Züvvânn şâhü gedâ şefaatden itme cüda Ya hazreti Ebu-d-Derdâ Şefaate ir gör bizi
2. Makam — Üsküdarda Karacaahmed ittisâlindedir. Eyyubdaki makaama nisbetle ıdaha mâmur durumdadır.
Ord. Prof. Dr. Süheyl ÜNVER
Ebû El-Derdâ Türbesi (Resim: Dr. S. Ünver)
EBÛ SAlD EFENDİ (Hocazâde) — On-
yedinci asır ulemasından, Sultan İbrahim ile Dördüncü Sultan Mehmedin şeyhüFislâmların • dan; hicrî 1002 (M. 1593-1594) de İstanbul-da doğdu, babası Şeyhül'islâm Mehmed Esad Efendi, onun babası da Şeyhülislâm ve ünlü müverrih Hoca Sadeddin Efendidir (B.: Esad Efendi, Mehmed; Sadeddin Efendi, Hoca), îs-
-CJ»
Ebû Said Efendinin bir fetvası (ilmiye Salnamesinden)
tanbülun çok zengin ve nüfuzlu bir ilmiye ailesinin evlâdı olarak geniş imkânlar içinde ye-tişdi, ve ilmiye mesleğinde sür'atle yükseldi, 1030 (M. 1620 -1621) da Şam kadısı, 1032 (M. 1622 -1623) de Bursa kadısı, 1034 (M. 1624 -J 625) ve 1036 (M. 1626-1627) da iki defa İstanbul kadısı. 1038 (M. 1628-1629) de Anadolu kadı askeri, 1039 (M. 1629 -1630) da Rumeli kadıaskeri oldu. Henüz 36 yaşında iken ilmiye mesleğinin son durağına varmışdı ve yine o yıl içinde azledildi; artık şeyhül'islâmlık sırasını bekleyecek idi; on yıl, kışın İstanbul içindeki sarayında, yazın Boğaziçindeki yalısında, debdebeli, tantanalı bir kibar zengin hayatı sürdü; 1049 (M. 1639-1640) ikinci defa Rumeli kadıaskeri oldu, bu makamda bulunur iken asrm büyük şâiri Şeyhül'islâm Yahya,. E-fendinin ölümü üzerine 18 Zilhicce 1053 (M. 27 Şubat 1644 de şeyhül'islâm oldu. Bu ilk müftülüğü iki seneden az sürdü, Sadrıâzam Civankapucubaşı Mehmed Paşa ile geçinemedi-ği için 29 Zilkaade 1055 (16 Ocak 1646) de azledildi.
17 Ramazan 1061 (M. 3 Eylül 1651) de Karaçelebizâde Abdülâziz Efendinin yerine (B. : Abdülâziz Efendi, Karaçelebizâde) ikinci defa, geyh'ül'islâm oldu, ve bu sefer ilmiyenin bu en
yüksek mevkiinde daha az, ancak on, bir ay. kalabildi; 11 Ramazan 1062 (M. 16 Ağustos 1652) de azledildi; azlinin sebebi, ulemâ efendiler arasında derin teessür uyandıran bir rezalet oldu. Ebû Said Efendi hanedanının şöhret ve serveti ile mağrur, çok asabî ve sert a-damdı; vak'amn tertip ve tahrik eseri olduğu söylenir.
Ramazanın yedinci günü birbiri ile geçine-meyen Rumeli ve Anadolu kadı askerleri azledildiler; Ebû Said Efendi Rumeli kadıaskerli-ğine Tulumcuzâdeyi, Anadolu kadıaskerliğine de Bâlizâdeyi tâyin etti. İstanbul kadılığından azledilmiş olub Anadolu kadıaskerliğine tâyin sırası kendisinde olan Esad Efendi ertesi gün müftü efendiye gitti ve huzura çıkar çıkmaz selâm vermeden:
— Bre Allahdan korkmaz, bre mürteşî zâ
lim, Anadolu kadıaskerliği benim hakkım iken
niçin başkasına verdin!., diye bağırdı.
Görülmemiş, duyulmamış hürmetsizlik, tecâvüz idi. Ebû Said efendi o anda şuurunu kay-betdi:
— Bre câhil edebsiz, hayâsız, sen ne za
man adam oldun da böyle küstahlaşırsın, sen
Sünbül Alinin kahve oğlanı Esad değil misin,
bu makamlara hep rüşvetle, himaye ile gelme-
din mi!., dedi.
Esad Efendi cevab verecek oldu, Ebû Said efendi uşaklarına:
— Falaka değnek getirin, kaldırın yıkın
şunu!., diye bağırdı.
Uşaklar koşdular, Efead Efendinin koltuklarından tutup dışarı çıkaracak oldular, beriki yine ayak direyince, Ebû Said Efendi yerinden kalkdı, Esad Efendinin yakasına yapışdı, başını yüzünü yumruklamaya başladı. Esad Efendinin başından kavuğu düşdü, vak'anüvis efendinin tâbiri ,ile «öyle bir rezalet oldu ki, neûzübillâh. Falaka bulunamadığı için Esad Efendi müftünün uşakları eliyle de hayli muştalandı, hırpalandı ve baş açık bir odaya tıkılıp kapatıldı. Devrin vezirlerinden İshak Paşa ile Ketağaç Paşa müftünün meclisinde idiler, vak'-aya şâhid olmuşlardı, Ebû Said Efendinin ayağına düşdüler, onu teskine çalışdılar, Esad Efendinin affını recâ etdiler, kadıyı mahbe-sinden çıkarıp başına kavuğunu giydirdiler,
tekrar huzura sokup: «Var efendi hazretlerinin eteğini öp!..» dediler. Sersemlemiş olan Esad Efendi etek öpecek oldukda müftü tekrar gazaba geldi, mâzul İstanbul kadısının yarı yakasından yarı sakalından tutub: «Bre habis! oğlan!..» diye tekrar tokatladı, paşalar adamı^ güçlükle kurtarıp ve o hal ile bir ata, bindirip evine yolladılar. Fakat Esad Efendi doğruca, Sadrıâzam Tarhuncu Ahmed Paşaya gitti (B;:. Ahmed Paşa Tarhuncu), «arslan iken tilki ol-muşdu», vak'ayı anlattı, cezada yediği dayakla yetinilerek sürgüne gönderilmemesi için «zelîlâne» yalvardı. Fakat müftü efendi1 sürgünde ısrar edince Ahmed Paşa hemen bir gemiye bindirilerek Sakız adasına sürgün emri ile Çavuşbaşı ağası Esad Efendinin evine yolladı, kadı gizlendi, bulunmadı. Esad Efendi ise o gece kibar ulemânın konaklarını dolaşdı. Çoğu Ebû Said Efendiye kırgın idiler; mesele büyütüldü, hattâ îstanbulda bir ihtilâl havası eser gibi oldu. Ulemânın büyük bir kısmının kendisine karşı ccbhe aldığı Ebû Said Efendi pâdişâh taralından azledildi, Bahâî Efendi şeyhül'islâm oldu.
Ebû Said Efendi o tarihde 11-12 yaşlarında bir çocuk olan Dördüncü Sultan Mehmedin kesin güvenini kazanmış bir zât idi. İki sene kadar sonra Bahâî Efendinin ölümü üzerine, 12 Saf er 1064 (M. 2 Ocak 1654) de Ebû Said Efendi üçüncü defa şeyhül'islâm oldu, ve 5 Receb 1065 (M. 11 Mayıs 1655) de Sadrıâzam Ibşir Paşaya karşı sipahi ayaklanmasında azledildi; bu üçüncü ve sonuncu müftülüğünün azlinde hattâ bir îdam edilme tehlikesi de atlatdı.
Sadrıâzam Derviş Paşanın ağır bir felç darbesi ile ölüm döşeğine yatdığmda mührü hümâyûnun devlete karşı isyan etmiş Haleb Valisi îbşir Mustafa Paşa'ya gönderilmesinde Şeyhül'islâm Ebû Said Efendinin büyük rolü olmuşdu (B.: İbşir Mustafa Paşa). ihtilâlde vezire taraf dar çıkmakla suçlandırıldı ve İs-tanbuldaki sarayı yağma ve tahrib edildi; Vak'anüvis Naîma Efendi şöyle kaydediyor: «... Yüz elli senelik Hasan Can Hanedanının (Yavuz Sultan Selim'in ünlü nedimi Hasan Can, Hoca Sadeddin Efendinin babasıdır; B.: Hasan Can) kıymetine bahâ biçilmez hazinesi, nadide eşya, altun ve gümüş takımlar, .eşsiz kıymetde nefîs kitablar, sarayın harikulade
EBÛ SAİD EFENDi (Şeyh)
_ 4856 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
. 4857 —
EBÛ SAİD EL-HUDKÎ
Ebû Said El-Hudrî türbesi (Bir krokiden S. Bozcah eli ile)
eşyası bir anda talan ve tahrib edildi; paraladıkları eşyayı yol ortasında bırakdılar; sarayı pencere demirlerine, su yollarına, hamamlarına varınca tahrib ettiler; Ebû Said Efendinin kütübhânesi ile kendi odasının sadefkârî ve halkârî dolab kapaklarına varınca koparıp götürdüler; ve kaldırdıkları eşyayı yok bahâsına satmak için yollarda adam aradılar». îbşir Paşa sığındığı pâdişâh sarayında îdam edildi. Ebû Said Efendinin başı istenmişdi; onun da îdamı fermanı verilmek üzere iken Nakibül eşraf Zeyrekzâde Efendinin kesin direnmesi üzerine azl ile kurtuldu; îstanbul kadısı olan oğlu Feyzullah Efendi de azledildi ve Geliboluya sürgün edildiler; bir müddet sonra, şehir içine girmemek ve îstanbul civarında Azadlıdaki çiftliğinde oturmak şartı ile affedildi ise de geldiğinin tezine düşmanlarının entrikaları ile tekrar Geliboluya gönderildi; nihayet 1071 de (M. 1661) hastalığı dolayısı ile affedildi ve İs-tanbulda 1662 haziranında vefat etti; Eyyub-da dedesi Hoca Sadeddin Efendi hazîresine defnedildi.
Bibi.: İlmiye Salnamesi; Naîmâ Târihi, III-VI; Silâhdar Târihi, I; İ. Hami Danismend, Kronoloji, III.
EBÛ SAİD EFENDi(Şeyh) — Kanunî Sultan Süleyman devri ulemasından, aslı iranlıdır; îstanbulda yerleşmiş, ilmiyle, f azliyle hürmet görmüş, bilhassa Sadrıâzam Semiz Ali Paşa tarafından himaye edilerek devlet hazinesinden yevmiye yüz akçe bağlanmıştı; o zamanlar için bu para şeyh efendiye müreffeh bir hayat teminine kâfi idi. Ebû Said Efendinin tek kusuru hastalık derecesine varmış olan temizlik merakı idi, hem basit mânasiyle temizlik, hem de şer'î temizlik.
Evlenmemişti; konağında eli yüzü temiz, edebli terbiyeli birkaç uşağı hizmet ederdi. Şeyh Efendi her sabah muhakkak yıkanırdı, abdest alırdı; çamaşırları da yıkandıktan sonra dokuz defa sudan geçip şartlanırdı. Konağın bütün hizmetkârları da her sabah hamama girmek mecburiyetinde idiler. Konağa asla misafir kabul edilmezdi; ey esvabiyle sokağa çıkılmaz, sokak esvabı ile içeri girilmezdi. Sokaktan gelen muhakkak soyunur, hamama girer, yıkanır, abdest alırdı. Efendi de hâmisi AH Paşa'nın sarayı müestesna, kimsenin evine git-
mez, dışarıda bir yudum su içmez, el ve etek öptürmez, kendisi de kimse ile musafaha etmez, el kavuşturup hafifçe eğilmekle iktifa ederdi.
Semiz Ali Paşa, latifeyi çok seven bir zât idi. Bir Ramazanda Ebû Said Efendiye bir kürk hediye etmişti; fakat kürk gelince efendi düşüp bayılacak kadar sıkılmıştı. Çünkü protokol îcâbı bayramda hamisinin gönderdiği kürkü giyerek paşaya bayram tebrikine gitmeğe mecburdu. Ebû Said Efendi için kürk, şer'an temizliğinden her an şüphe edilecek bir şeydi. Evvelâ söylendi, sonra kürkü dokuz defa yıkattı, kuruttu, yıkattı, kuruttu. Bayram sabahı sırtına giymeden evvel de uşaklarından güçlü kuvvetli bir delikanlıya dokuz defa silkmesini emretti. Uşak, evvelâ hamama girdi, yıkandı, boy abdesti aldı ve sonra kürkün yakasına yapışıp da silkmeğe başlayınca, Şeyh Efendi feryadü figan ederek deliler gibi çırpınmağa başladı; kürk yıkana kuruya çürümüştü, konağın içinde milyarca kıl gök bulut halinde uçuşuyordu. Ebû Said Efendi bir kat Ali Paşaya, bir kat da kendisine ağzına, geleni söyliyerek çocuklar gibi ağlamağa başlamıştı. Hemen adamlarından birkaç kişiyi ırgat pazarına göndermiş, gözünde, kulağında illeti ol-mıyan, vücudunda yarası, azasında noksanı, sakatı bulunmayan elli nefer ırgad seçtirmiş, bu adamlar hamama sokulmuş, yıkanmışlar', abdest almışlar, kendilerine temiz çamaşırlar giydirilmiş ve sonra da koca konağın dört köşesine dağılan kürk kıllarını günlerce uğraşarak elleriyle teker teker toplamışlardı. Konakta, şer'an temiz olmayan süpürge kullanılmazdı. Semiz Ali Paşanın beklediği de bu idi. Haber alınca kahkahaları attı ve bir vesile bulup padişaha da anlattı. Kanunî Ebû Said Efendiyi görmek istedi. Bu sefer mesele büsbütün ça-tallaştı: Efendi saraya gelince, muhakkak koltuklarına girilecek, eteği öpülecek, o da huzura çıkınca padişahın elini öpecekti. Sadrıâzam bu protokolün tatbiki Şeyh Efendiyi kahrından helak edebileceğini arzedince koca Kanunî: Said Efendi için saray protokolünün tatbik edilmemesini, şeyhin de huzurda bir temenna ile iktifa etmesini emretti. Ebû Said Efendi heyecan içinde huzura çıktı.. Kanunî:
— Efendi.. İlminizi, irfanınızı işittim.. Ümmeti Muhammedin talim ve irşadında sa'-
yiniz meşkûr olsun!., diye iltifat etti; sonra Ali Paşa'ya dönerek:
-
Efendinin tahsisatı ne kadardır?! diye
sordu; paşa:
-
Yevmiye yüz akçedir!, cevabını verin
ce Sultan Süleyman:
— Azdır!., dedi, yevmiyesine yüz akçe daha ilâve ediniz, biraz da içindeki vehim ve vesvese çirkini temizlesin!..
Sultan Süleymanın bu şahane hakaaretin-den sonradır ki Şeyh Efendi pâdişâhın ayaklarına kapanarak af diledi.
EBÛ SAİD EFENDİ BAĞÇESİ — XVII yüzyıl ortasında Fındıklıda Istanbulun en mâmur ve büyük bağçelerinden biri idi; Şeyhülislâm Ebû Said Efendinin milki olan bu bağçe için, o asırda îstanbula gelmiş Antoine Gal-land (B.: Galland, Antoine) «Güzel bir çeşmesi, portakal ağaçları, çiçekleri ve bilhassa lâleleri» ile meşhur olduğunu yazıyor. Yalı boyundan gerideki tepelerin yamacında kat kat uzanır bir bağçe imiş.
EBÛ SAİD EFENDİ YALISI — XVII yüzyıl ortasında Tophane ile Fındıklı arasında îstanbulun muhteşem binalarından biri idi; ah-gab bir bina olduğu muhakkakdır; zamanımıza yalnız adı kalmışdır; civarında ve muhtemel ki hemen arkasında Ebû Said Efendi'nirı
**>:s î/t.^* y^l
^ <^i^
<-• £*% \& <«*'//,$
'<,$&•&V \T
^M /,,
^•p ,
SRfiMlIfeö
bir de meşhur bağçesi vardı (B.: Ebû Said Efendi Bağçesi).
EBÛ SAİD EL-HÜDKÎ — Sahâbei Kiramdan, arabların İstanbul muhasarası şühedâsından, kabri îstanbulda Kaariye Camii civarındadır; Ayvansaraylı Hüseyin Efendinin Topkapı Sarayı Müzesinin hazîne kütübhâne-sinde bulunan mecmuasında şu malûmat veriliyor: «Kaariye Camii demekle mâruf kiliseden münkalib camiin ittisalinde vâki medrese avlusu dâhilinde medfundur ki caddeye penceresi olup pencere üstünde ismi şöyle yazılnıışdır :
Hû
Eshâbi kiramdan
Ebî Said-il-Hudrî
radıyallahüanh
Hicrî 46 (M. 666)
İçerde de bu kitabenin bir aynı olup ayrıca şu kitabe vardır:
Eshâbi Kiramdan Ebî Said-iI-Hüdrî radıyallahü-anh hazretlerinin merkadi şerifidir, Ketebehu Hı-dır mütevelli! Haseki Sultan
sene 1177 (M. 1763-1764)
Yan sokak penceresi üzerinde şu kitabe okunmaktadır:
«Ecillei Eshâbi kiramdan Hazret-i Ebî Said-il-Hudrî Eshâbdan Mâlil ibni Sinan hazretlerinin mahdumudur. On beş yaşında iken Benî Mustalik gazasına teşrif idüb femi saadeti peygamberîden (hazreti peygamberin ağzından) bin yüz yetmiş hadîsi şerif rivayet buyurmuşdur. Bânii în hankah Şeyh Mu-hammed Ârifest; 1304 (M. 1886-1887)»
L
r
EBÛ SAİD EL-HUDRÎ TEKKESİ
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
_. 4859 —
EBÛZER (Safranboluiu Pasacı)
Açık türbesi ortasında çok yaşlı güzel bir şimşir ağacı ve naziresinde muazzam serviler vardır.
Taş baskısı bir levhada da şunlar yazılıdır:
«Sultan Hamamı (Edirnekapusunda Mihrimah
Sultan Hamamı) civarında Kaariye Camii kurbinde
Fetholurdu anın fahri Yâ Ebâ Said-il-Hudrî Şefaate ir gör bizi»
Türbesi çok harab olmuş duvarlarla çevrilidir. Istanbulun en pitoresk yerlerindendir. İkinci Sultan Mahmud tarafından 1251 (1835-1836) tarihinde tamir ettirilmiş ve bu tamirde kapusunun üstüne Hâşim imzalı tuğrası konnıuşdur ki hâlen bu tuğra yerine konulmak üzere Kaariye Camiinde saklanmaktadır. (B.: Eshâbı Kiram Kabirleri, İstanbulda)
Ord. Prof. Dr. Süheyl ÜNVER
EBÛ SAİD EL-HUDRl TEKKESİ — Üs
küdarlı Bandırmalızâde Ahmed Münib Efen
dinin 1307 (M. 1889-1890) de yayınladığı
Mecmuai Tekâyadaki kayda göre Edirnekapu-
su içinde Kaariye Camii yakınında âyin günü
cuma olan bir nakşı dergâhı idi; o tarihde
şeyhliğinde de Arif Efendi adında bir zât bu
lunuyordu. ;
Sahâbei Kiramdan ve arablarm istanbul muhasarası şühedâsından olan Ebû Said El-Hudrînin merkadi yanında yapıldığı için bu ismi taşıyan tekkenin banisi de Mecmuai Tekâ-yâda adı geçen Şeyh Arif Efendi idi; merka-din yan sokakda bulunan penceresi üzerinde 1304 (M. 1886-1887) tarihli bir kitabe bunu açık olarak göstermektedir. Bu tekke yıkılmış, yok olmuşdur.
Hakkı GÖKTÜRK
EBÛ ŞEYBE EL-HUDRÎ — Ebû Şeybet-il-Hudrî, eshâbı kiramdan, arablarm İstanbul muhasarası şühedâsından; kabri Ayvansaray-da Toklu İbrahim Dede civarındadır; yanında yine sahabeden Hamdullah-il-Ensârî yatmaktadır. Türbenin ilk binası Fâtih Sultan Mehmed tarafından yaptırılmış ve Ni'melceyşden Toklu İbrahim Dede ilk türbedârı olmuşdur. İkinci Sultan Mahmud İstanbulda bütün sahabe makamlarını tamir v& ihya ederken bu makaamı da yeniden yapdırmışdır. Yanında bir de ayazma vardır. Ayvansarayh Hüseyin Efendi Top-kapu Sarayı Müzesi Kütübhânesinde bulunan el yazması mecmuasında şunları yazıyor: «Ebû
Şeybet-il-Hudrî Ayvansaray Kapusu dâhilinde Eğri Kapu tarafında Tokludede Mahallesi demekle mâruf mahalde medfundur ki mescidi kiliseden münkalibdir; Toklu Dede hîni f etinde türbedâr olub Ebû Şeybe'nin türbesi hâricinde medfundur; türbedarları onun neslinden-dir. Ebû Şeybe radıyallahü anh hazretlerinin türbelerinin tamirine Vâsıf Efendi bu tarihi söylemişdir:
Tamire yazdı târita Vâsıf görünce bî pak Bin yüz sekizde cana pak oîdu ravzi pak
H08 (M. 1696 -1697)»
Vâsıf Dîvânında bu tarih manzumesi yanlış olarak Ebû Said-il-Hudrî'nin türbesi adına kaydedilmişdir. (B.: Toklu Dede Mescidi).
Pek eskiden burası İkinci Sultan Bayazıd evkafına bağlı imiş. İkinci Sultan Mahmud yeniçerilerin kaldırılması dolayısı ile halkın kendisine kırılan kalblerini hoşriud etmek için birtakım eski makamları ihya ederken Ebû Şeybe türbesini de yeniden yaptırmıştır. Kapusunun üzerinde Yesârîzâde Mustafa İzzet Efendinin yazısı ile şu tarih manzumesi Sahhaflar şeyhi-zâde Esad Efendinindir:
Dâveri ashâb sîret Sahi Mahmûdisşiyem Zâtidir girdârı hayr âsr ile herdem elîf
Hazreti Bu Şeybet-iI-Hudrîye tazim eyledi Türbesto tecdid ile ol sahi âgjîh ü arif
Gel hulûs ile dua kıl zâhiöâ tebcil ile Merkadi p(âki sahâbîdir bu me'vâi şerif
Tasliye zeylinde yâd oldukça ashâbi güzîn Nazmı ahdi ol şehinşâhm ola nusret redif
Oldu dildâde melâik Es'adâ târihine «Merkadi Bu Şeybeyi sahi cihan yapdı lâtif» 1251 (M. 1835-1836)
Bu türbeyi 1952 de ziyaretimizde, üstü açık, içi harab bir halde idi. Bağçesinde mümtaz zevat, bu arada «Kanun» mütercimi To-kadlı Hekim Mustafa Efendi medfundur. A-yazma yıkılmış, her taraf perişan idi. Burada, ve civarında Fâtihin mutlu askerleri, ni'mel-ceyş medfun olup bir kısmının isim ve nişanları kaybolmuşdur. Orada güzel bir mezar taşı olan (vefatı 908r M. 1502) Çavuş Sinan bin İskender ile yine sahabeden Ahmedül Ensârî-nin mütevazı kabri vardır. Ebû Şeybet-il-Hudrî, peygamberimizin süt kardeşidir; bir zaman
kabrinin ziyaretçileri Ebâ Eyyûbül Ensârî'nin türbesinin ziyaretçileri kadar kalabalık olurmuş. Toklu Dedenin kabrinden eser kalmamışdır; dışına gece kondular yapılmış; kapa üzerindeki büyük kitabe taşı da yerinde yok idi. Ord. Prof. Dr. Süheyl ÜNVER
EBÛZER (Safranbo-lulu Pasaoı) — Hırsız, kaatil; 1301 ile 1311 (M. 1883-1894) arasında Top hanede mîrî fırın pasacısı 17 -18 yaşlarında bir genç iken hemşehrilerinden birinin bekâr odasında misafir kaldığı gece bir gümüş koyun saati çalmış-dır. istanbul Mahbushâ-.nesinde damağalarından Kahveci Nusret'in sikirdim uşağı olmuş, bir gün teneffüs zamanı avluda gezerlerken kıskançlık maddesinden kendilerine kin bağlamış azılı kaatillerden ve yine damağalarından Arab Süleyman ile avanesinin öldürmek kasdı ile hücumlarında, zeberdest bir delikanlı olduğundan Süleymamn elindeki şişi alıp azılı şeriri vurup öldürmüş, hem kendisini, hem Nusreti kurtarmış, mahbushânedo nefis müdafaası ile işlediği cinâyetden de ayrıca beş sene prangabendliğe mahkûm olmuşdur. Bu vak'adan sonradır ki Kahveci Nusret İstanbul'dan Sinob'a gönderilmişdir. Aşağıdaki semaî bu Ebûzer sânında Kahveci Nusretin-dir:
Bugün sarsar bütün eflâki bu hicranlı feryadım Lzelden gülmedim yâ Ra'ö cefakârım hem nâşâdım Şehâ bahtım dahi kaare yazık gadr ile pûyâmm Aceb nerde âyâ şimdi Ebûzerim perîzâdım Ceza yirse kasem olsun feryâd eylerdi vicdanım Mürüvvet merhamet senden rahmeyle sen ey sultânını
Sarartır saçları her kalbi alızan vaktine benzer Gurubu bahtımı îma ider her bir seher ekser Levend kaametli sultânım gazanfer bir hadid peyker Sîmâyı aşkım kalbim ezelden eylemiş ezber Ceza yirse kasem olsun feryâd eylerdi vicdanım Mürüvvet merhamet seriden rahmeyle sen ey sultânım
Ebû Şeybe El-Hudrî türbesi (Resim: Nezih)
Eğer pazarı mahşerde idilse böylece ilân Cihan bulmuş sana karşı garîbdir işte bir kurban Ne nîmetdîr huzurunda olursam kulluğa şayan Ceza yirse kasem olsun feryâd eylerdi vicdanım Mürüvvet merhamet senden rahmeyle sen ey sultânını
Aynı zamanda bir halk ressamı olan Kahveci Nusret yukardaki semaî ile övdüğü Pasacı Ebûzerin kara kalem ile güzel bir resmini yapmışdır, fakat bu resmin büyük kıymeti, etrafına yazılan bir takım yazılarla bir tılsım resmi oluşundadır. Yazıları yazan, katilden mahkûm olup «Zindan Kutbu» lâkabı ite anılan Somuncu Baba isminde bir büyüeü-üfü-rükcüdür. Aslından ressam Hüsnü eliyle kopye ettirdiğimiz Pasacı Ebûzerin resminin etrafındaki yazı ve şekiller şunlardır; en üstte:
Ebûzer. şahımın tasviri mutalsamıdır.
Bana nusret budur ancak âvânı mesken iken zindan
No nîmetdir huzurunda olursam kulluğa şayan
Sağ taraf da yukardan aşağı: Zincirden bir çerçive ve içinde «Kurretü âli kesâ (?) aba».
r
EBÜZER EL-GAFFÂEl
__ 4860 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
4861— EBÜLHÜDÂ EFENDİ (Şeyh Mehmed)
Safranbolulu Ebûzerîn tılsımlı resmi (aslından Hüsnü eli ile kopya)
Zencîri aşk, zencîri zindan, pirimize hû.
Nura irişenlere her şey yakın, nâr içinde yananlara her şey taaid. Pranga, pâbend, foukağu, ağu, ağ. Bir çın tamam motifi. Anber, kanber, şebi rûz beraber.
Yâri serkeş çık meydâne meydâne Merdâne merdâne girdik yahu zındâne Ebûzer Şah bir dânedir bir dâne.
İki yürek şekli, birinin içinde elif
(E), diğerinin içinde nün (N) harfi, ve
aralarında zincirleme yazılmış vav harf
leri.
Sol tarafta yukardan aşağı: Ferah, ferruh, nefih, rih. Hilâlimsi bir şekil ve içinde «Şahım vechehu» Ham, gam, hem.
Evranos ardanos Evren velî irfan bolî
Âmin yâ muin, âmin yâ muîn Bi hörmeti Tâ Ha ü Yâsîn
îki yürek şekli, birinin içinde ayın, (A), öbürünün içinde mim (M) harfi ve altında çifte vav (V) harfi. Yâri serkeş merd isen can virüb cananı
gör Benlik olmaz zindanda küfrü ko îmânı
gör
Sultânı askı kıldım serdar, şeytânı nah-veti eyledim berdar. Kutbi zindan dört duvar karındaşı Şeyh Somunca Baba, tılsımı mücerreb.
En altda:
Delikanlının iki ayağı arasında bir kesik kelle ve murad kapusunun anahtarı. Âşık başı binek taşı Somuncu Baba pişirdi aşı.
(B.: Nusret, Kahveci; Dam-ağaları, cild 8, sayfa 4224; Zindan Şiirleri)
Bibi.: Nusret, Zindan Şiirleri.
EBÛZER EL-GAFFÂRÎ — Arab harfleri ile yazılışı Ebû Zerr-il Gıfârî diye de okunur; eshâbı kiramdan, arabların İstanbul muhasarası şühedâsından; Ayvansarayda Çmarlıçeşme Mescidi yanında bulunan kabri XVIII. yüzyılın ilk yarısında Sadrıâzam Şehid Ali Paşa tarafından gördüğü bir rüya üzerine
ihya edilmişdir; Çmarlıçeşme Mescidi de bu türbe ile birlikde yapılmışdır; geçen asırda da İkinci Sultan Mahmudun anası Nakşidiî Valide Sultan tarafından tamir ve tecdid edilmişdir.
Makaamın ihyâsına tarih olan şu mısra, Vâsıf İbrahim Efendinindir:
Bu kabri eyledi ihya Şehid Ali Paşa 1128 (M. 1716)
Tamiri tarihi olan şu mısra da Enderunlu Vâsıf Efendinindir:
Bu âlî meşhedi yaptırdı rânâ Valide Sultan 1227 (M. 1812)
Ziyaretimiz tarihinde harab ve perişan, yok olmak üzere idi (B.: Çmarlıçeşme Mescidi, cild 7, sayfa 3917).
EBÛZER EL-GAFFÂRÎ " MESCİDİ — Tahsin Öz «İstanbul Camileri» isimli eserinde bu isimle Ayvansarayda bir mescid kaydediyor ve: «Yapıldığı tarih tesbit edilemedi, eser kal-mamışdır» diyor. Ayvansarayda Ebûzer El -Gaffârî'nin merkadi yanında Çmarlıçeşme Mescidi adı ile anılan bir mescid vardı; 1947 de ziyaretimizde yalnız mihrab duvarı kalmış, yok olmak üzere idi (B.: Çınarlı çeşme Mescidi, cild 7, sayfa 3917). Tahsin Öz Çır.arliçeşme Mescidini de ayrıca kayd ederken: «Banisi Şehid Ali Paşadır; XVIII. yüzyıl ihtidalarında fevkaanî olarak yaptırılan bu mescidin duvar bakiyeleri kalmışdır. Mescid yanında ashabdan Ebûzeri Gaffârî'ye âid açık türbe de aynı zat tarafından yaptırılmışdır» diyor. Üstadın aynı mescidi, ayrı birer mescid imiş gibi ikinci defa Ebûzer Ei-Gaffârî adı ile kaydı bir zühul eseridir. İleride erbabı tedkiki yanıltmamak için bu şehir kütüğüne böyle bir madde koyduk.
EBÜLFADIL CAMİİ — (B.: Defterdar Camii, cild 8, Sayfa 4339)
EBÜLFADIL KONAĞI VE BAĞÇESİ — XVI. yüzyılda Tophanede sırt üstünde limana,, Marmaraya ve Anadolu yakasına fevkalâde nezâreti olan bir konak ve bağçe idi; zamanında çok meşhur olan bu bina ve bağçe hakkında bilinen bir şuerâ tezkiresi müellifi olan Atâî Çelebinin bir satırlık bir «meskeni dilküşâ ve
bağçei cennet âsâ» kaydından ibâretdir (B.: Mehmed Efendi, Ebülfadıl).
Dostları ilə paylaş: |