İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə101/169
tarix15.01.2018
ölçüsü13,72 Mb.
#38491
1   ...   97   98   99   100   101   102   103   104   ...   169

2421- Hem meselâ, madem şeriat, tabiatın tecavüzatına sed çekmekle onu tadil edip nefs-i emmareyi terbiye eder. Elbette ekser etbaı, köylü ve nim-bedevi ve amelelikle meşgul olan Şafii Mezhebi’ne göre: “Kadına temas ile abdes bozulur; az bir necaset zarar verir”. Ekseriyet itibariye hayat-ı içtimaiyeye giren, nim-medeni şeklini alan insanlar, ittiba ettikleri mezheb-i Hanefiye göre: “Mess-i nisvan abdesti bozmaz, bir dirhem kadar necasete fetva var”.

İşte bir amele ile bir efendiyi nazara alacağız. Amele, tarz-ı maişet itiba­riyle; ec­nebi kadınlarla ihtilata, temasa ve bir ocak yanında oturmaya mülev­ves şeylerin içine karışmaya mübtela olduğundan; san’at ve maişet itibariyle, tabiat ve nefs-i emmaresi meydanı boş bulup tecavüz edebilir. Onun için, şe­riat onların hakkında, o tecavüzata sed çekmek için, “Abdest bozulur, temas etme; namazını ibtal eder bulaşma” manevi kulağında bir sada-yı semavi çınlattırır. Amma o efendi, namuslu olmak şartıyla âdât-ı içtimaiyesi itiba­riyle, ahlâk-ı umumiye namına, ecnebi kadınlara temasa mübtela değil, mü­levves şeylerle nezafet-i medeniye namına kendini o kadar bulaştırmaz. Onun için şeriat, mezheb-i Hanefî namıyla ona şiddet ve azimet gös­terme­miş; ruhsat tarafını gösterip, hafifleştirmiştir.”Elin dokunmuş ise, abdestin bozulmaz; hicab edip, kalabalık içinde su ile istinca etmemenin zararı yoktur. Bir dirhem kadar fetva vardır” der, onu vesveseden kurtarır. İşte denizden iki katre sana misal.. onlara kıyas et. Mizan-ı Şaranî mizaniyle, şeriat mizanla­rını bu suretle müvazene edebilirsen et.” (S.485-487)



Atıf notları:

-2419.p.ta izah edilen: ahkâm-ı şer’iyenin teferruat kısmı, ahval-i beşeriyeye bakar kaidesi, 3143.p.taki âyetin hükmü ile alâkadardır.

-Peygamberler ahkâm-ı esasiyede müttefiktirler, bak: 831.p.

-İslâm idaresinin mezahib-i erbaayı me’haz ittihaz etmesi, bak: 3802.p.

-Yapılan bir amelin bir mezheb-i hakka muvafık gelmesi lüzumu, bak: 3960.p.

-Batıl mezheblerde de bir hakikat payı vardır, bak: 447.p.

2422- qqMINTAKAT-ÜL BÜRUC ‚—hA7~ pOTX8 : Burçlar mıntıkası. Burç, aslında zahir şey demek olup sonra her tabakanın gözüne çarpacak ve­cihle, zahir olan yüksek köşk, kasr-ı âlî manasında hakikat olmuştur. Şehir surlarının, ka­lelerin yüksek yerlerine de aynı vecihle burç denilmiştir. Bunlara teşbih tarikiyle veya zuhur ma’nasıyla semadaki yıldızlara veya büyüklerine veya bazı yıldızların iç­timaından müteşekkil suretlere de ıtlak olunmuş ve bahusus ma’ruf olan “Hamel, Sevr, Cevza, Seratan, Esed, Sünbüle, Mizan, Akreb, Kavs, Cedi, Delv, Hut” oniki burc da haki­kat olmuştur. Onun için hey’et ve nücum ıstılahında burc tabiri, altısı şimalî ve altısı cenubî olan bu onikisine mahsus olup diğerlerine de “suret” tabiri kullanılmıştır. Semada bu oniki burcun bulundukları sahaya “Mintakat-ül burûc”tesmiye edilmiş­tir.” (E.T. 5688)

2423- “Mintaka yahut mintakat-ul burûc, aynı zamanda mintakal felakat-bürûc yahut daha seyrek olarak mıntakal-bürûc; ilmî eserlerde pek sık olarak kullanılan felek-el bürûc ıstılahı gibi, 12 burc (müstahkem kale) manasına kullanılmakta ve aynı zamanda Arab hey’et ve nücum ilimlerinde, her biri 30 derecelik 12 burc mın­tıkasının teşkil ettiği daire-i husuf mıntıkası manasına da gelmektedir.

2424- Ay’ın 28 menzilinin pek çoğu 12 burc sahasına düşmektedir ve bu burç­ların bir cüz’ünü teşkil etmektedir. Yalnız şu dört menzil, burçlar mıntı­kasına dahil değildir. Hak’a, Farg-el Evvel, Farg-el Sani, Batn-el Hut.

Burçlar mıntıkasında l,4,7 ve 10. burçlar, “Büruc-ul munkalibe” ismi al­tında toplanmıştır. 2,5,8 ve ll. burçların mecmuuna “büruc-ul sabite” denil­mektedir. 3,6,9 ve 12. burçlar ise “büruc zevat-el cesedeyn” adı ile zikredil­mektedir.” (İslam An­siklopedisi 8/212-214)



2425- “Kevakibin mütalaası için burç taksimatı pek eski zamandan beri nazar-ı itibare alınmış, hatta İdris Aleyhisselâm’a kadar nisbet edilmiştir.” (E.T.3608)

“Boğazköy’de bulunan ve miladdan 1300 sene öncesine ait olan listede, Arslan ve Terazi burçları hariç, bütün mıntıka burçları yer almaktadır.” (İs­lâm Ansiklope­disi 8/212)

“Bu mıntıka-i büruc üzerindeki on iki burc, birsene zarfında adeta Şems’in bir­birini müteakib uğradığı haneler gibi mülahaza olunur.

Hamel ü Sevr ile Cevazede olur fasl-ı bahar;

Seretan ü Esed ü Sünbüledir yazda karar

Tuttu güz faslını Mizan ile Akreb dahi Kavs

Cediv ü Delv ile Hut oldu zimistane medar.” (E.T. 3609) (Bak: Burc)

2426- qqMİHRAB ~«h²E«8 : Camide imamın namaz kıldırırken cemaatin önünde durduğu yer. *Şiddetli harbeden cengaver. Bahadır. *Evin şerefli yüksek yeri çardak. *Meclisin sadrı ve ekrem mevzii. *Mc. Harb âleti. *Orman. *Melikin hususi makamı. *Mc. Şeytan ve heva ile muharebe edecek yer. Ümit bağlanan yer.

2427- “Mihrab, mif’al ism-i âlet vezni olduğu gibi, bir de midrar gibi mübalağa sigası olur ki mihrabın esasen bu manadan me’huz olduğu söyle­niyor. Keşşaf da der ki; meharib, ibtizalden masun olan şerefli mesakin ve mehafil demektir. Bunlar hamiyyet ve muhafaza ve müdafaa olundukların­dan dolayı meharib tesmiye edilmişştir. Maamafih burada mesacid diye de tefsir olunmuştur.” (E.T. 3952)

2428- qqMİKÂİL u[¶<_U[¬8 : Rezzakıyyet arşının hamelesi olan büyük me­lek. Dört büyük melekten birisi. Kur’anda (2:98) âyetinde zikredilir. (Bak: Melaike)

2429- qqMİLLET }±V8 : Bir dinden olanların topluluğu. Din, dil ve tarih be­ra­berliği bulunan insan cemaatı. Sınıf. Topluluk. *Bir sülaleden gelenlerin hepsi. *Maddi manevi bir unsurdan sayılıp beraber yaşayanların hepsi. (Bak: Milliyet, Ümmet) Bir âyette şöyle buyurulur:

2430- “(2:120) ²v­Z«BÅV¬8 «p¬AÅB«# |ÅB«& >«‡_«MÅX7~ «ž«— «…Y­Z«[²7~ «t²X«2 |«/²h«# ²w«7«—

Ya Muhammed! Ne Yahudiler ne de Hristiyanlar, sen onların milletine tabi ol­madıkça senden asla razı ve memnun olmazlar.

Millet, esas-ı lügatta, söyleyip yazdırmak veya ezbere yazmak manasına olan •Ÿ8~ masdariyle yani imla manası ile alâkadar bir isimdir. Zemahşeri’nin “Esas”da beyanına göre asıl manası “tarikat-ı meslûke”dir ki, eğri veya doğru olabilir. Bundan din, şeriat manasında mütearef olmuştur. Şehristanî’nin Milel ü Nihal’de beyanına göre din, şeriat, millet denilen şeyler vaki’de ve hadd-i zatında aynı şeylerdir, fakat itibaren ve mefhumen her biri bir zatında aynı şeylerdir, fakat itibaren ve mefhumen her biri bir hasiyetle tefrik olunur. İ’tikad hasiyetiyle din, amel hasiye­tiyle şeriat, içtima hasiyetiyle millet denilir. Filvaki itikad edilen ne ise, esas itibariyle amel edilen odur. Amel edilen ne ise, esas itibariyle içtima edilen de odur. Binaena­leyh millet, bir hey’et-i içtimaiyenin etrafında toplandığı ve üzerinde yürüdüğü, ta­bir-i âherle ruh-ı içtimaîsinin merbut bulunduğu mebadi-i hakime ve tarikat-ı meslûkedir. Demek ki millet, hey’et-i içtimaiyenin kendisi değildir. Ona ce­maat, kavm, ümmet veya ehl-i millet denilir. Meselâ, Yahudiyet ve Nasraniyet bir millettir. Ve fakat Yehud ve Nasara ehl-i millet, sahib-i mil­lettirler. Maamafih millet, “ehl-i millet” manasına da mecaz olarak kullanılır. Meselâ “millet şöyle yaptı, millet böyle yaptı” denilir ki kavim demektir. Zikr-i müteallik, irade-i müteallak kabilindendir veya mecaz-ı hazfîdir. Nite­kim âyette (2:135) «v[¬;~«h²"¬~ «}ÅV¬8 ²u«" ²u­5 her iki mana ile kabil-i tefsirdir. (2:120) ²v­Z«=~«Y²;«~ buyurulması gösteriyor ki, Yehud ve Nasara’nın takib et­tikleri din ve millet, yukarıdan beri nâkabil-i inkâr bürhanlarla isbat edildiği üzere, kendi hevalarıyla, gönüllerinin sevdalarıyla uydurulmuş tahri­fattır. Bunlar hakka değil, keyiflerine tabidirler.” (E.T. 482)

2431- Millet hakkında Kur’andan birkaç not:

-Millet-i İbrahim’den yüz çevirmenin sefihlik olduğu: (2:130,135)

-Millet-i ibrahim’e tebaiyet: (3:95) (4:125) (16:123)

-Müstakim, sağlam ve hanif olan millet-i İbrahim: (6:161)

-Hz.Şuayb’in asi kavminin kendi milletine davetlerine verilen red cevabı: (7:89)

-Yusuf (A.S.)ın ihkârcı bir kavmin milletini (dinini) terkedip İbrahim, İshak ve Ya’kubun milletine ittiba etmesi: (12:37, 38)

-İnkârcıların kendi milletlerine davetleri: (14:13) (18:20)

Atıf notları:

-Asıl milletimiz İslâmiyettir, bak: 1849.p.

-Millet-i İbrahim’den gelen enbiya silsilesi, bak: 198.p.

2432- qqMİLLİYET }±[V8 : Ümmet. Aralarında din, dil ve tarih birliği olan topluluktaki hal. Millet olma. Aralarında maddi manevi birlik ve bera­berlik rabıtaları bulunan topluluktaki vasıf. (Bak: Hamiyet-i Cahiliye, Millet, Türk)

“(49:13) ~Y­4«‡_«Q«B¬7 «u¬¶<_«A«5«— _®"Y­Q­- ²v­6_«X²V«Q«%«— Ve sizi şa’blar, kabileler yap­tık ki tanışasınız -Yani soylarınız, atalarınızla tefahur için değil, birbirinizi soyu sopu ile tanıyarak ona göre, yardımlaşasınız. “Şuub” şa’bın cem’i, “kabail” kabilenin cem’idir. Arablar cemiyet taksimatını, insan bedeninin hilkatini esas ittihaz ederek yapmışlardır. Şöyle ki: İnsanın kafatasını teşkil eden baş kemiklerinden her birine kabile ve mecmuuna kabail denir ve bu baş kemiklerinin birbirine kavuşup bitiştiği eke de şa’b ıtlak edilir. Bir baba­nın sulbünden müteşaib olan kesretli bir cemaata, bundan me’huz olarak kabile denildiği gibi müteaddit kabileleri cami’ olan ve hey’et-i mecmuası bir asla mensub bulunan büyük cemiyete de re’s ve şa’b tesmiye olunur. Bu su­retle bir asla mensub olan cemiyetlerin hepsinin başı ve büyüğü olan cemiyet şa’bdır ki, kabileleri ihtiva eyler. Kabile amareleri ihtiva eyler ki sadır, yani gögüs mesabesindedir. Amare batınları ihtiva eyler ki Türkçemizde göbek tabirine benzer. Batın fahizleri ihtiva eder, fahiz ve fasileleri ihtiva eyler, mecmuu altı tabaka eder. Bazıları, fasilden sonra yedinci olarak aşireti say­mışlardır. Meselâ: Huzeyme bir şa’b, Kinane bir kabile, Kureyş bir amare, Kusayy bir batın, Haşim bir fahiz, Abbas bir fasiledir. Maamafih bazı müfes­sirîn burada kabail, Arab batınlarına, şuub da Acem, yani Arabın gayrı ak­vam batınlarına işaret olduğunu söylemişlerdir.” (E.T. 4478)

“Milliyetimiz bir vücuddur. Ruhu İslâmiyyet, aklı Kur’an ve imandır.” (Mün.53)

“Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir.” (H.Ş: 59)



2433- İnsanların taifeler, milletler ve kabileler halinde yaratılmalarının çok derin ve fıtrî hikmetleri bulunması ve fezail-i beşeriyenin tahakkukuna zemin teşkil et­mesi gibi hakaikı tazammun eden şu âyet:

“_®"Y­Q­- ²v­6_«X²V«Q«%«—|«C²9­~ «— ¬h«6«† ²w¬8 ²v­6 _«X²T«V«' _Å9¬~ ­‰_ÅX7~ _«ZÇ<«~_«<

~Y­4«‡_«Q«B¬7 «u¬¶<_«A«5«— (49:13)

Yani: ~Y­9«—_«Q«B«4 ¬}Å[¬2_«W¬B²%¬ž²~¬ €Y«[«E²7~ ¬€_«A«,_«X«8~Y­4«‡_«Q«B¬7

~Y­W«._«F«B«4 ~—­h«6_«X«B¬7«ž _«Z²[«V«2

Yani: Sizi taife taife, millet millet, kabile kabile yaratmışım; ta birbirinizi tanı­malısınız ve birbirinizdeki hayat-ı içtimaiyeye ait münasebetlerinizi bile­siniz, birbiri­nize muavenet edesiniz. Yoksa sizi kabile kabile yarattım ki; yekdiğerinize karşı in­kâr ile yabani bakasınız, husumet ve adavet edesiniz değildir!

...Şu âyet-i kerimenin işaret ettiği “tearüf ve teavün düsturu”nun beyanı için derizki: Nasılki bir ordu fırkalara, fırkalar alaylara, alaylar taburlara, bö­lüklere, ta ta­kımlara kadar tefrik edilir. Ta ki her neferin muhtelif ve müte­addit münasebatı ve o münasebata göre vazifeleri tanınsın, bilinsin... ta, o ordunun efradları, düstur-u tea­vün altında, hakiki bir vazife-i umumiye gör­sün ve hayat-ı içtimaiyeleri, a’danın hü­cumundan masun kalsın. Yoksa tefrik ve inkısam; bir bölük bir bölüğe karşı reka­bet etsin, bir tabur bir tabura karşı muhasamet etsin, bir fırka bir fırkanın aksine ha­reket etsin değildir. Aynen öyle de: Hey’et-i içtimaiye-i İslâmiye, büyük bir ordudur, kabail ve tavaife inkısam edilmiş. Fakat binbir bir birler adedince cihet-i vahdetleri var. Hâlıkları bir, Rezzakları bir, Peygamberleri bir, kıbleleri bir, kitabları bir, va­tanları bir, bir, bir, bir... binler kadar bir, bir.....

İşte bu kadar bir birler; uhuvveti, muhabbeti ve vahdeti iktiza ediyorlar. Demek kabail ve tavaife inkısam, şu âyetin ilan ettiği gibi tearüf içindir, tea­vün içindir... tenakür için değil, tahasüm için değildir.



2434- Fikr-i milliyet, şu asırda çok ileri gitmiş. Hususan dessas Avrupa zalim­leri, bunu İslâmlar içinde menfi bir surette uyandırıyorlar, ta ki parçala­yıp, onları yutsunlar.

Hem fikr-i milliyette bir zevk-i nefsanî var; gafletkârane bir lezzet var; şeametli bir kuvvet var. Onun için şu zamanda hayat-ı içtimaiye ile meşgul olanlara, “Fikr-i milliyeti bırakınız!” denilmez. Fakat fikr-i milliyet iki kısım­dır. Bir kısmı menfidir, şeametlidir, zararlıdır; başkasını yutmakla beslenir, diğerlerine adavetle devam eder, müteyakkız davranır. Şu ise, muhasamet ve keşmekeşe sebebdir. Onun içindir ki, hadis-i şerifte ferman etmiş:

«}Å[¬V¬;_«D²7~ «}Å[¬A«M«Q²7~ ¬aÅA«% ­}Å[²8«Ÿ²,¬ž² «~ (213) Ve Kur’an da ferman etmiş:

­yÁV7~ «Ä«i²9«_«4 ¬}Å[¬V¬;_«D²7~ «}Å[¬W«& «}Å[¬W«E²7~ ²v¬Z¬"Y­V­5 |¬4 ~—­h«S«6 «w<¬gÅ7~ «u«Q«%²†¬~

~Y­9_«6«— >«Y²TÅB7~ «}«W¬V«6 ²v­Z«8«i²7«~«— «w[¬X¬8ÌY­W²7~ |«V«2«— ¬y¬7Y­,«‡ |«V«2 ­y«B«X[¬U«,

_®W[¬V«2 ¯š²|«- ¬±u­U¬" ­yÁV7~ «–_«6«— _«Z«V²;«~«— _«Z¬" Ås«&«~

İşte şu hadis-i şerif, şu âyet-i kerime kat’i bir surette menfi bir milliyeti ve fikr-i unsuriyeti kabul etmiyorlar. Çünki müsbet ve mukaddes İslâmiyet milliyeti, ona ih­tiyaç bırakmıyor.

2435- Evet acaba hangi unsur var ki, üçyüzelli milyon vardır? Ve o İslâ­miyet yerine o unsuriyet fikri, fikir sahibine o kadar kardeşleri, hem ebedî kardeşleri ka­zandırsın! Evet menfi milliyetin, tarihçe pek çok zararları gö­rülmüş.

Ezcümle: Emeviler, bir parça fikr-i milliyeti siyasetlerine karıştırdıkları için, hem âlem-i İslâmı küstürdüler, hem kendileri de çok felaketler çektiler. Hem Av­rupa milletleri, şu asırda unsuriyet fikrini çok ileri sürdükleri için, Fransız ve Al­man’ın çok şeametli ebedî adavetlerinden başka; harb-i umu­mideki hâdisat-ı müdhişe dahi, menfi milliyetin nev’-i beşere ne kadar zararlı olduğunu gösterdi. Hem bizde ibtida-i hürriyette, -Babil kal’asının harabiyeti zamanında “tebelbül-ü akvam” tabir edilen “teşaub-u akvam” ve o teşaub sebebiyle dağılmaları gibi-menfi milliyet fikriyle, başta Rum ve Ermeni ola­rak pekçok “kulüpler” namında sebeb-i tefrika-i kulûb, muhtelif mülteciler cemiyetleri teşekkül etti. Ve onlardan şimdiye kadar ecnebilerin boğazına gi­denlerin ve perişan olanların halleri, menfi milliyetin zararını gösterdi. “ (M.321-323)



2436- “Müsbet milliyet, hayat-ı içtimaiyenin ihtiyac-ı dahilîsinden ileri geliyor; teavüne, tesanüde sebebdir; menfaatli bir kuvvet te’min eder; uhuv­vet-i İslâmiyeyi daha ziyade te’yid edecek bir vasıta olur.

Şu müsbet fikr-i milliyet; İslâmiyete hâdim olmalı, kal’a olmalı, zırhı ol­malı.. ye­rine geçmemeli. Çünki İslâmiyetin verdiği uhuvvet içinde, bin uhuv­vet var; âlem-i bekada ve âlem-i Berzahta o uhuvvet baki kalıyor. Onun için uhuvvet-i milliye ne kadar da kavi olsa, onun bir perdesi hükmüne geçebilir. Yoksa onu onun yerine ikame etmek; aynı kal’anın taşlarını, kal’anın içindeki elmas hazinesinin yerine ko­yup, o elmasları dışarı atmak nev’inden ahmakane bir cinayettir.



2437- İşte ey ehl-i Kur’an olan şu vatanın evladları! Altıyüz sene değil, belki Abbasiler zamanından beri bin senedir Kur’an-ı Hakîm’in bayraktarı olarak, bütün cihana karşı meydan okuyup, Kur’anı ilan etmişsiniz. Milliyeti­nizi, Kur’ana ve İslâmiyete kal’a yaptınız. Bütün dünyayı susturdunuz, müdhiş tehacümatı def’ettiniz. Ta (5:54)

«w[¬X¬8 ÌY­W«7 |«V«2 ¯}Å7¬†«~ ­y«9YÇA¬E­<«— ²v­ZÇA¬E­< ¯•²Y«T¬" ­yÁV7~ |¬#²_«<

¬yÁV7~¬u[¬A«, |¬4 «–—­f¬;_«D­< «w<¬h¬4_«U²7~ |«V«2 ¯?Åi¬2«~

âyetine güzel bir masadak oldunuz. Şimdi Avrupa’nın ve frenkmeşreb mü­nafıkların desiselerine uyup, şu âyetin evvelindeki hitaba masadak olmaktan çekinmelisiniz ve korkmalısınız.!



2438- Cay-ı dikkat bir hal: Türk milleti anasır-ı İslâmiye içinde en kesretli ol­duğu halde, dünyanın her tarafında olan Türkler ise, müslümandır. Sair unsurlar gibi, müslim ve gayr-ı müslim olarak iki kısma inkısam etmemiştir. Nerede Türk taifesi varsa, müslümandır. Müslümanlıktan çıkan veya müslüman olmayan Türkler, Türklükten dahi çıkmışlardır. (Macarlar gibi) Halbuki küçük unsurlarda dahi, hem müslim ve hem de gayr-ı müslim var.

2439- Ey Türk kardeş! Bilhassa sen dikkat et! Senin milliyetin İslâmi­yet’le imti­zaç etmiş, ondan kabil-i tefrik değil. Tefrik etsen, mahvsın! Bütün senin mazideki mefahirin, İslâmiyet defterine geçmiş. Bu mefahir; zemin yü­zünde hiçbir kuvvetle silinmediği halde, sen şeytanların vesveseleriyle, desi­seleriyle o mefahiri kalbinden silme! ..” (M.323)

2440- “Menfi milliyette ve unsuriyet fikrinde ifrat edenlere deriz ki:

Evvela: Şu dünya yüzü, hususan şu memleketimiz, eski zamandan beri çok muhaceretlere ve tebeddülata maruz olmakla beraber; Merkez-i Hükü­met-i İslâmiye bu vatanda teşkil olduktan sonra, akvam-ı saireden pervane gibi çokları içine atılıp,. tavattun etmişler. İşte bu halde Levh-i Mahfuz açılsa ancak hakiki un­surlar birbirinden tefrik edilebilir. Öyle ise, hakiki unsuriyet fikrine, hareketi ve ha­miyeti bina etmek, manasız ve hem pek zararlıdır. Onun içindir ki; menfi milliyet­çilerin ve unsuriyet-perverlerin reislerinden ve dine karşı pek lakayd birisi mecbur olmuş, demiş: “Dil din bir ise; millet bir­dir.” Madem öyledir, hakiki unsuriyete de­ğil; belki dil, din, vatan münaseba­tına bakılacak. Eğer üçü bir ise, zaten kuvvetli bir millet; eğer biri noksan olursa, tekrar milliyet dairesine dahildir.



2441- Saniyen: İslâmiyetin mukaddes milliyeti, bu vatan evladının hayat-ı içtimaiyesine kazandırdığı yüzer faideden iki faideyi misal olarak beyan ede­ceğiz:

Birincisi: Şu devlet-i İslâmiye yirmi-otuz milyon iken, bütün Avrupa’nın büyük devletlerine karşı hayatını ve mevcudiyetini muhafaza ettiren, şu dev­letin ordusun­daki Nur-u Kur’andan gelen şu fikirdir: “Ben ölsem şehidim, öldürsem gaziyim.” Kemal-i şevk ile ve aşk ile ölümün yüzüne gülerek istik­bal etmiş. Daima Avrupa’yı titretmiş. Acaba dünyada basit fikirli, safi kalbli olan nefaratın ruhunda şöyle ulvi fedakârlığa sebebiyet verecek, hangi şey gösterilebilir? Hangi hamiyet onun yerine ikame edilebilir? Ve hayatını ve bütün dünyasını severek ona feda ettirebilir?



2442- İkincisi: Avrupa’nın ejderhaları (büyük devletleri) her ne vakit şu devlet-i İslâmiyeye bir tokat vurmuşlarsa; üçyüz elli milyon İslâmı ağlatmış ve inletmiş. Ve o müstemlekat sahibleri, onları inletmemek ve sızlatmamak için, elini çekmiş... elini kaldırırken indirmiş. Şu hiçbir cihette istisgar edilmiyecek manevî ve daimî bir kuvvetüzzahr yerine hangi kuvvet ikame edilebilir? Gösterilsin! Evet o azîm manevi kuvvetüzzahrı menfi milliyet ile ve istiğnakârane hamiyet ile gücendirmemeli!...” (M.326)

2443- “Irkçılık fikri, Emeviler zamanında büyük bir tehlike verdiği ve hürriye­tin başında “kulüpler” suretinde büyük zararı görülmesi ve birinci harb-i umumide yine ırkçılığın istimali ile mübarek kardeş Arabların mücahid Türklere karşı zararı görüldüğü gibi, şimdi de uhuvvet-i İslâmiyeye karşı istimal edilebilir ve istirahat-ı umumiye düşmanları gizli dinsizler, yine o ırkçılıkla büyük zarar vermeğe çalıştıkla­rına emareler görünüyor. Halbuki menfi hareketle başkasının zararıyla beslenmek, ırkçılığın seciye-i fıtrîsi ol­duğu halde; evvela başta Türk milleti dünyanın her tara­fından müslüman ol­duğundan onların ırkçılıkları İslâmiyetle mezcolmuş, kabil-i tef­rik değil. Türk, Müslüman demektir. Hatta Müslüman olmayan kısmı, Türklükten de çıkmışlar. Türk gibi Arablarda da Arablık ve Arab milliyeti İslâmiyetle mezcolmuş ve olmak lâzımdır. Hakiki milliyetleri İslâmiyettir. O kâfidir. Irk­çılık, bütün bütün bir tehlike-i azîmdir.” (E.L.II.222)

2444- “Bir asır evvel milliyet asrı olabilirdi. Şu asır, unsuriyet asrı değil! Bolşe­vizm, sosyalizm mes’eleleri istila ediyor; unsuriyet fikrini kırıyor; unsuriyet asrı geçi­yor. Ebedî ve daimî olan İslâmiyet milliyeti; muvakkat, dağdağalı unsuriyetle bağ­lanmaz ve aşılanmaz. Ve aşılamak olsa da; İslâm milletini ifsad ettiği gibi, unsuriyet milliyetini dahi ıslah edemez, ibka ede­mez. Evet muvakkat aşılamakta bir zevk ve bir muvakat kuvvet görünüyor, fakat pek muvakkat ve akibeti hatarlıdır.

2445- Hem Türk unsurunda ebedî kabil-i iltiyam olmamak suretinde bir inşikak çıkacak. O vakit milletin kuvveti, bir şık bir şıkkın kuvvetini kırdığı için, hiçe ine­cek. İki dağ birbirine karşı bir mizanın iki gözünde bulunsa; bir batman kuvvet o iki kuvvet ile oynayabilir; yukarı kaldırır; aşağı indirir.” (M.439)

2446- Menfi milliyetçiliği kabul etmeyen hadisler de vardır. Meselâ:

«ž«— ¬±|¬W«D«2 |«V«2 ¬±|¬"«h«Q¬7 «u²N«4 «ž«— °f¬&~«— ²v­U²<«Y«"«~«— °f¬&~«— ²v­UÅ"«‡ Å–¬~ «ž«~

>«Y²T«#_¬"ެ~ «h«W²&«~|«V«2 «…«Y²,«ž¬ «ž«— «…«Y²,«~|«V«2 «h«W²&«ž¬ «ž«— ¯±|¬"«h«2 |«V«2 ¬±|¬W«D«Q¬7

“Ey Nas! Uyanınız şüphe yok ki Rabbiniz birdir, babanız, ananız birdir, ne Arabinin Acemi üzerine, ne Aceminin Arabi üzerine, ne ahmerin esved üzerine, ne esvedin ahmer üzerine fazl ve rüçhanı yoktur, fazl ve rüçhan an­cak takva iledir.” (214)



2447- “Peygamber (A.S.M.) şöyle buyurdu:

«€_«8 «€_«W«4 «}«2_«W«D²7~ «»«‡_«4«— ¬}«2_«O7~ «w¬8 «‚«h«' ²w«8

¯}«A«M«Q¬7 ­`«N²R«< ¯}Å[¬±W­2 ¯}«<~«‡ «a²E«# «u«#_«5 ²w«8«— Õ °}Å[¬V¬;_«% ®}B[«8

°}Å[¬V¬;_«% °}«V¬B«T«4 «u¬B­T«4 ®}«A«M«2­h­M²X«<²—«~ ¯}«A«M«2|«7¬~~Y­2²f«<²—«~

Her kim itaatten çıkar ve İslâm cemaatinden ayrılır da bu hal üzere ölürse o kişi cahiliyet ölümüyle ölmüş olur. (Bak: 2685. p ve 3760/10.p.başı) Her kim akıbetinin hayır ve şer olduğu belli olmayan bir dava yolunda körü körüne açılmış bir sancak altında mukatele eder, sırf soyu için öfkelenir, yahud ırk davasına çağırır, yahud (hak davaya değil de) kuru kuru bir kavmi­yet ve asabiyet davasına yardım eder ve bu yolda öldürülürse işte böylesinin ölümü tam bir cahiliyet ölümüdür.” (215) (Bak: 41ll/1.p.sonu)

İslâm öncesi bâtıl inanç sahibi ecdad ile iftihar edilmemeli. Bir rivayette mealen şöyle buyurulur: “Cahiliyette ölen babalarınızla iftihar etmeyin. Nef­sim yed-i kud­retinde olana kasem ederim ki, gübre kurtları cahiliyette ölen babalarınızdan (kâfir olandan) efdaldir.” (R.E. 475/2)

Kur’an (2:170) (5:104) (21:53) (43:22,23) âyetlerinde, müşrik veya bâtıl yolda olan atalara (ecdada), diğer bir ifade ile kendi ırk ve soyuna bağlılığı dava etmenin dalalet olduğu beyan edilir.

Atıf notları:

-Rabıta-i İslâmiyet, rabıta-i milliyetten önce gelir, bak: l195.p.

-Kendi milletine nefret eden Avrupa meftunu hamiyetsizlerin hali, bak: 318/4.p.

2448- qqMİ’RAC ‚~hQ8 : Merdiven, süllem. *Yükselecek yer. *En yük­sek makam. *Huzur-u İlahî, Peygamberimiz Hz. Muhammed (A.S.M.)Efendimizin Receb ayının 27. gecesinde Cenab-ı Hakk’ın huzuruna ruhen, cismen müşerref ol­ması mu’cizesi ki, en büyük mu’cizelerinden biri­sidir. (Bak: Burak ve 3167/1.p.sonunda bir âyet notu)

2449- “Mu’cize-i Mi’racın mukaddimesi olan Beyt-ül Makdis seyahatı ve sa­bahleyin Kureyş kavmi, ondan Beyt-ül Makdis’in tarifatını istemesi üzerine hasıl olan bir mu’cizeyi bahsedeceğiz Şöyle ki:

Mi’rac gecesinin sabahında, Mi’racını Kureyş’e haber verdi. Kureyş tekzib etti. Dediler: “Eğer Beyt-ül Makdis’e gitmiş isen, Beyt-ül Makdis’in kapılarını ve duvar­larını ve ahvalini bize tarif et.” Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm ferman edi­yor ki:

¬‰¬f²T«W²7~ «a²[«" |¬7 ­yÁV7~ |ÅV«D«4 Çn«5 ­y«V²C¬8 ²­h²6«~ ²v«7 ®_" ²h«6 ­a²"«h«U«4

(216) ¬y²[«7¬~ ­h­P²9«~ _«9«~«— ­yÇB­Q«X«4 ­y­B²<«~«‡ |ÅB«& ­y«X²[«"«— |¬X²[«" «`­D­E²7~ «r«L«6«—

Yani: Onların tekziblerinden ve suallerinden pek çok sıkıldım. Hatta öyle bir sıkıntı hiç çekmemiştim. Birden Cenab-ı Hak, Beyt-ül Makdis’i bana gösterdi; ben de Beyt-ü Makdis’e bakıyorum, birer birer herşeyi tarif ediyor­dum” İşte o vakit Kureyş baktılar ki: Beyt-ül Makdis’den doğru ve tam ha­ber veriyor..


Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   97   98   99   100   101   102   103   104   ...   169




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin