DÜRDÂNE (Oyacı) — Geçen asır sonlarında Usküdarda yaşamış, hem kendi güzelliği, hem de işlediği gaayetle sanatlı oyalarının güzelliği büyük şehir îstanbulda şöhret olmuş bir kız; 1'876 Türk - Rus harbinin Bulgaristan muhacirlerinden Kızanlıklı idi, babası çıkırıkcı esnafmdandı, Usküdarda Büyük Hamam civarında otururlar, anası Fatma Dudu da o hamamın kadınlar kısmında natırlık yapardı. Dürdâne bir şöhret olduğu zaman çocuk sayılacak yaşda idi, fakat oyacılıkda bir dehâ idi; işlediği oyalan bilinen motiflerden, şekillerden almaz, oya motiflerini îcâd ederdi; oya, başda ipek gelmek üzere çeşidli iplikle yapılır iken bu sanatkâr kız incecik altın ve gümüş teller hattâ saç kılından bile oya işlemişdir; her hafta başında Bedestende müzayede ile sattırdığı oyalarının isimlerini de kendisi koymuşdur. Tersane çavuşlarından Himmet adında çok güzel bir delikanlı ile evlenmiş, nâmuskârâne ve zengince bir esnaf hayatı sürerek yaşamışlardır. Üsküdarlı halk şâiri Âşık Râzinin bu kız sânında şirin bir destanı vardır; destanın son kıt'ası Dürdâne ile Himmet Çavuşun hicrî 1297 (M. 1880) yılında evlendiklerine tarihdir; tarih mısraı kız ile oğlanın yaşları tutarı ile tâmiyelidir.»
Güzellerden sorar isen sen 'bize Bir kız bildim bin içirtde bir dâne Oyacıdır ol duhteri pâkîze Çıkırıkcı Abdi kjzı Dürdâne
Dürdânenin oyaları bellidir Has ipekle altın gümüş tellidir
Bir arşım çil kuruşdan ellidir Nam vermişdir koskoca Bedestâne
«Civankaşı»,. «Kızperçemj.», «Aldudak», «Narçiçeği», «Mormenekşe», «Dişbudak», «Şeytanyolu», «Çarkıfelek», «Fırıldak», Oyalarnın ismi belki yüz dâne
Oyasından güzel o gül goncesi Bahtı açık doğmuş Kadir Gecesi Natır Fatma anası hem hâcesi Gamzeleri talimlidir mestâne
Büyük Hamam arkasında hanesi Ol duhteri pâkîzenin ianesi Yüzden artık oğlan var pervanesi Tarif idem onları da rindâne
Çulha dülger manav saka ya berber Yûsifi Mısrîden verirler (haber Pelenk misâl şahin misâli düber Tâlib olmuş oyacıya merdâne
Oyasını görmüş de bir beyzade Âşık olmuş nakkaaşı perîzâde Hafta bası dâim varır mezâde Yazanı ben de macerayı tiestâne
Bıçkın kopuk hâneberduş külhenî Çul çaputdan don ile pîrâheni Anlarda da vardır öyle albeni Alql çeler itler şehlevendâne
Kiminde kas göz ile perçem kâkül Kimi dile gelse misâli bülbül Kiminin gözleri güler de gül gül Kimi topuk vurub yıkmış meydâne
Şöyle yazmış Levhimahfuz kısmeti
Agâh olun ey Muhammed Ümmeti
Yosmam sever Tersaneli Himmeti
Filiz Çavuş dirler güli handâne >
Karadeniz yalısının uşağı Güzel formasında aldır kuşağı Yaşın bicdim yirmisindan aşağı Târihini tahrir ile destâne
Şehri tstanbula ideyim ilân Yaşları tarihi koyar meydâne Kız ondört yaşında ondokuz oğlan «Himmet Çavuş sinesinde Dürdâne»
1264 + 33 = 1297 (M. 1880)
Vâsıf HİÇ
«DÜRDÂNE HANIM» — Ahmed Midhat Efendinin bir romanı; Tercemânı Hakikat Gazetesinde tefrika edildikden sonra hicrî 1299 (M. 1882) de kitab olarak neşredilmişdir. Mu-
harrir romandaki vak'anın zamanını kesin olarak göstermiyor: «Ne çok eski, ne de dün veya evvelki gün denilemez..» diyor. Vak'anın büyük kısmı da köyün adı verilmeden Boğaziçinde geçiyor.
Kibar bir ailenin evlâdı toy ve hoppa, çocuk sayılacak yaşda bir genç kız olan Dürdâne Hanım'm yakışıklı ve kibar bir delikanlı Mer-gub Bey ile olan muaşakasının hikâyesidir. Geceleri yalıdaki yatak odasına aldığı Mergub Beye, iğfal edilmeden, oğlana aşırı iştiyakı do-layısı ile teslim olan Dürdânenin hâmile kalması üzerine kurulmuş entrikalar, o eski devir için de, ondan sonrası için de toplum hayatı düzenimize aslâa uymamaktadır. Muhayyilenin zoraki gayreti ile zincirleme sıralanmış soğukluklar fantezisidir.
Bu romanın Ulviye Hanım isminde en en ön plânda bir kahramanı ise, genç ve güzel bir dul, kıyafetini tebdil ederek Acem Ali Bey adı altında dolaşır, meyhanelere girer, yankesiciler, hırsızlar, mavunacılarla konuşur, yârenlik eder; bu arada, Çerkeş Sohbet adında ve otuz beş yaşında bir mavunacı ile senli benli dost olur; ma-vunacı Sohbet, tazelik zamanında kendisine göz koymuş bir adamı öldürmüş bir kaatildir; bir esmer güzeli olan Acem Ali Bey (Ulviye Hanım) müdhiş mavunacı ile adî bir otelde aynı odada yatacak kadar cüret'et, cesaret sahibidir; sekiz on mavunacıyı, hamlacıyı ve hammalı bir kavgada birer birer yere çalarak çil yavrusu gibi dağıtacak kadar da pençe ve bâzu kuvvetine sa-hib aâib bir tipdir. Acâibliğinden sarfı nazar, bu halleri ile Ulviye Hanım (Acem Ali bey), müslüman fahişelerin bile sokağa örtü altında çıkdığı o devir için, islâm edeb ve akidelerini . ayak altına almış bir fâcirei kâfiredir ki, o hayatı sürebilmek için bir kadının cesareti aslâa düşünülemez, ancak tecennün etmiş olması şarttır.
Elektriksiz, hattâ petrol lâmbasının bulunmadığı îstanbulda, iki mikrofon ile aralarına gerilmiş bir telden ibaret ve durduğu yerde devamlı faaliyet hâlinde bir de telefon vardır ki, «Hâcei Evvel», Başöğretmen gibi pek şerefli bir lakab taşıyan Ahmed Midhat Efendinin fenni bahislere sardığı merak ile bilgiçlik iddialarının esçri bir maskaralıkdır.
DÜRDANE HANIM (Şamlı)
4828 —
istanbul
ANSİKLOPEDİSİ
— 4820 —
DÜRRÎ
Dürdâne Hanım romanının kıymetli yerleri de vardır. Meselâ Galatada büyük bir gedikli meyhanenin tasviri, muhitinde tehlikeli bir kaa-til olarak tanınmış bir mavunacı ile dilber ve zengin bir delikanlının adî bir otelde içkili gece yatısı âlemi, bir paşa yalısındaki selâmlık hayatı gibi, XIX yüz yıl istanbul hayatından ilgi çekici sahnelerdir. Otel âlemi sahnesinde de genç beyin romanda olduğu gibi bir düzmece erkek değil, hakiki erkek olması şarttır.
Bu romanın okuyucularından biri, yine Dürdâne adında bahtsız bir genç kadın olmuş-dur (B.: Dürdâne, Kaçakçı). Hakiki hayatdan büyük bir roman konusu, tecennün ettik-den sonra erkek kıyafeti ile ve «Acem A! l i Bey» adı altında dolaşan bu kadının hayatıdır: Hepsi pek yaman tütün kaçakçıları; devlet içinde devlet Reji îdâ-resi, o idarenin kolcuları, kahvehaneler, meyhaneler, sabahçı hamamları, apaşlar, hâneber-duşlar, bıçkınlar, şıkırdımlar, oteller, bitirim yerler, timarhâne, kaçak tütünlerden savrulan dumanlar arasında bir macera filmi konusudur. Bir gece bir ormanın zifri karanlığı içinde iki haytayı öldürmüş ve kendisini erkek zan eden bir deli kızın hayatı...
DÜKDANE HANIM (Şamlı) — Geçen asır sonlarında yaşamış namlı bir fahişe; gaa-yetle iri yarı, dev anası gibi bir arab karısı idi, Hasköyde meşhur Hasköy Hamamının külhan kapusu karşısında bir konakda tururdu; babadan, sülâleden kalma emlâkinin geliri ile geçinir, atı arabası, uşakları olan pek şatafatlı, tantanalı ve zamanının en şık, en süslü yosması idi. Başı darda olanlara faizsiz, karzi hasen yolu ile para verir, bundan dolayı da ahvâline göz yumulur, himaye görürdü. 1315 (1897 - 1898) de ölmüş ve Kasımpaşada Kulaksız mezarlığına defnedilmişdir. Ölümünde Üsküdarlı halk şâiri Âşık Râzi tarafından şu manzume ile hivcedil-mişdir:
Şamlı Dürdâne Hanım şöhreti tutmuş şehri Mühmel gariban civan kırkdan artık şevheri
Dîv hey'et bir kart karı idi kalıibei zîbâ On ere meydan okur o bî bâkû muhâbâ
Ebrûleri haspanın san ef'ii siyeh renk Müjgânı dahi akreb her an âmâdei cenk
Çekerek pırpırfdan şöyle eşbeh civanı
Ya kayıkçı ya hammal kopuk bir daltabanı
Eline düşer ise olsa da Zâli zem'an Döner kiraz sapına üç günde taze civan
Oynaşı şehbazuu ısırıp vahşet ile Âlûdei hun olur lebleri dehşet ile
Sebe'bi mevti anın sikirdim çevri imiş Nâmı sâniyle miâruf Kızanlıktı Kız Menus
Red eylemiş daveti aç çıplak oğlan iken Olmuş harîmi dilde bir sereri süzerken
ı -:. TK-
Aşkbazlığm doğrusu takdirle anmak gerek Can vermiş son deminde Memiş Memiş diyerek
Tas tarağın topladı ücyüzonbeşde hele Tabutu nerde ise dam olurdu bir file
Koşdular son hizmete bakmayub para pula Dört zeberdest uşakla düşdü omuzda yola
Yine Âşık Râzinin rivayetine göre oynaşları delikanlıları önce Hasköy Hamamına getirtir, orada bir âlâ yıkattıkdan sonra külhan kapusu yolu ile konağına aldırtır imiş. Râzinin evrakı metrûkesi arasından bu hanım sânında «Ki-tâbei sengi mezarıdır» diye bir manzume daha çıkmışdır, yarım kaldığı görülen bir yazıdır, hakikaten mezar taşına geçirilmiş midir bilemeyiz, Kulaksız Mezarlığında kabri bulunamadı:
Hû dost
Kırk gün günahkâr bir gün tevbekâr Hâli aşikâr işte bu nigfr
Şamlı Dürdâne elde peymâne Göçdü mestâne ne lâzım inkâr
Oynaşı en az pırpın haylaz Kırk nefer şehfeaz ile dilfikâr
Ak keten 'başı yetmişken yaşı Bir keman kaşı eylerdi şikâr
Ey zâir, kul günahsız olmaz, tatâ Hakdan gizlenmez, bu sengi mezara ibretle nazar eyle ki bunda medfune Dürdâne Hâtûnun başından kırk nikâh geçmiş olub hâtûn kırk nefer şehbazlarına doyamayub âhir delikanlı cevrü cefâsı ile terki dağdağai hayat eyledi, müznibenin ruhi içün merham'eten elfâtihaj sene 1315.
Râzi diyor ki: «Kaptanın Ziya diye meşhur İmam Ziya ki eyyamı nevcivânîsinde orta
oyununda zenneye çıkardı, bu Dürdâne Hanımın dâim eli altında idi; Dürdâne getirilen oğlanı câmehâbına almadan imam Ziya konakda hazır olub akdi nikâh eylerdi, delikanlı üç gün beş gün konakda mihman olub hanım tarafından azad edilecek oldukda hanımı tatlîk ider ve hediyesin alub giderdi, anın içindir ki başından kırk nikâh geçdiğini işaret eyledik:
İşimiz subh ü mesâ cürm ü hatâ Mülketi can ü dile verdi fena Garki isyan olmuşam iğfir lenâ Rabbena yâ Rabbena fağfirlena».
Vâsıf HiÇ
DÜRDANE SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Anadoluhisarmda Yeni-mahallenin sokaklarından, Nişangâh Caddesi ile Yenimahalle Kuyu Sokağı arasında bir aralık sokakdır (1934 B. Ş. R., Pafta 25); yerine gidilip şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (Şubat 1967).
DÜEDEK (Baha) — Maarifci, muharrir; 1912 de îstanbulda doğdu; Ahmed Hulusi Bey ile Şamile Hanımın oğludur; Akşemseddin ilk okulunda okudu; 1930 istanbul Örğetmen okulundan diploma alarak pek gene yaşda ilk okul öğretmenliği ile meslek hayatına atıldı (1930 - 1936); fakat tahsil yolundaki aşkı onu tekrar talebelik hayatına sevk ederek 1938 de Ankara Gazi Terbiye Enstitüsünü, 1950 yılında da istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünden diploma alarak orta öğretim muallim kadrosuna geçdi.
1942 - 1944 arasında orta okul müdürlüğü, 1944 - 1947 arasında İstanbul Maarif Müdürü Muavinliği yapdı; 1944 - 1947 arasında ayni zamanda istanbul Lisesinde de Edebiyat muallimi oldu; 1947 de Eğitim Enstitüsü Edebiyat Muallimliği ile müdür muavinliğine tâyin edildi; bu sırada üçüncü bir tahsil hamlesi ile 1950 de istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünden diploma aldı; 1950 de Ankarada Maarif Vekâleti Orta öğretim şube müdürlüğüne tâyin edildi, muallimliği idareciliğe tercih ederek aynı yıl içinde İstanbul Eğitim Enstitüsündeki görevine döndü; bu satırların yazıldığı sırada (1962), ayni işinde idi.
Muhtelif tarihlerde Cumhuriyet Gençler
Mahfilinde, Amatör Tiyatro Kulübünde, Halk Evinde, Türk Kültür Derneğinde çalışmış, Sen-jorj Avusturya Erkek Lisesinin de Türk müdürlüğünü yapmışdır. Türk Dil Kurumu yönetim kurulu üyesidir.
Eserleri: Okul piyesleri ve ilk okul öğrenci hikâyeleri (Bir Cesaret Rekoru, Kürsüdetı Uzakda, isimsiz Facia, Tahta Adamlar, Kör Kuyu, Küfeci); «Şâirler ve Edibler» (Orta okullar için el kitabı); «Halide Edib Adıvar ve Eserleri» (Etüd); «Namık Kemalin romanları» (Etüd); «Okul Antolojisi» (El kitabı; Mustafa Nihad ile müşterek); «Ahmed Mid-hatın bir hikâyesi» (Ali Erbaa ile müşterek); pek çok okul kitabı ve öğretmen kitabları, «Türk Tiyatrosu Ansiklopedisi» (M. Nihat Ozon ile-müşterek).
Bibi. : Kim Kimdir Ansiklopedisi.
DÜKlYE SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Haliç boyunda Balatda Ba-lat Karabaş Mahallesi yollarından; Kürkçü-çeşmesi Sokağı ile Mahkemealtı Caddesi ara^ sında uzanır, Kamış Sokağı ile kavuşağı vardır ve üzerinde Tavukçu Çıkmazı adı ile bir çıkmaz sokak vardır (1934 B. Ş. R. Pafta 8/: 113; yerine gidilip son durumu tesbit edilemedi (Şubat 1967).
DÜRRÎ — On altıncı asır şâirlerinden; aslı Üskütalüdür, îstanbulda yerleşmişdir; laubali ve kalender meşreb bir zât olub ömrü boyunca yoksulluk, sıkıntı çekmiş, fakat kimseye minnet etmemiş, «iki akçeyi bir yere bağ-layamamış» olduğu halde hâline kanaat et-mişdi. Şu iki beyiti kendini tasvir yolunda ya-zılmışdır:
Ey hâce fakrü fâkemiz mülk ü ganâye vermeyiz Bu kötae şâlü hırkamız atlasu kabâye vermeyiz
*
Ne bilsün lezzeti fakrü fenâyi mâlü cah ehli Bu zevki gel kanaat kuşesinde merdi hakdan sor
Tek şikâyetinin de bir sîne bülbülü yoldaşının cevrü cefâsı, vefasızlığı olduğu şu beytinden anlaşılıyor:
Sen gidersen senin ardınca gözüm yaşı gider Müşkil oldur ki kişi kalır ve yoldaşı gider
Latifeye ve hicve de meyletmişdir. Zengin bir adam şiir yazmaya hevesli olub şiir-
DÜKBÎ
_4830 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
_ 4831 —
DÜRÜST (M. Kâmil)
lerinde «Cülâbî» mahlasını kullanırdı. Cülâb, gül suyu ve şeker ile yapılan şerbetin adı idi ve bilhassa yazın kar ile soğutulurdu; yaz günlerinde îstanbula kar, Bursada Uludağdaki kar kuyularından «Buz Kayığı» denilen husûsî kayıklarla getirilirdi, ve su, şerbet soğutmak için ancak zengin konaklarında bulunurdu. Bunaltıcı bir temmuz sıcağında kalender Dürrî zengin Cülâbiden şu cinaslı beyit ile kar istemişdi:
Bre Cülâbî gel ihsanı tam et Karından isteriz in'âmı âm et
Bibi. : Lâtîfî, Şuerâ Tezkiresi.
DÜRRt — Onsekizinci asır şâirlerinden; asrın ilk yarısında yaşamış ve bilhassa Üçüncü Sultan Ahmed zamanın, Lâle Devrinin seçkin simalarından olmuş; gazeller, kasideler yazmakla beraber büyük şöhretini târihcilik-de yapmışdır.
Asıl adı Ahmeddir. Van'lıdır; ilk tahsilini memleketinde yapmış, gene yaşında îstanbula gelmiş, kâtiblik ile Dîvânı Hümayuna girmiş, zekâsı, güzel yazısı, edebi kültürü, ana dili gibi farsca bilmesi ile derhal nazarı dikkati çekmiş, devrinin ricalinden, vezirlerinden iltifat ve himaye görmüş, Dîvânı Hümâyun kâ-tiblerine verile gelen memuriyetler yolunda sür'-atle yükselmiş, hicrî 1132 yılı sonlarında (milâdî 1720) Irana elçilikle gönderilmişdi. Hayatı hakkında başka bilgi edinilemedi.
Üçüncü Sultan Ahmedin Filikai Hümâyuna yazılan ve mesîre çadırına işlenen târih manzumeleri bu şairin idi (B.: Ahmed IH. ün Çadırı; Ahmed III. ün Filikası; cild l, sayfa 298 ve 299). Aynı pâdişâhın sakal saldığında da şu tarihi söylemiş ve zamanında çok beğenilmişdi:
Değil hattı hümâyun kıl kalemle kâtibi kudret Cemâli pâkinin icmalin etmiş bir yere tafsil Utârid levhi mihre Dürriyâ yazdı bu târihi «Cemâli Ahmedîye saldı saye şehperi Cibril»
1115 (M, 1703 • 1704)
Bibi. : Salim, Şuera Tezkiresi.
DÜRRÎ BEY (Hazîneli) — On sekizinci asırda Birinci Sultan Abdülhamid zamanında bir Enderunlu; aslı Tay Kabilesinden bir arab olub pek küçük yaşda köle olarak Rikâb kaymakamlığında bulunmuş Silâhdar Mustafa Pa-
şa adında bir zâta gönderilmiş, ,o da bu arab çocuğunu tebennî ettikden sonra hizmet ve tahsil için pâdişâh sarayına vermiş. Enderunda Hâzine koğuşunda bulunan Dürrî Bey, Kiler Koğuşundan Yâkubağazâde Kahveci Ahmed Ağa adında çok dilber bir gence yakın alâka göstermiş, bâzı kıymetli hediyeler vermiş, fakat bu yakınlık sarayda çirkin dedikodulara yol açmış, pek çok emsali gibi şiir ile meşgul olan Dürrî Bey pâdişahdan şu manzume ile af dilemişdir:
Âyâ ne idem ol şehi lıûbane hediyye Bu tuhfei canım ola cânâne hediyye
Bûsi pâyi gülbûyine nola virse ruhsat Bir lutfi azimdir M bu kurbâne hediyye
Evlâdı arebim Tâyî aşk ile perverde Bir kulunun abdi iken sen Hâne hediyye
Beni af it pâJdişehim dîvânei aşkım Affifl ol şuha bedeldir rindâne hediyye
Hak zâti hümâyunu dâim ide âmin Dürrî bu duadır hele şahane hediyye
Önce hoş görülmüş, fakat bir müddet sonra Dürrî Bey, haysiyeti rencide edilmeden saraydan çıkarılmışdır; Yâkubağazâde de memleketi olan Susurluğa, dayısının yanına gönde-rilmişdir.
Bibi. : Ata, Erdenin Tarihi; Selim, mecmua.
DÜRRt MEHMED EFENDi — On sekizinci asrın ilk yarışında Birinci Sultan Mah-mud devrinin şeyhülislâmlarından, Osmanlı Şeyhülislâmlarının altmış ikincisi; ulemâdan îlyas Efendi adında bir zâtin oğludur; baba mesleğini tutarak ilmiyeye intisâb etmiş, muhtelif medreselerde müderrislik yapmış; Haleb kadısı, 1121 (M. 1709) de Mısır kadısı, f!32 (M. 1719 - 1720) istanbul kadısı, az sonra Anadolu kadıaskerî, Rumeli kadıaskeri olmuş, 1147 (M. 1734) de Ishak Efendinin yerine Şeyhülislâm olmuşdur. ilmiyenin bu en yüksek ma-kaamında ancak bir yıl kadar kalabildi; bilgili, yetkili bir zât olduğu halde hasta ve alil olmasından ötürü şeyhülislâmlık vazifesini hakkı ile yapamadı, fetvalara imza atacak mecali olmadığından mühür basmasına izin verildi, -bu suretle de şahsından istifâde edilemeyeceği anlaşılarak vazifesinden af edildi. Üsküdardaki
konağına çekilen Dürrî Mehmed Efendi 1149 (M. 1736 - 1737) orada vefat etti; kabri Kara-caahmed mezarlığındadır.
Dürri Mehmed Efendinin bir fetvası (İlmiye Salnamesinden)
Kendisinden sonra evlâdı ve ahfadı ilmiyenin kibar bir ailesi olarak «Dürrîzâdeler» diye tanınmışdır, ve Dürrzîzâdelerden şeyhülislâm gelmişdir: Dürrî Mehmed Efendinin oğlu Mustafa Efendi (B.: Mustafa Efendi, Dürrîzâde), Mustafa Efendinin oğlu Atâullah Efendi (B.: Atâullah Efendi; Dürrîzâde Mehmed, C. 3, S. 1258), Mustafa Efendinin oğlu Mehmed Arif Efendi (B.: Mehmed Arif Efendi, Dürrîzâde), Mehmed Arif Efendinin oğlu Abdullah Efendi (B.: Abdullah Efendi, Dürrîzâde); ve son Osmanlı pâdişâhı Altıncı Mehmed Vahdeddinin şeyhülislâmı Dürrîzâde Abdullah Efendi (B.: Abdullah Efendi, Dürrîzâde, cild l, sayfa 39).
DÜRRÎZÂDE KONAĞI — XVIII. Yüz yıl
başında Şeyhülislâm Dürrî Mehmed Efendi tarafından yapdırılmış Doğancılar semtinin Üs-küdarın en meşhur ve en büyük eski ahşab konaklarından biriydi; pek çok emsali gibi bir resmi yokdur. Bu meşhur konak geçen asır or-
talarına kadar durmuş, sonra istimlâk edilerek yerine «Paşakapusu» diye meşhur Üsküdar Müşürlüğü dâiresi yapılmışdı ki bu isim Doğancıların o noktasına da isim olmuşdu. Paşakapusu da 1919 da içinde ingiliz işgal kuvvetlerinden bir kıt'a otururken yanmış, bir parçası kurtulmuşdur ki zamanımızda Üsküdar Paşakapusu Ceza Evi binâsıdır.
Bu konağın son sakinlerinden biri Dürrî Mehmed Efendinin ikinci kuşakdan torunu Şeyhülislâm Abdullah Efendidir. Bu Abdullah Efendi B.: Abdullah Efendi, Dürrîzâde, cild l, sayfa 39) serveti, vekaarı ve sofrasının zenginliği ile meşhurdu, Vakanüvis Abdürrahman Şeref Bey bu konakda geçen bir olayı şöyle anlatıyor: «İkinci Sultan Mahmud ve vükelâ (o zamana göre kabine erkânı, bakanlar) bir ramazan akşamı ansızın Üsküdarda Dürrîzâdeye iftara gitmişler, Efendi de o sıralar Şeyhülis-lâmlıkdan azledilmiş bulunuyormuş; Efendi kâhyasının fevkalâde telâş ettiğini görünce: — Telâş etme, telâş etme!.. Benim soframı e-fendimize (pâdişâha), haremin sofrasını da vükelâya çıkarın, maiyetlerinde bulunanları da sen idare ediver.. demiş. Ve hiç sıkmılmamış. Dürrîzâdenin mutfağında her akşam 40-50 tabla yemek çıkarmış. Hattâ Sultan Mahmud gördüğü ikramdan ve yemeklerin nefiâsetin-den memnun olup Dürrîzâdeye: — Efendi., sizin aşçı benim aşçıdan daha usta., aşçıları değişelim!., diye ütifatda bulunmuş» (A. Şeref; Fuad Paşa Konağı makaalesinin notu, Tarih Encümeni Mecmuası).
DÜRRÎZÂDE YALISI — XVIII.1 asrın ilk yarısında Eyyubun meşhur ve büyük yalılarından biri idi; o devrin şeyhülislâmlarından Dürrî Mehmed Efendi tarafından yapdırılmışdı; Sadâbada gidip gelirken Üçüncü Sultan Ah medin sık sık uğradığı bir yalı idi. Geçen asır ortalarında içinden çıkan bir yangında yanmış-dır,
DÜRÜST (Mustafa Kâmil) — Ticâret ile iştigal eder bir musikişinas, bestekâr; aşağıdaki hal tercemesini Mustafa Rona'nın «50 yıllık Türk Musikisi» isimli eserinden alıyoruz: «1924 de Istanbulda doğdu; Selanik eşrafından Fişekçi Hacı Mustafa Efendizâde Abdullah Efendi ile R â b i a Hanımın
DÜŞEŞ
— 4832 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
.48S3 —
DÜZ, DÜZRAKÎ
oğludur. Mutaassıb bir aile muhitinde yetişmiş, muhitinin meşgul olduğu dinî musiki ile beslenmiş, tasavvuf ile meşgul olmuşdur. Ladini Türk musikisine Veznecilerde Letafet Apartmanında Leon Hanciyan Efendinin idare ettiği Musiki Koruma Cemiyetinde başlamış, pek çok eser meşk etmişdir. Elliden fazla eser besteleyen Mustafa Kâmil Dürüst bestelediği şarkı, türkü ve ilâhîlerin çoğunun güftesini de kendisi yazmışdır. Üstad Sadeddin Kaynak'a intisab ile de feyz almışdır. Hâlen ticaretle meşgul olan bestekâr evlidir ve Avni adında bir oğlu vardır; Beşiktaşda oturur».
DÜŞEŞ — «Farsça dü = iki, şeş = altı; tavla oyununda iki zarın da altı benekli taraflarının üste gelmesi; mecazen: iyi tesâdif, rast gelme» (Şemseddin Sami, Kaamusu Türkî). Düşeşin İstanbul ağzında mecazi manâsı ile kullanılmasına Rifat Beyin buselik faslmda-bestelenmiş bir şarkısından aldığımız aşağıdaki kıt'a güzel bir örnekdir:
Aklım aldın ey mehveş Nâz itme gel olalım eş Ele girmez böyle düşeş Nâz itme gel olalım' eş Kıl mürüvvet olma serkeş
DÜŞMEK — Halk ağzı argo: «Ansızın gelmek, beklenmediği yere gitmek»; misal: Bir hâneberduş anlatır: «Dün gece benim kokoroz-lu şıkırdımı aldım, istim de var, Çatladıkapu-daki kayalarda denize karşı efkâr dağıtayım dedim, senin Çamur düşdü, üstelik bulut, benimkine işmarı çakdım, filim çeviremeden dümeni kırdık...».
DÜŞÜNSEL (Feridun Fikri) — Geniş hukukî bilgisi ile tanınmış avukat; 1893 de İstan-bulda doğdu, İkinci Sultan Abdülhamid devrinde valiliklerde bulunmuş Çemişkezekli Hüseyin Fikri Paşanın torunu, millî romanları ile zamanın edebi şöhretlerinden Mehmed Münci Beyin oğlu, İkinci Meşrûtiyet devrinin meşhur fikir ve poletika adamlarından, îttihad ve Te-rakkî Fırkasının en cessur muhaliflerinden ve kısa bir süre Meclisi Mebusana Dersim mebusu olarak girmiş avukat ve muharrir Lütfi Fikri Beyin yeğenidir. Mektebi Tefeyyüz'de, Mercan idadisinde, İstanbul Sultanisinde okumuş, İs-
tanbul Darülfünunu Hukuk Fakültesini bitir-dikden sonra Paris Hukuk Fakültesinden doktor unvanını almışdır; fransızca olarak kaleme aldığı doktora tezi «Türkiyede Anayasa Hareketleri» adını taşır.
Memlekete döndükden az sonra Birinci Cihan Harbine topçu ihtiyat zabiti (yedeksubay) olarak iştirak etti, Filistin muharebelerinde batarya kumandanlığı yapdı. Harb sonunda İstanbul Barosunda avukatlık yapdı. Mesleğinde muvaffak olmuş simalardan bulunuyordu ki 1939 da Cumhuriyet Halk Partisi adayı olarak Bingöl Vilâyetinden Milletvekili seçildi; 1950 yılına kadar Büyük Millet Meclisinde Adliye encümeninde çalışdı.
Cumhuriyet Halk Partisi iktidarına karşı Demokrat Parti kuruldukdan sonra Feridun Fikri Düşünsel, 1946 seçimlerinde ve 1946 -1950 arasında Meclisde Halk Partisinin en mufrid hatiblerinden biri oldu, Meclisde partinin haysiyet divânında da üyelik yaparak aynı ifrat havası altında çalışdı. Meselâ bir halk partisi milletvekili iken fikir ihtilâfları dolayısı ile hem partiden hem millet vekiliğinden istifa eden şâir Behçet Kemal Çağlar meclis oturumundan ayrılırken «Güle güle!..» diye bağırarak nümayişde bulunan tek ses Feridun Fikri Düşünselin sesi oldu. Fakat 1950 seçiminde Halk Partisi iktidarı kaybedince bir müddet sükût eden Düşünsel, o sessizlik içinde Demokrat Partiye intisab ederek Meclise bu partinin mebusu olarak girince prensiblere kıymet veren kişileri hayretlere düşürdü. 1960 dan önce tes-bit edemediğimiz bir tarihde vefat etti.
DÜTDÜRÜ LEYLA — İstanbul ağzı deyim: «daracık, kısacık ve bâzan modası geçmiş şeyler giyerek bir acâib kılık kıyafet alan kadın veya kız» hakkında kullanılır; misal: Bir ana mini etek yapdırmış kızına çıkışır:
— Ben moda falan bilmem, seni böyle Düt-dürü Leylâ sokağa çıkartmam!...
Hüseyin Kâzım Bey «Dütdürü» tâbirinin «düdük» kökünden yapıldığını işaret ederek «Dütdürü Leylâ» deyimi için: «Geveze kadın» diyor ki biz bu deyimin geveze kadını ifâde yolunda kullanıldığına rastlamadık.
Dostları ilə paylaş: |