Bir atıf notu:
-Kur’anın takib ettiği dört esas maksad, bak: 3722-3724.p.lar.
2108- Yaradılışta ve maddiyata dair mes’elelerde Kur’an mübhem geçmiştir, diyen bazı mu’terizlerin şüphelerine bir cevab:
“Şecere-i âlemde, meyl-ül istikmal vardır. Yani kâinatın, bir ağaç gibi bütün zerratı ve eczası kemale meyleder ve kemale doğru yürümektedirler. O umumi meyl-ül istikmalden ayrı olarak, insanda da meyl-üt terakki vardır. Bu meyl-üt terakki çekirdek gibidir; neşv ü neması pek çok tecrübeler vasıtasıyla olur; ve çok fikirlerin mahsulü olan neticelerin içtimaiyle teşekkül ve tevessü’ etmekle fünunu intac eder. Bu fünun da, mürettebedir. Yani her ikinci fen, birincisinin neticesidir. Birincisi olmasa, o olamaz. Birincisinin ona mukaddeme ve ulûm-u mütearife hükmünde olması şarttır. Buna binaen, bundan on asır evvel gelen insanlara fünun-u hazırayı ders vermek veya garib mes’elelerden bahsetmek; onların zihinlerini şaşırmaktan ve o insanları safsatalara atmaktan gayri bir faide vermezdi.
Meselâ: Kur’an-ı Kerim, “Ey insanlar! Şemsin sükûnuna, Arzın hareketine (*) ve bir katre su içinde binlerce hayvanatın bulunduğuna dikkat ediniz ki azamet-i ilahiyeyi anlayasınız.” demiş olsaydı, bütün o zamanların insanlarını tekzibe sevketmiş olurdu. Çünki hiss-i zahirîye muhaliftir. Maahaza on asırdan beri gelip geçen insanları şaşırtmak, yalnız fünun-u cedidenin zuhurundan sonra gelen insanları memnun etmek; makam-ı irşada muhalif olduğu gibi, ruh-u belâgatla da kabil-i te’lif değildir.” (İ.İ.l16)
2109- “Madem Kur’anın herbir âyeti, çok vücuh-u irşadî ve müteaddid cihat-ı hidayeti olduğunu ehl-i tahkik ve ilm-i belagat ittifak etmişler. Öyle ise Kur’an-ı Mu’ciz-il Beyan’ın en parlak âyetleri olan mu’cizat-ı Enbiya âyetleri; birer hikâye-i tarihiye olarak değil, belki onlar çok maani-i irşadiyeyi tazammun ediyorlar. Evet mu’cizat-ı Enbiyayı zikretmesiyle fen ve san’at-ı beşeriyenin nihayet hududunu çiziyor. En ileri gayatına parmak basıyor, en nihayet hedeflerini tayin ediyor. Beşerin arkasına dest-i teşviki vurup o gayeye sevkediyor. “ (S.254) (Tafsilat, Sözler mecmuasında 20. Söz’dedir.)
2110- “Kur’an-ı Hakîm, her asırdaki tabakat-ı beşerin herbir tabakasına güya doğrudan doğruya o tabakaya hususi müteveccihtir, hitab ediyor. Evet bütün benî-âdeme bütün tabakatıyla, en yüksek ve en dakik ilim olan imana ve en geniş ve nuranî fen olan marifetullaha ve en ehemmiyetli ve mütenevvi maarif olan ahkâm-ı İslâmiyeye davet eden, ders veren Kur’an ise; her nev’e, her taifeye muvafık gelecek bir ders vermek elzemdir. Halbuki ders birdir, ayrı ayrı değil. Öyle ise, aynı derste tabakat bulunmak lâzımdır. Derecata göre herbiri, Kur’anın perdelerinden bir perdeden hisse-i dersini alır.” (S.412)
2111- Kur’an-ı Kerim sarih ve işarî mana cihetinde çok muhtelif vecihlere sahiptir:
“ °–YX4«— °–YM3«— °–YD- ¬±uU¬7«— _®Q«VÅO8«—~®f«&«— _®X²O«"«—~®h²Z«1 ¯}«<³~ ±¬uU¬7
(199) olan hadisin işaret ettiği gibi; elfaz-ı Kur’aniye, öyle bir tarzda vaz’edilmiş ki, herbir kelâmın, hatta herbir kelimenin, hatta herbir harfin, hatta bazan bir sükûtun çok vücuhu bulunuyor. Herbir muhatabına ayrı ayrı bir kapıdan hissesini verir.” (S.391)
2112- “Sual: Belagat ve hidayetten maksad, hakikatı vazıh bir şekilde gösterip fikirleri ve zihinleri ihtilaflardan kurtarmak iken; müfessirlerin bu gibi âyetlerde yaptıkları ihtilafat, gösterdikleri ihtimaller, beyan ettikleri ayrı ayrı birbirine uymayan vecihler altında hak ve hakikat ne suretle görülebilir?
Cevab: Malumdur ki, Kur’an-ı Azimüşşan yalnız bir asra değil, bütün asırlara nazil olmuştur. Hem bir tabaka insanlara mahsus değil, bütün tabakat-ı beşere şümulü vardır. Hem bir sınıf insanlara ait değil, bütün beşerin sınıflarına raci’dir. Binaenaleyh herkes, her tabaka, her zaman, fehmine, istidadına göre Kur’anın hakaikından hisse alabilir ve hissedardır. Halbuki nev’-i beşer derece itibariyle muhtelif ve zevk cihetiyle mütefavit ve keza meyl, istihsan, lezzet, tabiat itibariyle birbirine uymuyor.
Meselâ: Bir taifenin istihsan ettiği bir şey, öteki taifenin zevkine muhaliftir. Bir kavmin meylettiği bir şeyden öteki kavim nefret ediyor. Bu sırra binaendir ki, Kur’an-ı Kerim günahların cezası veya hayırların mükâfatı hakkında zikrettiği âyetlerde tahsisat yapmamış; âmm bir şekilde bırakmıştır ki, herkes zevkine göre fehmetsin.
Hülasa: Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan âyetlerini, cümlelerini öyle bir şekilde nazmetmiş ve vaz’etmiştir ki, her cihetten ihtimal yolları bulunsun ki, muhtelif fehimler ve istidadlar, zevklerine göre hisselerini alabilsinler. Binaenaleyh ulûm-u Arabiyenin kaidelerine muvafık ve belagatın prensiplerine uygun ve ilm-i usule mutabık olmak şartıyla, müfessirlerin birbirine muhalif olan beyanatı ve ihtimalleri; zamanlara, tabakalara ve fehimlere göre murad ve caizdir diye hükmedilebilir. Bu nükteden anlaşıldı ki, Kur’anın i’caz vecihlerinden biri odur ki; nazmı, öyle bir üslubdadır ki, bütün asırlara, tabakalara intibak edebilir.” (İ.İ.39) (Kur’an-ı Hakim’in cümleleri birer manaya münhasır değil, bak: 201p.)
2113- “Ayat-ı Kur’aniye emir ve nehy, vaad ve vaid, tergib ve terhib, zecr ve irşad, kısas ve emsal, ahkâm ve maarif-i İlahiye ve ulûm-u kevniye ve kavanînin ve şerait-i hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimaiye ve hayat-ı kalbiye ve hayat-ı maneviye ve hayat-ı uhreviye gibi umum tabakat-ı kelâmiye ve maarrif-i hakikiye ve hacat-ı beşeriyeye delalatıyla, işaratıyla cami’ olmakla beraber, «aÌ[¬- _«W¬7 «aÌ[¬- _«8²g' yani, “İstediğin herşey için Kur’andan her ne istersen al” İfade ettiği mana, o derece doğruluğuyla makbul olmuş ki, ehl-i hakikat mabeyninde durub-u emsal sırasında geçmiştir. Ayat-ı Kur’aniyede öyle bir camiiyet var ki, her derde deva, her hacete gıda olabilir. Evet öyle olmak lâzım gelir. Cünki daima terakkiyatta kat’-ı meratib eden bütün tabakat-ı ehl-i kemalin rehber-i mutlakı, elbette şu hasiyete malik olması elzemdir.” (S.398)
2114- “Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan mefahimiyle mana-yı sarihiyle ifade-i hakaik ettiği gibi; üslublarıyla, hey’atıyla çok maani-i işariyeyi dahi ifade ediyor. Herbir âyetin çok tabaka-i manaları var. Kur’an, ilm-i muhitten geldiği için, bütün manaları murad olabilir. İnsanın cüz’î fikri ve şahsî iradesiyle olan kelâmlar gibi, bir iki manaya inhisar etmez.
İşte bu sırra binaen âyât-ı Kur’aniyenin ehl-i tefsir tarafından hadsiz hakaikı beyan edilmiş. Müfessirînin beyan etmediği daha çok hakaikı var. Ve bilhassa hurufatında ve mana-yı sarihinden başka işaratında çok ulûm-u mühimme vardır.” (L.34)
Dostları ilə paylaş: |