Ayakdaşı çıplaklar balta oldu şehbâza Kabuli islâm için ol şûhi servi nâza
Kimi çeşmi nerkisin kimi pâyin öperek Didiler düğün dahi hamamda olmak gerek
Kapuiçi Hamamı mürüvvetin sânına Doldu hedâyâ ile ol frenk oğlanına
Vdîmel hitanda uşşâkına Çak Oğîan İhdâ etti tasvirin peştemalla nîm üryan î
Bilin sizde târihin ey ümmeti Muhammed «Fransız Dellâk Cak'ım oldu hamamda sünnet» 1836 (1908-1909)
Vâsıf HİÇ
DURA (Reşad) — Zamanımızın esvab yır
tığı örücüsü çok hünerli bir usta; dükkânı Bâğ-
çekapusunda meşhur Börekçi Fırınının yanın
dadır. : -'.;;
Kumaşçı Ziya Efendi adında birinin oğlu olub 1907 .de îstanbulda Kadırgada doğmuşdiır; san'atını Bakırköylü Şükrü Usta adında bir örücüden öğrenmişdir, 1933 de de, içinde bir kişinin ancak oturarak çalışabileceği ve hâlen içinde bulunduğu kutu gibi dükkâncığı açarak
r
DURAÇ SOKAĞI
— 4764 —
istanbul
ANSİKLOPEDİSİ
__ 4765 —
DURAN (Faik Sabri)
DURAK — Türk dinî mûsikîsine İstanbul tekkelerinin hediye ettiği bir beste şeklinin adı; M. Zeki Pakalın «Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri» isimli eserinde şöylece tarif ediyor: «Zikirde birinci fasıldan sonra tek yahud çift zâkir tarafından okunan mutasavvifân güftelerdir ki taksime yakın ağır bir bestedir; duraklar her makamdan bestelenirdi. Bu bestelere «Durak» denilmesinin sebebi, zikre fasıla verildiği sırada okunmasıhdandır. Mûsikimizde pek sa-natkârâne, pek güzel duraklar vardır»;.
Geçen aşırın ikinci yarısında Kadıasker Mustafa izzet Efendinin Hüzzam faslından bestelediği iki durak 1925-1926 arasında, harf inki-lâbindan önce Hafız Saadeddin Efendi tarafından Neyzen Emin Efendinin refakati ile Türkiye Blumental Biraderler tarafından temsil edilen colombia (Kolombiya) marka gramofon plağına okunmuşdur; 13006 numaralı 30 santimetre çapında bir plakdır; bir yüzünde :
KOMİSYONCU HARAL.AM.80&
OAKTILO ICI.AL-
ILK OKUL.
Nakil Vasıtası Durağı Karikatürde
«Hakiki Demokrasi» (Karikatür: Cemal Nadir)
müstakilen iş hayatına atılmışdır. Bu satırların yazıldığı tarihe göre 32 yıl o daracık yerde otu-rub çalışmak, göz nuru ve el emeği harcamak sanatkâr â2âm ve sebatına asîl bir örnekdir; o küçücük dükkânın önünden her müşteri hoşnud ayrılmış, ve o küçük dükkânın çerçivesi içinde durmadan çalışan Reşad Dura Usta o noktanın, manevî sahibi olmuşdur; hergün bir insan selinin akıb geçdiği Bagçekapusu dört yol kavuşağı tahayyül edildiği zaman değişmez tek insan yüzü bu örücü ustasıdır.
Evli ve bir evlâd sahibidir (1965).
DURAÇ SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Beyoğlu Kazası merkez nahiyesinin Kamerhatun Mahallesi sokaklarından; Ağaç Çileği ve Çekiç sokakları ile teşkil ettiği bir üç yol ağzı ile Arslan Sokağı arasında uzanır iki-direkli bir sokakdır (1934 B:Ş.R. Pafta 14/142). Yerine gidilip satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (1966, kasım).
T4 V//V
başyazarı
CC14İ.
i<5> /#SAW KÂTİBİM
VE Kızı
SİMSAR S41AMOV
Ümmetinden I>ir siyeh rû âsiyim geldim sana
El aman ey melcei ümmet Muhammed Mustafâ
diğer yüzünde:
Ey Habîbi Kibriya vey matlai nuri Hûda nuh çeşmi enbiyâ vü rehnücnâyi evliya
beyitleri vardır.
DURAK, ŞEHlRİÇİ VE CÎVARINDA UMUMÎ NAKlL VASITALARI DURAKLARI—
Bu duraklar İstanbulda ilk defa olarak atlı tramvaylar için kurulmuş ve seçilen noktalara «Tramvay Tevakkuf Mahalli» diye bir levha asılmış idi. Sonra sırası ile elektrikli tramvay, omnibüs, otobüs, troleybüs durakları kuruldu. Merkez duraklar ve ara duraklar diye ikiye ayrılabilir; ara duraklar bâzan az ileri geri alınarak yerlerini değiştirebilirler. Duraklar kapalı ve açık olarak da iki çeşiddir, ara durakların hepsi açık durakdır.
Son zamanlarda kapalı duraklarda demir çubuklu geçitler yapılmış, kalabalık zamanlarda nakil vâsıtası bekleyen yolcuların kuyruk nizâmına uymaları temin edilmiştir.
Durak yerleri, çoğu zaman sevişen gençlere, bir yere gidip eğlenmek, konuşmak, muhabbet etmek için buluşma noktası olur. Bilhassa akşamları, işden eve dönüş sırasında, halkın nakil vâsıtası bulmak için yığılıp toplandığı zamanlar duraklar, yankesicilerin rahat çalış-dıkları yerlerdir.
DURAK SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Eyyübde İslâmbey Mahallesinin sokaklarından; Sofular Deresi Sokağı ile Kuru Kavak Caddesi arasında uzanır, bir dirsekli bir sokakdır (1934 B.Ş.R. Pafta 9/119). Yerine gidilip şu -satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (Kasım 1966).
DURAN (Faik Sabri) _ Tam yetkiii bir kalemin yazdığı aşağıdaki hal tercemesini «Aylık Ansiklopedi» den alıyoruz :
«Memleketimizde coğrafya ilminin gerçek mânasiyle kuruluşunda kitablariyle, yazılariyle ve öğretimiyle öncülük etmiş değerli bir bilim ve yazı adamımızdır. 23 şubat 1883 te Üsküdar'da doğmuştur. Babası Posta ve Telgraf Nezareti Evrak Müdürlüğünden emekli merhum Hüseyin Sabri Beydir. Faik Sabri Duran, ilk öğrenimini Üsküdar'da Ravzai Terakki Okulunda (1890), orta öğrenimini Toptaşr Askerî Rüş-
tiyesinde (1895) tamamlamış ve lise öğrenimini 1900 de mezun olduğu İstanbul'da Mekteb-i Mülkiye'nin idadî sınıflarında yaparken ilk yazısı olan bir küçük hikâyeyi 23 mart 1899 tarihli Tarik gazetesinde yayınlamıştır. 1900 de bir taraftan basın hayatına atılırken, bir taraftan da 1900-1902 yılları arasında Galata'da Sen Be-nuva Kolejine devam ederek fransızcasım ilerletmiştir. 1900 den 1906 ya kadar çoğu fen ve seyahat konularryle ilgili telif ve tercüme on dört eser yayınlamış ve Malûmat, Mecmuayı Ede-
Faik Sabri Duran (Resim : S. Bozcalı)
biye, Musavver Fen ve Edeb, Hanımlara Mahsus Gazete, Çocuklara Mahsus Gazete mecmualarının da başlıca yazarları arasında imzasını tanıtmıştır, îkinci Abdülhamid fennî yazılarından dolayı kendisini gümüş bir sanayi madalya-siyle mükafatlandırmıştır.
«1906 da, münevver gençlerin yabancı memleketlere seyahat imkânsızlığı karşısında kaçmak suretiyle Paris'e gitmiş, orada da yayın hayatından uzak kalmamış, Müsteşrik Adolf Taloza ile işbirliği ederek onun Türk tiyatrosu hakkında yazdığı eserin hazırlanmasına yardımda bulunmuştur.
«Faik Sabri Duran, 1908 de istanbul'a döner dönmez Resimli Kitab, Musavver Muhit ve Resimli Roman gibi dergileri çıkarmağa başlamışsa da öğrenmek ve yükselmek aşkı kendisini tekrar okul hayatına sürüklemiş, 1909 da Maarif Nezaretinin açtığı müsabakayı kazanmış ve Fransa'ya gönderilmiştir. Bununla
DURAN (Faik Sabri)
— 4166 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDlSt
— 4767 —
DURGUNER (Erol)
beraber, Şehbal mecmuasına ve İkdam gazetesine gönderdiği mektublarla yazı ve yayın hayatına bağlılığım devam ettirmiştir. Paris'te bir yıl Lui Lö Gran lisesine devamdan sonra Sorbon Üniversitesi Edebiyat Fakültesine yazılmış ve 25 mayıs 1912 de coğrafyadan «Diplome d'Etudes Universitaires» alarak' yüksek öğrenimini tamamlamış ve Balkan Savaşı arifesinde memleketine dönmüştür. Sorbon'da iken, İngilizce de öğrenmiştir. Bu öğrenim devresinde tatillerde İsviçre ve İngiltere'de inceleme seyahatleri yaparak bilgi ve görüşünü genişletmiştir.
«Memlekete döndüğü zaman 30 eylül 1912 de Maarif Nezaretince öğretmen olarak görevlendirilmiş ve ilk öğretmenlik devresi istifa tarihi olan 5 ekim 1920 ye kadar sürmüştür. Bu devrede İstanbul Erkek Lisesi coğrafya (1912 -1913), Maliye Mektebi Âlisi iktisadî" coğrafya (lağvına kadar; 1912-1915), Mülkiye Mektebi Türkiye coğrafyası (lağvına kadar; 1913.-1915), istanbul Darülfünunu coğrafya ve bir müddet sonra etnografya (1913-1915), Darülhülâfe Med-resesi coğrafya (1914), Selçukhatun Kız Sanayi Mektebi coğrafya (1914-1915), Kız Darülfünun coğrafya (1914-1919) öğretmenliklerini yapmış, Darülfünun tensikatında Darülfünun tabiî coğrafya, İslâm ve Türk coğrafyası kürsüsüne müderris tâyin edilmiş (1915-1920), Almanya'dan getirilen Prof. Obst ile birlikte memlekette ilk defa müstakil bir coğrafya enstitüsü kurmuş, 1918 yılında Maarif Nezareti tarafından Almanya'da bastırılan okul ve duvar haritalarının basım işleriyle görevlendirilmiş ve bu sırada Berlin ve Laypzig'deki Alman öğretim kurumlarını, coğrafya enstitü ve cemiyetlerinin çalışmalarını incelemiş, Ticaret Mektebi Âlisi iktisadî coğrafya öğretmenliğini (1918-1920) yapmıştır.
«İstifasından sonra Paris ve Londra'da ekonomik bazı teşebbüs ve faaliyetlere katılmış, 1925 te Paris'te açılan Milletlerarası Süsleme Sanatları Sergisindeki Türk pavyonunun fahrî komiserliğini de yapmıştır. 1926 da memlekete dönünce Millî Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Dairesinde tercüme işleri üzerinde çalıştıktan sonra, Galatasaray Lisesine Coğrafya Öğretmeni olmuş (1926-1930), bu sırada Devlet Matbaası Müdürlüğü vazifesini görmüş (1927-1930), 1929 ve 1930 yıllarında faaliyette bulunan Matbaacılık Okuluna Müdür Vekilliği et-
miş, sonra Ankara'da Gazi Terbiye Enstitüsü Müdürü ve Coğrafya Öğretmeni olmuş (1930 -1931), tekrar İstanbul'da Galatasaray Lisesi Coğrafya Öğretmenliğine naklolunmuş (1931 -1936), bir müddet Haydarpaşşa Lisesi Coğrafya Öğretmenliğinde çalışmış (1937-1930), tekrar Galatasaray Lisesi Coğrafya Öğretmenliğine geçerek 7 mayıs 1943 te ölümüne kadar bu vazifede bulunmuştur.
6 Haziran 1941 de memlekette ilk defa olarak toplanan Birinci Coğrafya Kongresinin çalışmalarında Faik Sabri Duran'ın faydalı tesirleri görülmüş ve 12 mart 1942 de kurulan Türk Coğrafya Kurumunun Genel Merkez Heyeti üyeliğine seçilmiştir.
«1942 ilkbaharında geçirdiği bir yarım pa-ralizi kendisini çok sevdiği sınıftan ve harta başından ayırmışsa da, kısa zamanda iyileşerek evinde ve kütüphanesinde okul ders kitabları üzerindeki çalışmalarına devam etmek suretiyle öğretmenlik ödevini, memleketin hemen bütün orta okul ve liselerinde kitablariyle yapmr ya uğraşmıştır.
Şahsan çok kibar, intizamı sever ve çalışkan bir insandı. Vazifesine bağlı, hürmet telkin eden, öğrencilerine çalışmayı öğreten ve sevdiren bir öğretmendi. Zengin bir kütüphanesinden başka coğrafya ile ilgili başlıca yayınları muntazaman takibederek, bunlardan ayırdığı resimleri ve kupürleri tasnif etmek suretiyle tertibettiği zengin koleksiyonları ve müracaat dosyaları vardı.
.«Faik Sabri Duran'ın, her derecede okullar için yazdığı ve içlerinde on sekiz, yirmi defa basılmak suretiyle rekor kıranlar otuzdan fazla olan coğrafya ders kitabları, iş defterleri, okul atlasları ve duvar hartalarından başka millî kütüphanemize telif veya tercüme olarak kazandırdığı başlıca eserleri şunlardır: Mösyö Elektrik, Kaptan Faradel, Buzlar Arasında Bir Kış, 15 Yaşında Bir Kaptan, Bir Haftada Devri-âlem, Müntehab Parçalar, Hoket, Bedava Loca Bileti, Minimininin Kalbi, Emektar, Köylü, Panayırcılar, Sir Williamın Muaşakası, Onsekizin-ci Asır Vekayii, İngiliz'ler ve Macar'lar, Japonlar ve Almanlar (Sâti Beyle Birlikte), Ondoku-zuncu Asır Tarihi, Arzın Merkezine Seyahat, Amelî Topografya Mümareseleri, Ulûmu Tabiîye ve Riyaziye Cep Muhtırası, Hayvanlar Âlemi, insanlar Âlemi, Yeryüzü - Gökyüzü, İstanbul'dan Londra'ya Şileple Seyahat, Nere-
den- Geliyoruz , Jul Vern'in hayatı, Bir Türk Kızının Amerika Yolculuğu, Akdeniz'de Bir Yaz Gezintisi, İkinci Cihan Harbinde Milletler ve Devletler (en son kitabı), Kâşifler Âlemi (basılırken yarıda kalmış ve ölümünden sonra tamamlattırılmıştır). Bunlardan başka muharrir Velz'in bir heyet tarafndan dilimize beş cild halinde Millî Eğitim Bakanlığınca çevriltilmiş olan «Cihan Tarihinin Ana Hatları» eserinin tercümesine de büyük ölçüde iştirak eyliyerek eserin tercüme ve basımını idare etmiştir» (Faik Reşid Unat; Aylık Ansiklopedi).
DURAN (Güzin) — Kadın ressamlarımızdan; aşağıdaki satırları Türk Ansiklopedisinden alıyoruz: «1898 de İstanbul'da doğdu; İstanbul Kız Sanayii Nefise Mektebi Âlîsini (Güzel Sanatlar Akademisini) bitirdi, 1925 de açılan Avrupa yarışmasını kazandı; Cağaloğlu Kız Orta Okulunda resim öğretmenliği yapdı.
«Ressam Feyhaman Duranın eşidir; Güzel Sanatlar Birliği üyesidir; eserleri ile devlet sergilerine, sanat gösterilerine katılmışdır. Eserlerini empreniyonist görüşle uygulamışdır, çok güzel peyzajlar ve natürmortlar yapmışdır.» (Türk Ansiklopedisi).
DURAN (ibrahim Feyhaman) — Bilhassa portreleri ile tanınmış ünlü ressam; yazılan mektuba cevab alamadığımız için Türk Ansiklopedisinden naklettiğimiz aşağıdaki satırlarla yetiniyoruz: «1888 de İstanbulda doğdu. Babası Rüsumat Eminliği memurlarından Süleyman Hayri Beydir. Galatasaray Lisesini bitirdikten sonra resim ğğretnıenliği sınavını kazandı, beş yıl kadar bu görevde çalışdı; ayrca hat (güzel yazı) dersleri de verdi. Resimde gösterdiği yetenek az zamanda dikkati çekdi, Mısırlı Prens Abbas Halim Paşa tarafından resim öğrenimi için görgü ve bilgisi arttırmak üzere 1910 da Parise gönderildi. Parisde bir süre Julian Akademisinde çalışdı, sonra Güzel Sanatlar Okuluna girdi, devrin tanınmış üstadlarından Jean -Paul Lanren ve Cormon'un atölyelerinde dört yıl çalışdı; 1914 de yurda döndü, Kız Sanayii Nefise Mektebinde resim öğretmenliği yapdı, daha sonra Sanayii Nefise Mektebi Âlîsi (Güzel Sanatlar Akademisi) resim atölyesi öğretmeni oldu. Türk Ressamları Cemiyetinin kurucularındandır. 1914 sonrası kuşağı içinde yer alan arkadaşları gibi Feyhaman Duran da natürmort,
bina işleri, manzara ve figürlü resimlerini empresyonist bir anlayışla işlemiş olduğu halde kendisi daha çok bir portre ressamı olarak ta-nınmışdır. Bu portreler arasında «Hattat Hacı Kâmil» ve «Ressam Hoca Ali Riza Bey» bilhassa yer alır» (Türk Ansiklopedisi).
Feyhaman Duran'ın İstanbul Resim ve Heykel Müzesi ile İstanbul Deniz Müzesinde çok güzel eserleri vardır.
Zevcesi Güzin Duran da tanınmış bir ressamdır.
DURAN (Türkân) — 1966 yılı temmuzunda yakalanmış azılı esrar kaçakçısı ve satıcısı bir kadın; kucağında altı aylık çocuğu ile dolaşarak dilencilik yapmakda ve asıl işini dilenci kisveti altında gizlemekte idi. Sirkeci Otobüs durağında yakalandığı zaman: «Üç çocuğum daha var, kocam hapishanede, ona bakmak için dileniyorum» demiş fakat kucağındaki çocuğun kundağı içinde 26 parça esrar bulunmuşdur. Hayat ve maceraları hakkında bilgi edinilemedi.
Burhaneddin OLKER
DURGUNER (Erol) — 1955 ile 1956 yılları arasında 14-15 yaşlarında hünerli bir akrobat çocuk idi; bu çocuğu bir gece Göztepede And Sineması sahnesinde seyreden R. E. Koçu, onun hakkında 2 ekim 1956 tarihli Her Gün Gazetesinde günlük sohbet yazılan arasında şunları yazmışdır: -
«Onu bir sene ara ile iki defa gördüm, köyümüzün yazlık sinemasında verilen konserlere geldi, kelimenin has mânâsı ile hünerler gösterdi, küçük yaşından hiç umulmayan hünerler gösterdi.
«Beyaz pabuçları, beyaz pantalonu, göğsü ayyıldızlı beyaz fanilâsı ile ve hüner meydanına soyunuk çıkdığı zaman kısacık beyaz şortu ile ve tertemiz sevimli yüzü ve bir efendi tavrı, edebi ve terbiyesi ile batı ülkelerindeki emsalinin seviyesinde olduğunu derhal gösteriyordu.
«Narin çocuk vücudunun aklın zor kavradığı elâstikî bükülüşleri, kıvrılışları, insanı hay-retden hayrete sürükleyen çâlâk hareketleri, havada uçuyormuş gibi perendeleri ile yirmiyi aşan numarası zengin bir programdı. Birini tarif edeyim: Dört bira şişesinin üstüne dört bacaklı bir masa koydular, masanın üstüne de dört bira şişesi koyarak onların üzerine de bir iskern-
— 4769
DUR?tlAZ£R
— 4768 —
le koydular, Erol iskemleye çıkdı, göğsünü iskemle üstüne yatırdı, bacaklarını arkaya kıvırarak ayaklarını boynunun altndan kavuşdur-du; sonra, bir zenberek gibi boşanıp havaya fır-' ladı ve yere ayak üstünde inerek seyircilerini güzel yüzünün tatlı tebessümü ile selâmladı. Pes efendim.
«Ama işin bir de hazin tarafı vardır. Programını bitirdikten sonra elinde bir tepsi ile parsaya çıkması! Hemen acı acı kaydedeyim, alkış toplayan çocuk para toplayamadı. Yüzünde sanatkâr hicabı, üstünde sanatkâr vekaarı, yılışa-madığı, sırnaşamadığ içindir ki para toplayamadı. Boynu bükük derken bakdım, tepside sekiz on aded beş kuruşluk ve on kuruşluk arasında bir tek gümüş lira vardı. Erol, her mürüvvet sahibine üstünde resmi bulunan bir de kart ve-
Akrobat çocuk Erol Durguner (Resim : Ş. Bozcah)
istanbul
riyordu, bu kartın üstünde şunlar yazılıydı:
Türk akrobat sanatkârı küçük Erol'un hâtırası...
«O kartı muhakkak ki kıymetli vesikalarım
arasında saklayacağım. Bu gün ö güzel şey bir
hârika çocukdur, ama zaman onun için zâlim-
, dir, Erol büyüdükçe hârika olmakdan çıkacak-
dır. Erol'a refah içinde bir istikbal dilerim...».
Erol Durguner'den sekiz yıl ara ile aldığımız iki mektubdan öğrendiğimize göre akrobatlığa aynı yolda hayatım kazanan babasının yanında beş yaşında iken başlamış, babasının geçirdiği bir ameliyattan sonra da aileyi geçindirme yükü tamamen çocuğun omuzlarına yüklenmiş-dir. 1964 tarihli ikinci mektubunda istediğimiz hal tercemesi notlarının babası tarafından' verileceği yazılmış ise de bize o zat tarafından hiç bir bilgi verilmemişdir. Erol 1964 de Anka-rada Bahriye neferi olarak askerlik görevini yapmakda idi.
DURMAZER (Nesibe) — 1964 de, İstanbul zabıtasının tarifi ile «îstanbulun en azılı mücevher hırsızı» olan 12 yaşında bir çingene kızı; ırkında daima tez gelişen cinsî cazibeye sâhib, vücud yapısı haşarı oğlan çevikliğine sâhib, uzun kumral saçlı olan bu kız en az yirmi ev ve apartmandan toplum değeri 200 bin lirayı bulan mücevher çalmış ve 1964 mayısında girdiği yerde suç üstü yakalanarak Savcılıkda bütün maceralarını tafsilâtı ile anlatmışdır. Yaşar. Durmazer adında bir kötü yol adamının kızı olan Nesibe bilhassa dikkate değer şu itirafta bu-lunmuşdur : «Beni hırsızlığa babam teşvik ederdi, ve soyguna anamla beraber giderdim. İşe çıkacağımız zaman babam bizi karşısına alır ve : «— Allah sizi hırsızlık masası memurlarının şerrinden korusun!., diye dua eder, üzerimize okur, üflerdi. Anamla beraber gözümüze kestirdiğimiz apartmana veya eve gider, kapuyu çalarız; kapu açılırsa yılışır, giyecek eski püskü isterim, hemen her kapudan da yok cevabı ile savulurum. Kapuyu çaldım, açan olmazsa ısrar ile iki üç defa çalarım, yine açılmadımı içerde kimse yok de-mekdir, döner, kalçamla kilide bir hızlıca vurdum mu kapu açılır; iş kalır mücevher toplamaya, yerlerini elim ile koymuş gibi bulurum; her girdiğim yerde soygun beş dakika bile sürmez; altını, platini, gümüşü, elmasın kendisini sahtesini kuyumcu gibi bir görüşde anlarım, parası ağır olmayınca götürmesi ne kadar kolay olmuş olsa almam..».
ANSİKLOPEDİSİ
Savcılığa kızı .ile beraber gelmiş olan me-nejer baba gazete fotoğrafçılarına marifetli kızı Nesibe ile pek muhabbeti! poz vermiş, ve pervasız bir eda ile: «Nesibe ile övünürüm!..» de-mişdir ki «Şecaat arz iderken merd kıbtî sirkatin söyler» hikmetinin kıymeti bir kere daha görülmüşdür.
Bibi.: Hürriyet Gazetesi, mayıs 1964.
DURMUŞ (Düztaban) — Sahhaf Nizamed-din Aktuç (B.: Aktuç, Nizameddin, cild l, sayfa 564) tarafından verilmiş perakende evrak arasındaki bir tezkire ile bir hesab pusulasından öğrenildiğine göre 1890 yılında Rasim Paşa adında bir zâtin kapusundan düztaban olduğu için çıkarılmış genç bir uşak. Dikkate değer tezkire ile pusula şunlardır :
«Kâhya Hacı Mustafaya;- '
«Bu kerre Hudâverdi Efendinin getirdiği Durmuş nam taze uşak gerçi tamam matlubumuz üzere gaayetle nıehlikaa ve dilrübâ ve karşumuza alub sohbete kaabil maarife âşinâ oğlan ise de dünkü gün -yalun ayak hizmetimizde olur iken oğlanın düztaban olduğunu müşahede eylediğimde aşıru kederlendim, zira hükemâyi eslâb ayağı tabanı düz olan oğlan basdığı gülistanı çengelistan ider ki düztaban oğlana bir vschile takarrübde yumun yokdur neüzibillâh cüzamlıya takarrüb andan yekdir buyurmuşlardır. Ben oğlana harbi vahid söylemeyüb sana söylerim ki hüsnü melâhatine hürmeten hatırm" rencide et-meyüb kapurmızdan verilen çamaşır ve urubayı dahi oğlana terk ve bir mikdar bahşiş ila gönlün alup kapumuz-dan yol viresin ve Hudâverdi Efendiye dahi bildiresin ki bana tiz bir başka taze uşak bulup ammaayakların dahi görüb zinhar düztaban olmasun...»
Durmuş Oğlanın hesabı pusulasıdır fî receb 1308 (gubat 1890)
15 ilâ 25 receb onbir günlük hizmeti yevmiyesi maa-ziyâde 12,5 kuruş.
Rasim Paşa Efendimizin emri devleti ile bahşiş 30 kuruş.
Oğlana verilen çamaşır esmanı 45 kuruş.
Oğlana verilen pantolon maa sako ve köhnece palton esmanı 100 kuruş.
Cem'an 187,5 kuruşdur.
DURMUŞ (Hafikli) — İstanbul'a hicrî 1305 (M. 1887-1888) yılında gelerek ilk defa Çukur-cuma Hamamında işe başlamış genç bir dellâk; Üsküdarlı kalender halk şâiri Âşık Râzi tarafından şu tarih manzumesi ile övülmüşdür; târih mücevher ve tâmiyelidir :
DURMUŞDEDE
Çukurcuma Hamamında soyunmuş Dellâki pâkîze Hafikli Durmuş
Ondokuz yaşında sahi hübâne Cemal âşıkları selâma durmuş
Delîâkin darası bir siyeh futa Tahtı mülki hüsne üryan oturmuş
Şahin başından tâ pâyi bülûre Desti Hak zülâli sîm ile yunmuş
Encam ile târih kuşandığına «Kara peştemalm Hafikli Durmuş»
1355 -f. (encüm) oO = 1305 (1887-1888)
DURMUŞ DEDE — Onyedinci asrın ilk ya-, rısırıda Rumeli Hisarında yaşamış ilâhî cezbe sahibi bir derviş; Hadikatül Cevâmi Kayalar Mescidi maddesinde (B.: Kayalar Mescidi) bu zât hakkında şunları yazıyor:
«Durmuş Dede mecâzibi ilâhiyeden. olub Akkirman beldesinde sakin iken bir gün gemilerin biri ile İstanbula gelip Rumeli Hisarı kur-binde Kayalar Mezarlığı nihayetinde deniz kenarındaki tekkede şeyh olan hemşehrilerinden Ali Baba adındaki zâtin yanında yerleşip kal-mışdır. Gelib geçen gemilerden Durmuş Dedeyi bilenler hediye olarak tekkeye zahire verirler ve dedenin hayır duasını alırlardı; bu bütün gemi sahipleri arasında an'ane olarak yerleşip kaldı, tekkenin gemiciler tarafından verilen hediye erzakı el'an eksik değildir; Durmuş Dedenin îstanbula gelmesi Birinci Sultan Ahmed devrinde olub ölümü de yine o pâdişâhın zama-. nında hicrî 1025 (m. 1616) senesindedir; tekkenin dışında bir yere defnedilmişdir, sonra mu-hiblerinden biri üstüne bir ahşab türbe yapdır-mışdır; bu türbenin duvarında şu beyit yazılıdır :
Hâkipâyi evliyaya yüzünü sürmüş dede
Bu hisarın kutbu olmuş hazreti Durmuş Dede
«Aslında tekkenin banisi İbrahim Gülşenî halîfelerinden Hasan Zarifi Efendi olduğu halde tekke bundan sonra Durmuş Dede Tekkesi adını almış ve artık o isimle anıla gelmişdir.» (B.: Durmuş Dede Tekkesi).
Durmuş Dedeyi şahsen görmüş olan büyük yazar Evliya Çelebi de şöyle anlatıyor: «Durmuş Dede Rumeli Hisarında idi, bütün gemici-
DURSUN DEDE SOKAĞI
— 4770 —
istanbul
ANSİKLOPEDİSİ
— 4771 —
DURSUN BÂll
ler bu adamcağıza sadaka verirlerdi. Birisi sefere gidecek olsa gelüb bu dedeye sorardı, dede o adama: «— Falan yere git, filân yere gitme!» diye beyânı hakikat eylerdi. Filhakika o adam dedenin tâyin ettiği yere giderse selâmet ve ganimetle döner, men ettiği yere giderse zarar görür, ya gelir, ya gelmezdi; işte böyle bir esrarı Hak sahibi olub durmuş kalmış durulmuş Durmuş Dede idi».
5>
Dostları ilə paylaş: |