DOLMUŞ — «iskelede doluncaya kadar narh ile yolcu alıp doldunca hareket eden nöbet kayığı» (Kaamûsu Türkî).
Istanbulda bu dolmuş usûlü önce ve çok eskiden, XV. - XVI. asırlarda kayıklarda tatbik edilmişdir. Geçen asır ortalarında görülen atlı kira arabaları dolmuş yapmamışlardı. Zamanımızda ise hemen bütün liman sandalları ve taksimetre ile çalışır otomobillerin çoğu, v*. bütün deniz motorları dolmuş usûlü ile çalışmaktadırlar.
DOLMUŞ DENÎZ MOTORLARI — (B.:
Deniz Dolmuş Motorları, cild 8, sayfa 4432).
DOLMUŞ KAYIKLARI VE SANDALLARI — Haliç ve liman iskelelerinde kaydlı kayıkların dolmuş ücretleri işledikleri iskeler arasındaki mesafeye göre Divân Hümâyun tarafından , tesbit edilirdi; aşağıdaki satırları 25 receb 995 (M. l temmuz 1587) tarihli bir fermandan alıyoruz:
Çardak ve Unkaparundan. Südlüce ve Hasköye yarım akgo
Fenerden Azebkapusuna yarım mangır
Çardakdan Yağkapamna yarım mangır
Balık pazarından Galataya iki mangır
Blık .pazarından Beşiktaşa yarım akçe
(Çardak ve şâir liman iskelelerinden. Üsküdara yarım
akçe)
Yine bu fermandan öğreniliyor ki dolmuş yapan kayıkların kadın ve gene oğlanları erkeklerle biflikde kayığa alınmaları yasakdı (B.: Kayık).
Zamanımızda Haliçde karşılıklı iskeleler arasında ve Haydarpaşa ile Kadıköyü arasında dolmuş yapan sandallar adanı bşın elli kuruş alırlar, ve hemen hepsi bir çifte sandallardır, ve 5 kişiden fazla yolcu alamazlar. Son zamanlarda dolmuş yapan arkadan takma motorlu sandallar da işlemeye başlamışdrr (B.: Deniz Dolmuş Motorları, cild 8, sayfa 4432).
DOLMUŞ KUYU SOKAĞI — Fâtih ilçesinin Karagümrük Nahiyesinin Dervişali Mahallesi sokaklarından, Kurtağa Çeşme Sokağı ile Kasım odaları Sokağı arasında uzanır (1934 Belediye Şehir Rehberi, Pafta 7/108); bir .araba geçecek genişlikte, fcabataş döşelidir, 1-2 katlı ahşab ve kagir evler arasından geçer; beton üzerine lüle takılmış şekilsiz bir çeşme vardır (Mayıs 1966).
Hakkı GÖKTÜRK
DOLMUŞ OTOMOBİLLER — Taksimetre ile çalışır otomobillerden bâzılarının taksimetrelerini açmayarak semtler arasında tesbit edilmiş ücretlerle ve dolmuş usûlü ile yolcu taşımaları, kesin olarak tesbit edemedik, tahmin ile kaydederiz İkinci Cihan Harbi başlarında başlamışdır. Hâlen gaayetle yaygındır; İstan -bulun günlük trafik yükünün en ağırını taşımaktadırlar; bilhassa tramvaylar kalkdıkdan sonra dolmuş otomobillerine geniş iş sahası açılmışdır (B.: Tramvay).
Dolmabağçe Stadyomu karikatür konusu (Cafer Zorlu, Akbaba Mecmuası, 1964)
Dolmabağçe Vapuru (Resim : Behçet Can tok)
DOLU
— 4684 —
tSTÂNBÜL
ANStKLOPEDtSl
— 4685 —
DOMÎNİC DE SAlNT - THOMAS
1966 yılı sonunda bâzı hatlardaki dolmuş Avrupa ülkelerine yayılmoşdır. Domates eki-
otomobil ücreti tarifesi şöyle idi: <, mine Türkiyede 100 yıl kadar önce başlandığı
; £ tahmin edilebilir».
Karaköy - Cağaloğlu .-. 50 kuruş \ Türk Ansiklopedisi bu kaydına göre yur-
Karaköy - Taksim 50 » İ dumuz için çok yeni sayılabilicek bu sebze-mey-
Karaköy - Besiktag 50 » l va umanımızda türk mutfağında ve sofrasm-
I da en çok, en başda istihlâk edilir bir durum-
Karaköy - Kasımpaşa 50 » | dadır; ^ ^ sanayünde de piyasaya kon-
Karaköy - Bayazıd 60 > | seTvej salça ve keçap (veya ketçap) denilen şe-
Karaköy - Fatih 75 » || kilde arz edilerek çok önemli bir yer almışdır;
Kadıköy - Üsküdar 50 » I kızarmamışmdan, memleketimize mahsus ola-
Kadıköy - Göztepe 75 > I rak, turşu yapılır.
Kadıköy - Sahrâyıcedid 100 » f «Tazesi istanbul piyasasında önce, yurdu-
Kadıköy - Bostana 150 » î muzun güney vilâyetleri mahsulü ve turfa
„. ., „ ., ,, onn % l olarak görülür; ilk gllen turfanda domatesler
Kadıköy - Maltepe 200 » | 6 . ' & v
İ de herkesin alamayacağı kadar bahalı satılır;
Kadıköy - Kartal 250 » l ... ,n ,. . _. ? , ^ --—ı -• j-
^ B kilosu 40 liraya turfanda domates gorulmuşdur,
Kadıköy - Pendik 300 » î 1966 da da turfanda damates satışı 12 - 10 lira-
Üsküdar - Beykoz 250 » l dan başlamışdır. Turfanda domatesler istanbul
Eminönü - Eyyub 100 * bostanlarının mahsulüne nisbetle hem koku
Taksim - Sarıyer 250 » hem lezzet bakımından çok düşükdür. Buna
_. T. rağmenboğazına düşkün İstanbullular arasında
istanbul - Ankara 50 Lira .... L , . ,s . . .. ,. . ,
bir tek turfanda domates tarttırıp alalılar go-
^rt_ _. - , , , , , „ , , . rülmüsdür. istanbul için makbul domates, «yer-DOLU - istanbul balıkeüan agzmda bir ^ ^^ tstanbul bogtanları mahsulüdür. fe-
deyim, henüz yumurtalarını dökmemiş balık- tanbul bostanlarında da «kır domatesi» (ye-
lar hakkında kullamhr; misâl: «Dolu balığın meklik ve salçalık) ve «sırık domatesi» (ye"
tadı yokdur»; «Kılıç balıkları ancak dolu iken meklik ve salatalık) isimleri ile iki çeşidi yetiş-
zıpkınlamr, zıpkıncı da balıkçı değildir, klıç'- dirilir- Sırık domateslerinin en güzelleri, ne-
,..,... , , , ,, fişleri de yakın zamana kadar Anadolu yaka-
m neslim tüketen hayduddur». J vn^ı
sında ve Marmara kıyısında Maltepe - Kartal
DOLU, DOLU ZAR - istanbul kumarbaz- bostanlarında yetişirdi ki hâlen o meşhur bos-
tanlar pek azalmışdır.
lan ağzında bur deyim, «hîleli cıvalı zar» an
lamında kullanılır, Ferid Develli oğlu «Türk " DOMlNİC DE SAlNT - THOMAS (Osman-
Argosu» isimli eserinde şu misâli veriyor: «Do- îı Papazı) — Onyedinci asrın ilk yarısıpda ya-
luyu fırlatınca sırtırayı (düşeşi) donduruver- Şamış katolik Dominiken tarikatına mensub bir
,. • râhib; avrupalılar tarafından Sultan Ibrahimin
4 *—isfe.i-s büyük oğlu bir osmanlı şehzadesi zan edilmiş
DOMATES - Taze olarak yahud konser- ™ ™* Harbinin son yıllarında Venedikliler
A hesabına bir maceraya suruklenmışdır. Asıl adı
vesi veya salçası yemeklere katılan ve tazesin* Osman dub mı genesi &rahk aymda jstanbul.
den salata yapılan malum nebat; hüviyeti, ter- da Topkapusu Sarayı Hümâyununda Harem-
kîbi, ve ziraati bu istanbul Ansiklopedisinin de Kızlarağası Dâiresinde dünyaya geldi, anası
konusu dışında kalır. Kızlarağası Sünbül Ağanın bir kaç ay evvel
bir esirciden satın aldığı Zafîre isminde gaayet-
Aşağıdaki satırları Türk Ansiklopedisin- ıe güzel bir gürcü câriye,babası meçhuldür;
alıyoruz : «Domatesin yurdu Orta Amerika ile hayatı muazzam bir roman konusudur.
Güney Amerikadır; Avrupada ilk defa, Ame- üç kardeşini îdam ettirmiş olan Dördüncü
rikanın keşfinden az sonra ispanya, Portekiz Suıtan Muraddan sonra tahta çıkan Sultan Ib-
ve ttalyada yetiştirilmişdir, daha sonra öbür rahim, Osmanlı Hanedanının tek erkeği kal-
mış bulunuyordu, üstelik, tahta çıkıncaya ka- lenmiş bulunuyordu (B.: ibrahim, Sultan), dar hapsedildiği odada her an ölüm korkusu Başda anası Kösem Mehpeyker Sultân gelmek ile yaşadığından erkeklik kudreti de düğüm- üzere, bütün saray ve devlet erkânı endişeye
Dominic de Saint-Thomas, «Osmanlı Papazı» (Bir gravürden mülhem olarak gabiha Bozcalının kompozisyonu).
DÖMÎNİC DE SAiNT - THOMAS
4686 —
istanbul
ANSİKLOPEDİSİ
4687
DOMUZ
düşdü; gene fakat hasta pâdişahdan döl alınamazsa, Sultan îbrahimin bir şehzadesi dünyaya gelmezse Âli Osman münkariz olaeakdı.
Çeşidli yollardan çalışdılar; hocalar oku-yub üflemeye, muskalar, tılsımlar yazmaya başladı; hekimler kuvvet macunları, şurubları, en tesirli muharrikler hazırladı. Saray ve devlet erkânı da esircilerden güzel güzel, cennet kaçkını bakireler satın alub pâdişâha takdim etmekde adetâ müsabakaya girişdiler. Ve nihayet şeytanî düğüm çözüldü, «muhteşem Osmanlı Horozu ötmeye başladı», hem öylesine ki evvelâ Ukraynalı (Ukranyalı) zarif ve nâzik bir dilber olan Haüee Turhan 1-2 ocak 1642 gecesi velîahd şehzade Mehmed'i doğurdu; onu, pâdişâhın iltifat ettiği diğer cariyelerin birbirleri peşinden doğurdukları şeh'zâdeler ve sultanlar tâkib etti; Haremi Hümâyunun hemen her odasında bir beşik sallanmaya başladı.
Sarayda yarım asra yakın hizmet etmiş ve o tarihde Kızlarağası bulunan (B.: Dârüssaade Ağası. Kızlar Ağası; Sünbül Ağa) zenci hadım Sünbül Ağa da pâdişâha takdim edilmek üzere harikulade güzel bir gürcü kızı satın almışdı; fakat câriye saraya gelib de pâdişâha bir bakire olarak takdim edileceğini öğrenince Sünbül Ağanın ayaklarına kapanarak kız olmadığını, hattâ, gebe olduğunu itiraf etti. Gürcü güzelinin adı Zâfîre idi. Zenci hadım Sünbül Ağa onu evlâd edinmek büyüklüğünü gösterdi, Zâfîre bir oğlan doğurdu, babası meçhul çocuğa da Osman adını verdi. Bu ismi Osmanlı Hanedanına bağlılığının bir ifadesi olarak koyduğu haîde, babası meçhul bir oğlana Osman adının verilmesini büyük bir küstahlık sayanlar çok oldu. Sarayda Zafîrenin oğluna, daha beşikde iken «Kızlarağasının Piçi» lakabı takıldı.
Velîahd Şehzade Mehmedin anası Turhan Haseki Sultan (B.; Haseki Sultan; Hatice T'-r-han Sultan) zayii, nahil bir kadındı, Şehzade Mehmedi emzirecek sütü yokdu, Zâfîre prense sütana tâyin edildi. Fakat Sultan ibrahim Gürcüye âşık oldu.
Bir gün pâdişâh sarayda Bağdad Kasrı önündeki büyük mermer taşlıkda iftariye ismiyle anılan kameriyede oturuyordu (B.: iftariye); Zafîreyi karşına, Kızlarağasının Piçini de kucağına almış, şehzade ise yerde terkedilmiş, emekleyip oynuyordu. Sünnet Odası tarafından Hatice Turhan Haseki çıkdı, muaşaka
manzarasını görünce analık, ve hasekilik izzeti nefsi zedelendi, o teessürle yerden küçük prensi kucağına aldı, ve, onu görünce şaşırmış olan Sultan İbrahime :
— Pâdişâhım!., dedi, sanamadın gerekse, iş-
t. ben varım, sevip okşamak için de çocuk lâ
zım ise, işte şehzaden!..
Pâdişâh bir ruh hastası idi; haseki sultanın karşısındaki utanç çılgın bir sinir buhranı doğurdu, yerinden fırladı, bu sefer dili büsbütün dolaşarak :
— Neler söyler., hele bak neler söyler., bre
ben pâdişâhım !.. dedi.
Kucağındaki Piç Osmam Zafîreye verdi, Turhanm kucağından kendi öz evlâdı Şehzade Mehmedi kapdı, ve bir sinir hastasının acı kuvveti ile küçük prensi az ilerideki mermer havuza fırlattı.
Dehşet verici sahne idi. Hatice Turhan Sultan bayılarak yere y|ığiüdı. Şehzade Mehmed suya gömülür iken, vak'aya şâhid olan ve hemen havuza atlayan bir Hasodalı ağa tarafından kurtarıldı. Çocuğun başı mermer havuzun kenarına çarpmışdı, derince bir yara açılmışdı; o gün muhakkak bir ölümden kurtulmuş olan şehzadenin alnında bu yaranın izi, babasından acı bir hâtıra olarak silinmez nişan kaldı.
Bütün bunlar bir kaç saniye içinde olmuş-du. Gözleri yuvalarından fırlamış Sultan ibrahim ne yapacağım bilmez iken karşısında anası Kösem Sultanı buldu. Rezaletin dehşetinden ürkerek Hareme çekildi. Valide Sultanın yanındaki cariyeler Turhan Hasekinin yardımına koşar iken Kösem Sultan Zafîreyi saçlarından yakaladı.
— Defol kaltak., sen de, piçin de, Sünbül
de, hepiniz defolun !.. diye bağırdı.
Kızlarağası Sünbül Ağa hemen o gün azledildi; ve osman sarayı an'anesince Mısıra sürgün emri çıkdı. Deniz seferi mevsimi geçmiş olmasına rağmen Sünbül Ağa ibrahim Reis adında bir armatör kaptanının kalyonuna binerek hemen yola çıkdı. Gemiye, devrin vak'anüvisi-nin kaydına göre «elli aded hasnâ cariyeleri ve nine mâhpeyker iç oğlanları ve kırk aded kü-heylân atları ve beş Mısır hazînesi tutarındaki kiymetli eşyası ve mücevherleri ile binmişdi».
Adalar Denizi açıklarında altı gemi ile dolaşan Malta Korsanları ibrahim Reis kalyonun
bu zengin hamule ile kâfi mıkdarda top, ceb-hâne ve cenkçi almadan alelacele yola çıkdığını, tstanbuldaki Venedik Balyosunun bir rurn kaptanının gemisi ile derhal yola çıkardığı casusundan öğrenmişlerdi, ve Rodos ile Girid arasındaki küçük adalar arasında pusu kurmuşlar idi. ibrahim Reis kalyonu Rodosdan kalkıp açık denize çıkınca maltalılar tarafından çevrildi; Sünbül Ağa, ibrahim Reis ve kalyonda bulunan şâir erkekler dövüşe dövüşe telef oldular; Gürcü Zafire, oğlu Osman ve cariyelerle iç oğlanlarından bir kısmı, kızlar ağasının atları ve hazînesi ile beraber maltalılann eline geçti. Korsanlar bu vurgundan sonra Girid Adasında Kandiye Limanına uğradılar ve orada adanın sahibi Venedikliler tarafından parlak törenle karşılandılar (1645).
Malta korsan şövaliyelerinin reisi Loskaris, Zâfîre ile oğluna sarayında bir dâire tahsis etti ve Osmanın bir osmanlı şehzadesi olduğu haberini yaydı. Avrupa memleketlerinde bu habere büyük önem verildi, çocuğun, Sultan Cem gibi, türklere karşı bir silah olarak kullanılacağı düşünüldü. Zâfîre Maltaya geldiğinin üçüncü ayında ölmüşdü. Esir edilen diğer cariyelerden beşi hiristiyan oldu, dentela örmekdeki hünerlerinden ötürü Madride, ispanya Kraliçesine gönderildiler. Piç Osman 12 yaşma kadar Mal-tada Şövalyeler Reisinin sarayında büyütüldü, vaftiz edilerek Dominic de Saiht - Thomas adını aldı, îsoanyada Salamank Üniversitesinde ilahiyat tahsil etti, ve Dominiken tarikatme girerek râhib oldu, ondan sonradır ki yeni adından zivâde «Osmanlı Papazı» lâkabı ile tanındı. Bir Fransa seyahatmda Fransa kiralı Ondör-düncü Lui (Louis) tarafından, resmen, bir osmanlı prensi olarak kabul edildi.
1645 de Sünbül Ağa gemisinin uğradığı tecâvüz üzerine Türkiye, Venedik Cumhuriyetini Akdenizde güvenin bozulmasından mesul tuttu; bu korsanlık vak'ası üzerinedir ki Türkiye ile Venedik arasında yirmi beş yıl sürecek olan Girid Harbi başladı (1645-1669).'
Osmanlı Papazının bir osmanlı şehzadesi olmadığına, zazan ile maltalılar da kanaat getirmişlerdi; fakat Dördüncü Sultan Mehmedi, büyük kardeşi Osmanın (Osmanlı Papazının) hükümdarlık hakkını gasbetmiş gibi göstermede devam ettiler. Harbin son yıllarında Dominic de Saint - Thomas, Venediklilerin Girid Adasın-
da son müdafaa noktası olan Kandiye Kalesine gönderildi. Osmanlı Papazı, türk ordusunun serdarı sadırâzam Köprülüzâde Fâzıl Ahmed Paşaya gülüne vaadlerle dolu bir mektup gönderdi, Osmanlı tahtını elde etmesi için ondan yardım istedi: «Beni İstanbul tahtına oturt, bütün Ana-doluyu, Suriyeyi, Mısın sana vereceğim, sen de o memleketlerin pâdişâhı ol!..» diyordu. Bu mektubun cevabı, türk toplarının geceli gündüzlü cehennemi ateşi oldu.
Dominic de Saint - Thomas, Gürcü Zafîrenin babası meçhul oğlu, Kızlarağasının Piçi 1675 de Maltada 34 yaşında iken öldü.
DOMlNOCULAE KAHVEHANESİ — Top-kapusu dışında bir kahvehane idi; hâlen mev cud değildir. Domino denilen malum oyunun aşırı düşkünleri, meraklıları İstanbulda dâima çok olmuşdur (B.: Dönüne); türkler arasında, domino oyun takımı evlere pek girmemiş, kahvehanelerde oynana gelmişdir; aslında da domino oyunu İstanbulda türklerden ziyâde mûsevî, rum ve ermeni azınlıkları arasında yaygın olmuşdur; domino oyuncularının toplanıp hüner yolunda boy ölçüşdükleri, yarışdıkları kahvehanelerde vardır; Çankırılı Hacışeyhoğlu Ahmed Kemal Bey merhum «Görüp işittiklerim» isimli hâtıralarında istanbul türkleri arasındaki dominocular için şunları yazıyor : «İstanbulda baş dominocu meşhur Musullu Kör Hafız Osman Elmevlevî idi. Topkapusu hâricinde meşhur Dominocular Kahvehanesinde beş nam' lı ermeni oyuncuyu gözleri görmediği halde yendiği domino oyuncuları arasında hâlâ söylenir (B.: Osman Efendi, Musullu Hafız)».
DOMUZ — islâm îtikadınca malum pis hayvan; istanbul civarında yabanîsi asırlar boyunca avlana gelmiş, ehlisi de gayri müslimler, bilhassa hırvat ve bulgarlar tarafından «Domuz damı» denilen hususî ağıllarda beslenmiş, domuz kasabları tarafından kesilmiş, yalnız Gala-tada gayri müslümlere, bu arada bil-hassa frenk adı altında toplanmış avrupalı yabancılara satıl-mışdır.
İstanbul ağzında mecazen «sihhatli», «kuvvetli», «inadcı» anlamlarında kullanılır; misaller: iki hâneberdüş arasında:
-
Nasılsın ulan ?
-
Domuz gibiyim!..
•& Bir hâneberdüş benzeri bir küçüğü kolundan tutup sürükler:
DOMUZDERE KÖYÜ
— 4688
istanbul
ANSİKLOPEDİSİ
— 4689 —
DON
— Domuzluğu bırak da yürü., yakmayayım canını..
Bu isimle darbi meseller, deyimler vardır, zengin hasisden bir para almaya «Domuzdan kıl koparmak» denilir; «Domuzla dolaşmakdan çalıya dolaşmak yeğdir»; «ît dişi domuz deresine».
Galatada meyhaneleri ile meşhur bir sokak kadimdenleri «Domuz Sokağı» adını taşırdı, 1934 Belediye Şehir Rehberinde adı «Haraççı Ali Sokağına çevrildi (B.: Domuz Sokağı).
DOMUZ DEEE — Istıranca Dağlarının kuzey eteklerinden doğar, aynı adı taşıyan köyün içinden Kilyos ile Kısırkaya arasında %ir noktada Karadenize dökülür.
DOMUZDERE KÖYÜ — Yukarı boğaz bölgesinin Rumeli yakası köylerinden; ""Kilyosun
14-5
IS TRANÇALAR
Dimuzdiere Köyü (Eşref Bey Haritasından)
güney batısında, Kısırkaya Köyünün güneyinde ve Istıranca Dağlarının kuzey eteklerindedir; içinden aynı adı taşıyan bir dere geçer ki Kiİ-yos ile Kısırkaya arasında bir noktada Karade-nize dökülür. Türlü engeller dolayısı ile yerine gidilip görülemedi. Zamanımızda başka bir isim almış olacağını tahmin ediyoruz, bu hususda tahkik edilemedi (1964).
Bibl.t Mehmed Eşref, istanbul civan haritası.
DOMUZ ODALARI — ihtilalci Mehmed Ziya Beyin «İstanbul» isimli meşhur eserinin ikinci cildinde (sayfa 105) şu mübhem ifadeli cümle içinde rastlanmış bir isim : «...ikaametgâ-hı hükümdârî anlamında Domus İmperiaî'den
galat olarak halk ağzında Domuz Odaları hami ile mâruf üç katlı bina, Kabasakal yangınından sonra heyeti umumiyesi ile meydana çıkdr, burası fener kulesi idi...». Hâlen böyle bir bina
DOMUZ SOKAĞI — Galatada meyhaneleri ile meşhur bir sokak kadimden beri bu adı ta-şıya gelmişdi, 1934 Belediye Şehir Rehberinde adı «Haraççı Ali Sokağı» na çevrildi Adı geçen rehberde Pafta 15/129 ; son istimlâklerde bu sokak ile Voyvoda Caddesi arasındaki ada kaldırılmış, Sokak bir yanı açık sed üstü gej çid hâline getirilmişdir, şöyleki, Galata Köprüsü tarafından gelindiğine göre, kadim Domuz Sokağının sol yanı, zamanımızdaki Karaköy Meydanının üst kısmının batı kenarını teşkil etmişdir.
DOMUZ SOKAĞI ClNÂYETl — 1878 de
bir kanlı vakadır ki emsali çok görülmüş cinayetlerdendir; aşağıdaki satırları Sabah Gazetesinden alıyoruz : «Galatada , Domuz Sokağında meyhaneci Kara Yaninin çırağı şâbı emred Pandeli meygede kapusu önünde dururken kendisine harf endazlıkda bulunan sabıkai müker-:ere eshâbmdan Fosforlu lakabı ile meşhur Marko'ya bir şamar atmakla şeriri merkum hâmil olduğu maltız kaması ile Pandeliyi cerh ve katil ve firar etmişdi; bu kerre Galatada Mum-hâne iskelesinde metruk mahzende maktûlen bulunmuş şahsı meçhulün 1295 de Şabıemred Pandeliyi kati ile o tarihden beri hâli firarda olan Fosforlu Marko olduğu teşhis edilmişdir» (Sabah, 1880).
O devrin büyük kalender halk şâiri Üsküdarlı Âşık Râzinin aşağıdaki manzumesi, hiç te-reddüd etmeden söyleyebiliriz ki kaydettiğimiz bu cinayetin kurbanı Pandeli sânında ve gencin öldürülmesinden üç sene kadar evvel yazılmış-dır :
Domuz Sokağının gülü Pandeli Sırma mı ipek mi saçının teli Âşıka işman çakan gözleri Âşifte sihr ile kudret sürmeli
Gümüş topukludur Sakız Tavşanı Tuttu Galatayı şöhreti sam Tîri müjgâniyle alup nisam Açditğı yâreyl sarıyor eli
Sahnı meygedede pervane oğlan Hizmet mubabbetde bir tane oğlan Yüz akı milleti yününe oğlan Bir de germâbede üryan görmeli
Gelüp soyundukda hûhâne serdar Kubbei halvete necmi geysûdflr Oldu tarihini tahrire medar «Domuz Sokağının gülü Pandeli»
1229 -f 63 = 1292 (M. 1870)
Tarih mücevher ve tâmiyelidir; tarih rakamını bulmak için tarih mısrasının noktalı harfleri tutarına «Necmi Geysûdar» m noktalı harfleri tutarı olan 50+3+10 — 63 rakamının ilâvesi lâzımdır.
Hüsnü KINAYLI
DON, DENiZiN DONMASI — Osmanlı Vak'anüvisleri yaman katı kışlan vekaayinâ-melerine kaydederlerken bâzan îstanbulda denizin, öncelikle iç liman Halic'in ve akıntısı olmasına rağmen Boğazın donduğunu da yazmışlardır.
Hicrî 1030 Kışındaki Don — «Rebiülevve-lin başından onaltısına kadar (24 ocak - 8 şubat 1621) pek çok kar yağdı; kışın şiddetinden deniz (Boğaz) tamamen dondu, ancak ortasında akıntı küçücük dere gibi açık kalmış idi. Rebiülevvelin 17. günü (9 şubat 1621) Saray-burnu ile Üsküdar arası cümle buz olup Gala-tadan îstanbula, ve Hasbağçeden Kireçkapu-suna buz üstünden yaya adam geçdiğini görenler rivayet ederler. Gemiler seferden kesilip zahire gelmediğinden 70 dirhem ekmek l akçeye, etin okkası 15 akçeye satıldı» (Peçevili Tarihi, II; Naimâ Tarihi, II).
Hâşimî Çelebinin tarihidir :
İstanbulla Üsküdar arası dondu, kış katı oldu Geçer her canibe âdem yürür havfetmeyüb buzda Didim ey Hâşimî tarihin anın lâfzen ve manen «Yol oldu Üsküdara bin otuzda Akdeniz dondu»
1080
Neşâtînin tarihi:
Emri Hak ile tstanbulda olan kış bu sene Belki dünyâ durak olmadı bu resme ŞÜâ Üsküdar ile istanbul arası d«ndw kamu rûyi derya Gören kimesne anı sanurdu sahra
Bunu kim gördü M deryada buzun üstünde Kara yer gibi gezerler miceler b! perva Lâfzen ve manen ana didi Neşâtî tarih «Be meded dondu bin otuzda soğukdan derya»
1030
Hicrî 1109 kısadaki don — «Cemreler arasında mûtadın hilâfında (M. 1698 kışı) şiddetli kış olub Kağıdhâne Halici dondu» (Râşid Tarihi, II).
Hicrî 1168 kışındaki don — «Rebülevvelin ortalarında (ocak 1755) pek çok kar yağdı, şiddetli kış oldu, Defterdar iskelesi ile Südlüce arasında deniz dondu, pek çok kimse buz üstünden yürüyerek geçdi; söylenmiş meşhur tarihdir:
Buz üstünden geçen geldi bana yaz didi tarihin Deniz altmış sekizde dondu buzdan bendeniz gecditn
«O kış Edirnede yirmi karış kar yağdığı söylendi» (Vâsıf tarihi, I).
Hicrî 1228 kışında don — «... muharremin yirminci günü (M. 23 ocak 1813) kışın şiddeti gittikçe artdı; yirmi altıncı günü (29 ocak) İstanbul sokakları buzlarla dolu, beygir ve araba geçmez oldu, ana caddelerin buzları lağımcı amelelerine kırdırıldı, iri buz parçalan yolların iki yanına kaleler gibi yığıldı, ekmekçi ve hammal beygirleri ile kibar ve rical beygirleri geçebilecek kadar yollar açıldı; muharremin yirmi dokuzundan (l şubat) sonra kar daha çok yağarak soğuk bir mertebede şiddetlendi ki odaların içinde sular dondu; Haliç de donarak Kasımpaşa ile Cibali arasından itibaren Halicin geri kısmının yüzü buz kesildi...» (Cevdet Tarih, X).
DON, DONCA ÇALIŞANLAR VE DOLAŞANLAR — Vücudu belden aşağı topuklara kadar örten, ve bacaklar için iki paçası bulunan, ve ten üstüne giyilen bir iç çamaşırı; tasrih ile «iç donu», ayrıca «tuman» da denilir (Türk Lügati).
Erkek ve kadın iç donlarının kesimi ayrı »yn olmuşdur.
Erkek iç donları eskiden içtimaî seviyeye göre bürüncükden, patiskadan, kaba bezden (Trabzon Bezi, Amerikan Bezi gibi) yapılmış-dır. Eski erkek iç donlarının kesimi şöyle idi:
Dostları ilə paylaş: |