Hakkı GÖKTÜRK
| DÜĞMECİLER MEKTEBİ SOKAĞI —Eyyub
f ,
•da Düğmeciler Mahallesindedir; Düğmeciler Caddesi ile Bıçakçı Eyyub Sokağı arasında uzanır; bir kenarında bir bostan, öbür kenarında da ağaçlarla bezenmiş bir arsa, biri kagir biri ahşab iki ev bulunan bir aralık sokakdır (mayıs 1966).
1934 Belediye Şehir Rehberinin bu semte âid plânında kartograf bu sokağın adını yanlış olarak «Dökümcüler Sokağı diye yaz-mışdır; aynı rehberin alfabetik sokak isimleri cedvelinde ise, Düğmeciler Sokağı diye kayıdlı-dır ve aynı paftada aynı yere at-fedilnıişdir; cedvelde «Dökümcüler Sokağı» diye de bir sokak yoktur (Adı geçen rehber, pafta 9/121).
Hakkı GÖKTÜRK
DÜĞMECİLER MESCİDİ —
Eyyubda Düğmeciler semtinde, Düğmeciler Caddesi ile Oluklu-bayır Sokağı kavuşağındadır. Hadikatül Cevâmi şu malûmatı veriyor :
ANSİKLOPEDİSİ
«Oluklubayır kurbindedir; banisi Düğme-cizâde Mehmed Bakır Efendidir, kendisi de orada medfundur, Anadolu kadıaskerliğinden mâzul iken hicrî 998 de (milâdî 1589 - 1590) vefat etmişdir, Mehmed Bakir Efendi iki defa da istanbul Kadılığında bulunmuşdur. Bu mescid bir kaç defa tamir edilmişdir, ve son olarak Sultan Mahmud Han efendimizin (ikinci Sultan Mahmudun) haremi hümâyunlarında üçüncü haznedar Lülezar Kalfanın himmeti ile beş kese akçe sarfedilerek hicrî 1238 yılında (milâdî 1822 - f823) tamir edildi, evvela şadırvan yollan yapılarak su getirildi, tamir edilen bina da yeni hasırlarla döşendi. Mescidin mahallesi vardır»; Hadikatül Cevâmi müellifi Ayvansa-raylı Hüseyin Efendi, Lâ-lezar Kalfayı bu mescidin tamirine kendisinin teşvik ettiğini de kaydediyor.
Tahsin öz «istanbul Camileri» isimli eserinde bu mescidi «Dökmeciler Camii» adı ile almıgdır; semt ve mescid halk ağzında yüz yıllar boyunca Düğmeciler diye anıla gel-mişdir; arab asıllı Türk harfleri ile «Düğmeciler» ve «Dökmeciler» aynı şe--kilde yazılır, üstadın bu imlâ benzerliği karşısında yanıldığını zan ediyoruz.
1894 yılındaki büyük zelzelede yıkılmış, Emine ve Fatma adında hayır sahibi iki kadın tarafından yeniden yapdınlmışdır, hicrî 1313 (milâdî Î895 -1896) tarihli manzum tâ-
mır dur
- tecdid kitabesi şu-
Yâ mâlikül • mülk Rahnedar olmuş idi mescidimiz Hamdullah bu yıl oldu serapa âbâd îde Allah derûninde kıldıkça namaz Emine Fatma hanımların ervahım şad
Bu kitabeden anlaşıldığına göre mescid, daha önce vefat etmiş olan bu iki hanımın adına, vesîlei rahmetolmak üzere, yakınları tarafından tecdid edilmişdir.
r
DÜĞÜMLÜ BABA
— 4806 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 4807•
DÜKKAN
Bu Fatma Hanımın, ,yukarda adı geçen Fatma Hanım olduğu muhakkakdır, şadırvanı hayatda iken, ve camiin kendi adına tamirinden 25 - 26 yıl önce yapdırmışdır.
Mescidin hazîresindeki kabir taşları 1966 da toprağa gömülmüş bulunuyordu, kimlere âid oldukları tesbit edilemedi.
Bibi.: Hadikatül Cevâmi, I; T. Öz, İstanbul Camileri, I; Hakkı Göktürk, Not; Halici Eraktan, Not.
DÜĞÜMLÜ BABA — Geçen asrın ilk yarısında yaşamış ilâhî cezbe sahibi kalender bir derviş; 1780 - 1790 arasında Amasrada doğ-muşdur, asıl adı Mustafadır, medresede okumuş, hafız olmuş, devrin vezirlerinden Laz Ah-med Paşanın imamlığında bulunmuşdur. Istan-bula geldiklerinde paşasının konağı civarında bulunan bir kahvehanenin çırağı Kerem adında bir gence âşık "olmuş, bu aşk ile nefsini terbiye etmek mecburiyetini duyarak bir şeyhe bağlanmak istemiş ve rifâî tarikâtine girmiş ise de zikirler, teşbihler, uzlet ve halvet ile derin cezbe âlemine dalmışdır. Maşuku Kerem ise verem ol-rnuş ve henüz onyedi yaşında ölürken nâşının Hafız Derviş Mustafa tarafından gasledilmesin! vasiyet etmişdir; fakat Hafız Mustafa, sevdiği genci teneşir tahtası üstünde bîruh görünce öylesine sarsılmışdır ki vasiyet edilen dinî vazifesini îfâdan sonra tamamen tecennün et-mişdir; o günden sonra tek işi, yaz ve kış yalın ayak, başı açık, saçı sakalına karışmış, üstünde bir entari, bir hırka belinde bir kuşak her sabah Keremin Yedikule Kapusu dışındaki mezarlıkda kabrine giderek saatlerce Kur'an okumak ol-muşdur. Kimse ile konuşmamış, ara sıra ağzından dökülen bâzı sözler keramet yolunda işaretler, remizler telâkkî edilmişdir. Bir meşgalesi de eline bir ip, yahud şerid hâlinde yırtdığı bir bez parçası alarak ona durmadan düğümler atmak olmuş, bundan ötürü de halk arasında Düğümlü Baba diye şöhret bulmuşdur; onun düğümlü ipleri, bezleri de hastalıklara, bilhassa aşk ve sevda hastalarına şifalı bilinmişdir. 1866 da Istanbulun büyük şöhretlerinden biri ve yaşı sekseni bulmuş olarak ölmüş, Sultanahmed Camii karşısında Tapu Dâiresinin hemen yanındaki Nakşî Dergâhının naziresine defnedilmiş-dir ki bu dergâh, meczubun daha hâli hayatında Düğümlü Baba Tekkesi diye anılırdı. Ölümüne devrinin şâirleri tarihler yazmışlardır:
Yazılsun akdi gevher gibi 'bendi sengine tarih «Duyumlu çözdü dünyâda ihayatı ristesin göçflü»
1283 (1866)
«Alâiki ukdesin çözdü Duyumlu kaydi hestâden» 1283 (1866)
.Şu tarih kıt'ası da Kahveci çırağı Keremin ölümü üzerinedir:
Döküp gevher misal eski çeşmini Gasbetti Keremi Mustafa İmam Ben de söyledim bir mücevher tarih «Yatur teneşurda gör o nur endam»
1260 (1844)
Hüsnü KINAYLI
DÜĞÜMLÜ BABA TEKKESİ — Sultanahmed Meydanında Tapu Dâiresinin hemen ya-nıbaşında bir rifâîi dergâhı idi; âyin günü pazar idi; Dergâhın asıl adı «Arabacıbaşı Tekkesi» idi; geçen asrın ilk yarısında yaşamış Cezbeli Âşık Kalender Derviş «Düğümlü Baba» diye meşhur Amasralı Hafız Mustafaya nisbetle bu ismi almışdı. 1880 - 1'890 dan sonra harab olmuş, yıkılmış, yalnız naziresi ve bu hazîrede Düğümlü Babanın kabri duruyordu; şu satırları Turing Kulüb Belleteninden (1955) alıyoruz: «Sultanahmed meydanında Tapu Dâiresinin tam yanında, Dikimhanenin önünde pek çirkin ve ibtidâî bir köy duvarı ile çevrilmiş çıkıntı hâlinde olan 46 numaralı Düğümlü Baba Dergâhı Bağçesinin kaldırılmasını şehrin medenî manzarası bakımından Belediyeden ve Mr. Prost'-dan iltimas ederiz». O Bahçe ve kabir de son zamanlarda yok olmuşdur (1965).
Hüsnü KINAYLI
DÜĞÜN — «Bir adamın evlendiği veya bir çocuğun doğduğu, yahud bir oğlan çocuğun sünnet olduğu gün yapılan şenlik; velîme, hitan^ sûr, cemiyet, dernek» (Şemseddin Sami, Kaa-mûsu Türkî).
istanbul ağzında darbı meseller, tekerlemeler vardır:
Deliye hergün düğün bayram Düğünde zurnaya, hamamda kurnaya
Düğün görmemiş ev olur, ölü çıkmamış ev yokdur
Düğünde Fatmacığı kim bilir Düğün dernek, hep bir örnek.
Evlenme Düğünleri;
DÜĞÜN — (B.
Sünnet Düğünleri);
DÜĞÜN EVİ -— «Her ağızdan bir laf çıkan, herkes konuşur fakat dinlemez şamatalı kalabalık yer, toplantı» anlamında halk ağzı deyim; misâl: «Kongre değil, düğün evi!..»; «Su nasıl mekteb yahu, düğün evi, giren çıkan belirsiz!..»
DÜĞÜN SALONLARI — (B. : Evlenme düğünleri).
İç Bedestanda bir dükkân (Resim: G. Biseo)
DÜĞÜN SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Beyoğlu kazasının Merkez Nahiyesinin Kalyoncukolluğu Mahallesi ile Taksim Nahiyesinin Bostan Mahallesi arasında bir sınır sokakdır; Kurdele Sokağı ile Kalyoncukollu-
ğu Caddesi arasında bir aralık sokakdır (1934 B. Ş. R. Pafta 14/145 ve Pafta 19/143); yerine gidip şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (Şubat 1967).
DUKANA— (B'. : Duhan; Duman; Tütün). DÜKBE€ — (îsim karine ile böyle okun-muşdur, Dekbec veya Dikbeç de olabilir) Kaf-kasyanın Ruslar tarafından kesin işgaali üzerine 1*856 dan sonra Kafkasya müslümahİarınm Türkiyeye kaafile kaafile muhaceretinde İstan-bula gelmiş güzel ve asil bir Nogay kızı; Cerî-dei Hadis Gazetesinin 9 ramazan 1276 (M. 31 mart 1860) tarih ve 985 numaralı nüshasında bu kız hakkında şöyle bir yazı vardır:
«Nogay muhacirlerinde Kobçak Kabilesinden Arslan Beyin yeğeni Dükbec nâm kız asil ve gaayet. has-nâ olduğu halde bir münâsib talibi zuhurunda nikâh ile verileceği ifâde kılınmış olunması ile izdivacına rağbet edenin Muhacirin Komisyonuna müracaat eylemesi».
Bu yazı için, hiç tereddüd etmeden Türkiyede basına verilmiş ilk evlenme isteği ilânıdır diyebiliriz.
DÜKKAN — «Arabca isim, perakende satılan eşyanın teşhir edildiği yer. Dükkân açmak, alış verişe başlamak, ticâret etmek; dükkân tutmak, alış veriş, ticâret için yer kiralamak; dükkâncı, dükkânda alış verig eden esnaf; düklcâncılık, alış veriş, ticâret. Cem'i Dekâkin'dir, garb türkçesinde de kullanılmışdır» (Türk Lügati).
Eski îstanbulda çarşı boylarındaki dükkânların hemen hepsinin üstünde bir bekâr odası vardı ki bekâr uşağı garib çıraklar, kalfalar bu odalarda yatar barınırlardı. Kendisi de bekâr olan ve dükkânı evinin semtine çok uzak olan dükkâncının, ustanın da çırak veya kalfası ile birlikde bu odada yattığı olurdu.
Dükkân üstü bekâr odalarında barınan esnaf akşam ezanında yemeklerini yerler, ve hemen yatarlardı; bâzan da yatsıya kadar bir mum ışığında oturulur, sohbet, muhabbet edilirdi. Bu bekâr odalarının eşyası büyükçe bir
ANSİKLOPEDİSİ
— 4809 -
DÜKKAN
• 4808 —
DÜKKÂN
zenbil içinde bir çamaşır boğçası, bazan küçük bir sandık, tek şilteli, tek yorganh, tek yasdık-lı bir yer yatağı idi. Dükkânın lüzumsuz hırdavatı ile bazı fazla ticâret malları da bu odada muhafaza olunurdu.
Hicrî 1242 yılı başında (M. ağustos 1826) tanzim edilmiş îhtisab Nizâmnâmesinde (B.: Jhtisab, îhtisab Ağalığı) dükkânlar üstündeki odalar hakkında şu hükümler vardı: «... Dükkânların üzerindeki odalara gece olsun gündüz olsun sahibinden gayri (usta ve çırağından gayri) kimse eğlenemez (kalamaz); dükkân sahibi vilâyetinden gelmiş akrabamdır veya hemşehrimdir diye dükkânı üstündeki odaya bir nefer bekâr alırsa ve bunu îhtfsab Ağası haber alırsa o misafiri odadan derhal çıkarıp dükkân sahibini tedib eder...».
Bekâr uşağı çırakların, ve bu çırakların arasında bilhassa güzel çocukların dükkân üstündeki odalarda geçmiş hayatları üzerine pek çok şey yazılmışdır, bunların arasında garib ve namuslu çocukların doğruluk yolunda nasıl mükâfat gördüklerini anlatan çok güzel hikâyeler vardır. (B.: Helvacı Güzeli Mehmed Hikâyesi) Kalenderlik yollarında âşıkaane vak'alar, cinayetler de nakledilmişdir, yine aynı yollarda kaleme alınmış destanlar vardır. (B.: Doğramacı Destanı).
Dükkân üstündeki odalarda yatar kalkar bekâr uşaklarının ellerinden çıkmış kaza ateşleri ile îstanbulda yangınlar da olmuşdur, hattâ şehrin büyük bir parçasını yok eden ateş âfetleri olmuşdur.
Dükkân üstündeki bekâr odalarında yatıp kalkma, hem ahlâkî mahzurlar dolayısı ile;hem de yangın tehlikesine karşı, Cumhuriyet devrinde kesin olarak yasak edilmişdir. Fakat bâzı dükkânlarda kaçak olarak yatar kalkar çıraklar zamanımızda da görülür. Bu yasak için tamamen tavsamışdır diyebiliriz.
Eski kahvehane dükkânlarında ise çıraklar, kahvehane uşakları yataklarını geceleri kahvehane peykeleri üstüne sererlerdi. Eski kahvehanelerde ayrıca «Şirvan» denilen balkonurnsu yerler vardı, kahve çırakları, uşakları ve kah-
İSTANBUL
vehanelerde mekân tutmuş bâzı bekâr taifesi geceleri, konar kalkar bir merdivenle çıkılır bu şiryanlarda serilen döşeklerde yatarlardı.
Eski esnaf hayatı gedik usulüne bağlı olduğu için îstanbulda dükkânların sayısı ve yerleri belli, sabit idi (B.: Gedik), onun içindir ki dükkân üstündeki bekâr odalarında yatar kalkar esnafın kontrolü çok daha kolaydı. Çırak keyfe göre koğulamaz, istenildiği zaman yeni çırak alınamaz, çarşı boylarının bütün çırak ve kalfaları, dükkân üstündeki odalarda yatar kalkar taife isimleriyle ve meşreb ve ahlâkları iie çarşı bekçilerinin malumuydu.
Meyhaneler, Kahvehaneler ve Kasabiar müstesna, hemen bütün dükkânlara sokakdan en az iki üç basamak merdivenle çıkılarak girilirdi. Çarşı boylarında yol ile aynı seviyede dükkân yokdu. Dükkânlara, tıbkı evlerde olduğu gibi sokak pabucu ile girilemezdi; usta, kalfa, çırak merdivenin alt eşiğinde pabuçlarını çıkarırlar ve dükkâna çorabla yahud çıplak ayakla çıkarlardı, dükkân içinde de öyle oturulur, do-iaşılırdı. Ustanın dostu ahbabı olmayan ve sâdece alış veriş için gelen müşteriler dükkân içine alınmazdı, tezgâh önünden alış veriş edilirdi.
Dükkâncının misafirleri de dükkâncı ve çırakları gibi pabuçlarını çıkarıp dükkâna çıkarlardı, bundan ötürüdür ki eski metinlerde «Dükkâna girdi» yerine hemen dâima «Dükkâna çık-dı» diye yazılıdır. Hattâ bu tâbir, güzel esnaf çıraklarının medhi yolunda yazılmış manzumelerle edebiyatımıza girmişdir:
Kanlu peyhjânı ki bu sînei üryana, çıka
Benzer ol goncai nevresteye dükkâna çıka
: ';] (Yahya)
Bir gümüş topuklu tâzerû çırak Şan virir dükkâna nazla çıkarak Ger bûsi pâyine izni olursa Pîştahtesine sen nakdi can bırak
Seheri dükkâna çıkar ol mehrû Pâyine ustası döker âlbi rû
Dükkânın zemini dâima tahta döşeli olurdu. Bâzan tahta- döşeme üzerine kilim, hasır serilirdi. Dükkâncı ve çırakları, kalfası yer minderleri üzerinde otururlardı.
1826 yılına kadar berber dükkânları gedikleri kahvehanelerle birlikde ola gelmişdi. Kahvehanelerin zemini taş döşeli olmak mecburiyetinde idi ve kahveci çırakları dükkânda çıplak ayakla ve çıplak ayaklarında nalın veya takunya ile hizmet etmek mecburiyetinde idiler, onun içindir ki kahvehanelerin bir köşesinde kurulur berber dükkânları da aynı nizama tâbi idi (B.: Kahvehane; Berber, cild 5, sayfa 2514).
Büyük Ordu - Esnaf alaylarında istanbul esnafı arabalar üzerinde dükkânlar kurar, mallarını, işlerini, zanaatlarını halka teşhir ederek geçerlerdi, bu alayları tasvir eden eski "metinlerde çok canlı, çok renkli sahneler vardır. (B.: Esnaf - Ordu Alayı).
îstanbulda temizlik amelesi (çöpçü) teşkilâtı kurulmadan önce esnaf dükkânlarının önlerini temiz tutmaya ve sabah akşam dükkân önlerini temizlemeye mecbur idiler. (B.: Çöpçü, Çöpçüler, cild 8, sayfa 4122).
Dükkânlara sahihlerinin ismi yazılarak tabelâ asılması mecburiyeti geçen asır sonlarında konmuşdur; sahihleri tarafından isimler verilmesi de tabelâlar asıldıkdan sonra başla-mışdır. Kadimden beri bâzı istanbul dükkânlarına, tabelâ yerine, o dükkânı halka tanıtacak Kule, Minare, Merdiven, Arslan, At, Deve, Horoz, Kuş, Balık, Çiçek, Ağaç, Gerni, Kayık, Araba, Çizme, Kafes, Zincir gibi alâmeti farika teşkil .edecek bir resim şekil asılır, hattâ bâzan bunların mücessem modelleri, maketleri yaptırılarak asılırdı; bu model - maketlerin içinde bugün için pek yüksek kıymetli sanat eserleri vardı; meselâ Mısır Çarşısında Hamlacı başının Baharatçı Dükkânında 1,5 metro kadar boyunda altı çifte çok güzel bir saltanat kayığı modeli vardı ki, yeri İstanbul Deniz Müzesi olan bu model bugün nerededir, kimin elinde kalmışdır bilmiyoruz.
Abdülaziz devrinde bâzı dükkân sahihleri alâmeti farika olarak Osmanlı Arması asmaya
Kapah Çarşıda bir Kavaf dükkânı (Resim: C. Biseo)
j •-• -••• -
başladılar; İkinci Sultan Abdüihamid dükkânlara devleti temsil eden armanın asılmasını yasak etti.
Meşrûtiyet devrinde bir bayrak modası çıkdı, meyhanelere varınca dükkân camekân-larına kırmızı yağlı boya ile ayyıldız resimleri yapdırıldı, bayrak nakşımızı lâübâlî bir ibtizâ-le düşüren bu nakışlar da yasak edildi.
îstanbulda dükkân isimleri de devir devir modaya, zamanın ahvaline tâbi ola gelmektedir:
İkinci Meşrûtiyet devrinde «Meşrûtiyet», «Kanunu Esâsî», «Donanma», «Ordu», «Selanik»; Birinci Cihan Harbi içinde «Berlin», «Viyana», «Yavuz», «Midilli», «Çanakkale», «Kars», «Batum»; Mütareke ve işgal yıllarında «Garden», «Pariziyen», «Londra», «Haylayf»; Beyaz Rusların memleketlerinden kaçıp Istan-bula uğradıkları sıralarda «Petrograt», «Moskova», «Novotni»; Zaferden sonra «Anadolu»,
L.
DÜKKÂN
— 4810-
ÎSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 4811 —
DÜLBENDCl
«Ankara», «Hakimiyeti Milliye», «Sakarya», «inönü»; sıkı fıkı Amerika dostluğu zamanlarında «Amerikan», «Holivud», «Atlantik», «Teksas»; piyasaya yeni zenginlerin, yeni para görmüşlerin katıldığı devirde «Özen», «İmren», «Doyum» ve daha bunlara benzer pek çok isimler kullanılmışdır.
Son yıllar içinde istanbul dükkânlarının iç dekorları, vitrinin tanzimi hakikaten sanatkâr ellerle yapılmaya başlanmışdır. Bilhassa elektrik ışığından, dükkânları câzib göstermede çok faydalanılmaktadır.
Zamanımızda büyük piyasa yerlerinde ve ana caddelerde, yeni işler için dükkân bulmak çok zordur, misal olarak kaydederiz ki Ankara Caddesinde 15-50 bin, Beyoğlunda istiklâl Caddesinde 100 bin liradan yukarı hava parası verilmeden bir dükkân bulunamaz.
Geçen asır sonlarında bir çarşı 'boyunda dükkânlar (Fotoğrafdan Bülend Seren eli île)
Orta Oyunu
DÜKKÂN (Orta Oyununda
Orta Oyununda Dükkân (S. N. Gerçekden)
Türk Tiyatrosunun sahneden önce yüz yıllar boyunca sürmüş ilk devrinde bir açık hava, meydan ti-yatrosudur; «Dük kân», o meydan tiyatrosunun, oyununun iki dekorundan biridir ki yerine göre ya sâdece bir dükkân, yahud bir çarşı boyunu temsil ederdi: ikinci dekor da «Yeni Dünya» adım taşır ve ev'i temsil edör-di (B.: Orta Oyunu; Yeni Dünya).
Orta Oyununda Dükkân dört bacaklı bir bodur hasırlı iskemle ile iki cebheli, ön tarafı açık ve üstü yarım dâire şeklinde bir tahta ile kapatılmış bir tezgâhçıkdan ibaret idi.
DÜLBEND — «Pek ince beyaz bez, sarıklık bez» (Türk Lügati);
Günlük hayatda çok çeşidli yerde kullanıla gelmişdir; bu arada en önemli hizmeti tababette, cerrahîde görür, yara bezleri, sargı bezleri dülbendden yapılır. Sık ve seyrek dokunuşuna, keten ve pamuk ipliğinden oluşuna göre çeşid-leri vardır. Eski Türk giyim kuşamında da sarıklık en makbul bez olmuşdur; değirmi kesilen parçaları üzerine yazma usulü ile nakışlar basılarak kadınlara baş yemenileri, namaz bezleri yapılmışdır.
Evliya Çelebi dülbendci esnafı için: «Pirleri Peygamberimizdir, kendileri de bir zamanlar beyaz destar sarmışlardır» diyor.
Onaltıncı asır şâirlerinden Nihânî, medrese ulemâsının alâmeti farikası ilim faziletleri yerine başlarında dülbend sarıklar ile sırtlarındaki cübbeler olduğunu söyliyererek şu hicviyeyi yazmışdır:
Sofuluk tâc ile aba oldu Hayf kim marifet heba oldu Dânişü fatilı ehli ilm olanın Kaba dülbend ile kaba oldu
DÜLBEND AĞASI — Eski Osmanlı Sarayı teşkilâtında Enderunu Hümâyundaki iç oğlanların (pâdişâh hizmetindeki seçme saray u-şaklarının) en itibarlı sınıfını teşkil eden 40 nefer Has Odalı Ağadan birinin unvanı (B.: Enderunu Hümâyun; Has Oda; Zülüflü Ağalar). Has Odanın ve bütün Enderunun en büyük zabiti Silâhdar Ağa idi (B.: Silâhdar Ağa); mev--cudu dâima 40 kişi olagelmiş. Has odalıların kıdemlileri, gördükleri hizmetle ilgili olarak aşağıdan yukarıya şu unvanları taşırlardı: Biniş Peşkir Ağası, Köşe Peşkir Ağası, Baş Peşkir Ağası, Anahtar Ağası, Dülbend Ağası, Rikâb-dar Ağa, Çuhadar Ağa (B.: Peşkir Ağası; Anahdar Ağası, cild 2, sayfa 835; Rikabdar Ağa; Çuhadar Ağu, cild 8, sayfa 4159). Çuhadar Ağa Silâhdarlığa terfi ederse, yahud bir memuriyet ile saraydan çıkarsa, onun altındaki kademelerde bulunan altı has odalı ağa otomatik olarak terfi ederlerdi, meselâ Anahdar Ağası Dülbend Ağası olur, Dülbend Ağası Rikabdar, Rikabdar da Çuhadar olurdu.
Dülbend Ağasının en önemli vazifesi, mu-
hafazası Has Odalılara bırakılmış olan Hırkai Saadet Dâiresinin temizliğine nezâret etmek idi (B.: Hırkai Saadet Dâiresi). Pâdişâh her sene Ramazan ayının onbeşinci günü Hırkai Saadet Dâiresini bir anane olarak ziyaret ederdi. O gün bu ziyaret merasimi de Dülbend Ağasının rehberliği ile yapılırdı. Dülbend Ağası dâima Topkapusu Sarayında bulunur, pâdişâhın yazlık saraylara göçlerinde, şâir maiyet arasında götürülmezdi.
Pâdişâhın sarıklarının ve iç çamaşırlarının bakım ve muhafazası da Dülbend Ağasına bı-rakılmışdı; Dülbend Ağasına «Dülbend Gulâ-mı», «Dülbend Oğlanı» da denilirdi.
Dülbend Ağasının sarayın bostancı neferlerinden «heybeci» adı ile bir uşağı vardı (B.: Heybeci; Bostancılar).
DÜLBENDCl (Feridun Fâzıl) — (B.: Tül-bendci, Feridun Fâzıl),
DÜLBENDCl CIVANI — Kalender meşreb şâirler tarafından «Şehrengiz» adı verilen manzum risalelerle medhedüen esnaf civanları arasında Dülbendci civanlarına da rastlanır; şeh-rengiz yollu yazılmış «Hûbannâmei Nevedâ» ismini taşıyan manzum mecmuada Dülbendci civan şu beyitlerle övülmüşdür:
Rûyi pâki anın ak dülbendden ak Kesme billur misâl dülbendci elhak Cümle uşsâkının baştâcı dilber Hâki pâyi anın kûhlü muanber Ustanındır kâkül taramak işi Reşk ider ustaya şah olsa kişi
DÜLBENDCİ HÜSAMEDDİN MAHALLESi
— 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Eminönü Kazasının Kumkapu Nahiyesi mahallelerinden; aslında Aksarayın güneyinde Yenikapuda, deniz kıyısında küçük bir mahalledir; Kumkapu Nahiyesinin Kazanı Sadi ve Kâtib Kasım, ve Samatyanın Yalı mahalleleri ve Marmara Denizi ile çevrilmişdir; bu mahalleye adını veren ve zamanımızda mevcud olmayan Dülbendei Hüsameddin Mescidinin yeri o civarda Mola-taşı Caddesindedir ki bu cadde 1934 Rehberinin tanzimi sırasında Kazanı Sadi Mahallesi içinde kalmışdır (B.: Dülbendci Hüsameddin din Mescidi).
f
DÜLBENDCr
— 4812 _
istanbul
ANSİKLOPEDİSİ
— 4813 —
DÜLGER
Dülbendci Hüsameddin Mahallesinin sınır sokakları şunlardır: Sandıkburnu Sokağı, Mustafa Kemal Caddesi (Yalı Mahallesi ile), Alaca Cami Sokağı, Langa Karakolu Sokağı (Kâtib Kasım Mahallesi ile), Sayvan Sokağı (Kazanı Sadi Mahallesi ile). İç yolları şunlardır: Soğancı Râşid Sokağı, Aytekin Sokağı, Langa Hisarı Sokağı, Mermerciler Caddesi, Yeni Sepetçi Sokağı, Arab Mehmed Sokağı, Beşikçi Sokağı, Zindandelen Sokağı, Hadım Odaları Sokağı, Sepetçi Selim Sokağı, Musalla Sokağı.
Yerine gidilip bu satırların yazıldığı sıradaki ahvâli, durumu tesbit edilemedi (Ekim 1966).
DÜLBENDCİ HÜSAMEDDİN MESCİDİ — Yenikapu civarında idi;Hadikatül Cevâmi şu malûmatı veriyor: «Banisi Dülbendci Hüsameddin Çelebidir, mescidi yanında medfundur; minberini Dergâhıâlî (Saray) kapucubaşılarından reis kethüdan Elhac Mustafa Ağa koymuşdur ki Karacaahmed civarında fevkaanî mektebi yanında medfundur, ölüm tarihi 1169 (m. 1755 -1756) dur. Bu camiin etrafında sakin olanlar çarşı ve pazar erbabı olduklarından yalnız üç
Dülbendci Hüsameddin Mahallesi
(1934 B. Şehir Rehberinden)
vakit namaz eda olunur (öğle, ikindi ,ak§am); mahallesi vardır».
Tahsin Öz «istanbul Camileri» isimli eserinde şunları yazıyor: «XVI. yüzyılda yapılmış ve ikinci Mahmud zamanında 1815 de teedid e-dilmiş ise de tekrar Jıarab olarak yıkılmış ve arsası satılmışdır» (1962).
Molataşı. Caddesi üzerinde idi. İkinci Sultan Mahmud tarafından yaptırılan tamiri üzerine yazdığı tarih manzumesinde şâir Aymtablı Aynî Efendi Mescidin banisi Dülbendci Hüsâ-meddini.Fatih Sultah Mehmed devri adamlarından gösteriyor:
Fâtihin asrında Dülbendî Hüsameddin kim Eylemişdir mevkiinde camii vâlâ bina
Bî namazın âteşi sunumdan oldu muhterik Yapmağa vakfında yokdu kudretü feyzü nema
Dostları ilə paylaş: |