırır. Çünkü kâmil olan bir insan hürdür. İnsan-ı kâmil her şeyden bağımsız olan bir insandır. Onun için dini bağlardan da kurtulmuş olmalıdır. Hafız şöyle söylüyor:
“Masmavi göğün O’nun himmetinin kölesiyim ki O, her rengi alabilen şeyden hürdür.”
Eğer bu masmavi göğün altında yaşayan birinin hiçbir şeye bağlılığı yoksa o kâmildir.
“Ay yanaklar yüzünden ortaya çıkan
Bütün gamlar onun sevgisiyle sevinç olur.
Veya başka bir yerde şöyle söylüyor:
Açıkça söylüyorum ve dediğim için sevinçliyim
Aşkın kölesiyim ve her iki dünyada âzâdım.”
Egzistansiyalizm mektebi diyor ki: Hayır. “Aşk kölesiyim” demek yanlıştır, her iki cihandan azadım, aşktan da azadım ve hatta o ay yanaklara ilgili olan şeylerden de. İnsanlık, yani hürriyet, hürriyeti ortaya çıkaran, gerektiren şey, insaniyet, yani baş kaldırma, isyan her şeye karşı asi olma ve hiçbir şeye teslim olmamak... İnşallah gelecek oturumda bu okuldan çokça bahsedeceğiz.
13. Bölüm EKSTANSİYALİZM OKULUNUN İNCELENMESİ VE TENKİDİ
“Hamd, bütün varlıkları yaratan alemlerin Rabb’ı Allah’a mahsustur. Dua ve selam Allah’ın kulu, resulü, habibi, (günah ve kirlerden) arındırılmış, Allah’ın sırrını koruyan, O’nun elçiliğini tebliğ eden efendimiz, Peygamberimiz, Ebu’l Kasım Muhammed’e ve Onun (günahlardan) arındırılmış temiz ve güzel yakınlarına olsun.”
“Ey iman edenler! Allah’tan saygı ile korkun; her kişi yarın için önceden ne göndermişse ona dikkatle baksın. Allah’tan saygı ile kokun. Şüphesiz ki Allah, yapa geldiklerinizden haberlidir. Artık siz Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da onları kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar ilâhî sınırları aşıp yazan kişilerdir.158
Önceki oturumumuzda insan-ı kâmil konusunda, bugünün yeni okullarından biri olan bir okuldan bahsetmiştik.
Bu mektep, insan-ı kâmile ölçü olarak ve insanın gerçek cevheri olarak; insanın değerlerinden biri hürriyeti kabul eder.
Onlara göre yalnız insan bu alemde hür yaratılmıştır; yani hiçbir güce ve zarurete, hiçbir şeye boyun eğmeye mecbur değildir. Bizim eskilerin tabiriyle, insan bu hilkat aleminde muhtar bir varlıktır, mecbur bir varlık değildir ve bazılarının tabiriyle insandan başka varolan bütün mevcudat her şey mecburdur; yani bir zorunluluklar zincirinin etkisi altındadır. Ama yalnız insan mecbur değildir ve hiçbir güç onu idare edemez.
EGZİSTANSYALİZMDE “VÜCUDUN KÖKENİ”
Bu okulun başka bir iddiasına göre, bu dünyaya hür ve bağımsız gelen insandır, alemin diğer varlıklarının aksine onun kendine has bir tabiatı yoktur. Dünyada yaratılan her varlığın kendine göre bir tabiatı vardır, taş-taş olarak yaratılmıştır ve taştan başka birşey olamaz, kerpiç olamaz; kedi, kedi tabiatında yaratılmıştır; at, at tabiatında yaratılmıştır. Ama insanın hiçbir şekilde kendine has bir tabiatı yoktur, sadece insan tabiatını kendi kendine edinir. Hür ve bağımsız bir varlık olan insan, kendi ihtiyarının ve hürlüğünün sınırlarını kendinde edindiği tabiatının mahiyetiyle çizer. Buna “vücudun kökeni” veya “vücudun aslına önceliği” adını vermişlerdir.
Vücudun kökeni aslın önceliği bizde nisbeten eski bir deyimdir. Yaklaşık üç yüz elli yıl (yani Sadrü’l- Müteellihîn devrinden) geçmiştir. Ama filozoflar vücudun kökeni ve aslın önceliği konusunu dikkate almamışlardı, belki bunu bütün eşyalar hakkında kullanıyorlardı. Ondan başka bir mana, vücudun kökeni adında yeni bir terim meydana getirilmişti.
Fakat insanın başka varlıklara göre daha üstün bir imtiyazı olduğu için belirli bir tabiatının olmadığı ve kendi kendisine bir tabiat edindiği -ki onlar bunun adını vücudun kökeni ve vücudun asla önceliği koymuşlardır- konusu bu sebeple bizim felsefemizde ve bilhassa Saadrü’l müteellihin felsefesinde-pek tabii ki başka bir tabirle- çok daha sağlam açıklanmıştır.
Onlar (yani eksiztansiyalistler) başka bir tabirle ve başka bir yoldan bu konuyu tesbit etmişlerdir ve söyledikleri doğrudur; insanın kendine has, sabit bir tabiatı olmadığı ve kendi kendine tabiat edindiği bir gerçektir.
Bu konu, bizim dini tabirimizle geçmiş ümmetlerin meshiyle* ilgili veya bugünün insanlarının ahlakları hakkında ya da kıyamet günü insanların tekrar diriltilmesiyle ilgili (bahislerde zikredilmiştir) -insanlar kıyamet gününde yalnız bir şekilde haşredilmeyeceklerdir; insanların bazıları insan olarak haşredileceklerdir, pek çoğu ise insanda başka suretlerde; hayvan olarak haşredileceklerdir- bu konu aynı esas üzerindedir, insanlardan herhangi bir insan fıtratına sahip olarak doğar, insan zekasına sahip olarak doğar ama hayatın akışı içinde onun aslının insandan başka bir hayvana dönüşmesi mümkündür ve bir hakikattir.
Her halde bu okulun tek aslı olan, “insanın hür ve bağımsız ve kendi kendinden sorumlu olarak yaratılmış olması” doğru bir sözdür.
Müslümanlar arasında iki ayrı grubun olduğunu biliyoruz: Eşair-i ** cebri ve Mutezile-i*** tefvizi Şiaya göre “Emrün beynel amirin”dir; ne Cebr-i Eş’ari ne de Tefviz kabul edilir.
Existansyalizmin söylediği, “sonradan tabiat edinme”; Mutezile’nin söylediği “Kendine sonradan huy edinme”nin aynısıdır.
İslam’a göre edinme yoktur,ama ihtiyar vardır. İmamlar şöyle söylemişlerdir:
(Bugünkü materyalistlerin dediği gibi:) beşeri iradeyi inkar etme yoktur ve (yine bugünkü existansiyalistlerin söylediği gibi) sonradan tabiat edinme de yoktur. İhtiyar, “emir iki emrin arasında”dır.
Demek ki insanın ihtiyarı meselesi hakkında söylenen; insana bir gücün hükmetmediği ve ondan ihtiyarını almadığı, sözleri hariç diğerleri doğrudur, yani insanın, bütün yaratıkların aksine -canlı ve cansızların hepsi- sabit ve değişmez bir tabiatı olduğu doğrudur ve kabul edilmez bir deyim değildir. İnsanın kendi kendine tabiat edinen ve şekil verebilen bir varlık olduğuna şüphe yoktur.
Dostları ilə paylaş: |