İstanbul ansiklopediSİ Büyük Kapalı Çarşıda Yağlıkçılarda İstanbul Hanımı


Muktedâyi ehli iman pîşivâyi sünnîyan Hazreti Sultan Mahmûdiil amel zilli Hûda



Yüklə 5,01 Mb.
səhifə27/80
tarix03.01.2019
ölçüsü5,01 Mb.
#88905
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   80

Muktedâyi ehli iman pîşivâyi sünnîyan Hazreti Sultan Mahmûdiil amel zilli Hûda

İtti nev 'bünyad ü ihya bu muallâ mabedi Kıl salâti hamsede ol sahi deyrâne dua

Her seher aynî îdüb güldeste! nazma urûc Bu iki târih ile şâirlere kıldım sala

«Lütfen ihya kıldı bu ııev camii Matoıud Han»

1231 (1815) «Camii Sultan Mahmudüşşiyem itti biııâ»

1231 (1815)

Tekrar Nişanca yangınında yanıp kadro dışı edildikden sonra arsası Vakıflar Müdürlüğü tarafından Bagdasar Kalfa adında birine satılmış, ondan da bir başkası satın almış, ve bir dükkân yaptırmış bulunuyordu. Banisinin kabri, etrafı taş ile çevrilerek muhafaza edilmiş, 1945 -1948 arasında halk tarafından adak mumları yakılmakda idi.



. DÜLBENDCÎ MESCİDİ — Denizabdal semtinde Odabaşı Camii civarında idi. Hadika-tül Gevâmi şu malûmatı veriyor: «Banisi Elhâe Mehmeddir, fevkaanî bir mesciddir, bitişiğindeki müteehhilîn odaları (B.: Müteehhilin Odaları) da mescidin vakıf yapılarıdır. Banisinin kabrinin nerede olduğu bilinmiyor, mahallesi yok-dur».

Tahsin Öz «İstanbul Camileri» isimli eserinde bu mâbedden eser kalmamış olduğunu yazıyor (1962).



DÜLDÜL — İsim arabcadır; «Mısırda İskenderiye meliki Mukavkes'in Peygamberimiz Hz. Muhammed'e hediye olarak gönderdiği kır esterin (katırın) adı.» (Türk Lügati)

İstanbul civarında Karaburun ile Terkos Gölü arasında işleyen dar hatlı tirenin - dekovilin 1893 den bu yana hiç arızasız işleyen lokomotifine o civar halkı bu adı takmışdır. Aşağıdaki satırları 1'3 eylül 1962 tarihli Hürriyet Gazetesinden alıyoruz:

«Trenle ilgili mütehassıslarının belirttiklerine göre, dünyanın en küçük, en yaşlı, en az personelli ve en az sefer yapan treni, halen her gün Karadeniz sahilindeki Karaburun ile Terkos Gölü arasında çalışmaktadır.

«1893 yılından bu yana, Karaburun - Terkos Gölü arasındaki 30 kilometrelik dar hattın üzerinde, hiç arıza yapmadan çalışıp duran bu 69 yaşındaki minyatür trenin, Demiryolları Arşivlerinde bile siciline ve resmine rastlanamıyan, ufacık, bir lokomotifi vardır. Kendisine raptedilen yanları açık, üstü otlarla kaplı ve 15 yolcu taşıyabilen 2 adet vagoneti, saatte 40 kilometre süratle çeken lokomotife, civar halkı «Düldül» adını vermiştir. Yalnız l kişilik makinisti ve ba-

kıcısı tarafından çalıştırılan tren, her sabah Ka-raburunda oturan Terkos Gölü İşletmesinin işçi ve memurlarını alıp, iş yerine getirmekte, akşamları da Karaburun'a götürmektedir. Tatil günlerinde ise, civara piknik için gelenleri, Sular İdâresinin cemilesi olarak ücretsiz taşımaktadır.

«6 tekerlekli olan ve ancak 300 kilo kömür alabilen 18 numaralı lokomotif, çalıştığı dar hat üzerinde havalinin vazgeçilemez bir süsü olarak oflaya - puflaya günlük hayatına devam etmektedir» (Hürriyet.).

Bu şirin lokomotifin ve tirenin şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi.

DÜLGEE, DÜLGERLEK — «Dilimize f arşça dervger kelimesinden alınmışdır, ev yapan sanatkâr» (Hüseyin Kâzım, Büyük Türk Lügati) .

Bilhassa eski büyük ahşab îstanbulda, birer âfet hâlini alan ve şehrin bir kaç mahallesini, dörtde birini, yarısını, ve hattâ dörtde üçünü yakıp yok eden yangınlardan sonra (B,: Yangın; Ayazmakapusu Yangınları, cild 3, sayfa 1512); Balat Yangınları, cild 4, sayfa 1975; Hocapaşa Yangınları) şehrin ihyâsı yolunda ö-nemli esnaf zümresini teşkil etmişdir.

Eski metinlerde «bennâ» ve «neccar» isimleri ile anılırlar; mimarlar, marangozlar ve doğramacılar için de aynı isimler kullanılır. Yangınlardan sonra, kerestecilerle beraber (B.: keresteciler) fırsatdan istifa ederek fazla gündelik istemek, aldıkları yapı işini uzatmak yollan ile halka cefâ çektirmemeleri için sıkı bir nizâma bağlanmışlar, iş saatleri ve gündelikleri de İstanbul Kadılığınca tesbit edilrnişdi.

Bütün diğer esnaf gibi zincirleme kefalet ile bir loncaya bağlı idiler. Haklarındaki nizamların tatbikinden sorumlu pirleri, yiğitbaşıları ve halîfeleri vardı (B.: Esnaf). Bir kişinin îstanbulda dülgerlik yapabilmesi için Devlet Ba§-mimarı huzurunda imtihan verip ondan izin alması da şart idi.

«... (mîrî binalarda ve büyük kapularında çalışan) dülgerlere ücretleri muntazaman verilir iken bâzı kimseler kendi yapılarında çalışdır-mak için fazla gündelik vermeye başlamışlar, dülgerler ile yapı amelesi mîrî binaları bırakıp o gibi yerlerde çalışmaya başlamışlardır, ve mîrî binalar muattal kalmışdır. Bunun sür'atle vst şiddetle önüne geçüecekdir. Mîrî yapıları bırakıp ve paraya tamah edip hâricde çalışanlar,



DÜLGER (Bahâdır)

— 4814 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

4815 —



DÜLGER BALIĞI


dülgerleri ve yapı amelesini para ile kandırıp kendi yapılarında çalışdıranlar tâkib edilecek ve cezalandırılacaklardır. Mîrî binalarda ve şahıs yapılarında dülger gündeliği yazın 12 akçe, kışın 10 akçedir (bundan fazlasını istemek de, vermek de suçdur)» (hicrî 993 - milâdî 1585 tarihli fermandan).

«... Mimarbaşınm 12 akçe dülgerlerin ve yapı amelesinin geçimine yetmediğini beyan etmesi üzerine gündelikleri 16 akçeye çıkanlmış-dı. Halen Mehmed Paşanın yapdırmakda olduğu camii şerif de (Cerrah Mehmed Paşa Camii; B.: Cerrahpaşa Camii, cild 7, sayfa 3504) çalışanlara da Î6 akçe gündelik verilir iken fazla gündelik istemişler, vermez iseniz çalışmayız demişler. Nizama itaat etmeyenin hakkından gelmek lâzımdır. İşini bırakıp gidenler tesbit edilecek ve o adamlar Istanbulda dülgerlik ve yapı ameleliği yapamayacakdır» (hicrî 995 -milâdî 1587 tarihli fermandan).

«... Yapılarda çalışan dülgerlere ve yapı amelesine yazın 12 ve kışın 10 akçe gündelik ve yaz ve kış 2 akçe de yemek parası verilir. Ya<-pılarda çalışanlar gün doğarken işe başlarlar ve gün batmaymca işi bırakamazlar» (hicrî 1091 - milâdî 1680 tarihli esnaf nizâmnâmesi).

XVII. yüzyılın büyük muharriri Evliya Çelebi, Dördüncü Sultan Murad zamanında yapılan bir esnaf - ordu alayı dolayısı ile dülgerler hakkında şunları yazıyor:

«Esnafı neccârânı numaran - Kârhâneleri Vefa kürlerinde Doğramacıbaşı Kârhânesidir. Büyük ağalık olduğundan cümle ihtiyarları ile üstadları kendi evlerinde oturur. 70 nefer halîfesi (kalfası) vardır; ki bu halîfelerin her biri istanbul Kalesi gibi bir kale, Ayasofya ve Süley-maniye gibi bir cami yapmaya kaadirdir. Yetmiş kethüda, yetmiş çavuş bütün gün atlar ile îs-tanbulu dolaşırlar, usul ve nizam dışı yapılan binaları, yahud bir garibin, fakirin evine havale yapılmış yapıları teftiş edip yıkdırırlar, ve onları yapanların hakkından gelirler. 300 nefer esnaf yamakları vardır. Pirleri Habib Neccar-dır, kabri Antakyadadır (Bu satırlar miri dülgerler hakkındadır; B.: Mimarbaşı). Istanbulda cümle esnafı neccâran (dülger esnafı) 4000 neferdir» (B.: Balta, Balta asmak).

DÜLGER (Bahadır) — Gazeteci, hukukçu, politika adamı; 1911 de Istanbulda doğdu;

babasının adı Ragıb, annesinin adı Pakizedir; 1933 de Galatasaray Lisesini bitirdi, 1937 de istanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden diploma aldı. Doğu Gazetesinde fıkra yazarlığı ve yazı işleri müdürlüğü (1937), Tasvir ve Sonsaat gazetesinde fıkra yazarlığı ve yazı işleri müdürlüğü (1945 - 1960) yapdı; Hürriyet Gazetesinde Türkiye Yayınevinde çalışdı.

1950 seçiminde Demokrat Parti adayı olarak Erzurum millet vekilliğine seçildi; partisinin gazetesi olan Ankarada münteşir Zafer Gazetesinde fıkra 5'azarlığı ve yazı işleri müdürlüğü yapdı (1950 - 1955); yine aynı partinin Istanbulda yayın organı olan Havadis Gazetesinin sahibi oldu (1955 - 1960) 27 Mayıs 1960 ihtilâlinde tevkif edilerek Yassı Adada çok ızdırablı günler yaşadı, mahkûm oldu, Kayseri Cezaevinde yattı; son af kanunu ile hürriyetine kavuş-du. Bir çok kitabları, tercümeleri, makaleleri vardır. Siyâset hayatının kaçınılması güç acı cilveleri dışında muhitinde iyi tanınmış, temiz tanınmış bir sîmâdır; bir aydın adamdır.

Bibi.: Kim Kimdir Ansiklopedisi

DÜLGER (Hanife) — Zamanımızda sayıları pek çok kaybolmuş güzel kızlardan biri; yoksulluk ile lüksün çatışmasından doğmuş yaygın bir toplum krizinin olaylarındandır, ya bir caninin pençesinde yahud fuhuş girdabında kapanır; ve hiç şüphesizdir ki bu gibi vak'alar-da her iki sonuç da yorulmak istenmez. Muhit ve dekorlar ve tipler güzel işlenirse bir roman konusu olabilecek vak'anın ilk safhası şudur:

16 yaşında zarif yapılı ve güzel yüzlü Hanife Dülger Kücükçekmecede bir kulübemsi evde oturan Mehmed adında bir kundura boyacısının kızıdır, anası da İstanbul'da hizmetçilik yapmakdadır. Ana baba, Hanifeyi akranı kızlar gibi giydirip gezdirememenin acısını duymaktadırlar. Kendi giyim kuşam ihtiyaçlarını temin yolunda Hanife Kücükçekmecede bir iş bulmuşdur ve uzunca bir müddet bu işe gidip gelmiş ve 1967 nisanında bir akşam evine dönmemisdir. Babası gazetecilere şunları anlat-mışdır. «Polis izini bulamadı, biz bâzı şeyler duyduk, bildirdik ama ilgilenen olmadı; Hanife garsonluk yapan bir gençle sevişiyormug; oğlan askerliğini yapdıkdan sonra evlenmsye karar vermişler; oğlanın adını da öğrendik, Tokadın Zile nahiyesinden Hüseyin Yılmaz,

çalışdığı otele sorduk. Hanifenin kaybolduğu sıralar o da otelden ayrılmış» demişdir. Güzel kızın, sevdiği oğlan askere gidince kendisini başkasına verirler korkusu ile kaçmış olduğu tahmin edilebilir. Bu macera üzerine aşağıdaki manzume hâlen İstanbul ile Anadolu kasabaları arasında eski esvab ticâreti ile meşgul Hafikli natır Halil Ağanındır:

Oteldeki garson oğlan Zileli Civelekdir yakışıklı besbelli Güzel olur o tarafın şehbazı Ayağı koşarlı iş bilir eli

Vilâyetin toprağında sır hikmet Güzel erkek kopa gelmiş memleket Ya Tokatdan ya Hafikden, Zileden Nam virmişdir nice sahi melâhet

Aşkbaz olur o tarafın oğlanı Yokdur oynaş muhabbetde yalanı Sevdiğine sadâkatle bağlanır Bilmez kahbelikle gönül talanı

Hüseyin de bir içim su dilberdir Şühi hûban bebrü pelenk hizberdîr Hanifeyi kaçıran o uşaksa Namus ile iffet ona rehberdir

Beyhudedir düşülmesin telâşe Helâlinden çeker kızı âguuşe Hemşehriyiz medih ile destanı Yazmak da elbet ki bizlere düşe

Emreyledin beyim fakir Halile Macerayı virem destanla dile Hanife Kız bir yasdıkda kocasın Kendini kaçıran Hüseyin ile

DÜLGER BALIĞI — İstanbul sularının geçici balıklamadandır; «Dülger» adım taşımasının sebebi, vücudunu teşkil eden kemik - kılçıklar arasında destere, keser, burgu, çekiç gibi dülger âletlerine az çok benzeyen kemikler bulunmasıdır; bundan dolayı Fransızlar da «for-geron = demirci» derler. Fransa halk ağzındaki adı ise «Sen Piyer (Saint Pierre) Balığı»dır; rivayet edildiğine göre Sen Piyer bu balığı tut-duğunda denizden çıkarken inlemeye başlamış, Aziz de balığı sağ elinin iki parmağı ile tutarak: — Haydi git., ailenden ayrılma!., diye denize atmış; balığın iki yanında parmak izi şeklinde iki kara damga vardır ki Sen Piyerin parmak izleri imiş. Bu hikâye memleketimiz hiristiyan-ları arasında da söylenir. Hakikatde de Dülger Balığı denizden çıkarılır iken iniltiye ben zer bir ses çıkarır.

Vücudu yassı ve yumurta şeklinde (beyzî, elips) dir; vücudun hemen üçde birini baş teşkil eder; başı ve gövdesi bir takını dikenli pul ve kemiklerle , örtülüdür.


Hanife Dülger (Resim: S. Bozcalı)
Yelesi on aded büyük dikenden ibaret olup bu dikenler arasındaki derinin orta uçları, ip gibi, yele yüksekliğinin iki üç misli uzundur, dokuz örgü kadın saçını andırır. Yelesine bağlı ve kuyruk sokumuna kadar uzanan sırt yüzme kanadı yirmi iki kılçıkdan müteşekkildir. Ma kad yüzme kana-• nadı iki kısımdır, 'birincisi makada bitişik, dört aded uzun dikenden ve bu dikenler arasında gerili deriden müteşekkildir, yelesine benzer; ikinci kısmı ise 20 - 21 kılçıklı olub kuyruk sokumuna kadar uzanır ve sırt yüzme kanadı büyüklüğündedir. Karın kanadları ince ve uzun, birer dikenli ve altışar çift kılçıklıdır. Ufak olan yan kanatlan ise gaayet ince kılçıklıdır.

Başı, sırtı, vücudunun arka tarafı kahve rengi, sarımtırak ve sincâbî renkli ve kısmen yaldızlıdır. Karnının ön tarafı beyazdır. Yüzme kanadları vücudunun rengindedir, bazan soluk bir yeşil renk vardır.

Ağzı gaayet genişdir, kadife dişlerle mücehhezdir. Sarımtırak gözleri başının tepesinde-dir.

Vücudunun iki yanında ve tam ortada yuvarlak birer kara damga vardır ki âdeta parmak izine benzer, ki bu balığın hiristiyanlarca Hav-vâriyundan Sen Piyere nisbet edilmesi bu damgalar dolayısı iledir. Kuyruk kanadı yelpaze şek-



DÜLGER CIVANI


Dülger Balığı (Resim: Ömer Tel)

ündedir. Vücudunun çevresinde, altda ve üstde birer sıra ucu sivri pulları vardır. Büyükleri 8 -10 kilo ağırlığında ve yarım metro boyundadır. Hayvanatı mukasşere, balık yumurtaları ve yavruları yer. îstanbul sularına Akdenizden gelip girer; sardalya, kolyos ve emsali geçici balıkları kovalayarak Karadeniz Boğazına girer fakat Karadenize çıkmaz, yukarı boğazdan geri döner.

îstanbul Balıkhanesine senede 1000 - 1200 aded (3000 - 4000 kilo) Dülger Baliği gelir (1915 istatistiği). Adalar civarında, sonbahar ve kış mevsimlerinde tutulur. Derin su balığıdır. Bizde sureti mahsusada tutulmaz, ığrıp ile çevrilen uskumru, sardalya (ateşbalığı) ve hamsi balıkları ile beraber çıkar. Dalyanlara da girer. Sudan çıkar çıkmaz, pek tez .ölür. Şiddetli fırtınalarda sersemleşir ve deniz yüzüne baygın olarak çıkar; baygın dülger balıklarının balıkçılar, sandalcılar tarafından el ile toplandığı çok görülmüşdür.

Yalnız pek taze iken yenilir, lezzetli bir eti olduğu halde makbul balıklardan değildir, günlük balık piyasasının dâima ucuz balıkları arasında satılır, alıcıları da hemen hep gayri müs-limlerdir.

Bibi.: Karakin Bey Deveciyan, Balık ve Balıkçı-




hk.

İSTANBUL

DÜLGER CİVANI — Kalender meşreb şâirler tarafından «Şehrengiz» adı verilen manzum risalelerle medhedilen esnaf güzelleri arasında dülger civanlarına da rastlanır; şehren-giz yollu yazılmış «Hûbanâmei Nevedâ» isimli manzum mecmuada dülger civanı şu beyitlerle övülmüşdür:

Ermeni güzeli dülger civanı Kara gümrah olur hep ebruvâm Aybı malum cümle tiz kıllanurlar Çağın geçirmeden gelmeli ahbar Kumkapı Samatya Sulumanastır Kınalı kuzuyken olur bir katır

DÜLGEROĞLU ~ Onaltıncı asırda yaşamış ve güzelliği ile İstanbulun şöhretlerinden olmuş bir delikanlı; asrın büyük şâirlerinden Taşlıcalı Yahya Bey tarafından meşhur «Şeh-rengiz»inde şu beyitlerle övülmüşdür: Birisi Dülgeroğlu şûhi âlem Bînâyi Misn anınla oldu muhkem

iki kaaşı iki takı muariber Cemâli şemsesi anda musavver

Didim yıktiın gönül mülkini yap yap Yıkıl didi kaluyub ol şekerleb

DÜLGEROĞLU — Geçen asır sonlarında Balatın yedi meşhur gedikli meyhanesinden biri; yerinin Balatın neresinde olduğu tesbit edilemedi (B.: Meyhane).

DÜLGEROĞLU CAMİİ — Fâtih Sultan Mehmed devri eserlerinden; Sarjaçhânebaşın-dan Fâtihe doğru giderken, ana cadde üzerinde sol koldadır; Hadikatül Cevâmi şu malûmatı veriyor: «Banisi Şemseddin Habib (aslında Ahmed) Efendidir, kabri mihrab duvarı önündedir. Mescidin altında zîri zeminde merdivenle inilir medresesi vardır. Minberini Çalık Osman Ağa koymugdur. Camiin büyük kapusu Caddede, küçük kapusu Kavafhâne içindedir. Bitişiğinde Kul kethüdası Süleyman Paşanın türbesi vardır, bu Süleyman Paşanın Sangez Mescidi karşısında bir mektebi vardır, kendisi Azakda medfundur; türbenin yerinde Saraçhane Mahkemesi vardı, Davudpaşa Camii semtinde mahkemeye lüzum olunca buradan o semte nakledildi, mahkeme binasının yerine de Süleyman Paşa türbesini yaptırdı. Dülgeroğlu Mescidinin mahallesi vardır».

Ekrem Hakkı Ayverdi «Fatih Devri Mimarisi» isimli eserinde şunları yazıyor: «Çatılı camidir. Kesme taşdan bir bina olmakla beraber bir çok tamir ve tâdil görmüş, eski hâlini kaybetmişdir. Yalnız duvarlarının bir kısmı eski haldedir. Bir tamirde sağ duvara üç metro genişliğinde, kemerli acâib bir pencere açılmış-dır. 1946-1947 senelerindeki son tamirinde de



Dülgeroğlu Camii (Plân: S. Büyükerbil)

DÜLGEROĞLU CAMİİ

ahşab bir son cemaat mahalli ilâve edilmiş, çatısına yeni zaman kiremitleri konmuşdur. Camiin altında, tahtezzemin, bir medrese vardır ki böyle yer altında medreseye başka yerde tesadüf edilmez. Banisinin kabri sağ taraftadır. Namaza açıkdır».

Bu camii ziyaretimizde şu notlar tesbit edildi: :Ahşab son cemaat yeri odacıklar hâlinde bölünmüş olup ziyaretimiz tarihinde burada «Fâtih Merkez Kur'an Kursu» öğrencileri ders görmekde idiler. Buradan bir ahşab merdivenle kadınlar mahfiline çıkılır.

İbâdet sahmnın mihrab duvarında iki pencere vardır. Sağ duvarda biri çok büyük ve kemerli olmak keza iki pencere bulunup küçük pencere örülmüş, dolab hâline konmuşdur. Sol



Dülgeroğlu Camii (Resim: Sabih Büyükerbil)

DÜLGEROĞLU CAMİİ

' 4818 —

İSTANBUL

ansiklopedisi

4819-



DÜMBÜLLÜ (İsmail)


duvarda içerden iki, dışardan da biri çıkıntılı olmak üzere üç pencere görülür, bu çıkıntılı pencere de içerden pencereli bir genişçe dolapdır. Dört küçük pencere de son cemaat yeri duvarında bulunmaktadır.

Hadikatül Cevâmiin ve E. Hakkı Ayverdi-nin bahsettikleri merdivenle inilir yer altındaki medrese görülemedi; yerini tesbit edemediğimiz medhalinin ibtâl edilmiş olduğunu zan ediyoruz; bu medresenin mevcudiyetinden semtin yaşlıları da bahsetmektedir.

Camiin banisinin kabir taşındaki kitabe şudur:

Hüvelbâki Bânii câmiişerif Merhum ve mağfur Dülgeroğlu Hoca Şemseddin Ahmed Efendi ruhu içün el fatiha

887 (M. 1482)

Camii ziyaretimizde imamlığında Bay Hacı Tevfik Mollamahmedoğlu, müezzinliğinde de Bay Nuri Erkür bulunuyordu (şubat 1967).



DÜLGEKOĞLU CAMÎ1 ÇEŞMESİ — «Fa-tihde (Dülgeroğlu Camii) yanındadır. H. 1195 (.1780) de yapılmışdır. Üçüzlü mermer aynataş-larmdan ortadakinin kemerinin üst tarafındaki mermer levhada nefis bir besmelei şerif oyuiu-dur. Çeşme hâlen muattaldır ve az bir himmetle ihya edilebilir» (ibrahim Hilmi Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, I; 1943).

DÜLGEROĞLU SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Fatih Kazası merkez nahiyesinin Hüsambey Mahallesi sokaklarından (Pafta 6/65); Macar Kardeşler Caddesi ile Su yolu Sokağı (Bozdoğan su kemeri) arasında uzanır; Büyük Karaman Caddesi ile dört yol ağzı yaparak kesişir; birer dörtgen şeklinde olan Sırımcılar Sokağı ve Gemiciler Sokağı ile de çifter dört yol ağzı yaparak kesişir (B.: Hüsambey Mahallesi); yerine gidilip şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (A-ğustos 1967).

DÜMBELEK — Halk argosunda «Abdal», «Enâi» anlamlarında kullanılır, misaller:

rerek sorar:

Arkadaşına sokakdan geçen birini göste-


  • Kim bu kasalak herif ?

  • Dümbeleğin biri!..

Aklının almadığı, idrâkinin yetmediği işlere karışan, fikir beyanına kalkışanlara da «Ukalâ dümbeleği» denilir.

Kıymetli dil bilgini Ferid Devellioğlu «Türk Argosu» isimli eserinde bu kelimenin «me'bun» (mef'ul cinsî sapık anlamında da kullanıldığım kaydediyor; biz ne halk ağzında ne de pırpırı hâneberduşlar, apaşlar ağzında bu anlamda kullanıldığını işitmedik.



DÜMBELEK SOKAĞI — 1934 Belediye g-ehir Rehberine göre Boğaziçiniıı Rumeli yakasında Tarabiyanın sokaklarından; köyün güney - batı kısmında Tarabiya Bostanı Sokağı ile Nekre Tıflı Sokağı arasında bir ara hk sokakdır (1934 B.Ş.R. Pafta 22) i yerine gidilip şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi. (Şubat 1967)

DÜMBÜLLÜ (İsmail) — Tuluat Tiyatrosunun son mümessili, ünlü halk sanatkârı; 190ü de Üsküdarda doğdu, babasının adını Zeynel-abidin, annesinin adı Fatma Azizedir. Baba tarafından Dimetokalı olub «Dümbüllü» adı dedesinden kalmadır; komediyen oulşu da bir heves ve tesâdifden ziyâde yine dedesine bağlanan bir verâsetden gelir; R. E. Koçu çağdaş filozoi ve pedagog ve astet merhum Hamdı Kayalıdan dinlediği çok şirin bir hatırayı şöyle naklediyor:

«ismail Dümbüllünün adı geçen bir mea lisde Hamdi Kayalı: —- O benim hemşehrim-dir... diye başlayarak anlattı, biz Dimetokalı-yız.. Dimetoka, frenklerin tipik dedikleri antika adam yetiştirmekle meşhur... Istanbulda Sirkecide bir kipti maymun oynatıp para toplayacak olur, fakat maymunun inadı tutar oynamaz, kipti etrafına melül melül bakarak:

— AllaTıaşkına, içinizde Dimetokalı varsa çıksın gitsin, Dimetokalının önünde maymun oynamaz! der., îşte antika adam, önünde maymun oynatmayan aşırı, taşkın zekşya sahiptir...



İsmail Dümbüllü (Resim: S. Bozcalı)

ismail Efendinin dedesi büyük Dümbüllü benim dedem Kayalı Ali A-(ganin akranıdır.. Kayalı Ali Ağa jandarma kolağası idi, sesi güzel, ken di güzel bir adamdı... Büyük Dümbüllü de talikacı idi... Bir de rejide tütün kolcu basısı olup asıl adı unutulmuş ve Kum-

büllü adıyla anılagelmiş bir arkadaşları varmış; Dümbüllü ile Kumbüllü Dimetokanın Lorel ile H a r d i s i, Pat ile Pataşonu, Hacivad ile Karagözü imiş.. Bir gün Kumbüllü hastalanmış, Dümbüllü omuzuna bir top patiska atarak iki ırgad ile ziyarete gitmiş... ırgadlara bahçede bir yer göstererek: «Çabuk şuraya bir mezar kâzın!» demiş ve sonra hastaya:



  • Mezar hazır, kefeni de getirdim, ayağı
    çabuk tut, işim var, senin yerine beni kolcu
    tâyin ettiler, kaçakçı kovalamağa çıkıyorum..
    Demiş.. Kumbüllü:

  • Bir top patiska kefen için çok değil mi ?
    diye sorunca:

  • Hayır.. Kefeni yırtıp çıkmaman için sa
    na bu bir top bez az bile gelir!., demiş..»

Orhan Tahsin 1961 yılında Hayat Mecmuasında çıkmış bir yazısında Dümbüllü Ismaili hünerli bir kalemle anlatıyor:

«... boyu 1,59... gözleri kahverengi... Burnu, kendi deyimiyle armudi... Berberinin anlattığına göre, 40 yıldır başına ustura vurduruyor, tepesinde bir tutam saç bırakıyor. Dilinden düşürmediğine bakılırsa, en sevdiği şarkı, «Üskü-dara gider iken aldı da bir yağmur...». Saz çalmasını bilmiyor, ama lâf olsun diye udlu bir fotoğraf çektirmiş. Evine, kapıdan değil de, balkondan giriyor. Bir konu açılıp de söz verildi mi, iki cümlede bir, «ondan sonra» diyor. Bu söz dilinin persengi olmuş.

«Babası Sultan Hamid'in silâhşorlarından Abidin Efendiymig. Ancak, iki yaşındayken annesi babasından ayrılmış. Aynı yıl da Şirketi Hayriye memurlarından Şişman Hakkı Efendi ile evlenmiş. Ondan sonra, üvey babasının uğurundan olacak, talihi lâkaplı adamlardan açılmış. En iyi arkadaşları «Kel» Hasan, «Polis» Apti, «İmam» Hakkıv «Tavuk Hırsızı» İhsan'-mış... Bunlarla, Şehzadebaşı tiyatrolarında tanışmış.

«İlkokulu bitirdikten sonra, ailesi onu Top-taşı Askerî Rüştiyesine yazdırmış. Arapça dersinden iki yıl üstüste sınıfta kaldığı için, okuldan çıkarılmış. Üvey babası, Şirketi Hayriye Fabrikasına işçi olarak sokmuş. Ancak, ilk günü eve yağlı işçi tulumu ile dönünce, annesi «Ben onu yağlar içinde görmeğe dayanamıyorum» diye ağlamağa başlamış. Birkaç gün evde oturmuş. Oyunculuğa karşı ilgi duyuyormuş. Annesi, üvey babası bir gün çocuklarının «tiyatro oyuncusu» olduğunu öğrenmişler. Üzülmüşler, ama onu sahneden indirememişler. Önce Komik Şevki'yle, sonra Hasan Efendi'yle, daha sonra da Naşit Bey'le çalışmış. Bunlar teker teker sahneden çekilince, kendi adına bir tiyatro kurmuş.

«Bugünkü eşi Feriha ile bîr aşk mektubu sonunda evlenmiş. Hikâyeyi Feriha Hanım şöyle anlatıyor: «Ortaokulda öğrşnciydim. Düm-büllü'nün oyunlarını çok seviyordum. Hele onun «Kanlı Nigâr» oyununa bayılıyordum. Hemen bir aşk mektubu yazdım. Dümbüllü randevuya gelmedi. Yolunu bekledim, zorla bir mahaîlebi-ciye soktum. Bana bekâr olduğunu söyledi. Oysa evliymiş. Durumu aileme açtım. Yaşı büyük dediler, evli dediler, oyuncu dediler, kısaca bu evliliğe razı olmadılar. Ama sonunda, karısından ayrıldı, biz de evlendik. İsmail Beyi çok sevdim, ama soyadına bir türlü ısınamadım.

«Hayatında karısı ve kızı ile yan yana yürümez. O önden kös kös gider, karısı ve kızları üç metre geriden. Denizden, hele lodostan çok korkar. Bir gün Üsküdar'a geçerken vapur batacak olmuş, 7 yıl vapura binmeğe tövbe etmiş.. 50 filimde oynamış. İlk filmi «Memiş...» Sanat hayatiyle filim sayısı eşit. 50 yıllık eski bir hesap defterine göre bu yıl «altın yıl »mı kuthyan Dümbüllü, yarım yüzyılda 50 bin altın kazanmış.



M

r

DÜMEN

Yüklə 5,01 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   80




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin