İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə735/1221
tarix05.01.2022
ölçüsü13,72 Mb.
#76819
1   ...   731   732   733   734   735   736   737   738   ...   1221
qqMEŞAİYYUN –Y[¶<_L8 : (Bak: Meşşaiye)

qqMEŞİHAT-I İSLAMİYYE }[8Ÿ,É~}F[L8 : İslâmî işlerin ilmî mes’eleleri ile uğraşan devlet dairesi. (Bak: Şeyh-ül İslâm)

Atıf notları:

-Meşihat-ı İslâmiyeyi makam-ı lâyıkına is’ad etmek, bak: 23.p.

-Meşihat-ı İslâmiye hem âlî hem nezzare olacak, bak: 1339.p.

-Meşihatın za’fından doğan mahzurlar, bak: 3579.p.

2370- qqMEŞRUTİYYET }[0—hL8 : Bir hükümdarın başkanlığı altında millet meclisi ile idare edilen devlet sistemi. Osmanlı İmparatorluğu’nda 23 Tem­muz 1908 İkinci Meşrutiyet’in ilanından 30 Ekim 1918 Mondros Müta­rekesi’ne ka­dar geçen devir, meşrutiyet devridir. (Bak: İttihad ve Terakki, Mo­narşi)

2371- İkinci Meşrutiyet devrinde iktidarı elinde bulunduran İttihad ve Terakki Partisini müsbet mecraya sevketmeyi düşünen Bediüzzaman, bir ara Meşrutiyet Hükümeti’nin lehinde bulunarak makaleler neşretmişti. Ezcümle meşrutiyete teşvik ettiği devresinde irad ettiği “Hürriyete Hitab” başlıklı bir nutkunda: Hürriyet-i şer’î, şeriata istinad etmek, siyasî tarafgirliklerin ve menfaat-ı şahsiyenin terki, hem şeriat dairesinde ittihad-ı kulûb, muhabbet-i milliye, maarif, say’-i insanî, terk-i sefahet gibi şartlar, meşrutiyetin tahakkuk ve tealîsinde ana unsurlar olduğunu beyan eder. Hitabe aynen aşağıda ko­nulmuştur.

“Hürriyete Hitab

Ey hürriyet-i şer’î! Öyle müthiş ve fakat güzel ve müjdeli bir sada ile ça­ğırıyor­sun ki, benim gibi bir bedeviyi tabakat-ı gaflet altında yatmışken uyandırıyorsun. Sen olmasaydın, ben ve umum millet, zindan-ı esarette kala­caktık. Seni ömr-ü ebedî ile tebşir ediyorum. Eğer aynülhayat-ı şeriatı menba-ı hayat yapsan ve o cennette neşv ü nema bulsan; bu millet-i mazlumenin de eski zamana nisbeten bin derece te­rakki edeceğini müjde ve­riyorum. Eğer hakkıyla seni rehber etse ve ağraz-ı şahsî ve fikr-i intikam ile sizi lekedar etmezse..

Ya Rab! Ne saadetli bir kıyamet ve ne güzel bir haşir ki,

Ês«& ¬€²Y«W²7~ «f²Q«" ­b²Q«A²7~«— hakikatının küçük bir misalini bu zaman bize tasvir edi­yor. Şöyle ki:

Asya’nın ve Rumeli’nin köşelerinde medfun olan medeniyet-i kadîme hayata başlamış; menfaatini mazarrat-ı umumiyede arayan ve istibdadı arzu edenler (78:40) _®"~«h­# ­a²X­6 |¬X«B²[«7_«< demeye başladılar. Yeni Hükümet-i Meş­rutamız mu’cize gibi doğduğu için inşaallah bir seneye kadar,

_È[¬A«. ¬f²Z«W²7~|¬4 «–_«6 ²w«8 ­v¬±V«U­9 sırrına mazhar olacağız.

Mütevekkilane, saburane tuttuğumuz otuz sene ramazan-ı sükûtun seva­bıdır ki, azabsız cennet-i terakki ve medeniyet kapılarını bize açmıştır. Hâ­kimiyet-i milliyenin beraat-i istihlali olan kanun-u şer’î, hâzin-i Cennet gibi bizi duhûle davet ediyor.

Ey mazlum ihvan-ı vatan! Gidelim dahil olalım! Birinci kapısı, şeriat dai­resinde ittihad-ı külûb; ikincisi, muhabbet-i milliye; üçüncüsü, maarif; dör­düncüsü, sa’y-i in­sanî; beşincisi, terk-i sefahettir.

Ötekilerini sizin zihninize havale ediyorum...

Sakın ey ihvan-ı vatan! Sefahetlerle ve dinde laübaliliklerle tekrar öldür­meyiniz. Ve bütün efkâr-ı fâsideye ve ahlâk-ı rezileye ve desais-i şeytaniyeye ve tabasbusata karşı; şeriat-ı garra üzerine müesses olan kanun-u esasî Azrail hükmüne geçti, onları susturdu.

Sakın ey ihvan-ı vatan! İsrafat ve hilafat-ı şeriat ve lezaiz-i nameşrua ile tekrar ihya etmeyiniz! Demek şimdiye kadar mezarda idik, çürüyorduk. Şimdi bu ittihad-ı millet ve meşrutiyet ile rahm-ı madere geçtik; neşv ü nema bulacağız. Yüz bu kadar sene geri kaldığımız mesafe-i terakkiden inşaallah mu’cize-i Peygamberî ile, şimen­difer-i kanun-u şer’iye-i esasiye amelen ve burak-ı meşveret-i şer’iyeye fikren bine­ceğiz. Bu vahşet-engiz sahra-yı kebiri kısa zamanda tayyetmekle beraber, milel-i mütemeddine ile omuz omuza müsabaka edeceğiz. Zira onlar kâh öküz arabasına binmişler, yola gitmişler. Biz birdenbire şimendifer ve balon gibi mebadiye binece­ğiz, geçeceğiz. Belki cami-i ahlâk-ı hasene olan hakikat-ı İslâmiyenin ve istidad-ı fıt­rînin ve feyz-i imanın ve şiddet-i açlığın hazma verdiği teshil yardımıyla fersah fer­sah geçe­ceğiz. Nasıl ki vaktiyle geçmiştik.

Talebeliğin bana verdiği vazife ile ve hürriyetin ferman-ı mezuniyetiyle ihtar ediyorum ki: Ey ebna-yı vatan! Hürriyeti su-i tefsir etmeyiniz, ta eli­mizden kaçma­sın. Ve müteaffin olan eski esareti başka kabda bize içirmekle bizi boğmasın. (*) Zira hürriyet, müraat-ı ahkâm ve âdab-ı şeriat ve ahlâk-ı hasene ile tahakkuk eder ve neşvünema bulur.” (T.H.55)



2371/1- Fakat sonraları görüldü ki; yüzde on teşkil eden gizli komite mensublarının iğfal ve ifsadlarıyla, meşrutiyet istibdada ve tahribata inkılab etti. Bediüzzaman Hazretleri de muhalefetle ta’diline çalıştı.

2371/2- Bediüzzaman, Sultan II. Abdülhamid devrinde, hürriyet-i şer’iye ve hakikat ilminin ihyasını isterken tımarhaneye sevkedildi. Adeta o zaman “akla hu­sumet” ediliyordu. İttihad ve Terakki hükümetinde de zalimane idamlarla “hayata adavet” edildi. Ve meşrutiyet ismi altında yürütülen istibdad şiddetlendi. Bediüzzaman o zamanın askerî mahkemesindeki müda­faasının müteferrik yerle­rinde bu hususları beyan eder. Bu müdafaasının meşrutiyetle alâkalı bazı kısımlarını aynen alıyoruz:

“Vakta ki hürriyet divanelikle yâdolunurdu; zaif istibdad, tımarhaneyi bana mekteb eyledi. Vakta ki i’tidal, istikamet; irtica’ ile iltibas olundu, meş­rutiyette şid­detli istibdad, hapishaneyi mekteb eyledi....

Bu hükümet, zaman-ı istibdadda akla husumet ediyordu; şimdi de ha­yata ada­vet ediyor. Eğer hükümet böyle olursa, yaşasın cünun! Yaşasın mevt!... Zalimler içinde yaşasın Cehennem! Ben zaten bir zemin istiyordum ki, efkârımı onda beyan edeyim. Şimdi bu Divan-ı Harb-i Örfi iyi bir zemin oldu.” (T.H. 61)

“Mukaddeme olarak söylüyorum: Mert olan, cinayete tenezzül etmez. Şayet isnad olunsa, cezadan korkmaz. Hem de, haksız yere idam olunsam, iki şehid seva­bını kazanırım. Şayet hapiste kalsam, böyle hürriyeti lafızdan ibaret bulunan gaddar bir hükümetin en rahat mevkii hapishane olsa gerek­tir. Mazlumiyetle ölmek, zalimiyetle yaşamaktan daha hayırlıdır.” (T.H. 62)

“Ayasofya’da, Bayezid’de, Fatih’te, Süleymaniye’de umum ülema ve ta­lebeye hitaben müteaddid nutuklar ile şeriatın ve müsemma-yı meşrutiyetin münasebet-i hakikiyesini izah ve teşrih ettim. Ve mütehakkimane istibdadın, şeriatla bir müna­sebeti olmadığını beyan ettim. Şöyle ki: ²v­Z­8¬…_«' ¬•²Y«T²7~ ­f¬±[«, hadisinin sırrıyla; şe­riat âleme gelmiş, ta istibdadı ve zalimane tahakkümü mahvetsin. Herhangi bir nu­tuk irad ettim ise; herbir kelimesine kimsenin bir itirazı varsa, bürhan ile isbata ha­zırım. Ve dedim ki: “Asıl şeriatın meslek-i hakikisi, hakikat-ı meşrutiyet-i meşrua­dır.” Demek meşrutiyeti, delail-i şer’iye ile kabul ettim. Başka medeniyetçiler gibi taklidî ve hilaf-ı şeriat te­lakki etmedim. Ve şeriatı rüşvet vermedim. Ve ülema ve şe­riatı, Avrupa’nın zünûn-u fasidesinden iktidarıma göre kurtarmaya çalıştığımdan ci­nayet ettim ki, bu tarz muamelenizi gördüm!” (T.H. 63)

“Herkesin şevkini kıran ve neş’esini kaçıran ve ağrazlar ve taraftarlıklar hissini uyandıran ve sebeb-i tefrika olan ırkçılık cem’iyat-ı akvamiye teşkiline sebebiyet ve­ren ve ismi meşrutiyet ve manası istibdad olan ve İttihad ve Te­rakki ismini de lekedar eden buradaki şube-i müstebidaneye muhalefet ettim.

Herkesin bir fikri var. İşte sulh-u umumi, aff-ı umumi ve ref’-i imtiyaz lâzım. Ta ki biri bir imtiyaz ile, başkasına haşarat nazarıyla bakmakla nifak çıkmasın.” (T.H: 72)

“Eğer meşrutiyet bir fırkanın istibdadından ibaret ise ve hilaf-ı şeriat ha­reket ise: °p¬D«#²h­8 |¬±9«~ ¬–«Ÿ«TÅC7~ ­f«Z²L«[²V«4 (*) Zira yalanlarla ittihad yalandır ve ifsadat üze­rine müesses olan ism-i meşrutiyet fasiddir. Müsemma-yı meşru­tiyet; hak, sıdk ve imtiyazsızlık üzerine beka bulacaktır.” (T.H. 73)



2371/3- “Ey Paşalar, Zabitler! Cinayetlerime ceza ve şimdi suallerime de cevab isterim. İslâmiyet ise insaniyet-i kübra ve şeriat ise medeniyet-i fuzla (en faziletli medeniyet) olduğundan; âlem-i İslâmiyet, medine-i fâzıla-i Efla­tuniye olmağa seza­dır.” (T:H. 74)

“İkinci Sual: Bir insan yılan suretine girse, yahut bir veli haydut kıyafe­tine girse, veyahut meşrutiyet, istibdad şekline girse; ona taarruz edenlerin cezası nedir? Belki hakikaten onlar yılandırlar, haydutturlar ve istibdaddırlar.

Sekizinci Sual: Bir fırka kendisine bir imtiyaz taksa, herkesin en hassas nokta-i asabiyesine daima dokundura dokundura zorla herkesi meşrutiyete muhalif gibi gösterse ve herkes de onların kendilerine taktığı ism-i meşruti­yet altında olan muannid istibdada ilişmiş ise, acaba kabahat kimdedir?..

Onuncu Sual: Fikir ve söz hürriyeti verilse, sonra da muahaze olunsa, acaba bi­çare milleti ateşe atmak için bir plan olmaz mı?..” (T.H. 75)

Elhasıl: Şedid bir istibdad ve tahakküm, cehalet cihetiyle şimdi hüküm­fermadır. Güya istibdad ve hafiyelik, tenasuh etmiş. Ve maksad da, Sultan Abdülhamid’den istirdad-ı hürriyet değilmiş, belki hafif ve az istibdadı, şid­detli ve kesretli yapmak­mış!” (T.H.76)

“Eski Said’in İttihad Terakki komitesine şiddet-i muhalefetiyle beraber, onların hükümetine ve bilhassa orduya karşı tarafgirane yüksek takdiratı ve iltizamları ise, bir hiss-i kablelvuku ile-yağı içinde bulunan- o cemaat-ı aske­riyede ve o cemiyet-i milliyede bir milyona yakın evliya mertebesinde olan şüheda, altı yedi sene sonra te­zahür edeceğini hissetmiş. İhtiyarsız olarak, meşrebine muhalif onlara dört sene ta­rafgir bulunmuş. Sabık Harb-i Umumi çalkamasıyla o mübarek yağı alındı, yağı alınmış bir ayrana döndü. Yeni Said dahi Eski Said’e muhalefet edip mücahedesine döndü.” (K.L. 79) (Meşruti­yette şiddetli istibdad, bak: 1716.p.)




Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   731   732   733   734   735   736   737   738   ...   1221




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2025
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin