İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə73/169
tarix15.01.2018
ölçüsü13,72 Mb.
#38491
1   ...   69   70   71   72   73   74   75   76   ...   169

1712- İslâmdan önceki cahiliye devrinde, sefaheti tahrik unsuru ve fitne­nin bü­yük âmili olan hayasız kadınlar, erkekler arasında açık-saçık ve dikkati kendilerine çekecek süs ve eda ile gezerlerdi. Ezcümle Kur’an (7:26-28) âyetlerinin tefsirinden kısmen alınan izahlarda şu bilgi veriliyor:

“(7:26) ²•«…³~|¬X«"_«< Ey Âdem oğulları!

²v­U¬#³~²Y«, >¬‡~«Y­< _®,_«A¬7 ²v­U²[«V«2 _«X²7«i²9«~ ²f«5 Muhakkak ki biz üzerinize fena yer­lerinizi örter, setr-i avret eder bir libas _®L<¬‡«— bir de rîş, yani cemal ve mef­haret kisvesi yahut servet ü refah indirdik... Bu miyanda >«Y²TÅB7~ ­‰_«A¬7«— Takva libası-hiss-i takva veya hiss-i takva ile giyim, yani hiss-i haya ve haşyetullah ile giyilen ve biiznillah maddi ve manevi ayıbdan, fenalıktan, za­rar ve mehlekeden vikaye edecek olan korunmak elbisesi yok mu «t¬7† bu °h²[«' hayr-ı mutlaktır... (7:27) ²•«…³~ |¬X«" _«< Ey Âdem oğulları! ­–_«O²[ÅL7~ ²v­UÅX«X¬B²S«< «ž Sakının Şeytan (bilhassa cahiliye devresinin hayatını isteyen ha­ya­sız insî şeytanlar) sizi meftun etmesin!

_«W¬Z¬#³~²Y«, _«W­Z«<¬h­[¬7 _«W­Z«,_«A¬7 _«W­Z²X«2 ­¬i²X«< ¬}ÅX¬D7²~ «w¬8 ²v­U²<«Y«"«~ «‚«h²'«~_«W«6

Ebeveyninizin, babanızın, ananızın sev’elerini- fena yerlerini, Mücahid’in tefsirine göre kendilerine fenalık veren ma’siyetlerini (nefsin günaha bil-kuvve olan meyl-i fıtrîsini tahrik ile bilfiile çıkarıp) kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak-üzerlerindeki libas-ı takvayı sıyırtarak Cennet’ten çıkmalarına sebeb olduğu gibi sizi de aldatıp fitne ve mihnete (irticaî ve çıl­gın sefahete) düşürmesin, sakının!

²v­Z«9²—«h«# «ž ­b²[«& ²w¬8 ­y­V[¬A«5 «Y­; ²v­U<«h«< ­yÅ9¬~ Çünkü o ve o kabilden olanlar sizi, sizin onları görmiyeceğiniz cihetten görürler (zayıf damarlarınızdan ve mim­siz me­deniyetin sefahetine tedricen alıştırarak gaflete düşürüp iğfal ederler)

«–Y­X¬8ÌY­< «ž «w<¬gÅV¬7 «š_«[¬7²—«~ «–_«O²[ÅL7~ _«X²V«Q«% _Å9¬~ Muhakkak ki biz (insî ve cinnî) şeytanları iman şanından olmıyan imansızların evliyası (velileri, amir­leri, iş başları, başlarına musallat karinleri, arkadaşları) kılmışızdır.

(7:28) ®}«L¬&_«4 ~Y­V«Q«4 ~«†¬~«— O imansızlar (münafıklar) bir fahişe, bir edebsizlik yaptıkları zaman da_«Z¬" _«9«h«8«~ ­yÁV7~«— _«9«š_«"³~ _«Z²[«V«2 _«9²f«%«— ~Y­7_«5 Biz

atalarımızı bunun üzerinde bulduk, Allah da bize böyle emretti (sefahet ve ezvak-ı nefsiyeyi Allah halketti; biz de bunlara göre zevkleniyoruz) dediler. (Allah’ın yasak­larını inkâr ettiler)” (E.T.2145-2148 arasında telhisen alındı)

Görüldüğü gibi Kur’an lisanında hakiki irtica’ın mahiyeti böyledir.



Atıf notları:

-Avrupa hayat şekline uyan müslümanın, irtidada düşmek tehlikesi, bak: 2744.p.da bir âyet notu.

-Kadınların açık saçıklığı asr-ı cahiliyete bir irticadır, bak: 3788.p.

-Âhirzaman fitnesinde marufa irtica manasında bakılacağı, bak: 985.p.

1713- Böyle irticaî cemiyetlerde kaviler zayıfları ezer, merhametsizlik ve vahşet hükmeder. Mehmed Akif Ersoy “Safahat” adlı eserinde bu hakiki mürtecilere şiirle şu müskit cevabı veriyor:

«Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim.

Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.

Adam aldırma da geç, git diyemem, aldırırım.

Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.

Zalimin hasmıyım ama, severim mazlumu.

İrtica’ın şu sizin lehçede manası bu mu!...»

Beşer dünyasında yer-yer ve zaman-zaman bu tarz vahşet hayatına döne­rek medeniyet maskesi altında bir kısım mürteciler türerler ve münafıkane bir yol ile halkı iğfale ve idlale çalışırlar.

Bu vahşi mürtecilerin, müslüman ecdadı lanetlemek küstahlığına düşe­cekleri de rivayette bildirilir. (Bak: 2049.p.sonu)

1714- İrticaı takbih eden hadisler de vardır. Ezcümle: S.B.M. 12. cild. 2175. ha­diste ve ibn-i Mace, Kitab-ül Fiten, 17. bab, 3994. hadiste : Ümmet-i İslâmiyenin kendilerine önceki cahiliye âdetlerine uyan milletlere her cihetle uymalarıyla düşe­cekleri dalaletleri tasvir edilir (Ehl-i bid’aya hürmet etmemek, bak: 455.p.)

Kur’an (31:21) ve emsali bazı âyetlerde, İslâma uymak davetine karşı “Biz atala­rımızın izinden gideriz” diyen mürtecilere işaret eder. (26:74) âyeti de putperestlik irticaını anlatır.

Avrupa memleketlerinden yayılan mimsiz (yani tedenni etmiş) medeni­yette, vahşet ve cahiliyet devrelerinin âdetlerine çok rastlanır. (Bak: Medeniyet) Bilhassa nefsanî âdetlerine gösterdikleri taassub (Bak: Taassub) onları, irşad imkânından da mahrum ediyor.

Bir hadis-i şerifte de medeniyet maskesi altında saklanmak isteyen hakiki mür­teciler şöyle tarif ediliyor: “ ¬}Å[¬V¬;_«D²7~ «}ÅX­, ¬•«Ÿ²,¬ž²~|¬4 ¬q«B²A­8 Yani: İs­lâm camiası içinde cahiliyet âdetini araştırıp, onu bulup yaşatmak isteyen mür­teci” diye beyan ediliyor. (168)



1715- Mezkûr hakikatı Bediüzzaman Hazretleri, ikinci meşrutiyet devre­sinde yazdığı “Münazarat” adlı eserinde tenkid ettiği muhatablarının, hakikatta 30-40 sene sonra ortaya çıkan hakiki mürteciler olup o eseriyle bu mürtecilere hitab ettiğini şöyle ifade eder:

“Eski Said’in matbu eski eserlerinden birisi elime geçti. Merak ve dik­katle bak­tım. Bu gelen fıkra kalbe geldi. Münasibse Mektubat ahirinde yazıl­sın.

Evvela: Hürriyetin üçüncü senesinde aşairler arasında meşrutiyet-i meşruayı aşaire tam bildirmek ve kabul ettirmek için Ertuş aşairi içinde hususan Küdan ve Mamhuran’a verdiği ders ve 1329’da Matbaa-i Ebuzziya’da tab’edilen, kırkbir sene evvel tab’edilmiş fakat maatteessüf yirmi-otuz seneden beri arıyordum. bulamamış­tım. Bu def’a birisi bir nüsha bulup bana göndermiş. Ben de Eski Said kafasını alıp ve Yeni Said’in sünuhatıyla dikkatle mütalaa ettim. Anladım ki Eski Said acib bir hiss-i kab­lelvuku ile otuz-kırk sene sonra şimdi vukua gelen vukuat-ı maddiye ve maneviyeyi hissetmiş. Ve bedevi Ekrad aşairi perdesi arkasında bu zamanın medeni perdesini kendilerine maske yapan ve vatanperverlik perdesi altında dinsiz ve hakiki bedevi ve hakiki mürteci; yani bu milleti, İslâmiyet’ten ev­velki âdetlerine sevk eden hainleri görmüş gibi onlarla konuşup başlarına vu­ruyor.” (E.L.II.110)

1716- Bu irtica yaygarası, 1909 siyasî dalgalanmalar devresinde de yapılı­yordu. Kur’an (4:83) (33:60 âyetlerinde tenbih ve tehdid edilen ve bir kısım eracif ehli olan cerideler ve mevkuteler ortalığı karıştırmıştı. Yine Bediüzzamam Hazretleri bu müstebidlere de cevab vermiş ve hakikat-ı hali ortaya koymuştu. Bu beyanlardan birkaç kısa nümuneler verelim:

“Vakta ki hürriyet divanelikle yadolunurdu; zaif istibdad, tımarhaneyi bana mekteb eyledi. Vakta ki i’tidal, istikamet; irtica ile iltibas olundu, meş­rutiyette şid­detli istibdad, hapishaneyi mekteb eyledi.” (İ.M.Ş.9)

“Eğer meşrutiyet bir fırkanın istibdadından ibaret ise ve hilaf-ı şeriat ha­reket ise: °p¬D«#²h­8 |¬±9«~ ¬–«Ÿ«TÅC7~ ¬f«Z²L«[²V«4 (*) Zira yalanlarla ittihad yalandır ve ifsadat üzerine müesses olan ism-i meşrutiyet fasiddir. Müsemma-yı meşru­tiyet; hak, sıdk ve imtiyazsızlık üzerine beka bulacaktır.” (İ.M.Ş.34)

“Bunu da derim ki: Siyaseti dinsizliğe âlet yapan bazı adamlar, kabahatını setr için başkasını irtica ile ve dinini, siyasete âlet yapmakla itham ederler. Şimdiki hafi­yeler, eskisinden beterdirler.” (İ.M.Ş.12)

“Divan-ı Harb-i Örfî’de, mahkemedeki paşaların: “Sen de mürtecisin, şeriat is­temişsin” diye suallerine karşı idame beş para kıymet vermeyip, cevab en: Eğer meşrutiyet bir fırkanın istibdadından ibaret ise, bütün cin ve ins şahid olsun ki; ben mürteciyim ve şeriatın birtek mes’elesine ruhumu feda etmeğe hazırım.” (Ş.449)

1717- Bediüzzaman Hazretlerinin Afyon mahkemesinde de aynı mesele ileri sü­rülmüştü. Ezcümle ehl-i vukuf raporunda:

“Suçlarından diye: “Tekye ve zaviyelerin ve medreselerin kapatılması ve laikli­ğin kabulü, İslâmiyet yerine milliyet esaslarının konulması, şapka giyil­mesi, tesettü­rün kaldırılması, latin harflerinin huruf-u Kur’aniye yerinde ceb­ren kabulü, Türkçe ezan ve kamet okunması, mekteplerde din derslerinin kaldırılması, kadınlara erkek­ler derecesinde irsiyet ve hak tanınması ve teaddüt-ü zevcatın kaldırılması gibi inkılab hareketlerini bid’at, dalalet, ilhaddır diyen, irtica ile suçludur.” diye yazmış­lar.

Ey insafsız hey’et! Eğer her asırda üçyüzelli milyonun kudsi ve semavi rehberi ve bütün saadetlerinin programı ve dünyevî ve uhrevî hayatın mu­kaddes hazinesi olan Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın tesettür ve irsiyet ve teaddüd-ü zevcat ve zikrullah ve ilm-i dinin dersi ve neşri ve şeair-i diniyenin muhafazası haklarında gelen ve te’vil kaldırmaz sarih çok ayat-ı Kur’aniyeyi inkâr etmek ve bütün İslâm müçtehidlerini, umum şeyhülislâmları suçlu yapmak mümkün ise ve mürur-u za­manı ve müteaddid mahkemelerin beraetlerini ve af kanunları ve mahremiyet ve mahrem vechini ve hürriyet-i vicdan ve hürriyet-i fikri ve fikren ve ilmen muhale­feti memleketten ve hü­kümetlerden kaldırabilirseniz, beni bu şeylerle suçlu yapınız. Yoksa siz haki­kat ve hak ve adalet mahkemesinde dehşetli suçlu olursunuz.” (Ş.431) (Bak: 3841/1.p.)

Bir atıf notu:

-M.Kemal’in inkılab hareketlerini önceden gizli tuttuğuna dair bir hatıra, bak: 2194/1.p.

1718- “Eğer dinsizliği küfrü kendine meslek ittihaz eden bedbaht bir kı­sım adamlar, bir maksad-ı siyasînin perdesi altında hükümetin bazı erkânına hulul edip iğfal etseler veya memuriyet mesleğine girseler ve Risale-i Nur’u desiselerle imha ve beni tehdidleriyle susturmak için deseler: “Taassub za­manı geçti. Maziyi unutmak ve istikbale bütün kuvvetimizle müteveccih ol­mak lâzım gelirken, senin irticakârane bir surette dini ve imanı kuvvetli ders vermen işimize gelmez.!..”

Elcevab: Evvela o mazi zannedilen zaman ise, istikbale inkılab etmiş ve hakiki istikbal odur ve oraya gideceğiz.

Saniyen: Risale-i Nur, tefsir olduğu haysiyetiyle, Kur’an-ı Hakim ile bağ­lanmış. Kur’an ise, Küre-i Arzı Arş’a bağlayan cazibe-i umumiye gibi bir ha­kikat-ı cazibe­dardır. Asya’da hükmedenler; Kur’anın Risale-i Nur gibi tefsir­leriyle mübareze edemezler. Belki müsalaha ederler, ondan istifade ederler ve himaye ederler.” (T.H.235)

1719- “Müdafaatımın bütün safahatında gizli ve müdhiş bir komiteye karşı mü­bareze vaziyetini gösteren tarz-ı ifademdeki maksadım şudur:

Nasılki Hükümet-i Cumhuriye “Dini dünyadan tefrik edip bîtarafane kalmak” prensibini kabul etmiş; dinsizlere, dinsizlikleri için ilişmediği gibi; dindarlara da, dindarlıkları için ilişmemesi o prensibin icabatındandır. Öyle de; ben dahi bîtaraf ve hürriyetperver olması lâzım gelen Hükümet-i Cumhuriyeyi, dinsizliğe tarafdar ve entirikaları çeviren ve hükümetin me’murlarını iğfal eden gizli menfi komitelerden tefrik edilip, hükümetin onlardan uzak olmasını istiyorum; o entrikacılarla müba­reze ediyorum. O komitelerden, tesadüfle hükümetin me’muriyetine girenler, ciddi dindarlara takmak için iki kulp elinde tutmuş, garaz ettikleri dindarlara takıyorlar ve hükümeti iğfale çalışıyorlar. O iki kulpun birisi. O mülhidlerin, dinsizliğe temayül göstermemek manasıyla “irtica” kulpunu takıyor. Diğeri: Haşa ve haşa! dinsizliği, bu Hükümet-i İslâmiyetin ayn-ı siyaseti telakki etmediğimiz manasında “Dini siya­sete âlet etmek” kulpu ile lekelemek istiyorlar. (*)

Evet Hükümet-i Cumhuriye, o gizli müfsidlerin vatana ve millete muzır efkâr­larını elbette terviç etmez ve tarafdar olamaz. Menetmek, Cumhuriyetin kanunları­nın muktezasıdır. Ve öyle müfsidlere tarafdarlık ile, Cumhuriyetin esaslı prensiple­rine zıddı zıddına gidemez. Hükümet-i Cumhuriye, bizim ile o müfsidler mabey­ninde hakem hükmünü alsın. Hangimiz zalim ise tecavüz ve ediyorsa; o vakit ha­kem hükmünü versin ve hakimlik noktasında hük­münü icra etsin.

1720- Evet inkâr edilmez ki; kâinatta, dinsizlik ve dindarlık, Âdem za­manından beri cereyan edip geliyor ve kıyamete kadar gidecektir. Bu mes’elemizin künhüne vakıf olan herkes, bize olan bu hücumun, doğrudan doğruya dinsizlik hesabına dindarlığa bir taarruz olduğunu anlar. Ekser-i hükemanın Garbda ve Avrupa’da zu­huru; ve agleb-i Enbiyanın Şarkta ve Asya’da tulu’ları kader-i ezelînin bir işaret ve remzidir ki; Asya’da hâkim, galib, din cereyanıdır. Elbette Asya’nın ileri kumandanı olan bu Hükümet-i Cumhuriye, Asya’nın bu fıtrî hasiyetinden ve madeninden isti­fade edecek. Ve bîtarafane prensibini, değil dinsizlik tarafına, belki dindarlık tara­fına te­mayül ettirecektir.” (T.H. 240)

qqİRTİDAD …~f#‡~ : (Bak: Mürted)

1721- qqİSA (A.S.) |K[2 : Dört büyük Peygamberden birisidir. Ha­kiki Hristiyanlık dininin Peygamberidir. Kur’an-ı Kerim’de meziyet ve senası geçmekte­dir. İncil, mukaddes kitabıdır. Vahiy ile kendine gönderilmiştir. Ancak kendisinden sonra Havarileri tarafından yazılmıştır. Daha sonraları da tadilata ve tahrifata uğra­mıştır. (Bak: İsevilik, Mesih)

İki atıf notu:

-İsa (A.S.) mücerred idi, bak: 417/1.p.

-İsa (A.S.) dan sonra Cercis (A.S.), bak: 552.p.

1722- “İsa, Süryanice “İşu”dur. Nitekim bazı Hristiyanlar “Yesu” Frenkler “Jezü” derler. Bunun ism-i mensubu olan “Jezvit” “İsevi”, tabir-i aherle “Yesuî” demek ise de, Katolik papazlarının cemiyet-i mahsusalarına alem olmuştur ki, lisa­nımızda “Cizvit” tabir olunur.” (E.T. 405)

1723- “ İsa Aleyhisselâm otuz yaşına girince peygamberliğe ve İncil-i Şe­rife nail olmuş, Yahudileri irşada çalışmış, kendilerine güzel güzel öğütler vermiş, büyük mucizeler göstermişti. Fakat kendisine pek az kimse iman etmişti ki, onlara “Havariyyun” denilir, rivayete nazaran oniki zattan ibaret­tirler.

Hazret-i İsa’nın bir müddet validesiyle beraber Ürdün’e tabi “Nasire” karye­sinde ikamet etmiş olduğu, bu cihetle kendisine tabi olanlara “Nasara”, dinlerine de “Nasraniyyet” denilmiş bulunduğu mervidir.. İslâm âlimlerin­den, muhaddislerinden bir kısım zatlara göre de, İsa (A.S.) kırk yaşında iken peygamberliğe nail olmuş, yüzyirmi yaşında iken de semaya ref’ olunmuştur.

Hazret-i İsa’nın vasiyeti üzerine havarilerden bazıları öteye beriye dağılıp Hz. İsa’nin bildirdiği İlahî dini neşre çalışmak istediler. Fakat o zaman dün­yanın her ta­rafı cehalet içinde, küfr ve şirk içinde kalmış bulunuyordu. Ya­hudiler ile putperest olan Romalılar ise isevilerin en büyük düşmanları ke­silmişlerdi. iseviyeti kabul edenler, dinlerini gizliyor, gizlice ibadette bulunu­yorlardı. Binaenaleyh, Nasraniyet üçyüz sene kadar genişleyemedi. Bu müd­det içinde de mahiyetini büsbütün kay­betmiş, İlahî bir din olmaktan çıkmış oldu.

Yahudiler, Hz.İsa’nın hayatına su-i kasdda bulundukları gibi tebliğ ettiği dine de pek fena kasıdda bulunmuşlar, içlerinden bazıları İseviyeti zahiren kabul ederek dost görünmüş, halkın bilgisizliğinden istifade ederek Hz.İsa’nın tebligatını, talima­tını değiştirmiş, Nasraniyeti muharref, akıl ve hikmete muhalif bir hale getirmiş­lerdi.” (B.İ.İ. 492)



1724- Hz. İsa (A.S.)’ın vefatı ve ref-i sema mes’elesine gelince:

“ ­yÅV7~ «Ä_«5 ²†¬~ : Zira Allah o mekreden, su-i kasd yapan kâfir zalimlere rağmen İsa’ya dedi ki: (3:55) Å|«7¬~ «t­Q¬4~«‡«— «t[¬±4«Y«B­8 |¬±9¬~ |«K[¬2 _«< Ya İsa, seni ben vefat ettireceğim ve bana ref’edeceğim. ilh... teveffiy “vefa” dan me’huz olarak esas-ı lügatta istifa gibi tamamen kabzedip almaktır. Lakin ziruha ve bilhassa insana taalluk ettiği zaman, vefat ettirmek yani eceline ye­tiştirip ruhunu kabzetmek mana­sında zahir ve müteareftir. Binaenaleyh bir delil bulunmadıkça diğer bir mana ile te’vili caiz bulunmaz. Lakin burada mekir manasıyla alâkadar bulunmak üzere sure-i Nisa’da (âyet: 157):

²v­Z«7 «y¬±A­- ²w¬U«7«— ­˜Y­A«V«. _«8«— ­˜Y­V«B«5 _«8«— âyeti onların Mesih İsa ibn-i Mer­yem Resulullahı ne katl ne salbedemediklerini ve lakin şüpheye düşürüldük­lerini saraha­ten beyan etmiş, Hz. Peygamber’den dahi “İsa ölmedi. Yevm-i kıya­metten evvel size dönecektir.”

¬}«8_«[¬T²7~«•²Y«< «u²A«5 ²v­U²[«7¬~ °p¬%~«‡ ­yÅ9¬~«— ²a­W«< ²v«7|«K[¬2 Å–¬~ hadis-i şerifi gibi ha­dis­ler dahi varid olmuş bulunduğundan buradaki «t[¬±4Y«B­8 az çok hilaf-ı za­hir bir mana ile te’vil olunmak iktiza etmiştir. Bunun için müfessirîn burada yedi-sekiz ka­dar mana beyan eylemişlerdir.” (E.T. llll) (İsa (A.S.) hayattadır, bak: 1605.p.)



1725- “Kat’i ve sahih rivayette var ki: “İsa Aleyhisselâm büyük Deccal’ı öldü­rür.” (169)

Vel’ilmü indallah. bunun da iki vechi var:

Bir vechi şudur ki: Sihir ve manyetizma ve ispirtizma gibi istidracî hâri­kalarıyla kendini muhafaza eden ve herkesi teshir eden o dehşetli Deccal’ı öldürebilecek, mesleğini değiştirecek; ancak hârika ve mu’cizatlı ve umumun makbulü bir zat ola­bilir ki: O zat, en ziyade alâkadar ve ekser insanların pey­gamberi olan Hazret-i İsa Aleyhisselâm’dır.

İkinci vechi şudur ki: Şahs-ı İsa Aleyhisselâm’ın kılıncı ile maktul olan şahs-ı Deccal’ın teşkil ettiği dehşetli maddiyunluk ve dinsizliğin azametli heykeli ve şahs-ı manevîsini öldürecek ve inkâr-ı uluhiyet olan fikr-i küfrîsini mahvedecek ancak isevi ruhanileridir ki; o ruhaniler, din-i isevinin hakikatını hakikat-ı İslâmiye ile mez­cederek o kuvvetle onu dağıtacak, manen öldüre­cek. Hatta “Hazret-i İsa Aleyhissalâm gelir, Hazret-i Mehdi’ye namazda iktida eder, tabi olur.” (170) diye riva­yeti bu ittifaka ve hakikat-ı Kur’aniyenin metbuiyetine ve hâkimiyetine işaret eder.” (Ş. 587)



Bir atıf notu.

-İslâm- Hristiyan ittifakı, bak: 785-787.p.lar.

1726- Sahih-i Buhari 34. kitab, 102. bab ve Sahih-i Müslim 52. Kitab-ül Fiten, 9. ve 23. bablar ve 2937. hadis ve ibn-i Mace 36. Kitab-ül Fiten, 33. bab, nüzul-u İsa (A.S.) ve Deccal’a karşı icraatları hakkındadır. Yine Sahih-i Buhari 60. kitab. 49. bab ve Sahih-i Müslim l. Kitab-ül iman, 71. bab dahi nüzul-ü İsa (A.S.) ve Kitab-ül Fezail, 40. bab. fezail-i İsa (A.S.) hakkındadır.

Birkaç atıf notu:

- Nüzul-ü İsa (A.S.) rivayeti, bak: 1441. p.sonu

-İsa (A.S.) nüzul edeceği rivayatının hakikatı bak: 1000/3,1251.1735-2037-2039.p.lar

-İsa (A.S.) ın nüzulünü herkes bilmez, bak: 1631.p.sonu

1727- Hz. İsa (A.S.) hakkında yanlış bir te’vile cevab:

“Bir doktor Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın pederi varmış diye (*) divanece­sine bir te’vil ile âyetten kendine güya şahid gösteriyor...

(3:59) «•«…³~ ¬u«C«W«6 ¬yÁV7~ «f²X¬2 |«K[¬2 «u«C«8 Å–¬~ gibi nusus-u kat’iyye ile Hazret-i İsa Aleyhisselâm pedersiz olduğu kat’iyyeti varken, tenasüldeki bir kanunun muhalefe­tini gayr-ı mümkün telakki etmekle, vâhî te’vilat ile bu metin ve esaslı hakikatı de­ğiştirmeğe teşebbüs edenlerin sözüne ehemmiyet verilmez ve ehemmiyete değmez. Çünki hiçbir kanun yoktur ki; şuzuzları ve nadirleri bulunmasın ve haricine çıkmış ferdler bulunmasın. Ve hiç bir kaide-i külliye yoktur ki, hârika ferdler ile tahsis edilmesin. Zaman-ı Âdem’den beri bir ka­nundan hiç bir ferd, şüzuz etmemek ve haricine çıkmamak olamaz. Evvela, bu kanun-u tenasül mebde’ itibariyle ikiyüzbin enva-ı hayvanatın mebde’leriyle hark edilmiş ve nihayet verilmiş. Yani en evvelki pederleri adeta Âdemleri hükmünde ikiyüzbin o evvelki pederleri, kanun-u tenasülü hark etmişler. Peder ve valideden gelmemişler. O kanun haricinde vücud ve­rilmiş. Hem her baharda gözümüzle gördüğümüz yüzbin envaın kısım-ı a’zamı hadsiz efradları, kanun-u tenasül haricinde yaprakların yüzünde, taaf­fün etmiş maddelerde o kanun haricinde icad edilir. Acaba mebde’inde ve hatta her senede bu kadar şazleriyle yırtılmış, zedelenmiş bir kanunu, bindokuzyüz senede bir ferdin şuzuzunu aklına sığıştıramayan ve nusus-u Kur’aniyeye karşı bir te’vile yapışan bir akıl, kaç derece akılsızlık ettiğini kı­yas et. O bedbahtların kanun-u tabiî tabir ettiği şeyler, emr-i İlahî ve irade-i Rabbaniyenin küllî bir cilvesi olan, âdetullah kanunlarıdır ki; Cenab-ı Hak o âdatını bazı hikmet için değiştirir. Herşeyde ve her karnda irade ve ihtiyarı­nın hükmettiğini gösterir.

Hârukulâde bazı ferdlerde hark-ı âdet eder: (3:59)

«•«…³~ ¬u«C«W«6¬yÁV7~ «f²X¬2|«K[¬2«u«C«8 Å–¬~ fermanıyla bu hakikatı gösterir.” (O.L. 125)

Bir atıf notu:

-İsa (A.S.) “Mesih” namı verilmesinin sebebi, bak. 249.p

1728- İsa (A.S.) hakkında Kur’andan birkaç not:

-Hz. İsa’nın (A.S.) beyyineler (mu’cizeler) verilip Ruh-ül Kudüs ile müeyyed kılın­ması: 2:87,253)

-Hz.İsa’nın (A.S.) Hz. Meryem’e bir kelime olarak müjdelenmesi ve isminin Me­sih- İsa olması: (3:45) . Beşikde iken konuşması: (3: 46)

-”Kün” emriyle yaratılması: (3:47)

-Yazı, hikmet, Tevrat ve İncil’in öğretilmesi: (3:47)

-Benî-İsrail’e peygamber olarak gönderilmesi ve çamurdan yapılmış kuş suretini canlandır­mak ve hastalara şifa ve ölüyü ihya mu’cizeleri: (3:49)

-Tevrat’ı tasdik edici olmakla beraber bazı muharrematını kaldırması: (3:50)

-Hz. İsa’ya (A.S.) ibnullah diyenlerin hatasını gösteren (innî abdullah) ifadesi: (19:30) (72: 19)

-İsa (A.S.) Allah’ın kulu ve resulüdür: (3:60)

-Allah benim ve sizin rabbinizdir demesi: (3:51) (43:64)

-Ehl-i Kitab, ölümünden önce Hz. İsa’ya iman edecekleri: (4:159)

-Teslis akidesinin tenkidi: (4:171, 172) (5: 17,72,73,75,l16) (9:30,31) (43: 59)

-Ruh-ul Kudüs ile müeyyed kılınması; beşikte tekellümü kitab, hikmet, Tevrat ve İncil’in öğretilmesi; ihya ve şifa mu’cizeleri, su-i kasddan necatı: (5:110) (Bak 1323.p.da âyet notu)

-Maide-i semaviye (semadan indirilen sofra mu’cizesi) (5:l12 ilâ l15)

-Mu’cize olarak babasız yaratılması: (3:59) (19: 16 ilâ 34)

-Hz. İsa’nın vefatı: (19: 33)

-Hz. Meryem’e nefh-i ruh edilmesi (21: 91)

-İsa (A.S.) saat (kıyamet) için bir alâmet ve ilim olduğu: (43:61)

Rivayetlerde, “Her doğan çocuğa şeytan temas eder, fakat Meryem ve İsa’ya temas edeme­miştir.” buyurulur. (Buhari 60/44 ve 65, sure: 3 bab: 2; Müslim kitab: 43, hadis: 146,147)

-Hz. isa’nın kıyamet alâmetleri hakkındaki bilgisi: Bak: 2050.p.

1729- qqİSBAT €_A$É~ : Doğruyu delil göstererek meydana koymak. De­lil ve şahitle bir fikrin sıhhatını göstermek. İtiraf, ikrar ve tasdik etmek. *Sabit ve muh­kem kılmak. *Baki ve payidar eylemek. *Delil. Bürhan, Şahid (Bak: Delil, Hads, İrşad)

1730- Bazı insanlar birşeye akılları ermeyince, hemen o şeyin inkârına gi­derler Halbuki insan aklı, bilmediği çok şeyleri zamanla öğrendiği gibi pek çok şeyleri de bilememektedir. Hem bir şeyin varlığını bilmek başkadır, ma­hiyetini bilmek başka­dır. Bazı şeyler var ki, varlıağını biliriz fakat mahiyetini bilmeyiz.

Hem herbir şeyin kendine has isbat delilleri vardır. Meselâ kimyaya ait inceleme ve isbatlar, laboratuvarda yapıldığı için, sosyolojiye ait meselelerin isbatını da kimya metotlarıyla isteyen adam cehlini ilan eder. Öyle de: İstidlalata dayanan mücerred mefhumlar dahi mahsusat âleminde maddi öl­çülerle ölçülmez ve anlaşılmaz.

Hem bazı meseleler de var ki, o meselelerin mütehassısı olmayanlar bi­lemez. Zamanımızda âdiyat haline gelmiş ve mahiyetlerine dikkat edilmedi­ğinden ülfetle basit zannedilen öyle fennî keşfiyatlar var ki; bunlar üç-beş asır önceki insanlara söylenebilse idi, kabul etmeleri imkânsız olurdu. Me­selâ: Televizyonla görünen re­simlerin ve işitilen seslerin hakikatları, oturdu­ğumuz odanın içinde ve atmosfer sa­hasında varken ve bu ses ve suretlerin hakikatları, kulağımızın içinde ve gözümüzün önünde bulunurken, onları ne görebiliriz ve ne de işitebiliriz. Eğer verici istasyonlar olup ta alıcı cihazlar olmasaydı, havada bulunan bu ses ve suret dalgalarının varlı­ğını bu zamanda dahi bazı kimseler akıllarına sığdıramaz ve kabul edemezlerdi. Demek gör­mediğim şeye inanmam diyen adam ancak cehlini ilan eder. Hem mü­him bir kaidedir ki; adem ve nefiy isbat edilmez. Çünki yokluğun vücudu yoktur ki, olduğu yerde gösterilsin. Hem yokluğun eseri de yoktur ki, eserinden kendi­sinin varlığına istidlal edilsin. O halde inkâra dayanan iddialar, çok kere ha­yalî ve delilsiz iddialardır. (Bak: adem-i Kabul ve 1894.p.)


Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   69   70   71   72   73   74   75   76   ...   169




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin