İstanbul ansiklopediSİ Büyük Kapalı Çarşıda Yağlıkçılarda İstanbul Hanımı


Dövmeleri ile meşhur hırsız Burhan Tabanak (Resim: Ömer Tel)



Yüklə 5,01 Mb.
səhifə16/80
tarix03.01.2019
ölçüsü5,01 Mb.
#88905
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   80

Dövmeleri ile meşhur hırsız Burhan Tabanak (Resim: Ömer Tel)

mis ve memleketi olan Bursaya kaçmak istemiş-di. Denizde şiddetli bir poyraz fırtınası vardı, kayık akıntıya kapılarak Topkapusu Sarayı sahiline sürüklendi. O zamanlar orada deniz seviyesinden az aşağıda büyük bir kaya vardı, o kayaya bindirdi ve hemen parçalanıp battı, yolcuların ve gemicilerin hepsi boğuldu, yalnız Bursalı Mustafa, mucize kabilinden kurtuldu, yüzerek saray sahiline çıkdı. Bostancılar, kazazede oğlanın ıslak esvab ve çamaşırlarını çıkarıp sırtına kuru çamaşır verirleriken bâzûsun-daki dövmeyi gördüler. Derhal pâdişâha haber verdiler, Sultan Mahmud da oğlanın idamını emretti. Zavallı güzel delikanlı «Ben yeniçeri değilim, ocakda kaydım yokdur, bu dövme cahilliğim eseridir» diye beyhude çırpındı, hemen çökertip boynunu vurdular, ve güzel başı ile cesedini az evvel boğulmakdan kurtulduğu denize attılar.

Aynı devirde yazılmış bir türküdür :

Âş.'fte kâkülün hoş kesmiş berber İşmar çakar dîdesinde gamzeler Bâzûda baldırda çifte dövmeler iskelede piyade, aman yağlı piyade Kopalımın vurgunu belki binden ziyâde

Şu beyit de o devrin bir bıçkın portresinden


alınmışdır: i ; •

Çakıl nümayişi, sîne perçemi Billur baldırında dövme nişanı

Şu gazel de o devrin ünlü şâirlerinden En-derunlu Fâzıl Bey tarafından bâzusunda ortasının dövme nişanı bulunan 71. Yeniçeri Ortasından güzel bir delikanlı için yazılmışdır :



Açdı bâzûsunu bildim ki o meh Yetmişbir Gerdeninde sayılur hâli ssyeh yetmişbir

Küfr ider lâhzede ol gamzesi mesti sadbâr Kaan ider günde o düzdîde nigeh yetmişbir

Ne tarîk île rehâyâb olurum yoldaşım Açdı tîri nigehin sinede reh yetmişbir

Olalı kışlai aşkında gönül Başeski

Pare pare seri üstünde külah yetmişbir

Gamzesi sineme dövdürdü nişanı orta Yâni ihsâm bana kıldı o şeh yetmişbir

Ne yana gitse o dayı dizilür uşşâkı

Saf saf arkasında nerîmâne sipeh yetmişbir

Haneye gelse o şeh Fâzıl iderdim kulluk Yazılurdu yine defterde güneh yetmişbir

Zamanımızda İstanbuldaki dövmelilerin büyük çoğunluğu, o nişanları mahbushâne hâtırası olarak taşımakdadırlar. Batı donanmalarında ve ticâret filolarında tayfalar arasında vücuduna dövme yaptırmak halî çok yaygındır; ve dövmecilik basit bir şekil nakşı olmakdan çıkmış, vücudu, bilhassa sırtı, geniş panolar hâlinde hakikaten pek zengin pek güzel panolarla tezyin bir nakış sanatı hâline gelmişdir; çıplak vücudunun üstündeki bu sanat eserleri teshir etmek de, o gemiciler, bahriyeliler arasında bir övünme vesilesi olmuşdur. Bizim bahriyelilerimiz ve gemicilerimiz arasında, henüz bu salgın başlamış-dır. Eskiden Tersanelilerimiz muhakkak dövmeli ola gelirler iken, o gelenek de terkedilmişdir (B.: Dövmeliler Ge'misi).



H.M.S. Blake Amerikan Kruvazörünün dövmeli bariyelileri (Resim2: Sabiha Bozcalı)

DEAGON

4736 —



İSTANBUL

ANSİKLOPEDlSl

4737 —



DRAGON KAHVEHANESİ


ziyaret etmiş bir ingiliz filosunun amiral gemisi olan H.M.S. Blake Kruvazörüne, filoyu ve bu arada bu gemiyi ziyaret eden İstanbullular tarafından verilmiş bir isimdir. Aşağıdaki. satırları Hürriyet Gazetesinden oluyoruz : «Üç gün-denberi limanımızda bulunan 9000 tonluk H.M. S. Blak Kruvazörü İngiliz bahriyesinin hava hücumlarına karşı en mükemmel techizatlı zemi-lerindeıı biridir. 1954 de hizmete girmişdir; bütün silâhları radar kontrollüdür. Mürettebatı 61 subay, 179 yardımcı subay, 32 kıraliyet gemicisi (gedikli) 424 erdir. Erlerin hemen yarısının el, kol, bacak, göğüs ve sırtlan rengârenk, çeşitli kompozisyonlarda dövmelerle kaplıdır. İngiliz denizcileri arasında dövme yaptırmak, vazgeçilmez bir anane halindedir. Bahriyeliler, her gittikleri memlekette usta dövmecileri bulup, vücutlarına türlü şekiller yaptırırlar Blake'nin dövmeli gemiciler her biri ayrı birer uğur ve hâtıra olan dövmelerinin yegâne servetleri olduğunu söylemektedirler. Her iki kolunda, Hono-lulu'da tanışmış olduğu iki kızın renkli dövmeleri olan 26 yaşındaki Birmingham'lı Gibbins, dün büyük gurur duyduğu dövmeleri muhabirimize gösterirken, şu izahatı vermiştir :

— Tattoo'lar (dövmeler) bir denizcinin hayatta sahip olabileceği ^n büyük servettir. Biz, denizciler, bir kızı seviyorsak bu sevgiyi vücudumuzda taşırız; ama çok zaman kalbimizde değil de, dövme yaparak göğsümüz veya sırtımızda taşırız; vücudumuza yaptırttığımız dövmeler, usta bir sanatkâr tarafından yapılıyorsa, deri değiştirmemize rağmen, hayat boyunca kalır; dövme yaptırmanın en güç 'tarafı, içinde renkli mürekkep veya boya bulunan iğneli kalemin deriyi delip, çıkarken vermiş olduğu acıdır, fakat dövmeye alışık olanlar için, iğnenin batması acıdan ziyade zevk verir; aramızda kadına düşkün olanlar sevgililerinin, kahramanlık meraklılarının silâh resimlerini vücutlarına kazıtmaları gibi, meselâ dine düşkün olanlar İsa dövmeleri yaptırtırlar..

«15 santim uzunluğunda, 5 santim eninde şekillerin dövmeciler tarafından 20 liraya, ve garantili olarak vücuda çizildiğini ifade eden Gibbins, birbirine karışmış kartal, kılıç, kalb ve kadın gibi kompozisyonların da asgarî 5 sterline (125 liraya) yapıldığını söylemiştir. Dövme meraklısı denizcilerin her gittikleri memleketlerde usta dövmecileri bulup, vücutlarında boş yer kalmayıncaya kadar şekil kazıttıklarını belir-

ten Gibbins: —Bu, hayat boyunca bırakılamayacak bir meraktır... demiştir» (Hürriyet Gazetesi).



DRAGON — Fransızcada Ejderha; o dilde atlı asker, sert huylu ve gürültücü çocuk, şirret karı anlamlarında da kullanılır, fransızda hayvan gözlerine arız olan perdeye, kertenkelenin bir çeşidine ve bir yıldız kümesine de dragon adı verilmişdir.

Dragon, İstanbulun hâneberduş pırpırılar argosunda «Külhanbeyi», «it, kopuk», «vurucu, kırıcı» anlamlarında kullanılır; misaller :

Hayta şıkırdımına gözdağı verir :

— Bana Dragon Ali derler., keskime piyaz


verdiğini görürsem façam hacamat ederim, bir
kerede çırnık oldun mu, pami, at kendini deni
ze !..

-£ Hayta ayakdaşına övünerek anlatır :

— Benim erzineanlryı bir yetiştiriyorum
anam sorulu iki sene sonra Tophanede sigorya
dragondur !..

Ferid Develioğlu «Türk Argosu» isimli pek^ değerli eserinde bu ismi yukardaki anlamda kaydettikden sonra yine o hâneberduşlar ağzında : «parasız, züğürt» mânâlarında da kullanıldığını söylüyor.

Eski tiyatromuzun namlı kantocu kızlarından Viktorya Hanımın rast bir Oragon Kantosu vardır:

Dragonuz omuzdaşlar

Biz biliriz ah biliriz

Bir kadehe telli de kurşun atarız

Mangiz olursa meyhanede çakarız Narayı da basarız Basarız ah basarız

DRAGON KAHVEHANESİ — 1870 ile 18$ arasında Galatada haşarat yatağı bitirim yeri bir batakhane; Topçular Caddesi (Necâtibey Caddesi) üzerinde idi ;v Uzun Kahvehane diye de anılırdı; Üsküdarlı halk şâiri Âşık Râzinin verdiği malûmata göre aynı zamanda bir kumarhâ-ne-esrar tekkesi, şirvan adı verilir asma katında her gece kırk elli hâneberduş yatıb barınır imiş. Kimin tarafından işletildiği bilinmiyor, kalender halk şâiri: «1300 de içinden çıkan yangında yandı; bu batakhanede yatanlardan on kişi de yanarak öldü» diyor. Bu fâcida yanarak ölenlerden hüviyetleri tesbit edilen yedi kişi şunlar imiş : «Kahvehane uşağı 19 yaşında Sa-

kızlı Tiryandafil, kahvehane uşağı 16 yaşında Sakızlı Yamandi veledi Kosti, sabıkai mükerrere eshâbından 35 yaşında İstemat veledi An-don, sabıkai mükerrere eshâbından 40 yaşında arabacı Arab Zeynel bin Abdullah, Kaatil diye mülakkab 70 yaşında kayıkçı Hasan Baba, hâneberduş esnafı mühmelândan 16 yaşında Bursalı Derviş bin Mehmed, hâneberduş esnafı mühmelândan 22 yaşında Arnavud Ramo bin İdris». Âşık Râzi bu kahvehaneyi ve yangını tasvir yolunda yazdığı manzumede, yangının, hallaç çırağı iken bu kahvehaneye düşürülmüş bir laz genci tarafından, buranın sakinleri eşirrâdan gördüğü vahşet ve şiddet karşısında cinnet getirerek intikam kasdı ile kundaklanarak çıkarıldığını îmâ ediyor; manzume şudur :



Gündüz kahvehane gice hoteldlr icâbında meyhaneye bedeldir Topçularda malûm meşhur Dragon Nice şâbü fetâ gence makteldir

Tophanenin odur Dârülnedvesi Bir düşen giymekde şeytan kisvesi İçilüb şerbeti hüsni bekâret Güzellerin kalır posa telvesi

Sükkânında ne din ne mezheb tarik Irkı milliyeti edilmez tefrik Cehenneme kütük pclidü şakî Râhi dalâletde şeytana refik

Mühmel dilberâna hâcedir iblis Eşirrâ kurmuşdur fisk tizre meclis Sayd idüfo soydukda toy civanları Libâsı katran! iderler telhis

Kılıcı vururlar kıza oğlana Bire üç koyarlar beyi bulana Otuzbir pırafa pişpirik piket Alkış tutarlar bir palaz yolana

Sirkaüı kâğıdla kurub şirketi Alırlar üstünden pantol ceketi Ayakda kundura çoraba kadar Soymakda itlerin var mahareti

Kurulmuş geride bir koca şirvan Zeberdest haytalar pîri nâtüvan Baltk istifi olub yaturlar Hem dahi bir nice keman ebruvan

Kârı kumar içki duman şeytanet Gılzeti sefalet içre mel'anet Tîşei fuhş ile bağı ismeti Harâbezâr ider kavmi bed tıynet

Olmuş da zehrâlûd yabanî mantar Şakî âguuşinde mestâne yatar Hurda ve paspala ve toprağa fit Bir nice gül gonca hüsni muattar

Dragon harîkin idelim beyan Esrarı değildir cümleye ayan Enkaaz âresinde on kadar cesed Çıkdi ki cümlesi serapa üryan

Ol harik gicesi ıskarça yatan Kimi pîrü kâhil hem sahi bütan Dragonda belki kırk kişi varmış Kurtarmış kendini dışarı atan

Cümlesi üryan ol gürûhi bednam Sığınmış civarda bulub bir hamam DJmişler tahkike gelen komsere Yangım kaza değil kundak intikam

Âteşi seyrider gözler müntakim Gördüm bir mürâhik taze civan kim Bir yalın ayaklı pırpırı oğlan Teşhise istemez müneccim hekim

Rûyi dilberinde cinnet nümâyan Yan Dragon dirdi cayır cayır yan Altun adım sende çıkdı bakıra Kâşki ben olsaydım kundağı koyan

Kulunuz bu Âşık Râzi efendim Dragon ahvâlin andan öğrendim Anda gördüklerin hem çekdiklerin Nakleyledi bir bir ol şehlevendim

Bir eyyam hanemde kaldı bîçâre Şefkat ile tîmar edildi yâre Çirkâbı mezellet içinden alub Şerefin iade eyledim yâre

İsmi şerifini diyemem anın Bini bir paraya yoksa bühtanın Kundakçı aralar zîrâ harîke Başına belâlar yağar oğlanın

Kuyumdur duramam yazmasam olamaz Müslüman laz oğlu o mühmel şehbaz

ANSİKLOPEDİSİ

4739



DRAMALI



4738

408 MALTEPE BAĞLAR/ /
DEAGOS DERESİ

. Düşmeden Dragon nâm o kahveye Hallaç idim didi o şûhi dilbaz

Ustam Köroğlunun Ayvazı idim Velâkin kiymetü kadrim bJlmedim Hayta hezeleye uydurub ayak Dragonda buldum bir gice kendim

Esrar ile kumar sözün doğrusu Âdemde iffetü namus oğrusu Beş parasız kaldım beş gün içinde Hararet söndürdü buzluca bir su

Fes pantol pabuçla fermene cebken Kumarda soyuldum hep mastor iken İşte çul çaputla ayaklar çıplak S ar ikiz da oldu başda fesleğen

TARİH

Hallaç Ayvaz» pırpırı haylaz İffetin hem aklın yitirmiş palaz Yazdım yitirdiği cevherle târih «Yakdı Dragonu deli çakır laz »

130 (1883) Bibi.: Râzi, Defter; Vâsıf Hiç, Not.


Dragos Tepesi ve civarı (Eşref Bey haritasından)

DRAGOS DERESİ — 10 kilometre kadar uzunluğunda bir deredir, Yakacığın kuzeyindeki dağlardan çıkar, Soğanlı Dağı ile Maltepe

İSTANBUL

Dağları arasındaki vadiden geçerek Dragos Tepesi ile Maltepe arasında Marmaraya dökülür; Yakacık ve Soğanlı köylerinin kuzeyinden geçen yukarı kısmı Soğanlı Deresi adını taşır, Taş köprü mevkiinden sonra da Dragos Deresi ismini alır; yaz aylarında kurur (B.: Dragos Tepesi).



Salim ERDEM

DRAGOS TEPESÎ — Anadolu yakasında Marmara kıyısında Maltepe ile Kartal arasındadır; deniz sathından yüksekliği 107 metredir. Asırlar boyunca gayri meskûn ve fundalıkla kaplı olarak kalmış bu tepenin bu yabancı adı 1947 yılında değiştirilmiş, tepeye, Kocaeli Yarımadasının hükümdarlığı zamanında fethedildi Sultan Orhan'a nisbetle «Orhan Tepe» adı konmuşdur. Yine o 1947 yılında zamanın ileri gelen simaları tarafından «istanbul Ankara Evleri kooperatifi» adı ile bir kooperatif kurulmuş, bu kurum da hazine arazisinden olan Dragos Tepesini (Orhan Tepeyi) satın alarak parsellemiş ve üyelerine dağışmışdır, bu suretle de tepenin îmân ve iskânı başlamışdır; yollar açılmış, açılan yollar asfaltlanmış, dağıtılan arsalara güzel güzel binalar, villâlar yapılmış, tepenin zirvesine de çam ağaçları dikilmişdir ki 1967 yılında bir çam korusu hâlini almış bulunuyordu; tepeye 6 kilometre mesafeden de içme suyu getirilmişdir.

Tepenin Adalara ve Marmaraya bakan güzel bir manzarası vardır. Tepenin iç, doğu eteğinden geçen tren yolu üzerinde de Cevizli adı ile bir istasyon kurularak Drogosun şehir ile ana treni bağı temin edilmiş-dir. (B.: Maltepe Cevizlisi).


PENDİK

1967 de tepenin kuzey bölgesinden gayri tarafı tamamen iskân edilmiş bulunuyordu; deniz kenarında da tepe sakinlerine mahsus özel bir plaj bulunuyordu.

Denize karşı akşam manzarası çok güzeldir. Semt sakinleri yazın her akşam Mor Kayalar mevkiinde toplanıp gurubu seyrederler.



Salim ERDEM

DRAGOS TEPESÎ KIR GAZİNOSU —

Dragos Tepesinde son zamanlarda bir de kır gazinosu açılmışdır; ve bu gazinoda 1967 nisanının son günlerinde bir cinayet işlenmişdir. Maltepe civarında manavlık yapan bir delikanlı yanında gene bir kadın ile gelmiş, bir müddet sonra bir işini hatırlayarak gazinodan kısa bir müddet için ayrılmış ve dönüşünde gene kadının gazino garsonu ve komisi tarafından tecâvüz edilmek üzere civardaki fundalığa cebirle sürüklendiğini görmüş, kadını kurtarmak için koşmuş, gazino uşakları bu sefer de kendisine saldırınca bıçağım çekerek mütecaviz garsonu öldürmüşdür. Vak'a bu huzur yerinin ilk cinayetidir.



DRAGOS YALISI — Anadolu yakasında Dragos Tepesi ile Maltepe arasındaki yalı boyunun adı; yakın zamana kadar bu yalı boyunda îstanbulun en güzel bostanları, sebze bağçeleri bulunmakta idi; bu bostanların bilhassa sırık domatesleri, havucu ve pırasası çok meşhurdur. Son yıllarda sanayi bölgesi olmuş, bostanların yerine fabrikalar kurulmuşdur; bir kereste fabrikası, üç un fabrikası, Vmileks fabrikası, AĞA fabrikası bunlar' arasındadır. Bu yalının Nâfia iskelesi adı ile büyükçe bir iskelesi vardır. Bu yalıda ancak bir kaç bostan kalmış bulunuyordu (ocak 1967).

Salim ERDEM

DRALDEDENİN DÜDÜĞÜ — Giyim kuşam üzerine halk ağzı deyim; «Kışın yaz kılık kıyafeti ile dolaşma» yerinde kullanılır, meselâ baba zıpır oğluna çıkışır : «— Oğlum., paltonu giysene, atkını alsana, bu havada Dral Dedenin Düdüdğü gibi sokağa çıkılır mı!...». Dul kadın da bir işde çalışan hoppa kızına hi-tab eder : «—Eline geçeni fantâziyeye verdim., işte kış geldi, kaldın mı Dral Dedenin Düdüğü gibi!...».

DRAMALI — Bıçkın meşreb hâneberduş hizandan dilber bir delikanlı olub 1877 de Top-kapusu civarında Şerbetçi Odaları arkasındaki bostanda uygunsuz güruhundan Karanfilci Mevvlud adında biri tarafından bir içki âlemi içinde katledilmiş, vak'a, cinayetin işleniş şekli

bakımından da emsali görülmemiş olduğu için îstanbulda büyük heyecan uyandırmışdı. Bir yıldan fazla güzel genci sözde himâyesi altında gezdiren kaatil, aralarında çıkan bir münakaşa ve kavga sonunda Dramalıyı önce birkaç yerinden bıçaklayıp ağır yaralamış, sonra boğazına bir ip geçirerek ve bostan kuyusunun içine salarak kuyu içinde asmışdı. Kaatil kaçmış, maktulün de hüviyeti tesbit edilememiş, öldüren de ölen de meçhul kalmışdı. Yalnız halk bostana «Kanlı Bostan» adını vermişdi.

Cinâyetden 36 yıl sonra, 1913 de Mahmud Şevket Paşanın katli üzerine halk arasında it-tihadcılara karşı aşırı muhalif bilinenler toplanıp sürgüne gönderilir iken yaranımızdan Mer-venköylü Bitli Tevfik Efendi de Sinoba sürül-müşdü, hattâ altı ay kadar da Sinob zindanında yatmışdı. îşte orada Karanfilci Mevlud adında bir kaatil tanımışdı, yaşı altmışına yakın, îstanbulda bir ihtiyar kadm parasına tamah ederek öldürmekden îdâma bedel müebbed hapse mahkûm olmuş ve 12 yıl Sinob Zindanında kalarak 1909 da af edilen bu adam, tahliyesinde Istan-bula dönmeyerek Sinobda mahbushânede kahvecilikle yerleşib kalmışdı. Tevfik Efendi de zindandan çıkıp sahilde istanbul usulü bir meyhane açıp işletmeye başladığında Karanfilci de onun gedikli müşterilerinden biri olmuşdu. Bir gece aşırı sarhoş olarak düşmüş ve başından ağır yaralanarak bir kaç gün sonra ölmüşdü. Müşterisi olmak dolayısı ile hastalığında ziyaretine giden Tevfik'e : «Bak Tevfik Efendi!. ben on yıl ara ile iki kan işledim, birinin cezasını on iki yıl zindanda yatarak çekdim, ilk cinayetim meçhul kaldı, fakat onun cezasının Mlâ çekiyorum., tam otuz altı otuz yedi yıl oluyor, kanadımın altına girmiş, velinimet kapusundan kaçarak itlik yolunda koşan ayağıma ayak uydurmuş Dramalı denilen bir genci hiç yüzünden bir gece bostanda bıçakladım, sonra boğazına ip geçirib bostan kuyusuna salıb asdım; delikanlının kuyuya salarken: — Kıyma bana Mevlud!.. diye inleyen sesi hâlâ kulaklarımda., kırk yıla yaklaşdı peşimi bırakmadı., o gece senin meyhaneden çıkarken de karşımda Dramahmn hayâlini gördüm, şaşırdım ve düşdüm...» diye müdhiş bir itiraf da bulunmuşdur.

Tophane ketebesinden Üsküdarlı halk şâiri Âşık Râzinin de «Dramalı» diye anılmış bir manzumesi vardır; Râzi destan edalı manzumesine şu notu eklemişdir :



DRAMA SOKAĞI

4740 —



İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

4741



«D» RESİM GRUPU


«Peder merhumun gaayetle mahremi olub Vefada Büyük Kovacılar Hamamı kurbinde konak ve hademe uşak sahibi havlucu ve peşte-malcı esnafından Bursalı Tâhir Efendi derler cemâl âşıkı bir zât vardı. Dramalı Galata hâne-berdûşanından bir hîz bıçkın iken Tâhir Efendi mürüvvet gösterib anı konağına alarak giy-dirib kuşatıb adam içinde dolaşacak kılığa sok-muşdu, fakat oğlan nankör çıkarak o âlice-nab velinimet kapusundan firar etmiş, her ne kadar bir kaç ay sonra peşiman olub affını ta-, leb ile gelmiş ise de muhabbet ve kabul görme-yib konağa alınmamışdır. Destan Tâhir Efendi ağzındandır..».

DESTAN

Bıçkın nümayişi tam meşrebimee Gönül kapdırdım da o serkeş gence Alub §âhin başın kaçdıkda o yâr İstanbul bir kazan ben oldum kepçe

Bir şûhi şehlevend pırpın âfet Anda tamam olmuş hüsnü letafet Kalyoncu kesimi kılık kıyafet Tarif idem size inceden ince

Dramalı dirler şûhi tannâze Mürâhik civandır tazeden taze Serde acem şalı tam üç endaze Sikirdim dilberim esmerdir tence

Dayı vâri adım atışı kıvrak Çekiç gibi güm güm ya tırak tırak Yalın ayaklarla topuk vurarak Giriyor rüyama ol çakırpsnçe

Kâkülü reyhandır perçemi sünbül Sinem kafesinde sanırdım bülbül Itri füsünkârı seher vakti gül Yfisem5n ya şebbû kokardı gece

«Yeşiller giydikde tûtîi güya» «Siyehpûş oldukdk Kâbei ulyâ» Gel gör yaraşan da o selvi boya

Ak sâde bez donla bir gömlek bence

i

Belinde bir futa o Dramalı Üryan görenlere bîr de sormalı Yeşildirek ve hem Yıldız, Yamalı Görmüş mü emsalin sâkü sürince

Firar ettiği bir tızmantınl it Yeni yakasında dizi dizi bit Yağlı kara yanar çaksan bir kibrit Amnçün yâresi oldu derince

Gûli beyabandır şeklü şamâil Bir kabihül vecih zehri helâhil Vâcibülkatle o şeh ola mail Affı ne mümkündir dönüb gelince

Karanfilci Mevludun fecî şekilde öldürdüğü gene ile sânında Âşık Râzi tarafından destan yazılmış Dramalımn aynı delikanlı olduğu aşikârdır.



Vâsıf HiÇ

DEAMA SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Üsküdar îcâdiye semti sokaklarından ; semtin güney-doğu tarafında İmam Galip Sokağı ile İcâdiye - Bağlarbaşı yolu arasında uzanır; Kurtçelebi ve Ayarcıbaşı sokakları ile dört yol ağızları yaparak kesişir (1934 B.Ş.R. Pafta 27); yerine gidilip şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (mart 1967).

DRAMA TÜRKÜSÜ — «Debreli Hasan Türküsü» diye de meşhurdur; Reşad Mimaroğ-lu'nun bir yazısına göre bu türkü geçen asrın ikinci yarısında istanbul'da Tırnavah Karaoğ-lan Dimitri diye meşhur bir tanbûrî tarafından bestelenmiştir (B.: Dimitri, Tırnavah Karaoğ-lan, Cild 8, sayfa 4589).

DRAZ (Tank) — «Makina yüksek mühendisi; 1909 da îstanbulda doğdu, babası (bir devrin meşhur iş adamı zenginlerinden) Sabur Sami Bey, annesi Zeynel Server Hanımdır; Tatbikat ilk okulunda, St. Joseph Fransız ortaokulunda, Robert Kolejde (1928) okudu; yüksek tahsilini Londrada Mühendislik Fakültesinde yaptı (1934); memlekete döndükten sonra İstanbul Belediyesi Atölyeler Müdürlüğünde (1936-1939) Ford Motor Co. Export İnc.'in Tophanedeki servis ve satış dâireleri şefliğinde (1939-1942), Sul-tanahmed Erkek Sanat Enstitüsü tatbikî mekanik öğretmenliğinde (1944-1948); Sümerbank iplik ve Dokuma Fabrikaları müessesesi enerji müdürlüğünde (1948), aynı bankanın Alım Satım müessesi dış alımlar şubesi müdürlüğünde (1948-1949), Karayolları bölge müdürlüğünde (1949-1956), ve Nafıa vekâleti mıntâka teknik murakabe dâiresi reisliğinde bulundu.

«Şefika (Erman) Hanımla evlidir, Mehmed adında 1941 doğumlu bir oğlu vardır. İngilizce, f r ansızca bilir; Avrupanm bir çok memleketini dolaşmış görmüşdür. Bir silâh koleksiyonuna sâhibdir; tenis, futbol ve basketbol sporlarını sever, Moda Deniz kulübü üyesidir» (Kim Kimdir Ansiklopedisi, 1962).



«D» RESİM GURUPU — Türk resim san'-atında, 1928 yılından itibaren bazı yeni hareketlerin ve cereyanların başladığı görülmektedir. Bu kıpırdanışın başlangıcını aynı tarihlerde Avrupadan dönen ve batının yeni görüşlerini Türkiye'ye getiren genç bir sanatkâr zümresinin kurmuş olduğu «Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği» meydana getirmiştir.

Bu birliğin kurulmasını müteakip, 1933 yılı Eylülünde Zeki Faik Izer'in Cihangirdeki evinde «D Gurupu» ismi altında yeni bir ressamlar topluluğu teşekkül etmiştir.

Beş ressam ve bir heykeltıraşın kurduğu bu gurupa; alfabenin dördüncü harfinin verilişinin sebebi, Türkiyedeki resmin dördüncü merhalesini temsil etmiş olmalarındandır.

Gurupun kurucuları ressam Nurullah Berk, Elif Naci, Cemal Tollu, Zeki Faik İzer, Abidin Dino ve heykeltrag Zühtü Müridoğludur. Zamanla topluluğa Bedri Rahmi Eyüboğlu, Eren Eyüboğlu, Arif Kaptan, Eşref Üren, Sabri Ber-kel, Halil Dikmen, Turgut Zaim, Salih Urallı, Hakkı Anlı, Fahrünisa Zeid ve heykeltraş Nus-ret Şuan dahil olmuştur.

D Gurupu, resmî bir teşekkül olmadığı gibi bir ekol de değildir; ve ayrıca mensupları da herhangi bir janrm temsilcileri olmamıştır. Hepsi ayrı ayrı birer üslub ve kişiliğe sahip olan D gurupu sanatçılarının resim yapmak, sık sık çalışmalarını sergilemek ve memlekette o zamanlar durgun olan san'at havasını harekete getirmek başhşa gayeleri idi. Böyle olmasına rağmen efkârı umumiye de ve hatta hükümetçe resmî bir teşekkül imiş gibi tanındılar.

D Gurupu sanatçıları «Müstakil Ressamlar ve Heykeltraşlar Birliğinin açmış olduğu inşâ-, cı ve şekilci yolda yürümekle beraber, batının modern san'at cereyanlarını daha büyük bir cesaretle takip etmişlerdir. Bundan başka gurup, resmin sadece çizgi ve renkten ibaret olmıya-rak, empresyonist ressamlar da olduğu gibi ha-cime, plâna ve boyaların yayımlamasına, darbe-

ler halinde vurulmasına ehemmiyet verilmesi icab ettiğini ileri sürmüş, eserlerinde bu hususları tatbik etmiştir. Bu arada burada Leonardo da Vincinin «Resim sadece göz işi olmayıp, düşünce eseri olması lâzımdır» sözünü hatırlamak çok yerinde olacaktır.

D Gurupu sanatçıları Türk resminin daha hareketli, daha canlı ve düşünce bakımından daha kuvvetli bir hüviyete bürünmesini ve bunun içinde kübizme ehemmiyet verilmesini istiyorlardı. Esasen bu guruba mensup olan ressamların hemen hemen hepsi Paris de Andre Lhote, Fernand Leger, Gromaire gibi kübist ressamların atölyelerinde çalışmışlardı.

D Gurupu sanatçıları ilk sergilerini 8 Ekim 1933 Pazar günü saat 15 de İstiklâl caddesinde, Tünel civarındaki Narmanlı Ham yanında bulunan Mimoza Şapka Mağazasında açmışlardır. Resmin alfabesi olan desene tahsis edilen bu ?lk sergide teşhir edilen resimlerin o zamanki anlayışa göre değişik bir stilde oluşundan, san'at çevrelerinde büyük bir alaka ve aynı zamanda reaksiyon uyandırmış, basında da uzun tartışmalara yol açmıştır. Yine aynı kadro ile açtıkları ikinci sergileride büyük alâka toplamıştır. Bu arada reaksiyon gösteren bazı çevreler D ile başhyan ne kadar kötü kelime varsa; Deliler, Düzenbazlar, Dalavereciler, Darkafalılar v.s gibi gurupa yakıştırmaktan da geri kalmadılar.

Gurup üçüncü sergisini 8 Haziran 1934 de «Taksim gazinosunun köşesinde bu gün yıkılmış bulunan «Dağcılık Kulübü» nün ahşap pavyonunda, dördüncü sergilerini de 27 Aralık 1934 de Beyoğlunda Galatasaraylılar Yurdunda açmıştır-

Memleket içi faaliyetlerinden ayrı olarak D Gurubu 1935 yılında Atina, Bükreş, Budapeşte, Moskova, Leningırat, Viyana gibi Avrupanm kültür merkezlerinde birer sergi açarak, milletler arası san'at çevrelerinde -ve basında büyük yankılar uyandırdılar.

Bu günkü Dormen Tiyatrosunun giriş kapu-sunda açılan beşinci sergi, gurupun en ziyade rağbet gören sergisi olmuştur.

Bundan sonraki sergilerin hemen hepsi büyük ilgi ile karşılanmış olduğu halde 1947 yılı Ekiminde Fransız konsolosluğunda açılan 15. nci sergi, ressamların birlikte açtıkları son sergileri olmuştur. Bu tarihten sonra gurup üyelerinin herbirinin şahsi, özel sergiler açmışlardır. Bundan D gurupunun dağılmış olduğu hükmü de


Yüklə 5,01 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   80




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin