İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə703/1221
tarix05.01.2022
ölçüsü13,72 Mb.
#76819
1   ...   699   700   701   702   703   704   705   706   ...   1221
Bir atıf notu:

-Ene’deki ahval ve hissiyatın marifetullaha vesile olması, bak: 818-822.p.lar.

2250/1- Kur’an-ı Kerim’de, marifetullah yani âlemde tecelli eden esma-i İlahiyeyi tefekkür ile Allah’ı sıfatlarıyla bilmeyi ve insanın yaradılış gayelerini anla­mayı teşvik ve emreden pekçok âyetler vardır. Meselâ:

«(51:56) «–—­f­A²Q«[¬7 ެ~ «j²9¬ž²~«— Åw¬D7~ ­a²T«V«' _«8«— Bu âyet-i uzmanın sır­rıyla, insanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi; Hâlik-ı Kâinat’ı tanı­mak ve ona iman edip ibadet etmektir. Ve o insanın vazife-i fıtratı ve fa­rîza-i zim­meti, marifetullah ve iman-ı billah’tır. Ve iz’an ve yakîn ile vücu­dunu ve vahdetini tasdik etmektir.

Evet fıtraten daimî bir hayat ve ebedî yaşamak isteyen ve hadsiz emelleri ve ni­hayetsiz elemleri bulunan biçare insana, elbette o hayat-ı ebediyenin üssül’esası ve anahtarı olan iman-ı billah ve marifetullah ve vesilelerinden başka olan şeyler ve kemalâtlar, o insana nisbeten aşağıdır. Belki, çoğunun kıymetleri yoktur.” (Ş.100)

“İnsan bu âleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir. Mahiyet ve istidad itibariyle herşey ilme bağlıdır. Ve bütün ulûm-u hakikiyenin esası ve ma­deni ve nuru ve ruhu, Marifetullahtır ve onun üssül-esası da iman-ı bil­lah’tır.”(S.316)



2250/2- Evet “hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi “İman-ı Billah”tır. Ve insaniyetin en âlî mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, İman-ı Billah içindeki “Marifetullah”tır. Cin ve insin en parlak saa­deti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki “Muhabbetullah”tır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en safi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir. Evet bütün hakiki saadet ve hâlis sürur ve şirin nimet ve safi lezzet, elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır. Onlar, on­suz olamaz.

Cenab-ı Hakk’ı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envara, es­rara; ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır. Onu hakiki tanımayan, sevmeyen, nihayetsiz şekavete, âlâma ve evhama manen ve maddeten mübtela olur. Evet şu perişan dün­yada, avare nev’-i beşer içinde, semeresiz bir hayatta; sa­hipsiz, hâmisiz bir surette, âciz miskin bir insan, bütün dünyanın sultanı da olsa kaç para eder. İşte bu avare nev’-i beşer içinde, bu perişan fani dünyada; insan sahibini tanımazsa, malikini bulmazsa, ne kadar biçare sergerden oldu­ğunu herkes anlar. Eğer sahibini bulsa, malikini tanısa, o vakit rahmetine il­tica eder, kudretine istinad eder. O vahşetgâh dünya, bir tenezzühgâha dö­ner ve bir ticaretgâh olur.” (M.222)

Keza” Dünyanın lezzetleri, zevkleri ve zinetleri, Hâlikımızı, Malikimizi ve mevlamızı bilmediğimiz takdirde Cennet olsa bile Cehennem’dir. Evet öyle gördüm ve öyle de zevkettim. Bilhassa şefkatin ateşini söndürecek, marifetullahtan başka bir şey var mıdır? Evet marifetullah olduktan sonra, dünya lezzetlerine iştiha olmadığı gibi Cennet’e bile iştiyak geri kalır.” (M.N.104)

2251- “Marifet-i Sani’ denilen kemalat arşına uzanan mi’racların usûlü dörttür.

Birincisi: Tasfiye ve işraka müesses olan muhakkikîn-i sofiyenin minhacıdır.

İkincisi: İmkân ve hudusa mebni mütekellimîn tarikıdır.

Bu iki asıl, çendan Kur’andan teşaub etmişlerdir. Lâkin fikr-i beşer başka surete ifrağ ettiği için uzunlaşmış ve müşkilleşmiş, evhamdan masun kalma­mışlar.

Üçüncüsü: Şübehat-alud hükema mesleğidir.

Dördüncüsü en birincisi: Belagat-ı Kur’aniyenin ulvi mertebesini ilan etmekle beraber, cezalet cihetiyle en parlağı ve istikamet cihetiyle en kısası ve vuzuh cihe­tiyle beşerin umumuna en eşmeli olan mirac-ı Kur’anîdir.

Hem o arşa çıkmak için dört vesile vardır: İlham, talim, tasfiye, nazar-ı fikrî.” (M.N.252)

2252- İlm-i Kelâm, tasavvuf ve cadde-i kübra diye tabir edilen üç mesle­ğin, marifetullahı kazandırmadaki farklarını beyan eden aşağıdaki mektub, mevzumuzu tenvir eder.

Sual ediliyor ki:”Muhyiddin-i Arabi, Fahreddin-i Razi’ye mektubunda demiş: “Allah’ı bilmek, varlığını bilmenin gayrıdır.” Bu ne demektir? Maksad nedir? so­ru­yor.

Usul-üd din imamları ve ülema-i İlm-i Kelâm’ın akaide dair ve vücud-u Vacib-ül Vücud ve tevhid-i İlahîye dair beyanatları, Muhyiddin-i Arabî’nin nazarında kâfi gelmediği için, İlm-i Kelâm’ın imamlarından Fahreddin-i Razi’ye öyle demiş.

Evet İlm-i Kelâm vasıtasıyla kazanılan marifet-i İlahiye, marifet-i kâmile ve hu­zur-u tam vermiyor. Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın tarzında olduğu vakit, hem mari­fet-i tammeyi verir, hem huzur-u etemmi kazandırır ki, inşaallah Risale-i Nur’un bütün eczaları, o Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın cadde-i nura­nîsinde birer elektrik lambası hizmetini görüyorlar.

Hem Muhyiddin-i Arabi’nin nazarında, Fahreddin-i Razi’nin İlm-i Ke­lâm vası­tasıyla aldığı marifetullah ne kadar noksan görülüyor; öyle de tasav­vuf mesleğiyle alınan marifet dahi, Kur’an-ı Hakîm’den doğrudan doğruya veraset-i nübüvvet sır­rıyla alınan marifete nisbeten o kadar noksandır. Çünki Muhyiddin-i Arabî mesleği, huzur-u daimîyi kazanmak için «Y­;ެ~«…Y­%²Y«8«ž deyip kâinatın vücudunu inkâr ede­cek bir tarza kadar gelmiş.Ve sairleri ise, yine huzur-u daimîyi kazanmak için «Y­; ެ~ «…Y­Z²L«8 «ž deyip, kâinatı nisyan-ı mutlak altına almak gibi, acib bir tarza gir­mişler. Kur’an-ı Hakîm’den alınan marifet ise, huzur-u daimîyi vermekle beraber, ne kâi­natı mahkûm-u adem eder, ne de nisyan-ı mutlakta hapseder. Belki başıbo­zukluk­tan çıkarıp, Cenab-ı Hak namına istihdam eder. Herşey mir’at-ı marifet olur. Sa’di-i Şirazî’nin dediği gibi:

²‡_«6 ¬…²h«6 ¬a«4¬h²Q«8 ²a²K<¬h«B²4«… |¬5«‡«— ²h«; ²‡_«[²L­; ¬h«P«9 ²‡«… Herşeyde Cenab-ı Hakk’ın marifetine bir pencere açar.



2253- Bazı Sözlerde ülema-i İlm-i Kelâm’ın mesleğiyle, Kur’andan alınan minhac-ı hakikinin farkları hakkında şöyle bir temsil söylemişiz ki: Meselâ: Bir su getirmek için, bazıları küngân (su borusu) ile uzak yerden, dağlar al­tında kazar, su getirir. Bir kısmı da, her yerde kuyu kazar, su çıkarır. Birinci kısım çok zahmetlidir; tıkanır, kesilir. fakat her yerde kuyuları kazıp su çı­karmağa ehil olanlar, zahmetsiz herbir yerde suyu buldukları gibi, aynen öyle de: Ülema-i İlm-i Kelâm, esbabı, niha­yet-i âlemde teselsül ve devrin muhaliyeti ile kesip, sonra Vacib-ül Vücud’un vücu­dunu onunla isbat edi­yorlar. Uzun bir yolda gidiliyor. Amma Kur’an-ı Hakîm’in minhac-ı hakikisi ise, her yerde suyu buluyor, çıkarıyor. Herbir ayeti, birer asa-yı Musa gibi, nereye vursa ab-ı hayat fışkırtıyor. °f¬&~«— ­yÅ9«~|«V«2 ÇÄ­f«# °}«<³~ ­y«7 ¯š²|«- ¬±u­6 |¬4«— düstu­runu, her şeye okutturuyor.

Hem iman yalnız ilim ile değil, imanda çok letaifin hisseleri var. Nasılki: Bir yemek mideye girse, o yemek muhtelif asaba, muhtelif bir surette inkı­sam edip tevzi olu­nuyor. İlim ile gelen mesail-i imaniye dahi, akıl midesine girdikten sonra derecata göre ruh, kalb, sır, nefis ve hakeza... letaif, kendine göre birer hisse alır, masseder. Eğer onların hissesi olmazsa, noksandır. İşte Muhyiddin-i Arabi, Fahreddin-i Razi’ye bu noktayı ihtar ediyor.”(M.330) (Bak: Velayet-i Kübra)




Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   699   700   701   702   703   704   705   706   ...   1221




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2025
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin