İslam’in etrafindaki ŞÜpheler


Kadın Üç Temel Vazife İle Mükelleftir



Yüklə 0,89 Mb.
səhifə15/31
tarix27.12.2018
ölçüsü0,89 Mb.
#87561
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   31

Kadın Üç Temel Vazife İle Mükelleftir;



1- Her istediği zamanda yatakta kocasına itaat etmek,

2- Kocasının yatağına kimseyi almamak,

3- Evinin ve kocasının esrarını muhafaza et­mek.

Birinci meselenin vuzuh kesbetmesi için biraz sa-rahata ihtiyaç vardır. Bundaki hikmet açıktır İş ve istihsal ile ilgili diğer vazifelerine başlayabilmek, buh­ran ve ıstırapların sarsmadığı sinir sistemiyle haya­tın güçlüklerini karşılayabilmek için erkeğin cismi tabiatı toplanıp sıkıştırdığı zaman cinsî yükünü boşalt­mağa zorlar. Ekseriyyetle gençlikte daha fazla cinsel arzu vardır, her ne kadar kadın erkeğe nisbetîe daha istekli ve o hâdiseye bütün cismiyle iştirak ediyorsa da! 99Haliyle evlilikte dikkate alman husus ruhi şahsî içtimai ve iktisadî ihtiyaçların yanında cinsî ih­tiyaçların da giderilmesi meseledir.'

Cinsi arzusu kendini zorladığı ve sinirlerini meş­gul ettiği sırada, eğer kadın erkeğin arzularım is'af eder durumda olmazsa, o zaman erkek ne yapar? Evin dışında kötülüğe mi baş vurur? Buna ne cemiyet mü­saade eder, ne de kadın, erkeğinin ruhu ve cismiyle başka bir kadına iltifat etmesine razı olur. Ne olursa olsun, kadın için bu, tahammülü güç bir ihanettir.

Kocası çağırdığı zaman gönlü olmayan kadının durumu üç şıktan hali olamaz:



1- Birleşmeye tahammül edemiyecek derecede, kocasından nefret ediyor olması,

2- Kocasına karşı bir sevgisi olmasına rağmen, geneî olarak cinsî temastan nefret etmesidir ki, bu normal olmayan psikolojik bîr durumdur. Fakat maa­lesef bazı kadınlarda mevcut bir haldir.

3- Temastan nefreti yok, kocasına karşı sevgi­si de var, fakat o anda isteğinin olmaması.

Birinci hal belli bir vakit ve belli bir işle ilgili ol­mayarak devamlı bir durumdur. O öyle bir haldir ki, orada evlilik bağlarının bekası ümit edilemez. Bilâkis ayrılmağa doğru normal yolunu alması daha iyi olur. Biraz sonra geleceği gibi îslâmda kadın, birden fazla yoldan bu imkâna sahiptir.

İkinci hal devamlıdır. Bu da kocanın talebinde ıs­rar emesinden doğan bir durum değildir. İşin başlan­gıcında onu, mütehassıs hekimlerin tam ve sarih itti­fakları mucibince tedavi etmek gerekir. Ya erkek, ken­disine ne kadar ağır gelirse gelsin, cinsi ihtiyacını gi­dermekten vazgeçmeği kabul eder, ya da kadın koca­sını sevdiği ve ondan ayrılmak istemediği için meşak­kate tahammülü kabul eder. Veya anlaşmak mümkün olmadığı takdirde iyilikle ayrılırlar. Amma kanuna ge­lince o, kocası ısrar ettiği zaman kadmı itaata zorlar. Bu tahakküm ve cebir yoluyla olmamalıdır. Esasen ev­lenmekteki tabiî durumun cinsî alâkaya şâmil olduğu içindir ki, kadının - dediğimiz gibi - imtina etme­si, erkeği ahlâkî cürümler işlemeğe sevkeder (Veya erkek, kadının sevmediği bir davranış olan başka bir kadınla evlenmeğe- baş vuracaktır.). Lâkin, İslâm, ka­dının tahammül edemediğini, bu mesele yüzünden kocasına olan sevgisinin parçalandığını ve nefrete in-kılâb etiğini gördüğünde, kadını bu durumu kabule mecbur etmez. Bu vaziyette kadın nefret sebebile ko­casından ayrılır.

Üçüncü hale gelince, o geçicidir ve onun tedavisi kolaydır. Bu cinsî temasa karşı meydana gelen geçici nefret, ekseriya ya yorgunluktan veya bıkkınlıktan veyahut da gönlün başka şeyle meşgul olmasından neş'-et eder. Fakat bir miktar ruhî ve cismi hazırlık onu gidermeğe kâfidir, Bunun için Resûlüîlah (A.S.) Bu alâkayı, sırf cis­min hayvani arzuları olmaktan uzaklaştırmak ve bu günlük ülfetle- ruhun imtizacını hedef tutarak bazan Nefrete sebeb olan bu ân?) durumu izale emek için, er­keklerin dikkatini, lâtif müdaabeye (oynaşmağa) ve işe başlamadan önce karşılıklı sevgi alışverişi yapma-&a, çekmiştir.

Ama kadın istekli, erkek de herhangi bir sebeble isteksiz olduğu zamanlara gelince, bu erkeğin genç­lik devresinde vukuu nadir olan bir şeydir. Kadın ise bu hale düşmez. Fakat biz deriz ki, kadının kocasına at etmesini emreden kanun, kadının arzularına da vermiş ve o arzuları gerçek yerine koymuş ve kocayı, kadın arzu ettiği takdirde «kocalık vazifesini tüm olarak yerine getirmeğe mecbur etmiştir. Erkek­te bu vazifeleri ifada iktidarsızlık olunca ayrılma vu­ku bulur. Böylece görürüz ki, mecburiyetler iki yön­den vukua gelmektedir. Bunda hiç bir vakit ne kadını zorlama ve ne de kadının, şahsî varlığını heder etme vardır.

îkinci vazifesi, kocasının işemediği kimseyi ev almamak mecburiyetidir. Bu mecburiyetin hikme­ti, şöyle izah edilebilir: Çok defa kan koca araşma birinin koğuculuk, kıskançlık ve kötü niyyetle girme­si Neticesinde evde anlaşmazlıklar meydana gelir Onu er^ek anladığı ve karısından belli bir şahsın eve gir­mesine mâni olmasıni istediği zaman buna kadın iti­raz ederse, o zaman nasıl bir durum meydana gelir?.. Fitnenin menbaı kayiıar ve artık anlaşmak zor olur.

Binaenaleyh buradaki mecburiyet, çocukların ruh ve fikir bakımından sapık yetişmemeleri için kavga ve dargınlığın bozamıyacağı bir sevgi ve muhabbet hava­sına ve bakıma muhtaç olan çocukların ve karı koca arasında kurulmuş olan ortaklığın lehinedir.

Bir kimsenin şöyle demesi mümkündür : Kanun niçin erkeği de karısının istemediği veya sevmediği kimseyi evine koymamasını icbar etmez? Durum şu ki, sevgi ve muhabbet halinde ve iki taraftan gelen terbiye ve yükseklik haletinde bütün işler, üzerinde anlaşmanın mümkün olması, çatışma derecesine var­maması kâfidir. Lâkin biz anlaşmazlığın vaki ve an­laşmanın imkânsız olduğunu farzederiz. Onun için kanunun hükmüne sığınırız. Burada söylememiz gere­kir ki, kadının infial ve heyecanları ekseri hallerde mantıkî değildir. Sırf şahsi gayret, ve kıskançlık ıslâhçı olmayan bazan da kadını, kocasının annesin­den ve kız kardeşinden ve akrabalarından birisinden nefret ettiren şeydir. Bu durum muvacehesinde erke­ği, ailesinin sevmediklerini uzaklaştırmağa mecbur etmek maslahata uygun bir kayıtlama olmayacaktır. Fakat bu, hissi bir heyecan için yapılmış olacak ki, hemen değişebilir veya esası olmayan bir gerekçe üzerine dayanan bir şey olur.

Hiç bir zaman, bahsettiklerimizden erkeğin yap­tıklarında haklı olduğunu kasdetmedik. Çünkü, o ba­zan çocuğa döner ve hilelere kendini kaptırır. Daima kadının,- hatalı olduğunu da söylemek istemiyorum. Zira kadın da bazan belli bir şahıstan nefret etmekte haklı olabilir. Bu şahıs da herhangi bir sebebten do­layı fiilen evlilik bağlarını yıkmağa çalışanlardan bi­ri oiabilir. Lâkin kanun ekseriyet ve gaalibiyet nisbetile bağlıdır ve erkeğin daha çok aklına, kadının da hissî infiallerine tâbi olduğu faraziyesi ve fıtri duru­mu ile beraber yürür. Sonra, onu yüklenmekte devam etmeğe takati olmadığını gördüğü ve boşanmak su­retiyle bu işi sona erdirmek istediği zaman kadının önünde kapı açıktır.

Kadının kocasının ırzını, malını korumakla görev­li bulunmasına gelince o, tabiî ve mantıkî bir mecbu­riyettir ki, bu hususta bir şahsın münakaşaya girişe­ceğini sanmam.

Şimdi kadın veya erkek tarafından meydana ge­len serkeşlik, nefret ve isteksizlik haletine gelince :

Söz ve işde kocasına kafa tutan karısını terbiye hususundaki hakkı erkeğin kadına olan hâkimiyyetin­den meydana gelir. Bu hak şu âyetin beyan ettiği hak­tır : «Sizden nefret eden ve sözünüzü dinlemeyen ka dınlara Öğüt verin. Yataklarında onları yalnız bıra­kın ve onları birazcık dövün. Eğer size itaat ederlerse aleyhlerinde bir yol aramayın. Çünkü Allah çok yüce­dir, çok büyüktür.» 100

GÖrülüyr ki, âyet te'dip vesilesini beyanda basit­ten başlayarak yavaş yavaş İleriye giden ve işin so­nunda - yaralama bereleme olmamak şartiyle- da­yak atmağa kadar varır. Biz burada bu hakkın kulla­nılmasının kötü olacağ haller üzerinde duracak deği-' liz. Dünyada her hakkın iyiye olduğu gibi kötüye de kullanması mümkündür. Onun önüne geçmek de an­cak ahlâkî terbiye ve ruhi yükselme ile mümkün olur.

Bu ise İslâmın ihmâl etmediği bir meseledir. İslâm, olanca ihtimamını o tarafa yöneltmekten hiç bir za­man geri durmamıştır.101

Lâkin biz, bu hakkın meşru olup aile müessesesi­nin yapısını kurmak ve onu çözülüp parçalanmaktan kurtarmaktaki faydasını beyan sadedindeyiz. Dünya­da mevcut kanun ve nizamların hepsi için ,kendisine! karşı gelecek olanları te'dip edecek bir sultanın bu­lunması şarttır. Bövie olmadığı takdirde kâğıt üzerin­de mürekkep olmaktan ileriye gidemez ve ondan bek­lenen fayda elde edilmiş olamaz.

Evlilik, cemiyette erkeğin ve kadının müsavi su­rette iyiliği için kurulmuş bir müessesedir. Orada mat-lub olan her birine ait menfaatlardan imkân dahilini de olanların en önemlisinin gerçekleştirilmesidir. Ne zaman evlilik müessesesine anlayış ve beraberlik hâ­kim olursa, kanunun müdahalesi olmadan faydalı şey­lerin hepsi tahakkuk eder. Lâkin anlayışsızlık mey dan bulunca, kan kocanın şahıslarına münhasır kal mayan, belki onlardan daha ileri giderek çocuklar^ da geçen zararlar doğar. Çocuklar ise müstakbel ce­miyetin çekirdekleri olduğundan onların, yetiştirme vasıtalarının en iyisiyle terbiye edilmeleri çok mü­ftüm bir vazifedir.

Kadın böyle bir zarara sebebiyet verdiği zaman t>nu doğruya yöneltme vazifesini üzerine kim alır?. ''Mahkeme mi? Karı koca arasındaki özel münasebetle tie mahkemenin müdahalesi ihtilâf noktasını genişletmeğe ve taraflar arasındaki alâkanın tamamen bo­zulmasına yol açar. Zira bu müdahale alenî olarak ya­pıldığı için taraflardan birinin izzet-i nefsine dokunur. Bu sebepten taraflardan birini günahkârlık bocala­ması yakalar ve kendi durumunu -batıl da olsa - korumak teşebbüsüne geçer. Binaenaleyh mahkeme ancak her türlü sulh denemelerinin fayda vermediği büyük anlaşmazlıklarda müdahale etmelidir.

Sonra her dakika yenilenen ve yine her dakika kendiliğinden sona erip tükenen hayatın günlük ve değersiz hâdiselerinde mahkemeye iltica etmemiz akıl­lılık sayılacak işlerden değildir. Bunun her evde ge­celi gündüzlü işleyen birer mahkeme kurulmağa muhtaç olması bir tarafa, o günlük hâdiseleri mahke­meye intikal ettirmek, aklı selim sahiplerinin aklın­dan dahi geçmeyen delice bir hareket olur!

Hal böyle olunca mutlak surette bu terbiyeyi 'ya­pacak mahallî bir sulta lâzımdır. O sulta ise ergeç bu evden ve onun herşeyinden sorumlu olacak olan er­keğin sultasıdır. Bu sulta ilk olarak şaşkınları gaflet­lerinden uyandırmak, fakat onların izzeti nefisleri­ni rencide etmemek şartiyle güzel ve yumuşak öğüt­lerle başlar. Eğer bu yol muvaffak olursa iyilik yuva­ya avdet eder. Bu deneme neticesinde gayeye varıla-madığı tadirde, birinciden daha şiddetli olan başka bir vesile vardır, o da kadını yatakta yalnız bırak­maktır.

Bu manâlı davranış, güzelliğine başkalarının il­gisini çekmeğe son derece önem veren ve böyle hare­ketlerle cilvelenen, hattâ bazan bunu nefret derecesi­ne vardıran kadının tabiatine îslâmm derin ve psiko­lojik bir bakışıdır. Kadından yatakta uzak olmanın mânâsı bu fitne sebebiyle inatçı kadının kibrini kır­mak ve onu doğruya yöneltmek maksadını güden bir çeşit yüz çevirme, böylece onun arzularına boyun eğ­meme hareketidir. Bu denemeler de fayda vermediği zaman artık şiddetli bir icradan başka hiç bir şeyin fayda venmiyeceği, aşırı inattan meydana gelen bir haletle karşı karşıyayız demektir. O, en son çare olan şiddetli icraat ise incitme ve eziyet kastı olmadan tat­bik edilecek dayaktır ki ancak te'dip ve terbiye kasdi-ie olması şart koşulmuştur. Bu sebepten dolayı, ka­nun dövme hareketinin incitme ve eza bulunmayan bir dövüş olmasını nass ile ifade etmiştir. Dayakta ka-dınm büyüklük haysiyetine ihanet ve ona karşı mua­melede kabalık olduğu şüphesiz zihinlere gelebilir. Lâkin bir başka yönden bizim zikretmemiz lâzımdır ki, ihtiyati silâh ancak «SULH» vesilelerinin hepsi bir fayda vermediği zaman kullanılır. Bir başka yönden, bazan kan koca münasebetleriyle ilgili olarak psikolo­jik sapıklık haletleri vardır ki, o zaman ancak bu yol yani dayak fayda verir. Psikoloji katiyyetle ifade eder ki : Yukarda saydığımız terbiye yollarının kendine bir fayda temin etmediği şahıs -ekseriya- «MAZO-HIZM» adını verdikleri psikolojik cinsi bir sapıklığa musab olur. Bu yüzden onun mizacı hissi ve mânevi şiddetli bir muamele gördükten sonra düzelir. Ve nor­mal duruma geliri.. Şüphesiz sapıklığın bu türlüsü er­keklerden daha çok kadınlarda görüien hallerdir. (Çünkü, erkekler umumiyetle «SADİZM» sapıklığına musab olurlar. Sadizm işkence yapmaktan zevk al­maktır.).

Eğer kadın, bu türlü bir sapıklığa musab ise, da­yak onun için bir ilâçtır, onun arzularını dyurur. Da­yaktan sonra mizacı normale avdet eder ve isier iste­nilen tarzda yürür. Bazan tesadüflerin meydana koy duğu öyle garip hâdiseler vardır ki, sadizm sapıklığı­na musab bir erkek, mazohizme musab bir kadınla ev­lenir. İkisi beraber kaynaşırlar ve böylece aralarında anlaşma ve evlilik başarısı meydana gelir. Her ne ka­dar bu evlilik iki tarafta mevcut bir sapıklık temeli üzerine kurulmuşsa da!.. Bir başka garip tesadüf de mazohist bir erkeğin sadist bir kadının eline düşme­si, kadının erkeği dövmesi, zaman zaman üzerine atıl­ması, böylece erkeğin mizacının normale dönmesi ve ortalığın düzelmesi, - ender hallerden ise de - diğer garip hâdiselerdendir.

Fakat hastalık derecesine varmayan normal do­rumlarda dayağı gerektiren hiç bir sebep yoktur. Da­yak sadece ihtiyatî bir silâhtır. Dayağa başvurmak ve terbiye işine onunla başlamak hiç bir vakit caiz değildir. O, son çaredir. Âyet, bir takım dereceler ter­tip etmekle bunlara işaret etmiştir.

Resûlüllah (S.A.) erkekleri, bu hakkı kullanmak­tan meneder. Hiç bir şeyin fayda vermediği son dere­ce güç zaruretler müstesna, onları azarlayarak şöyle buyurur : «Sizden hiç biriniz hanımını eşek döver gi­bi dövüp sonra da akşam onunla mücamaada bulun­masın.» 102

Ama tarafların her ikisinde de nefret vücuda ge­lince o zaman kanun çeşitlidir. «Eğer bir kadın koca­sından nefret veya isteksizlik yüzünden korkar da an­laşmazlık meydana gelirse her ikisinin kendi arala­rında sulh yoluyla bir anlaşma yapmalarında beis yoktur. Sulh daha hayırlıdır.» 103İlk bakışta bazı insanların tam eşitlik istemesi bize hoş gelebilir. Lâ­kin mesele burada sadece amelî gerçek ve beşeri ta­biat, meselesidir. Her hangi bir esasa dayanmayan örnek, kabilinden nazari adalet meselesi değildir. Aca­ba kocasını döven, sonra gönlünde kocasına karşı bir ihtiram duygusu bulan, ondan sonra da onunla bera­ber yaşamağı kabul eden normal bir kadın var mıdır? «MEDENλ garp memleketlerinin ve geri kalmış şark ülkelerinin hangisinde acaba kadınlar kocalarını döv­me hakkını talep etmişlerdir?.. Lâkin mühim olan şudur:

Kanun, erkeğin kadından nefret etmesi halinde onu kabul ve ona tahammül etmeğe kadını mecbur etmemiştir. Bilâkis yaşamağa tahammülü kalmadığı zaman kadına boşanma imkânı vermiştir.

Geçen hallerin hepsinde gördük ki:



1- Kadının erkeğe karşı gerekli vecîbeleri ta-hakkümî bir şey değildir. Ancak orada doğrudan doğ­ruya veya dolayısiyle kadına da şâmil umumi m e iv faatlar nazarı dikkate alınmıştır.

2- Şüphesiz bu vecîbelerin çoğunun aynı nevi-! den erkek için de bir mukabili vardır. Kadına veril­memiş olan salâhiyetlerden erkeğin bir şekil ile özel­lik kazandığı pek nadir durumlara gelince, orada ka­dının ve erkeğin birlikte fıtri durumları dikkita alın­mış, fakat onunla kadını hakir görme ve küçümseme gibi bir şey kasdedilmemiştir.

3- Durum şu ki, gönlü onu kabul etmediği ve­ya kabul etmekte kendisi için bir zulmün bulunduğu­nu sezdiği zaman onu reddetme hususunda kadına hak verilmiştir.

Bundan önce defaJarca işaret ettiğimiz gibi, yap­ması gerekli vazifelerden tahammül edemediklerini reddetmesi için, kadının ameli yolu olan ayrılmağa gelince, onun üç muhtelif şekli vardır:



a) Kadının boşanma hakkım kendi eline alması. Her ne kadar kadınlardan pek azı o hakka sarılırsa da, bu hususu şeriat sarahatle ifade etmiştir. Bu kadının dilediği zaman kullanacağı hususi bir hakdır.

b) Kocasına olan nefreti ve onunla yaşamağa tahammülü olmadığı sebep ve gerekçesile boşanmayı istemesi. Duyduğuma göre mahkemeler bu prensible amel etmiyorlarmış. Halbuki, o Resülüilahm ikrar et­tiği ve bilfiil tatbik ettiği sarih bir kaidedir; İslâm ka­nunundan bir cüzdür. Onun tek şartı evlenme yoluy­la mâlik olduğu -juehir gibi- şeylerden kadının vazgeçmesidir. Bu, âdil bir şarttır. Çünkü koca, kan-sını boşadığı zaman evlenmek suretile ona vermiş Ol­duğu her şeyi kaybeder. Yani, boşanma olayına sebeb olan taraf -erkek olsun, kadın olsun- evlilik bağj-nı çözmesine karşılık olarak maddî bir zararı yük­lenir.

c) Kötü muamele ve zarar verme bulunduğu tak­dirde, kadın bunu isbat etmek şartile mallarını ve na­faka alma hakkını muhafaza etmekle beraber boşan­mağı talebetme hakkı kendine verilir. Önlerine gelen dâvaların çoğunun karşılıklı hilelere sahne olduğunu bildikleri için mahkemeler bu hususta müteyakkızdır­lar. Bununla beraber mahkemeler, bu durumun sabit olduğu yerde boşanmaya hükmederler.

Bu söylediklerimiz, erkeğin haki m iyy e tin e muka­bil kadının mâlik olduğu silâhlardır. Her iki tarafta netice itibarile karşılıklı olarak birbirine denktir. 104



Yüklə 0,89 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   31




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin