Çıkar Yol
İslâm nizamını gerçekleştirmenin yolu nedir?
îslâmın yeryüzünde en hayırlı nizam olduğuna, tarihî, coğrafî ve devletlerarası durumumuzun İslâ-im, izzet, şeref ve sosyal adalete giden tek yolumuz haline koyduuğna inandık. Fakat bugün İslâm mefkuresine düşman bir ortamda; tıpkı dıştaki düşmanların harp etmekte olduğu gibi, müslüman devlet balkanı ve krallardan İslama karşı harp halinde bulunan azgınların idaresine İslâmı gerçekleştirmeğe götürecek yol nerede ve nasıl bir yoldur?!..
Çıkar yol nedir?... Durum şu ki, dünya üzerindeki her dâvanın ancak bir tek garantili yolu bulunabilir... İman!
«Bu dine sonunda hiç bir şey fayda vermiyecek, ancak evvelinde faydalı olan fayda verecektir.,.»
Bugün biz sadr-ı îslâmdaki müslümanîarın karşılaşmış oldukları şeylerin tıpkısı ile karşılaşıyoruz. O zamanın müslümanları bir avuç insandan ibaretti; Onlar, iki büyük imparatorlukla karşı karşıya idiler. Kuzeyden Bizans İmparatorluğu, doğudan da İran İmparatorîuğu. İnsan, malzeme, mal, harp sanatı ve tecrübe bakımlarından bu iki imparatorluğun kaynaklan mukayese edilemiyecek kadar müslünıanlarınkin-den kat kat üstündü.
Bunların hepsine rağmen yine de mucize vâki oldu...
Bu mucize Tarihteki mucizelerin en ziyade hayret vereni idi.
Bir avuç müslüman Kisra ve Kayser'in imparatorluklarına galebe çaldı. Yarım asırdan daha az bir zamanda her ikisini de tamamen ortadan kaldırdı. Her ikisinin mülküne birden vâris oldu. Kısa bir zaman sonra Atlas Okyanusundan Hint Okyanusuna uzanan bir ülkeye el koydu.
Nasıl meydana geldi ve nasıl oldu bu?..
Tarihin maddi ve iktisadî tefsirlerin hiçbiri, onun nasıl meydana geldiğini anlatmağa elbette kaadir ola-mıyacaktır. Lâkin bir tek şeyin onu tefsir etmesi mümkündür. İmân... Onlardan herbiri «Cennetle benim aramda, ancak şu adamı öldürmem veya onun beni öldürmesinden başka bir şey var mı?» demeye sevke-den îman. Sanki zifafa gidiyormuş gibi «Bizi, iki güzelden başka bir şeyin mi beklediğini sanıyorsunuz.» diyerek savaşa atılır. Sonra iki güzelden birine mülâki olmak için düşmana saldırır. O iki güzel: Zafer veya şehadet...
işte yol budur. Yeryüzünde hiç bir davetin ondan başka yolu yoktur.
Bir kısım insanlar, samimi veya gayri samimî olarak ısrarla, silâh!... Nerede silâh?... derler.
Evet, silâha muhtacız. Lâkin bizim ilk muhtaç olduğumuz şeyin silâh olmadığı gerçeğinin gözümüzden kaçmaması lâzımdır. Malûmdur ki, yalnız silâh bir fayda vermez. Geçen harpte İtalyanlar en süratli ve en tahripkâr silâhlara mâlikti. Hiçbir savaşta sabır ve celâdet gösteremediler. Sabır ve celâdet ne gezer, onlar firarda yarış ediyorlar, esir düşme fırsatını kendilerine bahşedenlere silâhlarını veriyorlardı. Şu halde onlarda eksik olan şey silâh değildi. Onların noksanı ancak îman ve mânevi kuvvet idi.
Yine zikredebiliriz ki, Kanal harbinde adetleri yüzü aşmayan ve her gece ancak beş veya altı tanesi hücum eden fedailerden küçük bir gurup ihtiyar imparatorluğun rahatını kaçırdı. Bu yüzden müstevliler oradan çekilmek mecburiyetinde kaldılar.
Bu fedaîler, tahrip edici silâhlara mâlik değillerdi. Ne ağır makinelileri, ne bombardıman uçakları ve ne de tankları vardı. Onların ellerindeki silâhlar sadece tabanca, mavzer ve hafif makineli tüfeklerden ibaretti. Lâkin onlar, silâhtan daha kuvvetli ve daha tahripkâr bir şeye sahiptiler. Onlar îman silâhına sahiptiler. Onlar, o ilk müslümanîardan bir avuç insan bu ruh ile yaşıyorlardı. Onlar Allah yolunda çarpışıyor, öldürüyor ve ölüyorlardı. İşte onlar ihtiyar imparatorluğun rahatını bununla kaçırdılar.
Hiç kimse önümüzdeki yolumuz «Çiçeklerle bezenmiş, güllük, gülüstanîık bir yoldur.» diyemez. Hayır, önümüzdeki yol, ter, kan ve göz yaşı ile dolu bir yoldur. Her dâva için mutlaka bunlar lâzımdır. Zafer için nice fedakârlıklar yapmak ve nice kurbanlar vermek şarttır. İzzet, şeref ve sosyal adaletten ibaret olan gayemiz, elbette uğrunda kurbanlar vermeğe lâyıktır.
Bununla beraber, bu uğurda vereceğimiz kurbanlar, zillet, meskenet, fakirlik, gerilik ve sürgün hayatı yaşamak uğrunda şimdiye kadar verdiğimizden ve daha bizden vermemiz istenen kurbanlardan daha fazla olmayacaktır.
Geçen harpte ne kadar kurban verdik? Müttefiklerimiz olan milletlerin askerlerinin arabaları altında kaç bin kişimiz öldürüldü? Ne kadar namus tarumar edildi? Karşılıksız olarak ne kadar yiyecek ve malzeme yağma edildi?... Sonra ne oldu? Sonra Çorçü, «Sizi himaye ettik, himayenin bedelini ödeyiniz.» diyerek karşımıza dikildi.
Dün garp müşterek bir müdafaa kampına girmemizi istiyordu. Amerikalı veya İngiliz «Beyaz Adamdın eline ulaşmadan önce, tahrip edici silâhlan tecrübe etmek için, bizden yarım milyon insan silâh altına almak, gıda maddelerimizi- yağma etmek, müslümanlarm ırz ve namuslarına tecavüz etmek istiyordu... Sonra ne olacak, ister kazansınlar, ister kaybetsinler tabii savaşın sonunda bize tekme atacaklardır.
Madem ki, ölümden kurtuluş yoktur. O halde niçin zillet ve meskenet yolunda ölüyoruz?
Müttefikler uğrunda yanm milyon ölse mukaddes topraklarımızda, asker veya sivil bir tek müstenv lekeci kalmaz. Böylece yeryüzünde müstemlekecilik de sona ermiş olur...
İşte ancak budur çıkar yol...
Biz, ilk önce kendi nefislerimize karşı, sonra da gelecek harpte tarafsız kalmamız için cihat ederken, muazzam toplara, tayyarelere ve tanklara muhtaç olmayacağız. Çünkü biz ne harp edeceğiz, ne de ülkeler işgal edeceğiz. Bizim harbimiz iman ye ilim harbi olacaktır. Bunlarm hepsi bugün bizim elimizdedir. Dileyeceğimiz zaman da imkânımız dahilindedir...
Bazı kimseler komünizmin yayılması karşısında İslama kızıyorlar. Nedir onları izaç eden şey acaba?.
İslama göre durum hiç değişmeyecektir. Bugün komünizmin silip süpürüp yuttuğu âlem, Türkistan, Azerbaycan, Şimal Kafkasya, Kırım ve İdil, Ural gibi müslüman ülkeleri de komünizm tarafından işgal edilerek birer sömürge haline getirilmiştir. Daima İslama düşman kesilen salip veya gayri müslim topluluklardır. Komünizmin bizzat başlama yeri olan Rusya, fitne ve ıztıraplar meydana getirmek için, bir çok zümreleri bir araya getirerek İslâm devletinin aleyhine savaşlar açan bir ülke idi. O halde değişen nedir? İslama saldıran ilk haçlıların beşiği Avrupa'dır. Hâlâ da öyle. O hâlde değişen nedir?
Hayır, hiç bir şey değişmemiştir.
Şüphesiz bugün bizim durumumuz sağdan ve soldan iki büyük imparatorluğa karşı ilk müslümanlarm durumlarının aynıdır. İslâm memleketlerindeki azgın kıral ve idarecilere gelince, biiznillâh onlar zevale doğru yollarını almaktalar. Azgın Faruk'un saltanatından hâl edileceğini kim kabul ederdi? Bir defa vuku bulanın defalarca vuku bulması mümkündür... Şüphesiz azgınları hezimete uğratan ve onları yerlerinden sarsan İslâmî hareket kendi yolunda emin adımlarla ilerlemektedir... Yerin ve göğün kuvvet eli kendine destek olduğu halde yoluna devam edecektir. İslâm âleminin her yerinde müjdecileri belirmekte olan bu İslâmî kütleleşme hiçe sayılacak bir durum değildir.
Kendi memleketi içerisindeki azgın ve taşkın davramşîara karşı direnen ve onlara savaş açan bu İslâ-mi hareketler elbette değersiz şeyler sayılmamalıdır. Müstemlekeciliğe karşı savaşmakta olan İslâmî hürriyet ve kurtuluş hareketleri kıymeti olmayan şeyler değildir. Şarkî veya garbi kütlede erimek veya ona tâbi olmakta gerçekten bir abeslik vardır. Ancak İslâm yolunda sosyal adaleti isteyen bu İslâmî duyuş ve anlayış, abes bir şey olamaz.
İslâm kuvvet yolunda ilerlemektedir. Çünkü bütün hareket ve davranışlar, İslâmm yeniden parlayacağına işaret ediyor. Çünkü bugün İslâmm beşer hayatındaki rolü, büyüklük ve kuvvet bakımından sadr-ı îslâmdaki ilk rolünden daha az değildir. İslâm, maddenin hükmedemiyeceği, iktisad üzerinde koparılan nizalarm esir edemiyeceği yeni bir âlemin müjdesidir. Öyle bir âlem ki, ruh ve maddeden müteşekkil ve her ikisinin birleştiği bir nizamın hükmedeceği bir âlem.
Şüphesiz maddenin içine dalmış olan, bu yüzden ruhu doymayan, kendisine lâzım olan sükûn ve istikran temin edemeyen, bilâkis kendini acı ve devamlı bir boğuşmanın içine atan bir âlem değil!...
İnsanlığın, bir gün madde ve ruhu birleştiren birr nizama dönmesi şart ve zaruridir. Beşeriyet, İslama; girmemiş olsa bile mutlaka İslâm mefkuresine dönüşi yapacaktır. Bize gelince, hiçbir zaman yolumuz çiçeklerle süslü değildir. İlk müslümanlarm insanları iyilikle ikna etmek yolunda vermiş oldukları gibi sayısız; kurbanalr vermemiz elbette kaçmlımaz bir zarurettir. Fakat öyle kurbanlar ki, yerde ve gökte ilâhî teminata mazhar olmuşlardır. «Allah kendisine yardım edenlere mutlaka yardım eder. Şüphesiz Allah kuvvetli ve azizdir.»
Allanın sözü haktır.. 181
Dostları ilə paylaş: |