DOKUMACI ESNAFI, DOKUMACILIK —
«Dokumak; garb türkcesinde, iplikleri birbiri arasından geçirip sıkıştırmak, örmek, nescet-mek; bez, hasır, ağ, kumaş dokumak» (Hüseyin Kâzım, Büyük Türk Lügati).
Türk îstanbulda dokumacılık daha XVI. asır sonlarında çok önemli yer almışdır; ev tezgâhlarında adî bezlerden en kiymetli kumaşlara kadar dokunmuş, kalabalık bir dokumacı esnafı, dokudukları çeşidli bezler ve kumaşlarla istanbul çarşılarının ihtiyâcını bile kısmen karşılamışlardır, îstanbulda kilim, halı bile dokunmuş, şehrin sulara yakın oldukça büyük bir semti «Halıcılar» adı ile anılagelmişdir (B.: Halıcılar).
18 saf er 972 (25 eylül 1564) tarihli bir fermanda îstanbulda dokuma tezgâhlarının çoğal-dığrndan bahsedilmekde, altın tel ve ipekle işlenen kıymetli kumaşlarda ve kuşaklarda has klabdan ve ibrişim kullanmadıkları, işlerine hile katdıkları yazılmakda; yapılan sayımda İstanbulda 318 dokuma tezgâhı bulundu, sahib-leri hem usta hem zengin 100 tezgâh bırakılıp gerisini işden men edilmesi emredilmektedir.
îstanbulda çeşidli âdi bez ve kumaş dokuyan tezgâhlar bu yasak bükümün dışındadır; onlar tahminimize göre 2000 tezgâhı bulmuşdur. îstanbulda orta tabaka ile ayak takımın iç -donu ve gömleği yapdığı bezlerin çoğu büyük şehirdeki tezgâhlarda dokunmuşdur.
Kıymetli kumaşlar hakkında korunan 100 tezgâhlık tahdid yürütülmemişdir; 12 safer 985 (İ mayıs 1577) tarihli bir fermanda aynı şikâyetler tekrarlanmış ve aynı yasak tâzelen-mişdir.
Esnafın Gedik usûlüne bağlı olduğu devirde (B.: Gedik), îstanbulda çeşidli kumaş dokuyan tezgâhlar da tahdid edilmişdi; yukardaki fermanlarda, kıymetli kumaşlar, meselâ «serâ-ser » dokuyantezgâhlann ancak 100 aded olacağını gördük. Bir başka fermanla İstanbulda bü-rüncük dokuması için 91 gedik ve her gedik de 2 tezgâh kabul edilmişdi, yâni ancak 91 dokumacı ustası bürüncük dokuyabüirdi; bunlardan
biri ölse, iki tezgâh evlâdına kalırdı, evlâdı yoksa kalfasına kalırdı.
XVIII. yüz yıl sonunda Kıztaşında üç han vardı; peştemal, havlu, makrama, alaca dokuyucuları yerleşmişdi; bunların eline verilmiş bir fermanda da : «Bir gene heveskâr olup burada bir ustaya çırak olsa, giderek kalfa ölüp sanatında mahareti görülürse ustalar tarafından kendisine tezgâh açmaya izin verilir» yazılıydı.
Dokumacı esnafı eski/ esnaf - ordu alaylarında arabalar üzerine tezgâh kurarak çeşidli bez ve kumaşları dokuyarak geçerlerdi. Diğer bütün esnaf civanları gibi dokumacıların da güzelleri, .şahbazları, 'kalenderi şâirler tarafından şehrengiz yollu mecmualarla medhedilmişler-dir. Bu bakımdan esnaf - ordu alaylaının da pek tumturaklı tasvirleri yapılmışdır (B.: Çulha, cild 8, sayfa 4178).
DOKUMACI CİVANI — Kalender meşr.eb şâirler tarafından «Şehrengiz» adı verilen manzum risalelerle medhedilen esnaf güzelleri arasında dokumacı civanlarına da rastlanır; şehrengiz yollu yazılmış ve «Hûbannâmei Nevedâ» adını taşıyana manzum mecmuada dokumacı civanı şu üç beyit ile. övülmüşdür :
Dîbâyi muhabbet dokur tezgâhı işmar çakar iken âhû nigâ'hı
Dâim pâ bürehne tezgâh başında Altun sırma saçak perçem başında
Atar güzel nâzik elleri mekik Dokumacı şahım çantada keklik
DOKUR HAN CİNAYETİ — 1963 yılında Şehremininde Silivrikapusu Caddesinde içinde dokuma atölyelerinin bulunduğu Dokur Handa kaatilin ifâdesine göre namus intikamı yolunda işlenmiş bir cinâyetdir; çalışdığı atölye-bekâr odasında yatıp kalkan ve hemşehrisi 23 yaşındaki Yaşar Güzeli uyurken başını usturayla kesmek suretiyle öldüren 19 yaşındaki kaatil Erdoğan Akyolun vak'ayı anlatan aşağıdaki ifâdesi 21 ekim tarihli Hürriyet Gazetesinden nak-ledilmişdir :
«— Buldan'lıyım. Çocukluğum, bu "-kasabanın Çaybaşı mahallesi Hastane sokağında geçti. Öldürdüğüm Yaşar Güzel de memleketlimdir. Yedi yaşımda iken beni kirletmişdir, o zaman çocukdum, fakat bu hâdiseyi büyüdükçe de unu-
tamadım;. Ailemle birlikte İstanbul'a geldik. İntikam hissim daha da artmıştı.. Hep Yaşarı nasıl öldüreceğimi düşünüyordum.. Bir ara askere gitti.. Terhis olduğunu öğrenir öğrenmez, arkadaşım Veli vasıtasiyle mektup yazdırıp İstanbul'a gelmesini bildirdim, Mektupta, «Buldan'da sıkıntı çekme. İstanbul'a gelirsen iyi para kazanırsın.»' diye yazdırdım. Bugün geldi. Öğle üzeri buluştuk. Kendisini içki içmeğe davet ettim. Birlikte, çalıştığım atölyeye gittik. Burada kendisine daha- önceden içine 10 adet uyku hapı attığım şaraptan içirdim. Şüphelenmesin diye ben de birkaç kadeh içtimâ Sonra sızdı. Atölyedeki yatağı yaydım ve üzerine yatırdım. On iki yıldan beri beklediğim fırsat nihayet elime geçmişti. Usturayı taşa sürtüp biledim. Saçlarından tuttum.. Gırtlağını kesmeğe başladım. Niyetim kellesini koparıp Emniyet Müdürlüğüne götürmekti.. Fakat usturam iyi değilmiş. Kemi-
Dokur Han Cinayetinin faili Erdoğan" Akyol (Resim : Sabiha Bozcah)
ğe rastladı, kafayı koparamadım, ama canı çıktı. Hiç pişman değilim, şu anda hayatımın en mesut dakikalarını yaşıyorum.. Sehpaya çıkarken, ayağımın altındaki sandalyeyi bile kendim tekmelemeğe hazırım..» (Hürriyet Gazetesi).
Istanbulun zabıta tarihçesinde bekâr uşakları arasında böyle çirkin münasebetler yüzünden işlenmiş cinayetler pek çokdur, para yüzünden adam öldürmüş gençler de hemen dâima namus yolunda kaatil olduklarını söylerler. Kriminoloji ve toplum hayatı bakımından önemli vak'alardandır.
DOLAB — «l — Bir mihver üzerinde dönen çark; 2 ..•— Büyük bostan kuyularından su çekmek için kurulan ve bir hayvan koşularak
— 4661 —
ANSİKLOPEDİSİ
— 4660 —
Bostan dolablarına koşulan beygirler, dolab çarklarını çevirirken saatlerce, bir mihver etrafında dönerler; hayvanın başının dönmemesi için gözleri bağlanır; durdukları zaman bağçıvanların haberdar olması için bir de küçücük çan bağlanır.
İstanbul civarının en güzel bostanları ve bostan dolabları Anadolu yakasında Maltepe - Kartal arasında idi, zamanımızda o bostanlar gün geçtikçe yok olmakda, yerlerini meskenler doldurmaktadır,
Dolab Beygiri — Halk ağzı deyim; kanaat ile geçim yolunda günlük hayatı, türlü zevk ve eğlenceden mahrum, belli bir işin başında ma-noton geçenler hakkında kullanılır; misâl:
Dolab Mecmuasında karikatür s «En mahir şâir özen-se bezense mahbûbesini böyle tahayyül eder., değil mi?.,»
Dolab Meemuasuutt kapak başlığı
DOLAP
döndürülen çarklar, Bostan Dolabı, Sakız Dolabı; 3 — Odalarda duvarın içinde raflarla bölünmüş raflarla bölünmüş, kanatlarla kapanır açılır höcreler, boşluklar; 4— Eski konaklarda yalılarda selâmlık ile harem arasında eşya alıp vermeye mahsus dönen dölab, ki veren ile alan birbirini göremezdi (B.: Dönme Dolab); 5 — Bedestandaki dükkânların adı: «Bedestende dolabı var»; 6 Cami ve medrese kütübhâaıeîeri-nin adı; 7 — Kutu, sandık içinde el ile çevrilerek çalman çalgılara, bilhassa «Laterina» ya Türkler tarafından verilmiş isim (B.: Laterine)» (Kaamûsu Türkî).
Mecazen «hîîe, hud'a» anlamlarında kullanılır; iş ticâret alanında meşru kazançlar yerine hileli alış verişli para kazananlara da «do-labcı». «doîâbî» denilirdi; «Kendi dolabını çe-virmekden başka bir sus düşünmez..» «Para kazanmak için bir dolab çevirmek şart,.» aynı anlamda sözlerdir.
DOLAB — «1873 de Istanbulda çıkmaya başlamış bir.dergi, her türlü faydalı bilgilere ve edebî yazılara yer veren Dolab'ın sahibi olarak derginin kapağında «T» (te) harfi var ise de çıkaranın ilk Türk gazetecilerinden ve Ce-rîdei Havadis Gazetesi yazarlarından Halet Bey (1839-1879) olduğu anlaşılmaktadır. Çı-
—c«
İSTANBUL
kış süresi belli olmayan Dolab 18 sayı çıkmış-dır» (Türk Ansiklopedisi).
Biz bu derginin bir nüshasını göremedik, arşivimizde, bir arada çıkmış 12, 13, 14. sayılarının bir dış kapağı vardır; derginin adının yazısı müstesna bu kapak gaayetle ibtidâîdir. 20,5X28,5 eb'admda bir kâğıda Tasviri Efkâr Matbaasında basılmış olan Dolabın 5 kuruşa satılmışdır ki o zamana göre hayli bahâhdır ve üç sayılık bu nüsha 5 yazi ile 2 muhavereli (konuşmak) resim (?) ihtiva etmektedir; yazıların başlıkları şunlardır: «Tuhaf Tesâdif», «Mîzânül hayvan», «Muvâzenei Hakikat», «Mu-hâverli bir varaka», «Lâtife - Dikkat - İhtar - Vesaire». Derginin satış yerleri olarak Bağ-çekapusunda Acem Hasan Ağa, Çenberlitaşda Acem Celil Ağa, gazete müvezzîleri ve kitab barakaları gösterilmişdir. Kapağın 1. sayfasını maammâ tarzında bir resirn süslemiş, son 4. sayfasına da sözde bir karikatür konmuşdur.
Hüsnü K1NAYLÎ
DOLAB, BOSTAN DOLABI — Büyük bostan kuyularından su çekmek için kurulan ve bir beygir koşularak çevrilen dolabların hurda teferruatı ile tarifi bu ansiklopedinin konusu dışındadır.
\c\
DOLAB, DERESİ CADDESi
-
Nasılsın, ne âlemdesin ?
-
Nasıl olacağım, dolab beygiri...
DOLAB, HAMAM DOLABI — XVII. asır ortalarına kadar îstanbulun büyük çarşı hamamlarının su ihtiyacının bir kısmı, hamamların yanı başında kazılan büyük kuyulardan karşılanır, ve bu kuyulardan su bir beygir koşulu dolablarla çekilirdi; her ikisi de Mimar Sinan yapısı Haseki Bostan Hamamı ile Zeyrek Çinili Hamamının kuyu dolabları en çok 50-60 yıl kadar önce kaldırılmışlardır (B.: Bostan Hamamı, cild 6, sayfa 3006; Çinili Hamam, cild 7, sayfa 4014; Hamam).
DOLAB CADDESi — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Fatih Kazasının merkez nahiyesinin Sofular Mahallesi yollarından; Kızta-şınm bulunduğu meydancık ile Horhor Caddesi arasında uzanır (1934 B. Ş. R. Pafta 6/77); yerine gidilip şu satırların yazıldığı saradaki durumu tesbit edilemedi (ocak 1967).
DOLABDEBESl CADDESİ — Beyoğlunun ilçesinin Taksim nahiyesinin inönü ve Eskişehir mahalleleri, Şişli nahiyesinin de Pangaltı ve Bozkurt mahalleleri arasında sınır yoldur; Ak-ağalar Sokağı ile Elmadağı Caddesinin birleş-diği nokta ile Ergenekon Caddesi arasında uzanır, Beyoğlunun en uzun yollarından biridir, înönü Mahallesinde Yeni Nalband Sokağı, Çilingir Çıkmazı, Babil Sokağı, Cebeltopu Sokağı, Eskişehir Mahallesinde Marsık Sokağı, Kaytancı Rasim Sokağı, Dolabdere Gazino Sokağı, Küçük Akarca Sokağı, Lâlezar Sokağı, bir aralık sokak, Şahin Sokağı, Pangaltı Mahallesinde Meyva Sokağı, Selbaşı Sokağı, Yunus Bey Sokağı, Poyraz Sokağı ile kavuşakları vardır, Pangaltı ve Bozkurt mahallelerinin müşterek yolu olan Pangaltı Deresi Sokağı ile de dört yol ağzı yaparak kesişir (1934 Belediye Şehir Rehberi Pafta 18/151 ve 152, Pafta 19/150 ve 153).
Taksim tarafından gelindiğine göre üç arabanın geçebileceği genişlikde paket taşı döşeli bir yol olup, bitimine doğru bir yokuş olarak Ergenekon Caddesine bağlanır; iki yanı boyunca büyüklü küçüklü ahşab ve kagir binalar sıralanmış olup bir çarşı boyudur ve yol boyunca bilhassa oto tamirhaneleri göze çarpar; bu işin merkezi hâline gelmişdir; 140 oto tamir ve boya atöliyesi, 11 otoparçalan mağazası, 3 hurdacı, 5 nalbur, 3 madenî eşya imalâthanesi, l garaj, l yağlama istasyonu, l elektrikçi, l en-
DOLAPDERESÎ CİNAYETİ
— 4662 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 4663
DOLAPDERESİ CİNAYETİ
düstri fırça imalâthanesi, l deniz motorları tamirhanesi, l dizel benzin motorları rektifiye torna işleri atöliyesi, l mazot boyaları mağazası, l elektrik endüstri sanayii müessesesi, l buzdolapları mağazası, l mâden üzerine gümüş-ni-kel kaplama atöliyesi, l plâstik sanayii müessesesi, 3 kereste mağazası, 3 mobilya - doğrama atöliyesi, l demirci, l inşaat malzemesi mağazası, 3 lokanta, l içkili lokanta, 2 büfe, 2 kahvehane, 2 bakkal, l börekçi, l ekmek fırını, l tekel bayii, 3 oyun (langırt) salonu, l tabelâcı, l korsacı, 3 manav, 3 berber, l kadın berberi, l hamam vardır; İstanbul Ota Sanatkârları Derneği ile Dolabdere Gençlik Spor Kulübü lokalleri de bu caddededir; mesken, atöliye ve dükkân kapu numaraları l—289 ve 2—224 tür (mayıs 1966).
Hakla GÖKTÜRK
DOLAPDERESİ CİNAYETİ — 1949 da fuhuş yolunda işlenmiş bir cinâ-yetdîr; kaatil 25 yaşında boylu boslu, güçlü kuvvetli bir delikanlı, Aksaray da Tevekkül Hamamında dellâk Hafikli Mustafa Çetinkaya, maktul Dol abder esinin sokak fahişelerinden Cemile adında bir bahtsız genç kadındır. Kaatil, tek ş â h id i olmayan vak'ayı adalet huzurunda şöyle nak letmişdir ki Istan-bulda bekâr uşaklarının ve ayak takımın günlük hayatı için kıymetli bir vesika mahiyetindedir, ve hattâ roman malzemesi olarak kıymetlidir :
Dolabderesi Cinayetinin faili «Cemile İle bir
Dellâk Mustafa Çetinkaya aydan fazla bir za-
(Resim: Sabiha Bozcah) mandır, sinemala-
ra, kırlara gider dolaşır, gezerdik. Fakat onun bir dostu olduğunu öğrendiğim için elimi çekmek istiyordum. Vaka günü başka bir kadınla Bomontiye gitmiş; oradan dönerek tekrar Do-lapdereye, Yenişehirdeki kahvehaneye gelmiştim. Cemileyi burada bir masada oturur buldum. Yerden kalkarak benim masama geldi. Benim oradan aldığım başka bir kadınla Bomontiye gittiğimi duymuş, bana çattı, ve sonra: — Karnım aç, bana bir kaç lokma bir şey yedir ! dedi.
«Yeinişehürde içkili bir lokantaya girdik. Biraz bir şey yedik. Ve bir kaç şişe de bira içtik. Gece saat ona geliyordu : — Ben artık gideyim... dedim, Cemile : — Hayır., gitmiyecek-sin !... dedi. Sebebini sordum : — Bu akşam bende kalacaksın !... dedi. Yatacak bir yeri el-madığını bildiğim için : — Senin evin yerin yok ki !.. dedim. O : — Benim çok iyi bir evim var! Muhakkak geleceksin !.. dedi. İkimiz de hayli keyiftik. Bir çocukla birine haber gönderdi. Ve çocuk bir anahtar getirdi. Beraberce birahaneden çıkarak yola koyulduk. Yolda anahtarı gönderen evsahibi kadınla konuştuk. Ve Cemile onun eline bir şey (galiba oda kirası) verdi. Sonra yine onunla beraber ilerledik. Kilise sokağına geldik. Ben yine ondan ayrılmaklığımı teklif ettim. Yine ısrarla «Olmaz !» dedi. Ve koluma girdi. Beraberce eve gittik, içeriye girdik. Etraf zifiri karanlıktı. — Lâmbaları yak!., dedim. .— Burada lâmba yok !.. dedi. Bir kibrit çaktım. Bomboş bir evdi. Cemile hemen oracıktaki bir odaya daldı. Ben de daldım. Vakit vakit kibrit ışığına başvuruyorduk. Bir kenarda eski saman bir şilte, bir tarafta eski ve kırık dökük bir koltuk vardı. Çok sarhoş olduğumuzdan elbisemle ayakkabılarımla şilteye hemen uzandım. Cemile koltukta sigara içiyordu. Ben sızmıştım. Bir aralık beni dürterek kaldırdı : — Kalk da soyun., dedi. Ben : — Biraz sonra... dedim. Başımı kaldıracak halim yoktu. Elimi yüzümü yıkamak için su istedim. Cemile: — Burada su ne gezer ?.. dedi. Tekrar sızmışım. Ne kadar geçti bilmiyorum, beni tekrar kaldırarak soyunmamda ısrar etti, ağır sözler söyledi, ve nihayet : — Öyleyse bir sana, bir de bana birer erkek bulalım !... dedi. Bu söz üzerine yerimden fırladım. Ondan sonra ne yaptığımı bilmiyorum. O yere yıkılmıştı: — Cemile ! Cemile '!,. diye seslendim. Cevap vermedi, içime bir ürküntü gelmişti. Odadan çıkdırnj kendimi sokağa attım, yollara düştüm. Bir aralık sigara
içmek için elimi cebime attım. Paketin yanında çıplak bıçağım duruyordu. Dikkatle bakınca kanlanmış olduğunu gördüm, ve fırlatıp attım. Az sonra geçen bir taksiye atlıyarak, Aksaray-da Yusufpaşadaki hamama geldim. Bahçe ka-pusunu açtırarak içeri girdim. Duracak halim yoktu. Şöyle bir kerevet üzerine uzandım. Gün ağarmışdı. Hasta olduğumu o gün çalışamıyaca-ğımı söyledim. Aradan bir kaç saat geçmişti ki bir kaç sivil adam beni uykumdan kaldırdı. Ve helepçeyi kollarıma geçirdiler.» (Remzi Tozan-oğlu, Akşam Gazetesi).
Öldürdüğü kadının ağır hakaretini hafifletici sebeb olarak gören cinayet mahkemesi Hafikli dellâk Mustafayı 18 yıl hapse mahkûm etmişdir.
DOLABDERESİ CİNAYETİ — 1958 yılında fuhuş yolunda işlenmiş bir cinâyetdir; 28 yaşında'" Asım Çelik ismindeki bir sabıkalının Necla adında bir kadınla gizli münasebeti ve Fikret isminde de 16 yaşında gaayet yakışıklı bir erkek arkadaşı vardır. Necla da Hadi Erdal adında zengin bir hurdacının metresidir. Hadi bir sabah Dolabderesinde sokakda bıçaklanmış ağır yaralı olarak bulunmuş, Necla ile olan münasebeti ve diğer bâzı suç delilleri ile sabıkalı Âsim Çelik yakalanmış, fakat Asımın genç arkadaşı Fikret, namusuna laf attığı için Hâdiyi kendisinin vurduğunu söylemişdir. Fikretin, 16 yaşında bulunması cezayı çok azaltacağı için, haytalık yolunda kanadı altına girdiği sabıkalıyı kurtarmak gayesi, ve o kırat murâhık oğlanlarda sözde merdlik nümayişi ile ağır kan suçunu yüklendiği görülmüş; soruşdurma derinle-şince hakiki katil Âsim sucunu itiraf etmiş, Hâ-dinin Neclaya dayak attığını gördüklerini, gene kadını kurtarmak istediklırini, hurdacıyı bu arada kasıd olmadan vurduğunu söylemişdir. Mahbub Fikret de adaleti yanlış yola sevket-mekden mahkûm olmuşdur.
Vak'a Istanbulun ayak takımı hayatını ted-kik edenler için kiymetlidir. Bibi.: Günün gazeteleri.
DOLABDERESİ CİNAYETİ — 1961 yılında uygunsuzluk yolunda işlenmiş bir cinâyetdir; zamanımızın azgın Beyoğlu kabadayıları, yerinde' tâbir ile Beyoğlu Gangsterleri arasındaki- kuvvet ve nüfuz mücâdelesinin içinde kanlı bir vak'adır; maktul büyük gangsterler-
den Arnavud Cafer (Cafer Şenay; B.: Şenay Cafer); kaatil, o muhitin: «günün birinde elini kana bulayacak» dediği ve Arnavud Câferin amansız rakibi Arab Nasrinin fedailerinden bilinen Memiş Rahmi (İhsan Celâl Yayan) dir. Cinayet 4 mart gecesi şöyle bir macera sonunda işlenmişdir :
«Arnavud Câferin yıllardanberi kiracı olarak oturduğu Aylak sokaktaki 27-29 numaralı iki katlı evin, altı kahvehane, üstü de hem kumarhane ve hem de kendisinin yatak odasıdır.
Burada cinayetten üç gece önce, sabaha
kadar devam eden «hızlı bir kumar» sonunda,
İhsan Celâl Yayan 1200 lira kaybetmiştir. Fa
kat İhsan kâğıtların işretli olduğunu ileri sür
müş, ve parasını geri istemiştir. Onun bu söz
lerine sinirlenen Arnavud Cafer : .
— Ulan benim kim olduğumu bilmiyor musun ? Bize bu yolları koşma... Çocuk eğlendirecek değiliz. Bilmediğin oyunu oynama, tayıncı!.. demiş ve insan'ı adamları vasıtasiyle kovdur-muştur.
«İhsan cinayet akşamı Tarlabaşında dolaşırken üç gün evvel cezaevinden tahliye edilen Hasan Tahıl ve Yalçın Çakmak adlı arkadaşlarına tesadüf etmişdir. Üçü birlikte biraz dolaştıktan sonra İhsan :
Cafer kahvesini kiraya verecekmiş, sen
onun adamısın, beni al oraya götür., diyerek Hasan'a birkaç gece önceki olayı anlatarak bu yüzden yalnız başına gidemiyeceğini, fakat kahveyi kiralamak için de Cafer'le görüşmek istediğini söylemiştir. Teklifi kabul eden Hasan yanındaki Yalçın Çakmakla birlikte İhsan'ı, Câferin evine götürmüştür. Her an başına bir iş geleceğinden korkan Cafer, gelenlerin kim olduklarını anlamak için evvelâ pencereden bakmış ve Hasan'ı görünce, pencereden sokak kapasımn anahtarını atmıştır.
«Pijama ile oturan ve yanında birkaç gün evvel Beyoğlu'ndaki kavgada yaralanan Cemal Kaynar bulunan Cafer, gelenleri asık suratla karşılamıştır. Bu sırada İhsan, tuvalete gideceğini söyliyerek dışarı çıkmış, biraz sonra döndüğünde üstüste ateş etmeye başlamıştır. Cafer külçe gibi yere yıkılmış, odasında ve kapısının önünde bekliyen fedaileri mukavemet gösteremeden katil rahatça dışarı çıkıp kaçmıştır;
«Ertesi gece sabaha karşı Gültepe'de kipti sevgilisinin kolları arasında yakalanan katil, emniyet Müdürlüğüne getirilince, olayı şöyle nakletmiştir :
istanbul
— 4664
DOLABKUYU SOKAĞI
uzun idi; yürümeye mâni olmaması için eteğin (iki parça) ön tarafları (bele sarılmış olan kuşağa sokularak) kaldırılır, (toplanır) idi. Kollarının bilek (bitiminde) mintan kolu gibi dar idi. Bellerine çizgili kumaşdan kuşak bağlarlardı». (M. Z. Pakalm).
Dolamayı erkeklerden yalnız yeniçeriler değil, baltacı, şatır gibi bazı saray müstahdemleri, Enderunu Hümâyun iç oğlanları, vezir çuhadarları da giyerlerdi; iç oğlanı dolamalarının göksü, bu esvabın kesimine tamamen uygun olarak kavuşma sureti ile kapatılır; çuhadar dolamalarında ise göğüsde bir değişik yapılmış olup göğüs bir sıra düğme ile kapatılmışdı. Posta tatarlarının giydikleri bir çeşid dolamanın da etekleri azıcık kısa olurdu, ona da «Tatar Dolaması» denilirdi.
Dolabh KuM»e
l — İkinci Avluya (Divan Meydanına) ag-lan Araba Kapusu; 3 — Tunç kanadlı iç kapu; A — Etolaîih Kubbe J B — Büyük Kule.
alınmış hadım ağalardan Mehmed Ağa isminde bir gene ile bir câriye bu dolablarm içinde kırklara karışmış, kaybolmuşlardır (!). Mem-med Ağanın hikâyesi şudur :
Pâdişâh (adı meçhul), bir meseleden bu gene zenciye kızmış, «Kanın elimden akacak mel'un!..» diyerek hançerini çekmiş, Mehmed Ağa kaçmaya başlayınca peşine düşmüş, buraya kadar kovalamış, Araba Kapusu kapalı olduğu için gene zenci dolâblardan birinin içine girmiş, fakat telâşından entarisinin etek ucu dolab kapusunun dışında kalmış, arkasından gelen pâdişâh gazab ile dolab kapağını ağdığında içinde Mehmed Ağayı bulamamış. Yanındaki dolabda kaybolan cariyenin hikâyesi de bunun aynıdır. İkisinin de birer velî olduğu söylenerek bu iki dolabın kapakları yeşile boyanarak asırlar boyunca küidli tutulmuşdur. Diğer bir saray rivayetine göre de içinde cariyenin kaybolduğu söylenen dolab, öldürüleceği zaman Kösem Sultanın kaçıp saklandığı yer imiş. Tarih kaynakları ise Kösem Sultanın Vâlidesultan Dâiresinde îdam olunduğunu kaydeder.
DOLABKUYU SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Boğaziçinin Rumeli yakasında Arnavudköyünün sokaklarından; köyün orta kısmında. Arnavudköyü Kireçhâne Sokağı ile Beyazgül Sokağı arasında bir aralık sokakdır (1934 B. Ş. R. Pafta 21/Arnavudköyü); yerine gidilip bu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (ocak 1967).
BOLABDERESÎ GAZİNOSU SOKAĞI
— Kahvesini kiralamak için gitmiştim... Yanındaki adamların durumundan şüphelendim... Bir aralık tuvalete gittim... Dönüşümde derhal silâhıma sarıldım ateş ettim. Tabancamda bulunan sekiz kurşundan yedisini Cafer'e harcadım...
«Kaatil, Arnavud Cafer gibi sayılı bir kabadayıyı öldürdüğü için büyük bir gurur duymaktadır. Bunu gerek hareketleri ve gerek manalı manalı sözleriyle ortaya koymuştur.» (Hürriyet Gazetesi).
DOLABDERESÎ GAZİNOSU SOKAĞI —
1934 Belediye Şehir Rehberine göre Beyoğlu Kazasının Taksim Nahiyesinin Eskişehir Mahallesi sokaklarından; Kükürtlü Sokak ile Dolab-deresi Caddesi arasında uzanır, Karabatak Sokağı ile dört yol ağzı yaparak kesişir (1934 B. Ş. R. Pafta 19/153); yerine gidilip şu satırların ya-.zıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (Ocak 1967).
DOLABLIBOSTAN SOKAĞI — Fâtih İlçesinin Karagümrük Nahiyesinin Beyceğiz ve Dervişali mahallelerinin sokaklarından; Nured-din Tekkesi Sokağı ile Yahyâzade Sokağı arasında uzanır, Servili Kuyu Sokağı ile kavuşağı vardır, Kurtağa Çeşme Sokağı ile dört yol ağzı yaparak kesişir (1934 Belediye Şehir Rehberi; Pafta 7/102 ve 108). Nureddin Tekkesi Sokağı tarafından gelindiğine göre bir araba geçecek genişlikde, kabataş döşeli, meyilli bir yol olup 2-3 katlı ahşab ve beton evler arasından geçer. Ayna taşı ve lülesi sökülmüş metruk bir çeşme vardır. Yahyâzade Sokağı ile ola nkavuşağı başında beş katlı beton binada Fatih Özel Erkek Koleji yerleşmiş bulunuyordu; kapu numaralı 1--13 ve 2—12 dir (mayıs 1966).
Hakta GÖKTÜRK
DOLABLI KUBBE — Topkapusu Sarayı hareminin medhalinde, Araba Kapusu ile tunç kanatlı bir iç kapusunun arasında penceresiz ve üstü kubbe ile örtülmüş bir aralığın adıdır; ışığı kapulardan alan bu aralığa bu ismin verilmesine sebeb, Araba Kapusundan girildiğine göre solda ve bu kapunun • bulunduğu duvardaki iki gömme dolabdır ki bu dolablarm tahta kapakları yeşil boyalıdır. Devam ede gelmiş bir saray rivayetine göre acemi, saraya yeni
ANSİKLOPEDİSİ
DOLAMA — »Çuhadan entari gibi, önü açık olarak (ilik düğme ile kapanmayarak) kavuşturulur ve üstüne kuşak bağlanır eski bir îi-bas (esvab)» (Şemseddin Sami, Kaamûsu Tür-kî).
M. Zeki Pakalm «Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri »isimli eserinde şu tafsilâtı veriyor :
«Dolamayı hem kadınlar, hem erkekler giyerdi. Önü açık (iliklenmez), belden bir kuşakla bağlattırdı. Çuhadan başka çatmadan, kemhadan yapılanları da vardı. (Bilhassa) Yeniçeriler giyerdi. Kadınların giydikleri dolamalar, diz kapaklarından az aşağıya kadar, nisbeten kısa idi. Yeniçerilerin giydikleri dolamalar daha
Dostları ilə paylaş: |