İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə34/169
tarix15.01.2018
ölçüsü13,72 Mb.
#38491
1   ...   30   31   32   33   34   35   36   37   ...   169

E


725- qqEBABİL u["_"~ : Dağ kırlangıcı. Kuş sürüsü. Sürüler, Bölükler.

Bu kelime Kur’an (105:3) âyetinde geçer. «Bir kısım müfessirîn bu ebabil keli­mesi, müfredi olmayan cemi’lerdendir, fırkalar demektir demişler... Mü­fessirînden ve lügaviyyundan bir kısmı da, ebabil’in müfredi, ibbale veya ibbevl veya ibbîl oldu­ğunu söylemişlerdir. Zemahşeri, ebabil; haza’ik yani cemaat diye tefsir ettikten sonra der ki: Bunun vahidi “ibbale”dir... İbbale; büyük huzme demektir. Bir kuş cemaati birbirine sıkışmakta büyük bir huz­meye teşbih olunmuştur... Ragıb da: Ebabil, “ibbil”in cem’idir. Deve bölük­leri gibi müteferrik demektir, diyor. Kamus’ta da şöyle diyor: İbbale, ibale, ibbevl, ibbil, iybal: kuştan attan, deveden bir kıt’a (bö­lük) ...Kamus şarihinin ve müterciminin zikrettikleri vecihle, bazıları ebabilin dağ kırlangıcı dedikleri bir kuş olduğuna zahib olmuşlardır.... Lakin yukarıda görüldüğü üzere eimme-i müfessirîn ebabilin böyle bir nevi kuş ismi olduğunu söylememiş, muhtelif surette bölük bölük, perderpey gelen sürüleriyle çokluklarını ifade eden bir sıfat veya hal manasıyla tefsir etmişlerdir.» (E.T.6103-6105 arasın­dan telhis edildi.)



725/1- «Hz. Resul-i Ekrem’in (A.S.M.) doğumundan evvel, Hristiyan Habeşli­ler dinlerini yaymak için San’ada bir mabed yaparak Kâbe yerine Arabları bu ma­bede çekmeğe çalıştılar. Kâbe-i Muazzama durdukça buna muvaffak olamıyacakla-rını anladıkları için, kudsi Kâbe’yi tahribe karar ver­diler. Ebrehe ku­mandasındaki Habeş Hristiyan Ordusu Mekke’ye kadar gel­diği sırada, Ebabil kuşla­rının gökten taş yağdırmaları üzerine mahvoldular. Habeş Ordusunun önünde bir fil yürütüldüğü için, bu meşhur irhasattan olan tarihî hâdiseye “Fil Vak’ası denir.» (O.A.L.)

726- Bu hâdise «Sure-i «r²[«6 «h«# ²v«7«~ de nass-ı kati ile beyan edilen “Vaka-i Fil”dir ki; Kâbe’yi tahrib etmek için, Ebrehe namında Habeş Meliki gelip, Fil-i Mahmudî namında cesim bir fili öne sürüp gelmiş. Mekke’ye yakın ol­duğu vakit fil yürümemiş. Çare bulamamış, dönmüşler. Ebabil kuşları onları mağlub etmiş ve pe­rişan etmiş, kaçmışlar. Bu kıssa-i acibe, tarih kitablarında tafsilen meşhurdur.

İşte şu hâdise, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’ın delail-i nübüv­vetin­dendir. Çünki veladete pek yakın bir zamanda, kıblesi ve mevlidi ve sevgili vatanı olan Kâbe-i Mükerreme, gaybî ve hârika bir surette Ebrehe’nin tahribinden kur­tulmuştur.» (M.177) (Bak: Ashab-ı Fil)



727- qqEBCED fD"~ : Arabça Eski Sami alfabesindeki harf sırasının sayı değe­rine göre tertiplenmesinden meydana gelen birinci kelime. Bu tertip İb­ranî ve Sür­yanî Alfabesindeki harfleri içine alır. İbaredeki kelimelerin sırası ve harflerin rakam değerleri şu suretle gösterilmektedir:

fD"~ (ebced) ˆY; (hevvez) |O' (hutti) wWV6 (kelemen) lSQ, (sa’fes) a-h5 (kareşet) gF$ (sehaz) qP/ (dazıg)

Bu sekiz kelime, bütün huruf-u heca denen yirmisekiz harfi içine almış ve sıra ile eliften gayn harfine kadar, birden bine kadar, her harfe aşağıdaki sıra ile gösteril­diği gibi değerler verilmiştir:

Elif: l Ba: 2 Cim: 3 Dal: 4 He: 5 Vav: 6 Ze: 7 Ha: 8 Tı: 9 Ya. 10 Kef: 20 Lam: 30 Mim: 40 Nun: 50 Sin: 60 Ayın: 70 Fe: 80 Sad: 90 Kaf: 100 Rı: 200 Şın: 300 Te: 400 Se: 500 Hı: 600 Zel: 700 Dad: 800 Zı: 900 Gayın: 1000. Şimdiki Arapçada al­fabe bu sırayı tutmuyorsa da harflerin rakam gibi kulla­nıldığı zaman, yine eski sıraya uymak için Ebced sırasını da devam ettirmiş­lerdir. Her birbirine benzeyen harfler bu sırada dizilmiştir. Eskiden İslâm­larda matematik ve fizikte bu harflerin rakam yerine kul­lanıldıklarını biliyo­ruz. (Bak: Cifr, Cümmel, Gayb)



728- Ebced hesabı: Ebced harf tertibinde görüldüğü gibi, Kur’an-ı Ke­rim daha nazil olmadan harflere rakam değeri verilerek tarih yazılır ve hâdi­seler kaydedilirdi. Bundan böyle Arab, Fars ve Türk edebiyatında hâdiselerin tarihleri Ebced hesabı ile yazılırdı. Birçok muharebe, zafer, büyüklerin do­ğum ve ölümü, yüksek mevkilere geçiş, cami, köprü, çeşme yapılış açılış ta­rihleri bu hesaba uyularak mısralarla ifade edilirdi. İşte bu ebcede göre harf­lere sayı değerleri verilerek kuvvet-i kudsiye sahibi ve büyük evliya ve alla­melerden ve ehl-i sünnet ve cemaat ashabı birçok müellifler, Kur’an-ı Ke­rim’den, âyet ve hadis-i şeriflerden de manalar çıkarmışlardır. Ebced he­sabı­nın Kur’an’a tatbikinden çıkan şudur ki: Kur’an’ın her kelimesi ve keli­meler­deki her harf bile, Allah’ın ilim ve iradesiyle bilhassa belli maksatlarla seçil­miştir. Her harfin bile yerine göre hususi bir vazifesi vardır.

729- Meselâ: Elmalı Tefsiri sh: 3956’da Molla Cami Merhumdan şu ta­rihî nakil vardır:

Kur’an-ı Kerim’in 34’üncü sure, 15’inci âyetinde (Beldetün Tayyibetün:

°}«A¬±[«0 °?«f²V«" “İyi bir beldedir” ifadesi ile İstanbul kasdedilmiştir ve İstan­bul’un fe­tih

tarihi bu cümlenin ebcedi ile haber verilmiştir.) diye gösteriliyor. Bu cümle­deki harfleri sıra ile hesab edersek şu neticeyi görmekteyiz: 2+30+4+400+9+10+2 +400=857 hicri senesi oluyor. Bu tarih İstanbul’un Sultan Fatih Mehmed Hazret­leri zama­nında miladi 1453 tarihinde fethine tevafuk etmek­tedir.

Risale-i Nur Külliyatından Mektubat adlı eserin 29. Mektub’un Rumuzat-ı Semaniye isimli risalelerinde, ebced hesabıyla feth-i İstanbul hak­kındaki istihracda şöyle deniliyor: Kur’an-ı Kerim’in 108. suresinde:

« ¿ ¬h«$ ²Y«U²7~ ¾ ebcedî makamı 857 olarak aynen “Beldetün tayyibetün” gibi İstanbul’un İslâm eline geçmesi olan 857 tarihine tevafuk etmekle işaret edi­yor... Evet madem Sure-i Kevser, Resul-i Ekrem’e (A.S.M.) ihsan edilen fütuhat-ı azimeye delalet ediyor. Elbette h«$ ²Y«U²7~ İstanbul’a dahi bakıyor.»

Bundan başka, Fetih Suresinde (48:3) ~®i<¬i«2 ~®h²M«9 ­yÁV7~ «¾«h­M²X«<«— âye­tinin,

Sultan Mehmed Fatih’in Uzun Hasan’a galib geldiği tarih 878 olarak görül­mektedir. Bundan başka Timurlengin Şam-ı Şerif’i harabettiği tarihi hesab edecek olursak,

Kur’an-ı Kerim’in 2’nci suresinin 114’üncü âyetindeki “Harab” «~«Y«' keli­mesin-

den aynı hesabla: 600+200+l+2=803 hicri tarihi çıkıyor. (O.A.L.)



730- Ebced hesabının meşruiyeti: «Hesab-ı ebcedî, makbul ve umumi bir düs­tur-u ilmî ve bir kanun-u edebî olduğuna deliller pek çoktur. Burada yal­nız dört-beş tanesini nümune için beyan edeceğiz:

Birincisi: Bir zaman Benî-İsrail âlimlerinden bir kısmı huzur-u Peygam­berî’de surelerin başlarındaki (19:1) lQ[Z6  v7³~ (2:1) gibi mukattaat-ı hurufiyeyi işit­tikleri vakit, hesab-ı cifrî ile dediler: “Ya Muhammed! Senin ümmetinin müddeti azdır.” Onlara mukabil dedi: “Az değil.” Sair surelerin başlarındaki mukattaatı okudu ve ferman etti: “Daha var.” Onlar sustular.

İkincisi: Hazret-i Ali Radıyallahü Anh’ın en meşhur Kaside-i Celcelutiyesi, baştan nihayete kadar bir nevi hesab-ı ebcedî ve cifir ile te’lif edilmiş ve öyle de matbaalarda basılmış.

Üçüncüsü: Cafer-i Sadık Radıyallahü Anh ve Muhyiddin-i Arabî (R.A.) gibi es­rar-ı gaybiye ile uğraşan zatlar ve esrar-ı huruf ilmine çalışanlar, bu hesab-ı ebcedîyi gaybî bir düstur ve bir anahtar kabul etmişler.

Dördüncüsü: Yüksek edibler bu hesabı, edebî bir kanun-u letafet kabul edip, eski zamandan beri onu istimal etmişler. Hatta letafetin hatırı için, iradî ve sun’î ve taklidî olmamak lâzım gelirken, sun’î ve kasdî bir surette ve gaybî anahtarların takli­dini yapıyorlar.

Beşincisi: Ulûm-u riyaziye ülemasının münasebet-i adediye içinde en latif düs­turları ve avamca hârika görünen kanunları, bu hesab-ı tevafukînin cin­sindendirler. Hatta fıtrat-ı eşyada Fâtır-ı Hakîm bu tevafuk-u hesabîyi bir düstur-u nizam ve bir kanun-u vahdet ve insicam ve bir medar-ı tenasüb ve ittifak ve bir namus-u hüsün ve ittisak yapmış.

Meselâ; nasılki iki elin ve iki ayağın parmakları, a’sabları, kemikleri, hatta hüceyratları, mesamatları hesabca birbirine tevafuk ederler. Öyle de; bu ağaç, bu baharda ve geçen bahardaki çiçek, yaprak, meyvece tevafuk ettiği gibi, bu baharda dahi az bir farkla geçen bahara tevafuk ve istikbal baharları dahi mazi baharlarına ihtiyar ve irade-i İlahiyeyi gösteren sırlı ve az farkla muvafakatları, Sani-i Hakîm-i Zülcemal’in vahdetini gösteren kuvvetli bir şahid-i vahdaniyettir.

İşte madem bu tevafuk-u cifrî ve ebcedî, bir kanun-u ilmî ve bir düstur-u riyazî ve bir namus-u fıtrî ve bir usul-ü edebî ve anahtar-ı gaybî oluyor. El­bette menba-ı ulum ve maden-i esrar ve fıtratın tercüman-ı ayat-ı tekviniyesi ve edebiyatın mu­cize-i kübrası ve lisan-ül gayb olan Kur’an-ı Mu’ciz-ül Be­yan, o kanun-u tevafukîyi işaratında istihdam, istimal etmesi i’cazının mukte­zasıdır.» (Ş.712)



731- Fıtrat âleminde cereyan eden latif tevafukat, insan âleminde de ma­nidarlı­ğını gösterir. Evet «âlemde herşeyin yüzünde hikmet eserleri görün­düğü gibi en uzak, en geniş, en ince kesretin tabakaları üstünde de hikmet, ihtimam eserleri gö­rülmektedir. Evet kesret ve tekessürün müntehası ve ne­ticesi olan insanın sahife-i vechinde, cebhesinde, cildinde, ellerinin içlerinde kalem-i kader ile pek çok çizgiler, hatlar, nakışlar, nişanlar yazılmıştır. Ma­lumdur ki, insanın şu sahifelerinde yazılan o kelimeler, harfler, noktalar, ha­rekeler, ruh-u insanîde bulunan manalara, manevi­yatlara delalet ettikleri gibi, fıtratında kader tarafından yazılan mektublara da işaret­leri vardır. Arkadaş, insanın geçen sahifelerine kaderin yazdığı haşiye, tesadüf ve it­tifakın dühulüne bir menfez bırakmamıştır.» (M.N.103) (Bak: Tevafukat-ı Gaybiye)

Yukarıdaki bahisle alâkalı olarak, İ.M. 13. Kitab-ül Ahkâm’ın 21. babı, el ayak ve yüzdeki çizlerden mana çıkarmak hakkında olup, bu ilmin erbabına da “kaif” deni­lir.



732- qqEBDAL Ä~f"~ : (Bedil veya Bedel. c) Evliyadan ziyade nuraniyyet ka­zanmış olanlar. Evliya zümresinden bir cemaat. Masiva alâkasından mücerret ve Cenab-ı Hakk’ın muhabbetinde fani ve müstağrak olan zatlar. Herkesçe bi­linmeyen manasında “rical-ül gayb” da denir. (Bak: 1517.p. ilk bendi) *Arapçada halkın lü­zumlu işlerinin tasarrufuna memur bir cemaata denir.

Ebdal ismi hakkında farklı tevcihler var. İbn-ül Esir, En-Nihaye’sinde der ki: «Ebdalden birisi vefat etse, ona bedelen Allah bir diğerini gönderdi­ğinden bu ad verilmiştir.»

Bir hadis meali şöyledir: «Ümmetin içinde otuz ebdal vardır. Arz onların saye­sinde yerinde durur. Onların sayesinde üzerinize yağmur yağar ve size yardım olu­nur. Ebdallar Şam’dadır. (Hilafet merkezi manasında da olabilir.) Onlar kırk kişidir. Ne zaman bunlardan birisi ölse, Allah onun yerine başka birisini tebdil eder. Onlar sebebiyle yağmurlar yağar, onlar vesilesiyle düş­manlara karşı Allah yardım eder. Onlar vasıtasıyla Şam halkı azabdan kurtu­lur.» (Avn-ul Ma’bud, 11/377)

Hakim ve Tirmizi’nin rivayet ettiği diğer bir hadis meali de şöyle:

«Nübüvvetin inkıtaından arz Rabbinden şikayet eder. Allah arza şöyle cevab verir: Pek yakında senin sırtına kırk sıddık koyacağım. Ne zaman biri ölse, öbürü onun yerine geçecek. İşte bu sebeble bunlara ebdal adı verilir. Ebdallar arzın kazık­ları hükmündedir. Arz onlarla ikame olur ve onlarla be­reketlenir.» (Feyz-ül Kadir, Tetimme: 3/168, 169)

732/1- İhya-i Ulum Tercemesi Bedir yayınevi ci:1, sh:691 haşiyede: «Abdal, peygamber’in bedeli olarak velilerdir. Bunlar Yedi kişidir. Artmaz ve eksilmezler. Biri ölünce yerine başkası alınır. Allahu Teala yedi kıt’ayı onlarla muhafaza eder.» (Bu izaha göre asrın müceddid ve mehdisi hatıra geliyor. (Bak: 3941.p.ve Kutb-ul Aktab)

732/2- «Bazıları “abdal” denilen zümreyi şöyle anlatır: Yemeleri çok şiddetli ihtayaç anında, uyumaları yine şiddetli galebe anında, konuşmaları ise zaruret halin­dedir. Yani iyice acıkmadan yemez, uykuları gelmeden uyumaz, mecburiyet olma­dıkça konuşmaz ve sorulmadan cevab vermezler. Sorul­dukta başka cevab verecek varsa sükût ederler, o da yoksa o zaman cevab verirler. Sorulmadan söze başlamayı, sözde gizli şehvet sayarlardı..

Ebu-l Aliye, Er-Riyahi, İbrahim b. Edhem ve Süfyan-ı Sevrî, ancak iki-üç kişi veya sayıları bunu geçmeyen kimselerle konuşurlar ve cemaat çoğa­lınca dağılırlardı. Bizzat Peygamberimiz bile: “Bilmem” demiştir.» (İhya-i Ulum Tercemesi, Bedir Yayınevi, ci: 1, sh:178-179) (Bak: Dil)



732/3- Risale-i Nur Külliyatında da “ebdal” hakkında şu kayıtlar var:

«Evliyadan, ziyade nuraniyet kesbeden ve abdal denilen bir kısmı, bir anda bir­çok yerlerde müşahede ediliyormuş. Aynı zat, ayrı ayrı çok işleri gö­rüyormuş. Evet nasıl cismaniyata cam ve su gibi şeyler ayine olur. Öyle de; ruhaniyata dahi hava ve esir ve âlem-i misalin bazı mevcudatı ayine hük­münde ve berk ve hayal sür’atinde bir vasıta-i seyr ü seyahat suretine geçer­ler ve o ruhaniler, hayal sür’atiyle o meraya-yı nazifede, o menazil-i latifede gezerler. Bir anda binler yerlere girerler.» (S.195)

Evet «evliyanın bir nevi garibi olan abdalların bir vakitte çok yerlerde gö­rün­mesi» (S.502) oluyor.

Ayrıca Ahmed bin Hanbel 1/112, 5/332, 6/316 ve Ebu Davud Mehdi/1 ve K.H. hadis 35’de de “ebdal”den bahsedilir.



qqEBED f"~ : (Bak:Beka)

733- qqEBTER hB"~ : Kuyruğu kesik hayvan. * Sonunda oğlu ve kızı kalmayan insan. * Ölümünden sonra anılacak hayrı ve ihsanı kalmayan kişi. Teşbih ve mecaz bir tabirle, kendine bağlı taraftarları ve gençliği kalmamış cereyanın başı. *Eksik, tamamlanmamış.

«Ebter, uyubdan olduğu için ef’al-i tafdil değil, sıfat-ı müşebbehedir. Müennesi, “betra” gelir. Kesiklik manasına “betir”den müştaktır. Binaena­leyh esas mefhumu kesik demek ise de, örfte kuyruk kesilmeden şayi ol­muştur. Onun için kuyruğu ke­sik küçük ayın harfi gibi yazılan hemze elife “ayn-ı betra” ta’bir olunur ki, Türkçede müzekkerine de müennesine de “güdük” denilir. Kuyruk arkada olmak hasebiyle, sonunda arkası olmayan yani zürriyeti olmıyan, kendinden sonra eseri kalmıyan kimselere veya sonu gelmiyen, sonunda hayır olmıyan işe de istiare suretiyle “ebter” denilmiştir... Ebter, hakir ve zelil manasına da gelir.» (E.T.6209) Bu kelime Kur’anda (108:3) âyetinde geçer.



734- qqEBU BEKİR (R. A.) hU" Y"~ : «Hazret-i Ebu Bekir, Resul-i Ekrem

Efendimiz’in ilk halifesidir. Erkekler içinde ilk müslüman olanıdır. Peygam­beri­miz’in kayınpederidir. Hazarda ve seferde Hazret-i Muhammed’in en sa­dık ve en samimi arkadaşı, onun veziri ve müşavir-i hassı idi. Hz. Peygam­ber’e kemal-i i’timat ve i’tikadına mebni “Sıddık” ünvanını almıştır. Resul-i Muhterem her işini onunla müzakere ederdi. Hastalığı zamanında dahi, imamete onu tevkil etmiş ve arkasında namaz kılmıştır.

Resul-i Ekrem Efendimiz’den iki sene sonra Mekke’de doğmuştur. Adı Ab­dullah, babasının adı Ebu Kuhafe Osman, annesi de Ümmü’l-Hayr Selma’dır. Her iki taraftan Kureyş Kabilesine mensubdur. Yedinci batında Kâ’b’ın oğlu Mürre’de Resul-i Ekrem’in nesebiyle birleşir. Ebu Kuhafe Os­man b. Amir Mekke’nin eşra­fındandı. Oğlu Ebu Bekir’den fazla yaşamış fa­kat müslümanlığı Mekke’nin fethin­den sonra kabul etmiştir.

Hazret-i Sıddık, İslâmiyet’i kabul etmesine kadar geçen 38 senelik haya­tında asla içki kullanmamış, putlara tapmamış, hurafelerden kaçınmış, iffe­tiyle ve güzel ahlâkıyla tanınmış bir zat idi. Kendisine Resul-i Ekrem, pey­gamberliğini bildirdiği zaman derhal tereddüd etmeden en evvel İslâmiyet’i kabul etmişti. Babası, annesi, evlad ve ahfadı ashab-ı kiram’dandı. Bu fazilet başkalarına nasib olmamıştı.



735- Hazret-i Ebu Bekir, gerek İslâmiyet’ten önce ve gerek İslâmiyet’ten sonra kabilesi arasında mümtaz bir şahsiyet olarak tanınmıştı. Kavmi ara­sında mühim bir sermaye sahibi, dürüst bir tüccardı. Herkesin ona sonsuz bir itimadı vardı. Yakın arkadaşlarından ve Aşere-i Mübeşşere’den Osman b. Affan, Abdullah b. Avf, Talha, Zübeyr, Sa’d İbn-i Vakkas gibi ileri gelen yüksek şahsiyetler, onun delaletiyle müslümanlığı kabul etmişlerdi. İslâmiyet uğrunda bütün servetini harcamış, İslâmi­yet’in yayılmasında mühim bir âmil olmuştu.

Hazret-i Ebu Bekir, Peygamberimiz’in bütün savaşlarına katılmıştı. Re­sul-i Ek­rem’in 632 yılında vefatı üzerine halife seçilen Hazret-i Ebu Bekir, mescidde bir hitabede bulundu. Böylece cemaati teskin etti. (Bu hitabe S.B.M. 11. cild 31. sh. ve 4. cild 380. sahifede nakledilir.)

Resul-i Ekrem’in irtihalinin ilk günlerinde her taraftan irtidad ve irtica başla­mıştı. İşte bu vaziyet karşısında Hz. Ebu Bekir gerekli tedbirlerini aldı ve icab eden yerlere ordular sevkederek irtidad ve irticaı derhal önledi. Ötede beride başkaldıran mürtedleri de yıldırdı. Her tarafta sükûnet başladı.

736- Hazret-i Sıddık’ın başardığı hizmetlerin başında Kur’an-ı Kerim’in cem’ edilmesi hususundaki mesaisi gelir. Gerçi Kur’an-ı Kerim Peygamber Efendimiz’in sağlığında Vahiy Kâtipleri tarafından günü gününe tamamen yazılmış ve Resul-i Ekrem’in emriyle âyetler ait olduğu surelere kaydedilmiş ve Kur’an (hâfızlar) tara­fından ezberlenmişti. Zaman-ı Saadette yazılan bu Kur’an sahifelerinin aslı ve istin­sah edilen nüshaları kâmilen mevcut ve mah­fuzdur. Resul-i Ekrem’in hayatında va­hiy devam ettiği için Kur’an-ı Ke­rim’in yazılı bulunduğu sahifeler bir araya topla­namamıştı.

Zaten Resul-i Ekrem Efendimiz, en son nazil olan âyetten sonra, dokuz gün kadar yaşamıştı. Kur’an’ın bir arada toplanmasına vakit kalmamıştı. Hazret-i Ebu Bekir’in hilafeti zamanında vuku’bulan Yemame Muharebe­sinde hâfızların çoğu şehid olduğundan Hazret-i Ömer telaşa düştü. Kur’an’ın bir gûna ziyaa uğramaması için Hz. Sıddık’a müracaatta bulunmuş ve Kur’an-ı Kerim’in cemi’ini ondan rica etmişti. Sıddık-ı A’zam, Ömerü’l-Faruk’un teklifini tensib ve tasvib buyurmuş ve Kur’an’ın cem’ini vahiy kâtiblerinden ve Kur’an-ı Kerim’i tamamen ezberleyenler­den Zeyd b. Sabit hazretlerine havale buyurmuş. O da mevcut Kurra-i Kiram ile bir encümen akdetmiş, Hazret-i Ömer ve Hazret-i Ali’nin de nezaret ettikleri bu müte­hassıs hey’etle Kur’an’ı bir araya toplamıştı. Âyet ve sureler sahifeler halinde yazıldı ve her surenin âyetleri, Hz. Peygamber zamanındaki tertib üzerine tahrir edildi. Şu kadar ki, sureler sırasıyla tertib edilmemişti. Her sure, başlı başına bir kitab teşkil etmekte idi.

Bu suhuf-u mutahhara Zeyd b. Sabit tarafından bütün Ashab müvacehesinde okunup ittifakla tasvib ve tasdik edildi. “Mushaf” namı ve­rilen bu mecmua, Sıddık-ı Ekber’in nezdinde kaldı. Vefatından sonra Haz­ret-i Ömer’e ve onun da irtihalinden sonra kerimesi Ümmü’l-Mü’minîn Hazret-i Hafsa’ya teslim edildi. (S.B.M. 1187.hadisi de aynı mevzu ile alâka­lıdır.)

737- Hazret-i Osman, hilafeti zamanında, görülen lüzum üzerine, Zeyd b. Sabit hazretlerinin başkanlığında bir komisyon teşkil etti. Hazret-i Hafsa’nın nezdinde mahfuz bulunan ana nüsha alınıp aynen istinsah edildi. Sureler sıraya kondu ve nüshaları çoğaltıldı, İslâm merkezlerine gönderildi. Ana nüsha Hazret-i Hafsa’ya iade olundu. Hazret-i Ali radıyallahü anhü: “Allah Ebu Bekr’e rahmet etsin; Kur’an sahifelerini bir araya toplamak hu­susunda ecir ve sevab yönünden nâsın en büyüğü Ebu Bekir’dir.” demiş ve Hazret-i Osman’ın hareketini de tasvib ve takdir eylemiş­tir.

Hazret-i Sıddık’ın, iki sene ve üç aydan biraz fazla halifeliği sırasında Irak ve Suriye seferleri yapıldı. Irak’ın fethinin tamamlandığı ve Şam’ın da fethe­dildiği bir sırada henüz zaferi işitmeye zaman kalmadan 63 yaşında iken ve­fat etmiş, Resul-i Ekrem’in yanına gömülmüştür. (Radıyallahü anhü)» (Riyazüssalihîn Hadislerinin Ravileri Olan Ashab-ı Kiram’ın ve Hadis İmamlarının Hal Tercemeleri. Hasan Hüsnü Erdem, Diyanet Yayınları, 1964 Ankara sh: 54)



738- «Hazret-i Ebu Bekir’in halife intihab olunması: Buhari’nin Ebu Be­kir’in (R.A.) menakıbı hakkındaki babında Hazret-i Aişe’den rivayetine göre:

Hazret-i Ebu Bekir, Mescid-i Saadet’teki hutbesini bitirip, ashabın heye­canını teskin ettikten sonra bir de duymuştu ki, Ensar Benî Saide sakifesinde (sofasında) Sa’d bin Ubade’nin başına toplanarak “Biz (Ensar)dan bir emir, siz (Muhacirler)den de bir emir nasb olunmalıdır” diyorlardı. Bunun üzerine Ebu Bekir, Ömer’le Ebu Ubeyde’yi yanına alarak Benî Saide sofasına gitti. İrad ettiği beliğ bir hutbesinde, artık Arab’ın kadim bedeviyet hayatı ve her kabilenin bir emir ile idaresi zamanı geçtiğini ve müslümanların İslâm mede­niyetine göre yalnız bir devlet reisinin idaresi altında toplanmaları zaruri ol­duğunu izah ettikten sonra: “Bizden emir, sizden vezir olur!” dedi ve Ömer’le Ebu Ubeyde’yi göstererek: “İşte bunlardan birine biat edi­niz” dedi. Bunun üzerine Hazret-i Ömer: Ya Eba Bekir! Bu işe sen hepimizden lâ­yık­sın!” diye Ebu Bekir’e biat etti. Bunu da umumi biat takib etti.» (S.B.M. 11. cild, 1671. hadisin izahından)



739- Aynı eser 12. cild 1915. hadisin son kısmı şu mealdedir:

«Ya Aişe! (hattâ) şimdi Ebu Bekir’e ve oğluna haber göndermek ve hila­fet de­dikoducularının sözlerinden ve hilafet umanlarının temennilerinden nefret ederek- hilafeti Ebu Bekir’e vasiyet etmek arzu ettim. Fakat sonra dü­şündüm ki; Allah, (hi­lafeti Ebu Bekir’den başkasına müyesser kılmaktan) imtina eder. Mü’minler de Ebu Bekir’den başkasının halife olmasını men’ederler. Yahut Allah Teâla (Ebu Be­kir’den başkasının halife olmasını) men’eder. Mü’minler de (Ebu Bekir’den başka­sına biat ve mütabaattan) im­tina ederler.»



740- Ebu Bekir’in (R.A.) hilafette tekaddüm liyakatına dair, ülema hayli beyan­larda bulunmuşlardır. Meselâ: Kur’an (66:4) âyetinin mealinde şöyle deniliyor:

«“Daima hatırda tutup anın o vakti ki, Peygamber zevcelerinden birine sır ola­rak bir söz söylemiş, bu sözü kimseye söyleme demişti.” Bu sır ne idi?... Bizim ka­naatimizce burada söylenen sır, diğer bir söz olmak gerektir. Şöyle ki:

Hazret-i Peygamber’in, kendisinden sonra imametin Ebu Bekir’e ve Ömer’e geçeceğini Hafsa’ya bir tebşir olarak haber vermiş ve ketmini em­reylemiş olmasıdır. Tefsirlerin bir çoğunda zikredilmiş olan bu haber, gerçi kütüb-ü sittede nakledil­memiştir... Meymun İbn-i Mihran da dedi ki: Hadis, Peygamber’in Hafsa’ya sır ola­rak söylediği şu hadistir:

}«4«Ÿ¬' >¬f²Q«" ²w¬8 >¬h²8«~ ¬–_«U¬V²W«< «h«W­2«— «h²U«"_«"«~ Å–¬~

“Ebu Bekir ve Ömer benden sonra hilafeten benim emrime mâlik ola­caklar­dır.” Alusi de bu rivayetleri daha cem’iyyetli toplıyarak demiştir ki: İbn-i Mardıye, İbn-i Abbas’tan ve İbn-i Ebî Hatim, Mücahid’den tahric et­mişlerdir.» (E.T.5111-5112)

S.B.M. ci: 2, 292. hadisinden de Ebubekir’in (R.A.) hilafette tekaddüm hakkı istidlal edilir.



741- Ebu Bekir’in (R.A.) fazileti hakkında müteaddit rivayetler vardır. Ezcümle bir hadiste mealen: «Bir kere Nebi Sallallahü Aleyhi Vesellem’in huzururuna bir ka­dın gelmişti. (avdet ederken) Resulullah, kadına (tekrar) müracaat etmesini emir bu­yurmaları üzerine, kadın sanki Resulullah’a vefa­tından kinaye ederek:

-Ya ben gelir de seni bulamazsam? diye sordu. Sallallahü Aleyhi Vesellem: “Şa­yet beni bulamazsan Ebu Bekir’e müracaat et!” diye cevab verdi..

Buhari’nin Resulullah’dan sonra ashab-ı kiram içinde Ebu Bekir Radıyallahü Anh’ın fazileti haiz bulunduğuna dair Abdullah bin Ömer’den de bir rivayeti vardır. İbn-i Ömer der ki: Biz, Nebi Sallallahü Aleyhi Vesellem’in hayatı zamanında, ashab içinde falan filandan hayırlıdır, falan da filandan hayırlıdır, diye görüşürdük ve neti­cede Ebu Bekir’i, sonra Ömer bin Hattab’ı, sonra Osman bin Affan’ı (Radıyallahü anhüm) hayırlıdır, der idik.

Müellifin burada Ebubekir’in fazileti hakkında Abdullah bin Abbas’dan da şu rivayeti vardır: Peygamber Efendimiz buyurmuştur ki: Muhabbeti sa­mimi ve zevali gayr-ı kabil bir dost edinecek olsaydım, hiç şüphesiz Ebubekir’i intihab ve ittihaz ederdim. Fakat o benim din kardeşim ve ha­zarda, seferde arkadaşımdır. Bir riva­yette de hadisin son fıkrası: Lâkin İslâm kardeşliği daha faziletlidir, suretinde varid olmuştur.» (S.B.M. ci: 9 hadis: 1485)



742- «Nebi Sallallahü Aleyhi Vesellem (hepimize hitab ederek):

-Şüphesiz ki Allah beni size peygamber göndermişti. Bunu size tebliğ et­tiğimde hepiniz beni yalanlamıştınız da (nübüvvetime yalnız) Ebubekir inanmıştı. Ve uğ­rumda canını, malını feda etmişti, buyurdu. Sonra Resulullah iki kere:

-Şimdi ashabım! Siz (bu aziz) dostumu bu nisbetiyle, bu hususiyetiyle bana bı­rakırsınız değil mi? buyurdu. (Ravi Ebudderda der ki:) Ebubekir hak­kında izhar olunan bu tazim üzerine badema onun hatırı için incitilmedi.» (*) (S.B.M. ci: 9 ha­dis: 1487)

743- «Hazret-i Ali’nin oğlu Muhammed Binülhanefiyye der ki: Bir kere ba­bama: “Resulullah Sallallahü Aleyhi Vesellem’den sonra halkın en hayırlısı kimdir?” diye sordum. Babam: “Ebubekir’dir.” dedi. Ben: “Sonra kimdir?” dedim. Babam: “Ömer’dir.” dedi. Doğrusu ben, babam Osman derse diye korktum da: “Ömer’den sonra sensin!” dedim. Babam: “Oğlum ben, müslümanlardan bir kişi olmaktan başka bir şey değilim!” dedi (ve tevazu gösterdi).» (S.B.M. ci: 9 hadis: 1488 izah kısmı)

Hem S.M. 7. cild sahife: 283’de 11. hadis şu mealdedir: «Aişe (R.A.) şöyle dedi: Resulullah (A.S.M.) hastalığı içinde bana şöyle buyurdu: Bana Ebubekir’i ve karde­şin (Abdurrahman)’ı çağır da bir mektub yazdırayım. Çünki ben bir heveskârın te­menni ve arzuya düşmesinden ve bir sözcünün de: Ben daha haklıyım, demesinden endişe ederim. Halbuki Allah ve mü’minler, Ebubekir’den başkasına rıza göster­mez.» (Bak: Hilafet)

Kur’an (4:69) âyeti, Ebubekir’in (R.A.) salahatına; (9:40) âyeti de yâr-ı gar şere­fine nailiyetine işaret eder. T.T. 3.ci., sh: 567’deki babda Ebubekir’in (R.A.) fazilet­lerinden bahsedilir.

744- qqEBU CEHİL uZ% Y"~ : “Cehalet babası” demek olan bu ke­lime, Hz. Resul-i Ekrem (A.S.M.) zamanında mucizeleri ve çok delilleri ve Peygamber Aleyhissalatü Vesselâm’ı gördüğü halde iman etmeyen, din düş­manı, puta tapan gu­rurlu bir müşrikin lakabıdır. Bedir gazasında öldürüldü. (Bak: 747.p.)

745- qqEBU EYYUB-İL ENSARÎ z‡_M9¶ž~ Y±<~ Y"~ : Sahabe-i Ki­ram’dan olup Halid bin Zeyd-i Hazrecî diye de anılır. Hicretten sonra Pey­gamberimiz’e (A.S.M.) ilk mihmandarlığı yapmış idi. Hicretin 50. yılında pir-i fani olduğu halde teberrüken Kostantiniyye’nin fethine azimet eden İslâm ordusu ile harbe iştirak etmiş, İstanbul surları dışında hastalanarak vefat et­miş ve böylece şehidlik maka­mını da kazanmıştır. Sonradan ancak Sultan Mehmed Fatih’in Hocası Akşemseddin Hazretleri tarafından mezarı keşf edilmiştir. 150 hadis-i şerf nakletmiştir. (R.A.) (Bak: 1440.p.)

qqEBU HANİFE yS[X& Y"~ : (Bak: İmam-ı A’zam)

qqEBU-L HASAN-I ŞAZELÎ |7ˆ_- wKE7~ Y"~ : (Bak: Şazelî)

745/1- qqEBU HÜREYRE ˜h


Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   30   31   32   33   34   35   36   37   ...   169




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin