EBE
4842 —
istanbul
ANSİKLOPEDİSİ
_4843 —
EBE
sonra nöbetçi hekime danışarak ilâçlar vermekte ve hastaları tedavi etmektedirler.
«Bu kerre 3 millet (Yahudi, Rum, Ermeni) ebeleri de haftada iki gün bu polikliniğe gelecekler ve Tıbbiye muallimlerinden Türkçe ders göreceklerdir. Tabiî Türkçeyi ne kadar htüarlarsa bu derslerden o kadar faydalanacaklardır. Derslerde muallimlerden başka erkek bulunmayacak ve öğrenciler bu derslerden sonra öğretmen ebelerin nezaretinde fan-tom çalışmaları yapacaklardır. Yani göderi-den yapılmış çocukları, gene modellerden do-ğurtacaklardır. Ayrıca 60 kadar doğumla ilgili öğretim tablosunda ders görecekler, doğum arızalarım ve hastalıklarını öğreneceklerdir. Bundan böyle özel bir deftere kaydolarak bu kurslara devam etmeyenler muvaffak olup diploma almayanlar istanbul'da ebelik yapamayacaklardır.
«Şöhretlerine mağrur olarak bu kurslara gelmeyen ebeler bilmelidirler ki artık eline bir doğum iskemlesi alan İstanbulda doğum yap-tıramıyacaktır.
«Bu hufsus hekimbaşı'nın teklifi üzerine Meclisi Valâyı Ahkâmı Adliyece karar altına alınmıştır, ve padişahça da tasdik edilerek gerekenlere duyurulması yolunda irâde çıkmış tır.»
Doğum ve ebelik derslerinin tıb talebelerine ne zaman başladığını kesin olarak bilemiyorsak da 1852 yılında Fenerli ramlardan Dr. Pavlaki'nin Askerî Tıbbiye öğrencilerine de Fenn-i Kıbale yani doğum dersleri verdiğini biliyoruz. Tabiî bu derslerin tamamiyle nazarî olduğuna şüphe yoktur.
1858 den sonra tıp ve ebelik öğrencilerine doğum dersleri veren muallimler ayrılmıştu1. Hattâ Askerî Tıbbiye'de o zamana kadar fran-sızca olan öğretimi türkçeleştirnıek gayretiyle gene aynı binada 13 Mart 1867 bir Mektebi Tıbbiyei Mülkiye (Sivil Tıbbiye) açılınca buraya da ayrı bir doğum muallimi tâyin'edilmiş-dir.
îşte başlangıçda yalnız Sivil Tıbbiyeye doğum dersi veren Dr. Mehmed Vâhid Bey sonra her iki tıbbiyeye de muallim olmuştur. Ebeler sınıfına ise Dr. Vuçino ve yardımcılığına da Madam Robert isimli Belçikalı bir ebe verilmiştir. Tabiî ayrıca yerli ebelerden de yardımcıları vardı. Meselâ 1294/1877 Devlet Yıllığında Madam Robert'ten başka Zeliha, Naile, Na-
sibe ve Azime Hanımlarla Madam Munya'nm isimleri yazılmışdır. x
Ebelere ders gene bermutad haftada iki gün birer saat tatbikî ve nazarî olarak veriliyordu. Fakat ne Dr. Vuçino, ne de Madam Robert doğru dürüst türkçe biliyorlardı. Kaldı ki gelen öğrenci ebelerin de çoğu azınlığa men-sub olduğundan onlar da türkçe okuyup yazamaz, hattâ konuşamazlardı. Bu sebeble kendilerine bu bir saat içinde bazen türkçe, bâzerî ispanyolca, ermenice veya rumca ders verilirdi. Bu sebeble ebeler dersanesi adetâ bir Babil Kulesi olmuşdu. Bu durum 1895 de Dr. Vuçi-no'nun vefatına ve yerine Besim Ömer (Paşa) Beyin tâyinine kadar devam etmiştir. Esasen Besim Ömer Bey (B.: Akalın, General Besim Ömer, Cild l, Sayfa 497) 1890 da Pâris'den yurda döndüğü zaman memleketimizde gebelik hummasının pek fazla olduğunu görerek resmî makamları ikaz etmişti, îşte onun raporu üzerinedir ki Meclisi Tıbbiyei Mülkiye ve Sıh-hiyei Umumiye (Sağlık Bakanlığının nüvesi olmuş bir meclisdir) 7 haziran 1891 tarihli Takvimi Vekaayi ile yayınladığı bir kararname ile îstanbulda çalışan bütün ebeler asepsi- antisepsi bakımından sıkı kayıdlara tâbi tutulmuşlardır; devletin resmî gazetesi ile yayınlanan talimatnamenin sureti şudur:
«l — Ebelerin bir lohusaya çağırıldıklarında temizliğe dikkat etmeleri, ellerini iyice yıkamaları, doğurmuş ve doğuracak olanların kirli, kan ve benzeri gebelik artıkları bulaşmış bezleri ve şâir temiz olmayan şeylerin hiç birini, hiç bir bahane ile bırakmamaları.
-
— Tırnaklarım dikkatlice kesip temizle
miş oldukları ellerini, bütün İstanbul eczanele
rine terkibi verilmiş olan antiseptik ilâcı ha
vi su ile yıkamaları.
-
— Bir ebe lohusamn hasta olduğunu an
lar ve tabib tarafından hastalığın gebelik hum
ması olduğu teşhis kılınır ise o ebe hamama gi
dip iyice temizlenip elbiselerini değiştirmeksi-
zin diğer bir lohusaya gitmekten sakınmalı
dır.
4 — Yukarıki hususları yapmakta ihmali
görülenler şiddetle cezalandırılacaklardır».
O zamana kadar her iki Tıbbiye talebeleri ile, ebelere doğum dersleri teorik olarak, bâzan da fantomîar üzerinde gösterilirdi. Besim Ömer
Bey Askerî Tıbbiyeye Fenni Kıbale (Doğum) muallimi olduktan sonra, 1892 de, o zaman Sirkeci'de Demirkapı'da saray içinde bulunan okulun bahçesinde, Botanik Bahçesi gerisinde kale duvarına bitişik 3 oda, l sofadan ibaret küçük bir binayı Seririyatı Vilâdiye (Doğum Kliniği) hâline getirerek doğum derslerini tıbbiye öğrencilerine pratik olarak vermeğe bağladı. Besim Ömer Paşa'nın Dr. Vuçino yerine ebe öğrencilerine de muallim olmasından sonradır ki onlar da bu dersleri pratik olarak hasta başında görmeğe başladılar. Yani ebe sınıfı, fransız usûlü kliniğe bağlı bir okul haline geldi.
Gene onun işe başlaması iledir ki ebe öğrencilerinin 30 yaşından küçük olmaları, Türkçe okuyup anlamaları ve kendi dillerinde de yazabilmeleri şart koşulmuştur. İlk olarak bir ders programı yapılmıştır. Birinci sene kısa anatomi, fizyoloji, mikrobiyoloji, hijyen ve hasta bakımı; ikinci sene de doğum dersleri konul-muşdur.
1897 de Besim Ömer Paşanın asker ve sivil her iki tıbbiyeye de muallim olunca işleri çoğalmış ve bu sebeble ebe sınıfının Hasta bakıcılık derslerini o tarihten sonra muavini Dr. Kenan Tevfik, doğum derslerini de gene muavini Dr. İsmail Derviş Bey vermeğe başlamıştır. Hattâ İsmail Derviş Bey zamanla anatomi, hijyen gibi hazırlık sınıfı derslerini de üzerine almıştır.
Ebe sınıflarında hem öğretime, hem de halka faydalı olmak için haftada altı gün poliklinik çalışmaları da yapümışdır. 1900 senesinde muayenehane çalışan, yâni poliklinik yapan ebelerin isimleri şunlardır:
Cumartesi: Kasımpaşalı Emine Hanım, Haydar!ı Zeliha Hanım, Mme. Mari
Pazar: Ayşe Sıdıka Hanım, Mme. Linner, Emine Hanım
Pazartesi: Hacı Azime Hanını, Hacı Zi-netî Hanım, Ayşe Hanım, Mme. Mari Salı: Servet Hanım
Çarşamba: Tevhide Hanım, Hayriye Hanım, Lûtfiye Hanım
Perşembe: Hacı Nesibe Hanım, Müfide Hanım, Emine Hanım
1903 de Askerî Tıbbiye Haydarpaşa'da yeni yapılan binaya taşınınca her ne kadar 25 yataklı bir koğuş Doğum Kliniğine ayrılmış ise
de yerin uzaklığı sebebi ile hasta müracaatı azalmış, tıbbiye ve ebe sınıfı öğrencileri fazla pratik yapma imkânını kaybetmişdir.
Kadırga'daki Tıbbiyei Mülkiye (Sivil Tıbbiye) de 1909 da Haydarpaşa'daki binaya nakledilerek her iki übbiye «Tıb Fakültesi» ismi ile birleştirildi. Böylece Kadırga'daki Sivil Tıbbiye binası boş kaldı ve burada da fakülteye bağlı olarak bir Eczacı ve Dişçi Mektebi ile bir Ebeler Mektebi ve ikinci bir Doğum Servisi kuruldu.
Besim Ömer Paşa Kadırga'daki Doğum Kliniği, Dr. Asaf Derviş Paşa da Haydarpaşa'daki Nisaiye (Kadın )Hastalıkları Kliniği başına müderris (Ord. Profesör) olarak verildiler. Fakat zamanla her iki klinik de Seririyatı Nisaiye ve Vilâdiye (Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği) ismini aldılar.
Böylece birinci sınıfta yardımcı derslerle birlikte hasta ve çocuk bakımını öğrenen ve fantom üzerinde doğum dersleri alan Ebeler Mektebi öğrencileri ikinci sınıfta da Fakülte talebeleri gibi Kadırga'daki «Doğumhâne» de de geceleri nöbetçi kalarak hekimlerin kontrolünde bol bol doğum yaptırıyorlardı.
Dr. Prof. General Cemil Topuzlu şöylece anlatıyor:
«Kadırga'da boş kalan eski Mektebi Tıbbiyei Mülkiye binasını baştan aşağı tamir ettirerek üst katını eczacılara, alt katını da dişçilere tahsis ettik. İşte eczacı ve dişçi mektepleri böylece kurulmuş oldu. Bundan sonra mektebin harap hastahane paviyonlarmı da, Besim Ömer Paşa'nın himmeti ile, tamir ettirerek ebeler için bir anfi-dershâne ve doğumevi yaptırdım. Bunu da Ebeler Mektebi hâline soktum. Her üç mektebin başına da Tıbbiyei Mülkiye hocalığından kadro dışı kalan Dr, Mustafa Münif Paşa (1856-1937) yi getirdik.»
Bil'ahare 1920 de Dr. Fuad Fehim Caculi, 1924 de de Dr. Tevfik Remzi Beyler imtihanla Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniğine muavin (doçent) olmuşlardır.
1928 de Kadırga'daki servis de Haydarpaşa'ya taşınarak her iki klinik evkafça yaptırılan geniş ve kagir bir binaya yerleşmiştir. Yatak sayısı daha çok ise de gene semt sapa olduğu için müracaat az olmuşdu. Tabiî bu arada Ebeler Mektebi de Haydarpaşa'ya taşınmıştır,
EBEHANIM SOKAĞI
4844 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— •
EBE KADIN VAK'ASI
1933 Üniversite reformu ile fakülte İstan-bııla taşınınca Ebe Mektebi Haseki Hastaha-n esine yerleşmiştir. Buradaki doğum kliniğinin Cerrahpaşa'daki yeni binaya nakli sebebiyle de 1966 dan beri «İstanbul Tıp Fakültesi Ebe-Hemşire Okulu» Cerrahpaşa Hastahanesinde çalışmaktadır.
Ancak Ebe Mektebi'nden çıkan ebeler Ana-doluya gitmedikleri için 1920 de, Sıhhiye Mü-diriyeti Umumiyesi vilâyetlerin ebe ihtiyaçlarını karşılamak üzere masrafları belediyelerce ödenmek üzere Kadırga'daki Hilâli Ahmer {Kızılay) barakalarında yatılı bir Ebe Mektebi açmıştı, Buraya okuma ve yazma bilen kızlar alınarak iki senelik bir öğretimden sonra ebe olmuşlardır.
Cumhuriyet devrinde Sıhhat ve İçtimaî Muavenet Vekâleti 1924 de İstanbul Tıp Fakültesi Ebe Okulu'na bağlı bir «Yatılı Ebe öğrenci Yurdu» açmıştır. Buraya alınan Orta Okul mezunu genç kızlar iki yıllık bir öğrenimden sonra ebe diploması almışlardır.
194? de Sıhhiye Bakanlığı Şişli Çocuk Has tahânesinde yatılı bir Ebe Okulu açdı, bu oku! bir müddet sonra «Ebe-Laborant-Hemşire O-kulu» adını aldı. İstanbulda Haydarpaşa Numune Hastahanesinde de bir Ebe Okulu açıldı.
Zamanımızda ebeler karma öğretim yapan Sağlık Kollejleri'nde de yetişmektedirler. Ebe -Hemşire - Sağlık Memuru yetiştiren bu okullara orta okul mezunları alınmaktadır, tahsil müddeti dört. senedir.
Haydarpaşa Numune Hastahanesindeki ('kuldan başka İstanbul'da Kızılay ve Zeynep Kârall «Ebe-Hemşire Okulları» vardır. (B.: Zeyneb Kâmil Hastahanesi)
Dr. Bedi ŞEHSÜVAROĞLU
EBEHANIM SOKAĞI — J.234 Belediye Çohir Rehberine göre Galatamn Ömer Avni Mahallesi sokaklarından; bu mahallenin sınır yollarından Çiftevav Sokağı ile Sulakçeşme Sokağı arasında bir aralık sokakdır; Hacıhamm Sokağına çıkar isimsiz bir sokakla kavuşağı vardır (1934 B.Ş.R. Pafta 15/169).
Çiftevav Sokağı başından gelindiğine göre S basamak beton merdivenle inilir bir yokuş-dur; zemini kabataş döşeli olup bir araba geçecek genişlikdedir. Hacıhamm Sokağına çıkan aralık yol da basamaklıdır; üzerinde ka-
gir ve ahşap evler arasında yedişer katlı bir kaç beton apartıman vardır (Ocak 1967)
Hakkı GÖKTÜRK
EBEHÂTUN SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Kasımpaşanın Kadı Meh-med Efendi Mahallesi sokaklarından; adı geçen rehberde sokak olarak kaydedildiği halde paftada Kulaksız Caddesi üzerinde bir çıkmaz sokak olarak gösterilmişdir. (1934 B.Ş.R. Pafta 16/188); yerine gidilip şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (Temmuz 1967).
EBE İSKEMLESİ — Ebeliğin bir hekimlik kolu olmasından önce eski ebelerin gebe kadınları doğurtur iken oturtdukları iskemle, arkalıklı ve oturulan yerinin ortası delik bir iskemle idi; ebe kadınlar bir doğuma giderken iskemlelerini de götürürlerdi; gidecekleri bir kibar konağı ise ebe kadının iskemlesini o konağın uşaklarından biri taşırdı; halk tabakasından bir kadının doğumu için çağırıldıkları zaman ebenin iskemlesini o ailenin şehbaz delikanlıları götürürdü. (B.: Ebe kadın vak'ası).
EBE KADIN CAMİİ — Aksaray'da Sofularda Sülüklü, Sokağında idi; Hammal Hay-reddin Camii adı ile de anılırdı; Hadikatül Ce-vâmi şu malûmatı veriyor: «Aksaray kürbin-dedir, bu Ebekadın Camünin asıl banisi Hammal Hayreddin Çelebi olub bu mescidin karşısındaki bir köşebaşında bulunan mezarlıkda •medfundur, kabir taşı yangınlar sebebi ile ha-rab olmuş, tarihî bilinmiyor, ikinci banisi Ebe Kadının ismi Ayşedir, İstanbula Benderden gelmiş, bu mescid civarında oturmuş, mescidi yeniden yaptırarak ve minber de koyarak ihya etmişdir.»
1894 yılındaki büyük depremde yer ile bir olarak yıkılmış, ve yine o semtin halkından beylikci muavini Nasır Beyin dul zevcesi Çerkeş Fatma Hanım tarafından üçüncü defa olarak ihya edilmiş idi. 1943 - 1944 arasında çok harab bir halde bulunan bu camiin «Tevfik» imzalı talik hat ile kitabesi duruyordu ki metni şudur: «Hammal Hayreddin inşası ve Ebe Hatice (?) Hanım tamir ile tecdid etmiş idi ve hareketi arzdan hâk ile yeksan olmuş iken beylikci muavini merhum Nasır Beyfendinirt
halîlesi Çerkesîyül asıl Fatma Hanım tecdid ve inşâ ettirmişdir; 1313 (1895 - 1896)».
1962 de Tahsin Öz «İstanbul Camileri» isimli eserinde: «kadro hârici ve arsadır» diyor.
EBE KADIN VAK'ASI —- Vak'nüvis Şâ-nîzâde Atâullah Efendinin kaydına göre hicrî 1233 recebinde (M. Mayıs 1818) İstanbulda büyük heyecan uyandırmış bir vak'adır; bir gece Fâtih semtinde oturan bir ebenin kapusu çalınır, medreseli kılık ve kıyafetinde iki kişi: «Şu civarda doğuracak bir hâtûn vardır, aman tez ol!..» diyerek ebe kadım alırlar, biri iskemleyi yüklenip (B.: Ebe İskemlesi) biri fener çekerek (B.: Fener Çekmek) siir'at ile tamam Tımarhane önüne vardıklarında ebe kadını içeri sokarlar ve o gece icrayı habaset ederek seher vakti kadını serbest bırakırlar. Kadın da doğruca Şeyhülislâm Kapusuna varıp istida ile
şikâyet eder. Derhal takibata geçilerek Tetim-
me Medresesinde oda sahibi olup Timarhâne
içindeki bir menzilde oturan mütecavizler ya
kalanır; İzmitli Hacı İbrahim ve Kastamonulu
Hüseyin adındaki bu iki yobaz derhal Kıbrıs
Adasına sürülerek Magosa Zindanına atılırlar.
Bu vak'anın şüyûundan sonra bir müddet İs
tanbul ebeleri geceleyin tam emniyet getirme
dikçe sokağa çıkmaz olur. ,:.>
R. E. Koçu bu vak'ayı almış, sağlam tarih bilgisine dayanarak uslûbkâr kalemi ile bir tarihî hikâye olarak işlemiş, genişletmiş, ve Cumhuriyet Gazetesinde tefrika edilen «İstanbul Yosmaları» isimli eserinin bir parçası olarak «fGüzel Ebe» adı ile yaymlamışdır. Aşağıdaki satırları bir film konusu olacak bu güzel hikâ- . yeden alıyoruz:
«Saray Ebesi diye meşhur bir ebenin kızı
«Güzel Ebe Bolu Dağında bir han odasında karı-koca süsü altında Uşak Kerem ile 'bir bal ayı yaşadı.»
(Resim: Sabi îıa Bozcan)
EBE KADIN VAK'ASI
— 4846 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 4847 —
EBRÎ, EBRU
olan Hâeer Dudu anasının mesleğini tutmuş ve îstanbulda Güzel Ebe diye şöhret bulmuş-dur. Evi Fatihde Çukurhamam Sokağında idi. On üç yaşında iken 51. Yeniçeri ortası neferlerinden Kara Mustafa adında güzel bir delikanlı ile evlenmişdi, ve ondan Süleyman adında bir oğlu olmuşdu. Hâcer Dudu aslında bir hayta olan genç ve güzel Kara Mustafayı koca olarak ancak dört gece görebilmişdi. Kara Mustafa haytaca zevkler peşinde idi. Karısı Süley-manı doğururken bile evinde bulunmamışdı. Saray Ebesini aratmayan ve çok para kazanan karısını, ceb harçlığı almak için kapu eşiğinde ayak üstü görürdü. Kara Mustafa 1808 de Alemdar Paşa Vak'asında Paşanın havaya uçurduğu mıahzen üstündeki yeniçeriler aira-sında parçalanarak ölünce Hâcer Dudu rahat bir nefes aldı, Süleyman o zaman 11 yaşında idi; anası tarafından ihmâl edilen oğlanın günleri yalın ayak, hırpani sokaklarda geçerken Ocakdan gelen bir çorbacı tarafından babasının ortasına alındı, 51. orta çorbacısının göz bebeği mahbub civeleği oldu, ve ocakda «Güzelebe-oğlu» lâkabını aldı; ve anasını hiç aramadı, kadının adı yalnız lakabında kaldı.
Tam hürriyetine kavuşmuş olan Hâcer Dudu 1809 temmuzunda bir doğum için ulemâdan Kadızâde Mehmed Tâhir Efendinin konağına çağırıldı, doğuracak taze Tâhir Efendinin kızı idi. Konağa giderken ebenin iskemlesini 30 yaşlarında sırım gibi bir genç uşak götür-müşdü; yüz çizgileri de güzel olan uşağın adî Kerem idi, ve yolda Ebe Kadının gözleri uşak Keremin üstünden ayrılamadı; Tâhir Efendi nin kızını kolaylıkla kurtaran Güzel Ebe, ko-nakda kaldığı bir hafta içinde alt katda bağçe üstünde bir odada misafir edilmişdi. Doğum dan sonra mumunu söndürüp pencerenin camını da açarak yatıyor idi, bir gece, yolda alıcı gözle bakdığı Uşak Keremi odasında buldu; ve konakdan evine muradına ermenin çılgınlığı içinde döndü.
Bir müdet sonra bir gece Uşak Kerem gelerek ebe kadını yine doğuma çağırdı, yanında 18-19 yaşlarında fener çeken bir seyis oğlan vardı; ebeyi yine iskemlesi ile aldılar, fakat bu sefer Tâhir Efendinin konağına değil, konağın arabalığı üstündeki uşak odasına götürüldü, ve orada «ser verip sır vermeyen» Se-
yis Oğlan ve Uşak Keremle üç gece kapandı.
1809 dan 18.18 yılına kadar geçen dokuz sene içinde Güzel Ebenin en büyük macerası. Ankara Kadısı olan Tâhir Efendinin kızının ikinci çocuğunun doğumu için yapdığı bir Ankara seyahati oldu; kendisini Ankaraya yine Uşak Kerem götürüp getirdi. Dönüşde bir tipi ye tutularak Bolu Dağında bir han odasında karı-koca süs altında Kerem ile bir bal ayı ya-§adı.
1818 yılı mayısında bir gece kapusunu otuzluk bir softa olan İzmitli Hacı İbrahim ile onsekizlik yalabuk çömezi Kastamonlu Hüseyin çaldılar ve ebe kadım doğuma çağırdılar. Bu vak'a, Şânizâdenin kaydetdiği Ebe Kadın Vak'-asıdır. Güzel Ebe, canına da kasdecek tiynetde olan bu yobazların elinden kimseye şikâyetde bulunmayacağına yemin ederek kurtulabildi. Fakat çömez oğlan, sabahın alaca' aydınlığında Timarhâneden çıkarak ebe kadını evine götürürken yolda kol gezen Fâtih Kolluğu çorbacısı tarafından yaklandılar. O saatde lohusa evinden dönülmezdi; yeminli kadın bir şey söylemedi, fakat Çömez oğlan falakaya yatırılmca dile geldi ve vak'ayı olduğu gibi anlattı. Çorbacı tecavüze uğrayan kadını suçsuz gördü. Softa ile çömezi yakalandı, Kıbrısda Magosa Zindanına konulması üzere bir gemiye bindi rildiler, kaptana verilen gizli emir ile de gemi Boğazdan çıkınca boğularak denize atıldılar,.
Vak'a bütün Istanbulun diline düşdü. Güzel Ebeye îstanbulda bütün kapular kapandı, Hâcer Dudu evini satarak Bursaya hicrete karar verdi.
• Süleyman 20-21 yaşına gelmişdi. Anasının vak'asını bir namus meselesi bildi; bir gece Kalyoncu Kolluğunda bir meyhanede iki muglim kalyoncu kopuğu ile işret ettikden sonra Güze) Ebeyi evinden kaldırarak yeni tanıdıkları Süleyman oğlana peşkeş çekmek isteyen o adamlara takıldı. Maksadı anasının hakikaten fahişe olup olmadığını öğrenmek idi. İstanbuldan ayrılmak üzere olan Hâcer Dudu, gece, kendisini sözde doğuma çağıran kalyoncuların davetini kabul etti. îstanbulda dalyan gibi iki gemici ve tığ gibi bir oğlan son cünbüş fırsatı bulmuşdu. Fakat o gece götürüldüğü bir viranede oğlunun bıçağı altında can verdi. Ana kaatili Süleyman' da Rumeli Hisarı Zindanında idam olundu.
Gaayetle kısaltarak aldığımız bu hikâyeyi Cumhuriyet gazetesinde büyük sanatkâr Sabiha Bozcalı resimlendirmişdir.
Bürhaneddin OLKER
EBE KIZI SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre, Şişli nahiyesinin Şişli Mahallesi sokaklarından, Halaskar Gazi Caddesi ile Kevser Sokağı arasında uzanır, Samanyolu Sokağı ile dört yol ağzı yaparak kesişir, Afitap Sokağı ve Kodaman Sokağı ile kavuşakları vardır (1934 B.Ş.R. Pafta 18/160). Halaskar Gazi Caddesi tarafından gelindiğine göre bir araba, geçecek genişlikde paket taşı döşeli bir yol olup önce hafif meyilli bir yokuş iner, Saman Yolu Sokağı ile kesişdikden sonra düzleşir, 1934 B. Ş. Rehberindeki Afitap Sokağı yerinde Matbaacı Osman Bey Sokağı adını taşımaktadır, ve Ebekızı Sokağı onun ile de dört yol ağzı yaparak kesişmektedir.
Bu sokak hepsi yeni beton yapı 4-7 katlı apartımanlar arasından geçer. Halaskar Gazi Caddesi ile Kodaman Sokağı arasında kalan kısmında Ömür Kliniği ile l eczâhâne, l kuva-för (berber), l kebabcı, l tekel bayii, l garaj, 3 bakkal, l şekerci, l manav, l elbise temizleme evi, l büfe, l kunduracı, l terzi, l sıhhî tesisat - radyo . elektrik işleri mağazası vardır. Kodaman Sokağı kavuşağmdan sonra sağa doğru kıvrılır, yolun sol tarafı yüksekçe bir sed teşkil eder, ve zemin döşemesi kaba taşa tahavvül eder; kapu numaraları 1-53 ve 4-24 dür. (ocak 1967)
Hakki GÖKTÜRK
EBE SOKAĞI -— 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Fâtihin Fener nahiyesinin Atik Mustafa Paşa Mahallesi sokaklarından; Sakalar Yokuşu ile Pazarcık Sokağı arasında uzanır; Bekâr Odaları Sokağı, Yatağan Külhanı Sokağı, Şehid Muhtar Sokağı, Eğrikale"Çıkma-zı ile kavuşakları vardır (1934 B.Ş.R. Pafta 8/ 114). Bir araba geçecek genişlikde kabataş döşeli bir yoldur, birer ikişer katlı ahşab evler arasından geçer; Şehid Muhtar Sokağı ile arasında bir meydancık vardır ki salıncaklı bir çocuk bağçesi hâline konmuşdur, kapu numaraları 7-33 ve 2-68 dir (temmuz 1966).
Hakkı GÖKTÜRK
EBEYAN (A. Kapriyelj — Ermeni asıllı bestekâr; 1882 de Üsküdarda Selâmsızda doğdu.
babası Kapriyel Efendi de mûsiki ile meşgul idi, tanınmış hanendelerden Osep Kapriyelin ağabeyisidir. Asıl mesleği râhiblikdir; mûsiki ile uğraşır da hem babadan gelme görenek, hem de kiliseye intisabı dolayısı iledir, îlk dinî mûsiki tahsilini Reteos Papasyan Efendiden, Türk mûsikisi derslerini de Leon Hanciyan Efendiden almışdır; «Nıhânî» mahlası ile şiirler, bu arada şarkılar yazmışdır. İlk bestesini yirmi yaşında iken yapmışdı. Bestelediği eserler az, fakat hepsi güzel, kudretle ortaya konmuş sanat eserleridir. Mustafa Rona «Elli yıllık Türk Mûsikisi» isimli eserine dört şarkısını almışdır: «Hayâlin gitmiyor benden» (Kürdilihicazkâr), «Görünce rûyini canım» (Uşşak), «Şen olur kalbi viranım» (Türk aksağı), «Vasla çare olsa bende» (Türk aksağı).
Hayatı hakkında başka bilgi edinilemedi.
EBEZÂDE ÇEŞMESİ — «Fatihde Bak-kalzâde Camii karşısındadır; banisi Şeyhülislâm Ebezâde Abdullah Efendidir. Çeşmenin ilk kitabesinin târih beyti şudur:
Lülesi tarih içiin dehre birakdı velvele
«Çeşnici ayni şifâdan gel gel iç mâi zülâl» 1138 (M. 1725 -1726)
«İkinci bir kitabeye göre Köstenceli Elhac İsmail Ağa ruhu için 1309 (M. 1891 - 1892) da kırmızı tuğladan yenilenmişdir. Bugün susuz ve muattaldır» (İbrahim Hilmi Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, I; 1943).
EBKİ, EBRU — «Farsça bulut anlamında Ebr isminden gelir; bulutları andıran dalgalı, damarlı nakışlar, böyle nakışlarla boyanmış, bezenmiş kâğıt; Ebrulamak: Kağıdı damarlı, dalgalı olarak boyamak» (Şemseddin Sami, Kaamûsu Türkî).
«Ebrî, Ebru», süsleme, bilhassa kâğıd süsleme sanatında önemli bir yer almış; tek rengin çeşidli tonları ile, bir iki renkle, çok renkle, şekil letafeti ve renk ahengi bakımlarından asırlar boyunca şaheser ebrîler yapılmışdır; ve bu güzelik hârikası kâğıdlar, levha yazılarının etrafı, kitab cildlerinin cild kapağı içlerini süslemede kullamlmıgdır.
Ebrî, bilhassa levhalarda çok titiz bir dikkatle kullanılmışdır; yazının talik, sülüs veya nesih hatlarla yazıldığına göre ebrînin dalgalı ve damarlı nakışlarının yazı ile olan ahengini
EBRU
— 4848 —
İSTANBUL
&NSİKLOPEDİSİ
— 484Ö-- EBÜBEKÎR ÇAVUŞ (Eyyubi)
bulmak muhakkak ki bir sanat kâsesi idi. Cild ebrîleri ve levha ebrîleri de ayrı idi; cild ebrî-lerinde koyu, koyuca ve çok renkler, kuvvetli dalga ve damarlar kitaba âdeta bir salâbet. verdiği halde, aynı ebrîler yazıyı boğar, öldürebilirdi.
Müstakimzââe Süleyman Sadeddin Efendi «Tuhfei Hattâtin» isimli meşhur eserin bir hattatın hal tercemesi içinde, Türkiyede ebrînin İstanbullu Ahmed Efendi adında bir zat tarafından îcad edildiğini kaydediyor: «Mehmed bin Ahmed - İstanbulludur; Ayasofya Camii hatibi olan pîri mübarekdir, 1187 muharreminde (haziran - temmuz 1765) evinden yangın çıkarak eviyle birlikde yanarak öldü; ebrî tâbir edilir münakkaş, musanna kâzıd bu zâtin babasının icadıdır».
Güzel Sanatlar Akademisinin Türk tezyini sanatları bölümünde zamanımızda da çok güzel ebrîler yapılmaktadır.
Dostları ilə paylaş: |