DURU (Kâzım Hami)
adamıdır. Türk Ocağı, Sosyoloji Cemiyeti, Eski Muhâribler Cemiyeti ve Gazeteciler Cemiyeti üyesidir. Fransızca bilir.
Sabiha adında bir hanımla evlenmiş ve beş evlâdı olmuşdur; Necdet (doğumu 1902), Mansur (doğumu 1906), Mübeccel (doğumu 1908), Ülker, (doğumu 1914,) Özdemir (doğumu 1924).
Aşağıdaki satırların Hayat Mecmuasının «Uzun yaşayanların sırrı» başlıklı bir röportaj serisinden alıyoruz:
«İşte karşımızda 1.62 boyunda, 65 kilodan ne eksilir, ne de artar, doksana yaklaşmış olmasına rağmen yerinde duramıyan bir erkek haşarı var : Babıâli'nin tanınmış sıması, öğretmen, pedagog, muharrir Kâzım Nâmi Duru.
«İttihat ve Terakki'nin 10 kurucusundan hayatta, kalan 8-31 sicil numaralı tek. üyesi. ',
«Kâzım Nâmi üstadımızı, bugün emektar, yo
kuşun matbaa ve.gazete idarehanelerinde gör
mek lâzım. Onun : «Şu miniminilere bakınız!—»
diye gösterdiği muharrirlere bir göz .atacak
olursanız hepsinin, 50 - 55 lik; saçları, sakalları
ağarmış kimseler olduğunu (görürsünüz!... Mini
miniler bunlar!... Çünkü dört çocuğundan en bü
yüğü bugün 60 yaşındadır (1962) ;
«Eriştiği yaşa, onca hayat tecrübesine, katıldığı önemli memleket dâvalarına, meydana getirdiği eserlere bakınca; insan onu, yüz hatları sert, dalgın, durgun, çekitaşı gibi ağır sanır. Oysa hiç de öyle değil!... Bir çocuk neşesi ve davranışlariyle, karşınıza uçarı bir delikanlı gibi çıkan müstesna kimselerdendir.
— Benim dış görünüşümdeki yaşlılığa bakma, içimde, şuracıkta (kalbinin bulunduğu yeri gösteriyor) bir çocuk var, o hiç ihtiyarlamıyor; beni bu yaşıma getiren büyükannemin bir nasihatidir, Hayatımda aldığım en kıymetli nasihat bu oldu, ne. yazık ki bu nasihatin' ancak yüzde altmışım tatbik edebildim. Fakat bu yüzde altmış bile beni bu yaşa getirmeye yetti. Eğer nasihatin geri kalan yüzde kırkını da tutmuş olsaydım, belki de ikinci bir Zar o Ağa olabilirdim! (B. : Zaro Ağa); (ninemin nasihati şudur):
Az yemek, az söylemek,
Eder insanı melek!
Çok yemek, çok söylemek,
Eder insanı helak!
«— Çenemi tutsaydım, sağlam yüz elliyi aşardım. Fakat mide yoliyle yaptığım ömür iktisadını, çene yoliyle yitirdim!» (Turgut Etingü, Hayat Mecmuası).
DURU (Naci)
— 4778 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 4779 —
DURUD (Kazdağh)
DURU (Naci) — İş adamı, Sinema prodüktörlerinden, «Duru Film müessesesinin sahibi ve kurucusu; aslı Samsunludur; 1906 da Samsunda doğdu: Matbaacı Süreyya Efendi adında bir zâtın oğludur, annesinin adı Perver Hanımdır; orta tahsilini memleketinde yaparak babasının mat-baasînda iş hayatına atıldı, 1925 de babasının ölümü üzerine henüz 18 yaşında işinin sahibi oldu; yine o yıllar içinde Samsunda ilk sinemayı açarak 1945 yılına kadar sinemacılık ile matbaacılığı yan-yana basan ile yürüttü. 1945 de Samsundaki işlerini tasfiye ederek îstanbula yerleşti ve sinemacılığı tek meşgale seçerek «Duru Film» müessesesini kurdu (B. : Duru Film).
Süreyya Duru — Naci Durunun oğlu; 1930 da Samsunda doğdu, annesinin adı Şükriye Hanımdır. Tahsilini Galatasaray Lisesinde yapdı; babasının yolunda iş hayatına atıldı; Duru Film müessesesinde rejisörlük yapdı, ve kendi adına da «Murad Film» ,adı ile ayrı bir film müessesesi kurdu.
Hakkı GÖKTÜRK
DURU (Nazif) — îş adamı. Sinema prodüktörlerinden; 1907 de Samsunda doğdu; aynı iş üzerinde çalışır Naci Duru'nun ana ve baba bir kardeşi (B.: Duru, Naci); Kabataş Lisesini onuncu sınıf da terk ederek iş hayatına atıldı. Yerli Filmciler ve Türkiye Film îmalcileri Cemiyetinin idarecilerindendir.
Bibi. : Kim Kimdir Ansiklopedisi (1963).
ÜURU (Selim) — Tanınmış spor öğretmenlerinden; eski mutasarrıflardan Yusuf Kâmil Bey adında bir zâtin oğludur, annesinin adı Nüz-het Hanımdır; İstanbulda doğmuşdur (1911-1912? Topkapusu ilk okulunda Vefa lisesi orta ve l' se kısımlarında okumuş, lise diplomasını 1933 de istanbul Erkek Lisesinden almış, Ankarada Gazi Eğitim Enstitüsü ile Üniversite Edebiyat Fakültesini bitirmiş ve 1937 yılında beden eğitimi öğretmeni olarak meslek hayatına atılmışdır; bu satırların yazıldığı sırada, 1966, istanbul Erkek Lisesi beden eğitimi öğretmeni bulunuyordu.
Gençliğinde futbol oynamış, kalecilik yap-mışdır; iyi bir yüzücü idi, 1932-1933 yıllarında istanbul yüzme birincisi olmuşdu; kızı Sevgi Duru (Erim) de rekorlar kırmış şampiyon bir yüzücüdür.
Bibi. : E. Yücel, Not.
DURU (Yılmaz) — Tiyatro, ve Sinema aktörü, dansör, dans hocası; 1930 da Adanada doğdu; babasının adı Turhan, annesinin adı til-kerdir; Adanada orta okulu bitirdikten sonra çocuk sayılacak yaşta sahne hayatına atıldı ve ilk defa 1944 de Ses Tiyatrosunda «Kadınlar Adası» operetinde oynadı. 1957de îstanbula turist olarak gelen John Philips adındaki Amerikalının delâleti ile Manhattan tiyatro ve bale mektebine angaje edildi, üç yıl Amerikada kaldı ve çalışdı, Türkiyeye 1960 da döndü. Tiyatro aktörü iken dansör, film aktörü dans hocası oldu. Aslan Film, Erman Film, Burç Film, Tafi Film ve Taksim Gazinosunda çalışdı. Rol aldığı filmlerden başlıcaları şunlardır : «iki Ateş Arasında», «Oyuncu Kız», «Kırmızı Karanfiller», «Hancı», «Sepetçioğlu», «Beni Şafakta Vurdular», «Püsküllü Belâ», «Arzu».
ingilizce, Fransızca, ispanyolca bilir.
Bibi.: Kim Kimdir Ansiklopedisi; Ses Mecmuası
DURUD (Kazdağh) — Çağdaş büyük halk şâiri Kahveci Ali Çamiç Ağanın kahvehane uşaklarından (B. : Çamiç Ağa, cild 7, sayfa 3700); bu gencin asıl adının f arşça «selâm», «sena», «dua» anlamlarında «dürûd» olduğunu,
Kazdağh Durud (Resim: S. Bozcalı)
ve Kaz Dağları yörükleri ağzında Durud şeklini aldığını zan ediyoruz, Yörük ağzı ile de çok güzeldir. Durudun Çamiç Ağa yanına gelişi şöyle olmuşdur :
, 1888 — 1889 kışında bir gece yatsıdan sonra çırağı ile birlikde aynı zamanda yatıp barındıkları kahvehanesini kaparken içeriye bir delikanlı girmiş. 16 yaşlarında güzellikde âfeti devran bir oğlan. Üst baş dökük, perişan, yarım pabucun içinde ayakları sağuk su ve soğuk çamurla morarmış, kararmış, avurdlar açlıkdan çökmüş, gözler korkudan gelen vahşetle açılmış : «Babacığım., beni ısıt, doyur., ölüyorum...» demiş,
İşte bu adı güzel kendi güzel Durud o gece acı macerasını en açık itiraflarla anlatmış; bir koy ağasının çobanı imiş. Ağasının kızı oğlanı sevmiş. Bir gün Durudun çıplak ayaklarına kapanarak: «Beni sana vermezler., kaçır beni!..» diye yalvarırken kızm babası gelmiş..
Durud artık o kapuda barınamıyacağım anlamış, heybesini hazırlamış gidecek. Ağada birikmiş parası vardır, ertesi sabah boynunu bükmüş, ağanın huzuruna çıkmış, «Ağam., benim suçum yok., gönül kuşunu uçurup perçemime konduran senin kızın» diyerek yara deşmeye lüzum görmemiş : «Paramı ver., gidiyorum» demiş. Ağanın kaşları çatık, oğlanın parasını vermiş ama : «Yerine adam buluncaya kadar üç beş gün daha kal!..» demiş.
Durud oğlan toy; kızının her şeyi göze alarak bu güzel oğlana kaçacağını kesin olarak gören ağanın maksadını anlayamamış. Aradan üç beş gün geçmiş, bir sabah alaca aydınlıkda köye gelen jandarmalar Durudu yatağında uyurken-don paça basmışlar, yol için hazırladığı heybesini aramışlar, bir meşin kese, kese içinde de on altın bulmuşlar. Ağa tahmininde yanılmamış, parasını çalan Çoban Durudmuş.. Aslında ise Durudun ne keseden ne de altından haberi var. Oğlanın elleri bağlanmış ,heybesi omuzuna verilmiş ve karakola götürülmüş. Karakol bir dağ başında. Zavallı Durud orada üç gece kalmışdır. Çekdiği eza ve cefânm en hafifi, kendisini her emre ram ettiren ve hattâ «Parayı çaldım..» diye tutulan bir zabıt kâğıdına .da pençesini basurdan kıyasıya atılan dayakdır.
Üçüncü gün karakola, ağanın bir adamı gelmiş, kızarmış bir kuzu, bir lenger pilâv, iki binlik de rakı getirmiş, üç jandarma bir de ağa uşa-
ğı işret sofrasına oturmuşlar. Yörük Durud da saki." İşret meclisi tamam kıvamına geldikde oğlan duvarda asılı tüfeklerden birini kavramış : «Kıpırdamayın yakarım!..» diye bir nâra atarak karakoldan dışarı fırlamış.. Kör kütük sarhoşlar tığ gibi yürük gencin elbet ki peşine düşüp de yakalayacak değildir.
O dağ senin, bu dağ benim. Gündüzleri sin
miş, geceleri yürümüş; dağ, derbend, çay, dere,
taş toprak düşe kalka, günler, haftalar, aylar
boyunca gitmiş. • •
Bir gün bitik bir halde uyurken bir ayak hışırtısı ile gözlerini açınca karşısında pür si-lâk bir adam bulmuş. Bir haydud. İki ay kadar da onun yanında dolaşmış, öyle ki geceleri yatarken, oğlan kaçmasın diye Durudu bileğinden bir iple kendi bileğine bağlarmış. Durud bu haydudun adını bile sorup öğrenmemişdir. Yalnız Biga, Dağlarında olduklarını öğrenmiş-dir, bir de Istanbulun adını öğrenmişdir. «Bir adam îstanbula varsa, onu kırk yıl arasalar bu-lamazlarmış!.
Ama istanbul nerde?
Durud İstanbul'un yolunu, kendisini pençesine geçirmiş olan haydud onun küçük bir ayak çelmesi ile yardan yuvarlanıp öldükten sonra bulmuşdur. Kaz Dağlarından Biga Dağ-. l arına geldiği gibi yine gündüzleri sinmiş, geceleri yürümüşdü, ama artık mevsim kış ortası idi. Yollarda yalnız çobanlara yaklaşıyor ve onlara İstanbulu soruyordu. Bir akşam nihayet Üsküdara ulaşmış ve Üsküdara yolcu getirip Yemiş iskelesine dönecek ihtiyar bir kayıkçının lütuf ve merhameti ile denizi aşmış. Ve yine o kayıkçının tarifi ile o sıralarda kahvehanesi Yemiş iskelesinde olan Ali Çamiç Ağaya gelerek sığınmış.
Kazdağh Durudu kanadı altına alan Çamiç Ağa ilk iş olarak oğlanın adını değişdirmişdir oğlana «Ahmed» adını vermişdir. Bu isim değişikliği, bir Jandarma karakolunda tutulmuş za-bıtkâğıdında hırsızlığını itiraf ile pençe nişanı bulunan bir genç için elbet ki zarurî idi.
Çamiç Ağanın İstanbulda 75 yıllık kahvecilik hayatı boyunca yanında otuz nefer oğlan çıraklık yapmışdır; kalender halk şâiri yıllarca sonra bu çır'akları sânında birer manzume yaz-mışdır. Durud için yazdığı da şudur :
DURU FİLM
— 4780 —
istanbul
ANSİKLOPEDİSİ
— 4781 —
DURUGÖNÜL (Mustafa)
Kaz Dağlarından kopmuş yörttk dilberi Durud Bir şebi şitâ içre kahveme itti viirud
Şöyle zeberdest fetâ mürâhik şehi hûban Medhi sânında anın yokdur efendim hudud
Hüsün ile merdlikde ayağına uşağın Kasem ki su dökemez ne İskender ne Davud
Sirkat bühtanı ile zabtiye pençesinden Firar id'üb dağ derbend olayazmışken haydud
Girdi kanad altına terkeyleyüb vahşeti Sarmış iken etrafın kahhâr âteşi Nemrud
Kılık kıyafetini hattâ ismi şerifin Tebdil eyledim oldu babı endîşe mesdud
Çerâğı hüsnü ile rûşen oldu kahvemiz Gönül tahtına Ahmed böylece itti kuud
(Çırak oluşuna Mücevher Târih)
Onaltı yaşındayken doğdu necmi ikbâli «Kahveci Güzelidir Kazdağh Civan Ahnıed» 1390 + 16 = 1306 (M. 1888 ^- 1889)
Kahveci güzeli Ahmed şâir hamisine üç sene kadar hizmet ettikten sonra yine onun yardımı ile Üsküdarda müstakil bir kahvehane açmış, kendi boyundan güzel bir kızla evlenerek yuvacığmı da kurmuşdur. Çamiç Ağa bu gencin hayat hikâyesini pek tatlı bağlıyor : En büyük üzüntüsü köydeki dul anacığı idi. Köyünü öğrendim, oğlana bir şey söylemeden bir gün kalkdım, Edremite gittim, oradan Kaz Dağlarına kadar uzanarak köyü ve anasını buldum. Kadıncağızı hayli hırpalamışlar, oğlun nerede saklandı diye. Aradan üç yıl geçmiş, Duruddan haber alamamış, onun güzel yüzü gözünün önüne geldikçe ağlarmış. Kadını aldım, Istanbula getirdim, Durud anasını görünce gözlerine inanamadı, önce şaşkın şaşkın, bakındı sonra... Ana ile oğulün kavuşmasını hiç bir kalem tarif edemez...».
DURU FİLM — Yerli film müesseselerinden; 25 şubat 1946 da Istanbulda Bey oğlunda Yeşilçam Sokağında Naci Duru tarafından kuruldu; 1962 de yine Beyoğlunda Kuloğlu sokağında Nedimbey Apartmanında bir dâirei mahsu-saya nakledildi.
Çevrilen kordelaların iç sahneleri kiralanan bir platoda, dış sahneleri de îstanbulda veya muhtelif şehirlerde tabiî dekorlardan fayda^ lanarak çevrilir.
Bu firmanın ilk çevirdiği film, senaryosu Refik Hâlid Karay'ın «Çete» dir; Istanbulda çevrilmişdir; baş rollerde oynayanlar Neriman Koksal ile îhsan Evrim'dir.
Müessesenin kurulduğu tarihden 1963 yılına kadar geçen on yedi sene içinde 30 film çevrimlidir ki isimleri şunlardır : «Yüzbaşı Tahsin» (Nedret Ergüvenç, Orhan Anburnu); «Kanlı Para» (Ayhan Işık, Nedret Ergüvenç, Orhan Arıburnu, Aliye Rona); «Altı Ölü Var» (Nevin aypar, Turan Seyfioğlu); «İki ateş arasında» (Neriman Koksal, Nazım İnan); «Dağları bekleyen kız» (Sezer Sezin, Kenan Artun); «Günah Köprüsü» (Mine Coşkun, Settar Körmükçü); «Ana hasreti» (Leylâ Altun, Saltuğ Kaplangı); «Kin» (Eşref Kolçak, Nedret Ergüvenç, Ahmed Tank Tekçe); «Gelinin Muradı» (Fikret Hakan, Pervin Par, Hulusi Kentmen); «Bir şoförün gizli defteri» (Eşref Kolçak, Çolpan İlhan, Kadri Savun, Nurhan Nur, Ahmed Tarık Tekçe); «Kabadayılar Kiralı» (Ahmed Tank Tekçe, Peri Han, Tavhid Bilge); «Dişi Kurt» (Sezer Sezin, Müşfik Kenter); «Sessiz Harb» (Müşfik Ken-ter, Aysel Tanju, Peri Han); «Ölüm Perdesi» (Orhan Günşiray, Leylâ Sayar); «Şoför Neba-hat» (Sezer Sezin, Kenan Pars, Kadri Savun); «Istanbulda aşk başkadır» (Fikret Hakan, Gize-la Dali, Subhi Kaner); «Leylâ ve Mecnun gibi» (Göksel Arsoy, Leylâ Sayar, Ulvi Uraz, Subhi Kaner); «Yakılacak Kitab» (Leylâ Sayar, Ahmed Tarık Tekçe, Sami Hazineses, Mürüvvet Sim, Sadi Tek); «Sürgün» (Nedret Ergüvenç; Ayla Karaca, Orhan Anburnu); «Efelerin Efesi» (Ayfer Feray, ihsan Evrim); «Vahşi İntikam» (Mu-allâ Kaynak, Kadri Savun, Ahmed Tarık Tekçe); «Bu vatan bizimdir» (Ahmed Mekin, Nevin Aypar); «Kumpanya» (Eşref Kolçak, Serpil Gül); «Tütün zamanı» (Cavidan Dora, Ahmed Tarık Tekçe); «îki çalgıcının seyahati» (Leylâ Sayar, Ahmed Tarık Tekçe, Sami Hazineses, Mürüvved Sim, Sadi Tek, Muazzez Ar-çay); «Ateşli Kan» (Gönül Yazar, Özden Çelik, Aysel Tanju, Hüseyin Baradan, Reha Yurdakul) ; «Beyaz mendil» (Fikret Hakan,- Ruth Elizabeth, Feridun Karakaya); «Ateşden damla»
(Muhterem Nur, Turgut Özatay); «Genç Osman» (Muhterem Nur, Turgud Özatay).
Bu otuz filmin dış sahnelerine gelince «Yüzbaşı Tahsin» ile «Efelerin Efesi» Izmirde, «Sürgün» Irakda, «Vahşi intikam» Karadeniz yalısı kasabalarında, «Bu vatan bizimdir» ve «Kumpanya» Adapazarında «İki çalgıcının seyahati» Adana ve Adapazarmda, «Tütün zamanı» Düz-cede, «Ateşli Kan» Gölcükde; diğer 21 film de îstanbulda çevrilmişdir.
Hakkı GÖKTÜRK
DURUFLE (Madam) — Türk dostu ve İs-tanbulun âşıkı fransız edîbi ve romancısı Pierre Loti'nin torunu (B.: Loti, Pierre); 11 temmuz 1963 de Fransa Cumhurbaşkanı General de Gaulle'ün yeğeni Madam Rougelle ve bu bayanın eşi ile birlikde bir yat ile dede«sinin hayran olduğu Istanbula ilk defa olarak geldi; ilk götürüldüğü yerlerden biri de Eyyubda Karyağdı Bayırında «Piyerloti Kahvehanesi» oldu (B,: Piyerloti Kahvehanesi); büyük edib romancı pek sevdiği yerlerden biri olub yarım asrı aşmış bir zamandanberi onun adını taşıyan bir kahvehanede ünlü dedesinin eski bir resmini gören Madam Durufle : «İşte sevgili büyük babam!..» diye ağlamış ve yanında fotoğraf ma-kinası ile o eski resmin resmini çekmişdir; ve gazetecilere: «Dedem Türkiyeyi ikinci bir vatan bilirdi, ama ben burada onun hâtırasına bu kadar sevgi ve saygı gösterildiğini bilmezdim; benim için övünülecek en büyük şeydir» de' mişdir.
DURUGÖNÜL (Mustafa) — Hayatının son günlerinde hâveberduş bir serseri olan eski bir tapu memuru, «Bandırmak» adı ile meşhur bir şarkısı ünlü sanatkâr Bimen Şen tarafından bestelenmiş kalender meşreb bir şâir; 1880 de Istanbulda Kocamustafapaşada doğdu, babası Kocamustafapaşa Askerî Rüşdiyesinde imam B andır malı Habib Efendi adında bir zâttır; Mustafa ilk mektebi semtinde okumuş, Kocamustafapaşa Askerî Rüşdiyesine girmiş, 1896-1897 arasında 16-17 yaşlarında iken tulumbacılığa heves etmiş, bu yüzden yapılan tenbihler ve ihtarlar ve verilen dayak ve habis cezaları ile uslanmamış, bir cuma günü üzerinde üniforması olduğu halde uygunsuz güruhundan Şı-pıtık Receb adında bir tulumbacı ile Kâğıdha-nede işret meclisinde sarhoş yakalanarak askerî rüşdiyeden tard edilmişdir. Bu tard hâdisesi ile
altın adı bakır olunca semtinde duramamış, Bandırmada oturan dul bir halasının yanına git-
ha.
ı mızdtt dur muş lirin e tia
i- rin e da lı
rrıırfiL/Eı
lal lan w j bir
h «SAZ» A mm. ycufftjnt a mut t
•s l "*> ı
^^
l
Al lw vnrŞ
Bandırmalı Türküsü
DURUGÖNÜL (Mustafa)
— 4782 —
istanbul
ANSİKLOPEDİSİ
*- 4783 —
DURUKAL (Hüsnü Sâdık)
mis, rüşdiye tahsilini orada bitirmiş, tapu dâiresinde kâtip olmuş, 1909 da meşrûtiyetin ilânı üzerine, kendisini çok seven bir mümeyyiz efendinin îstanbula nakli ve bu zâtin himâyesi ile Mustafa Durugönül de İstanbul Tapu Müdürlüğünde bir katibliğe almmışdır, ve 1919 yılına kadar bu vazifede kalmışdır. Evlenmemiş; babası, anası ve halası öldükleri için kimsesiz kalmış, Tavukpazarında bir bekâr ham odasına yerleşerek memuriyeti, odası ve meyhaneler, kah-venâıieler arasında kalenderâne bir hayat sür-müşdür. Maaşı maişetine ucu ucuna yetmiş, bir köşeye bir kaç kuruş atıp biriktirmemiş, fakat keyfince meşrebince saz ve söz ile, mey ile mah-büb ile yaşamışdır. 1919-1920 arasında, îstanbu-lun işgal yıllarında geniş ölçüde yapılan memur tensîkaatında (devlet dairelerindeki memurların azaltılarak memurlara yeni bir nizam verilmesinde) ayyaşlığı dolayısı ile kadro dışı açıkda kalmışdır. O tarihde kırk yaşlarında olan Mus-
Mustafa'Durugöntil (Resim: S. Bozcalı)
tafa Durugönül Bandırmaya gitmiş, babasından ve.halasından kalmış üç göz dükkan ile bir evi satarak onların parası ile de. iki sene kadar yine İstanbulda eski hayatını devam ettirmiş, bu ara-, da Râzi Bey isminde bir dostunun delâleti ile Anadoludaki Kuvâyi Milliye adına çalışan M. M. Grupuna girmiş, jngilizler tarafından yakalan-mşı, haftalarca işkence görmüşdür. Cumhuriyetin ilânında 3000 lira nakdî mükâfat ile taltif edilmiş, o parayı da kalenderlik yolunda yemiş, bir iş tutmamışdır.
1950 senesinde bütün aşyası et üzerine giydiği lîme lîme bir ceketle bir pantolon; başındaki yün örgüsü -bir külahla çıplak ayakların-daki takunyaları idi; tam bir hâneberduş, âdem-baba idi (B. : Âdembaba, cild l, sayfa 210). Bize Sirkecide Doktorun şarabh.ânesinde hal terceme-sini verirken : «Bu hâle üç sene evvel düşdüm; bir gece acıyarak ve melâhati vechiyesine alda-nafak handaki odama aldığım hâneberduş bir delikanlı meğer hırsız imiş, gece ben uyur iken bütün eşyamı alıp kaçmış, bana da şu üstümde gördüğünüz kendi ceketiyle pantolonunu bırakmış; polise müracaat ettim ise de oğlanı bulamadılar; hana bir senelik oda kirası borcum vardı, ona karşılık yatağımı yorganımı zabtet-tiler, beni handan attılar, âdem baba olup sokağa düşdük;. işte üç senedir bu haldeyim, gücümün yettiği kadar hammallık yapıyorum, bir şarap parası çıkarıyorum, çıkarmadığım zamanda, Doktorla anlaşdık, iki bardak veresiye kredim var burada..» demişdir. Mustafa Durugönül, gönlü para ile hoş edilerek ertesi günü Eminönü Meydanında Foto Selde bu ansiklopedi için bir kaç poz resmini çekdirmişdir.
Şarkılar!, türküleri ve koşma, semaî, destan bir koca defter dolusu şiirleri olduğunu söyleyen bu kalenderin o defteri de şâir. evrakı ile birlikde hırsız kötü delikanlı tarafından götü-rülmûşdür. Bimen Şenin güftesini kendisinde'n alarak muhayyerden, bestelediği «Bandırmalı» sarkışının güftesi ile notasını ünlü sanatkârın Şamlı iskender Kudmânî tarafından neşredilmiş külliyâtı arasında bulduk: aşa^ıva aldığımı?, metin edası ile bir az eskice görünür, eğer bilmediğimiz bir yerden intihal edilmemiş ise, Durugönül için ortanın üstünde- bir şâir diyebiliriz :
Geminin kıçına yaydırdık halı Oturduk üstüne beyli paşalı
Karşımızda durmuş şirin edalı Allanmış ballanmış bir Bandırmalı
Aman yavrum canım kuzum Bandırmalı Bilmem eni nasd nasıl kandırmalı
Bandırma yolunda aradık liman Gemimiz yalpalar almıyor dümen Perişan kâkül de bırakmış aman Bandırma gUzeli yamandır yaman
Aman yavrum canım kuzum Bandırmalı Bilmem eni nasıl nasıl kandırmalı,,
, Geminin kıçında kaynattık çayı Döküldü tasdi kaynayı kaynayı Tan gelmiş bir yana sürer saîâyı Bandırma güzeline yakdık abayı
' Aman yavrum canım kuzum Bandırmalı Bilmem eni nasıl nasıl kandırmalı
Bu şarkının kıymetli bir tarafı da Bandırma — istanbul arasında güverte yolculuğunun şi-. rin bir sahnesi çizilmiş oluşudur. Kalender şâir bu şarkıyı gençliğinde, 1908 -1910 arasında yazmışdır.
Mustafa Durugönül 1950-1951 kışında Sirkecide içinde barındığı boş bir yük vagonunda soğuktan donmuş olarak bulunmuşdur.
Hüsnü KINAYLI
DURUKAL (H»lûk) — Gazeteci; 1917 de İstanbulda doğdu; Yataklı Vagonlar Şirketi Türkiye mümessili Hüsnü Sâdık Durukalın oğludur, annesinin adı Kâmile Hanımdır; 44. ilk okulda (1933), Haydarpaşa Lisesi orta kısmında (1986), istanbul Erkek Lisesinde (1940) okudu; istanbul Üniversitesinin Hukuk Fakültesini üçüncü sınıfından terk ederek gazetecilikde iş hayatına atıldı; Akşam Gazetesinde (1940-1947), Cumhuriyet Gazetesinde (1947-1952) çalışdı; Denizcilik Bankası neşriyat müdürü oldu (1952-1954), tekrar Cumhuriyet Gazetesine girdi (1954-1958); 1958 de Amerikan Sefareti basın müşaviri oldu ADS Aktüalite Ajansımın kurucusu ve sâhiblerindendir.
Gazeteciler Cemiyeti, Galatasaray Spor kulübü üyesidir. Armatör balıkçı ve fotoğrafçıdır. İngilizce, Fransızca bilir. Yurd dışında çok do-
laşmış olanlardannr, 1936 da Fransa ve Yugos-lavyaya, 1948 de İngiltereye, 1949 da Finlandiya, İsveç, Norveç, Danimarka, Hollanda ve Fransaya, 1950 de Finlandiya, İsvveç, ingiltere'ye, 1951 de Amerikaya, 1952 de Suriyeye, 1953 de italya, Fransa, Almanyaya, 1954 de Cekoslavak-yaya, 1955 de İngiltereye, 1956 da Fransaya, 1957 de (Jekoslavakyaya, 1958 de Yuııanistana, 1959 da Fransa ve İngiltereye, 1960 Amerikaya gitti. Seyahat notlarını ç,alışdığı gazetelerde neşret-mişdir. Semâ Hanımla evlidir ve Cenk (doğumu 1953) adında bir evlâdı vardır.
Bibi. : Kim Kimdir Ansiklopedisi
DUKUKAL (Hüsnü Sâdık) — Türk P.T.T. idâresinin en seçkin simalarından, Milletler Arası Yataklı Vagonlar Şirketinin Türkiye mümessili; 1889 da Ineboluda doğdu; Sâdık Efendi adında bir zâtin oğludur; annesinin adı Hatice Hanımdır; ilk tahsilini memleketinde yapmış, babasını küçük yaşda kaybederek İstanbulda Darüşşefâkanın âguuşi himayesinde yetişen değerli evlâdı vatandan biri olmuşdur. 1907 Darüş-şefakayı parlak bir imtihanla bitirmiş, bu okulun geleneğince (B. : Dârüşşefaka) Telgrafhaneye girmiş, 1908 de meşrûtiyet ilân edilince, yeni devrim Avrupaya tahsile gönderdiği ilk seçkin gençler arasında Dârüşşefakalı Hüsnü Sâdık da Parise giderek «Posta ve Telekominikasiyon Yüksek Okulu» na girmişdir; 1911 de de o yüksek okuldan seçkin bir talebe şöhreti ile diplo-
Hüsnü Sadık Durukal (Resim : 8. Bozcalı)
ANSİKLOPEDİSİ
— 4785
DURUSOY (Emi Âlî)
DURUÖZ (Hafız Fahri)
ma aldı ve vatana dönünce Edirne P.T.T. fen müfettişliğine tâyin edildi (1911-1912). 1912 de Balkan Harbinde Ordu hizmetine geçmiş, se^ kiz ay Geliboluda Kuvâyi Mürettebe muhâberât müfettişliği yapmışdır; bu hizmeti sırasındadır ki, Kuvâyi Mürettebe Erkânı Harbiyesi 1. Şube müdürü Binbaşı Mustafa Kemal Bey (Atatürk) ile tanışmış ve istikbâlin büyük asker - diplomatının sevgi ve güvenini kazanmış-dır. Balkan Harbi sonunda posta telgraf Nazırı Öskan Efendi tarafından Bağdad ile Basra arasında Nâsisiye P. T. T. müdürlüğüne tâyin edildi, bu tâyini memuriyet adı altında sürgün telâkki ederek gitmedi ve P.T.T. idaresinden istifa ederek ayrıldı; böyle bir seçkin meslek adamını kendi teşkilâtı içine almak isteyen istanbul Telefon 'Şirketi tarafından (o zamanlar İstanbul Telefon Şirketi imtiyazlı bir İngiliz şirketidir) otomatik telefon kolunda etüd yapmak üzere Parise gönderildi; bu ikinci Paris ikaameti ve tahsili dört sene sürdü (1912 -1914). 1914 de Birinci Dünya Harbi başlayınca yurda döndü ve tekrar ordu hizmetine alınarak Bağdada gitti. 1914 - 1916 arasında Bağdad, Trabzon, Samsun, ve tekrar Bağdadda P.T.T. müfettişlikleri yapdı. Birinci Cihan Harbi sonundan 1925 yılına kadar P.T.T. de Talgraf Fabrikasında mühendislik, Telgraf Fen kalemi müdür vekilliği, Posta işleri müdür muavinliği gibi vazifelerde bulundu, kurslarda muallimlik yapdı ve nihayet 1925 de P.T.T. den yine bir istifa ile ayrıldı; bir yıl kadar Türkiye Sanayi ve Maadin Bankasının satış şubesi şefliğinde bulundu (1925 -1926),. ve İ926,da Yataklı Vagonlar Şirketi tarafından davet edildi.
1924 de Yataklı Vagonlarla'P.T.T. arasında bir posta nakliyat anlaşması görüşmesinde P.T.T. yi temsil etmiş olan Hüsnü Sâdık, şirketi temsil eden La Combe isminde bir Fransız ile ta-mşrmşdı. P.T.T. den ayrılınca bir gün bu zât tarafından ziyaret edildi, Mr. La. Combe Hüsnü Sâdık Beye büyük milletler arası şirketin Türkiye mümessilliğini teklif etti; teklifi kabul eden H. S. Durukal, 1926 dan 1959 yılına itada r 33 yıl Yataklı Vagonlar Şirketinin Türkiye mümessilliğini yapdı; ve Türkiye Devlet Demir Yollarına hizmeti çok büyük oldu :
-
— Yataklı Vagonlar yalnız Avrupa hat
tında bulunuyordu; onun himmeti ile Anadolu
hattına da geçirildi;
-
— 1927 de yalnız yataklı vagonlardan ve
Dostları ilə paylaş: |