İstanbul ansiklopediSİ Büyükada Camii (Resim: Kemal Zeren)



Yüklə 4,97 Mb.
səhifə28/75
tarix07.01.2019
ölçüsü4,97 Mb.
#91759
1   ...   24   25   26   27   28   29   30   31   ...   75

Hakkı Göktürk

AVUKATŞERİFEFENDİ SOKAĞI — Sarıyer Yenimahallesi sokaklarından, Yenimahalle Mektebi Sokağı ve Şerafeddin Sokağının son ucu ile sınırlanmış bir yar başından, bir araba genişliğinde çok bozuk toprak bir yol olarak başlar. Sağında, yukarıda zikredilen yar ve kenarındaki bir çift korkuluk vardır. Solunda birer katlı ahşap evler sıralıdır.

Azizefendi Sokağı ile olan kavşağa kadar manzara pek değişmez. Bundan sonra sola hafif bir dirsek yaparak bir yokuş olur ve üç araba geçebilecek kadar da genişler; nihayete doğru tekrar daralır; Ağabayırı Sokağına kavuşurken solunda meydanlık, sağında iki katlı bir konak yavrusu bulunur.- Sekenesi, orta halli Türklerdir (Nisan 1947).



İsmail Ersevim

AVUNDUK (Üzeyr) — Nezaket ve ve-karı ile tanınmış seçkin iş adamı ve poltika-cı; 1890 da Sıvasın Gürün kazasında doğdu, babası eşraftan ve tüccardan. Avundukzâde Mehmed Beydir; ilk tahsilini Gürün'de yaptı, bir müddet Sivas İdadisine devam etti, hususî hocadan da fransızca öğrendi.

1917 senesinde Akşehire giderek babası Avundukzâde Mehmed Bey tarafından kurulan manifatura ticarethanesini idare etti; bir sene sonra İstanbula gelerek «Avundukzâde Biraderler» müessesesini kurdu; bu ticaret-' haneyi az zamanda inkişaf ettirerek Mançester ve Milano'da şubeler açmağa muvaffak oldu,

Bu arada İstanbul Ticaret Odası reisli-

ğine intihap olundu. İtibarı Millî Bankası ve Seyrisefâin idaresi idare meclislerinde bulundu.

1930 senesinde Ankaraya nakletti; muhtelif Avrupa firmalarının Türkiye mümessilliğini alarak ticarete devam etti.

1945 senesinde Demokrat Partiye girerek siyasî hayata atıldı. Otorite ve nezaketi ve geniş muhiti sayesinde Demokrat Partiye bilhassa kuruluşu sıralarında kıymetli hizmetlerde bulundu. Bilâhare Partinin Ankara İl başkanı oldu, genel idare kuruluna seçildi. 1957 mebus seçimlerinde Genel İddare Kurulu temsilcisi olarak İstanbuldakî siyasî faaliyeti idare etti.


  1. senesinden 1954 senesine kadar An
    kara Ticaret Odası ikinci reisi bulunan Üze
    yr Avunduk ayni zamanda şu mevkilere ge
    tirilmiştir:

  2. de Türkiye İş Bankası idare mec
    lisi âzalığına, Ekim 1953 de Türkiye Çimen
    to Sanayii Türk Anonim Şirketi idare mec
    lisi reisliğine, Nisan 1953 de Türkiye İş Ban
    kası İdare meclisi murahhası âzalığına, Şubat
    1954 de İs Bankası Umum Müdürlüğüne,
    Ocak 1955 de Maden Arama ve Etüt Limitet
    Şirketi Müdürler heyeti reisliğine, Nisan 1955
    de Türkiye Sınaî Salkınma Bankası idare
    meclisi reisliğine, 1955 de Banka kredilerini
    tanzim komitesi âzalığına ve ayni zamanda
    Bankalar Biriliği ikinci reisliğine.

Vefatına kadar bütün bu vazifleri uhdesinde bulunduran Üzeyr Avunduk 1951 senesinde kardeşi Remzi Avunduk ile beraber Edirnekapusu haricinde pamuk mensucat ve iplik fabrikasını tesis etmiştir.

Üzeyr Avunduk


Sağlam bünyeli ve
sıhhatli idi. İlk defa
1957 senesinde böb
reklerinden hastalan
dı. Londrada, İsviçre-
de tedavi gördü. İtal-
yada Padova şehrinde
ameliyat oldu ve sıh
hati düzeldi. Bir sene
sonra hastalığı îiüks
etti. Karaciğeri de
bozuldu. Hastalık şid- üzeyr Avundut
detle ilerledi. Bu sı- (Resim: Nezih)

rada Yalovada bulunuyordu; İstanbula nakledildi. Dokuz gün sonra 10 Temmuz 1959 tarihinde kaldırıldığı hastahanede öldü. Zincirli Kuyu mezarlığındaki aile kabristanına defnolundu.

Refikası Emine Hanımdan, üçü erkek biri kız dört çocuğu olmuştur.

Mehmed Ali Akbay

AVURZAVUR'UN KAHVEHANESİ — İkinci Mahmud devrinde, Yeniçeri ocağının lağvı sıralarında, İstanbul Balıkpazarmın en büyük ve namlı bir kahvelıanesiydi. Müşterileri, umumiyetle Balıkpazarı, Asmaaltı ve civarının ayak takımı ve hayta makulesiydi.

Avurzavur'un son yeniçeri zorbalarından biri olduğunu, asıl adının unutulup lâkabı ile şöhret yapdığmı söyliyebiliriz.

1829 da, Büyükşehrin. asayiş ve inzibatı yolunda çok şiddetli tedbirler alınır, hükümeti tenki.d edenler ve devlet ricalini çekiş-tirenler, hattâ ehemmiyetsiz sebeplerle kavga edip ortalığı -karıştıranlar aman verilmeyip idam olunurken, bir gün, «haşaret yatağıdır» diye Avurzavurun kahvehanesi de evvelâ kapatılmış, sonra da temeline varınca yıktırılmıştı.

Fakat ismi halk hafızasından silineme-miş, yeri bu isimle anala gelmiş, çok sonraları ayni mahalde, müşterileri yine ayak takımı, kayıkçı, mavnacı, hamal güruhu olan yeni bir kahvehane açılınca «Avurzavur'un kahvehanesi» adını almıştı. Bu ikinci kahvehanede, Ebüzziya'mn 1912 de neşrettiği bir makalesinde «her ne mânaya ise, bu nam ile meşhur olan kahvehane bundan on sene mukaddemine kadar mevcut idi» dediğine göre 1901 -1902 yıllarına kadar devam etmiştir; «hakikaten avvam sınıfının en süfli tabakasının toplandığı bir kahvehane İstanbulun bir asırdan ziyade devam etmiş tarihî binalar mdandır; evleri Kalyoncuların Tersaneye gelip gittikçe dinlenip kahve içtikleri yermiş» diyen muharririn şu kat'î ifadesinden de burasını gördüğü muhakkaktır: «İstanbul cihetinden Ga-lataya geçmek üzere elyevm kayığa bindiğimiz Palıkpazarı iskelesinde olan bu kahvehâne-•nin şimdi yerinde bir ticarethane kaimdir..» Bibi.: Cevdet Tarihi; Gabi Said Vakayinamesi; Hecmuai Ebüzziya.

AYA — (B.: Ayia)



AYAANDON FIRTINASI -~ Takvim ocak ayının 26 veya 27 inci günü için kışın en şiddetli zamanı yazar, eskiler de «şiddeti sermâ» derdi; ertesi günü de İstanbul ikliminin sayılı fırtınalarından biri kopardı ki, halk Aya An-don'dan bozma olarak Ayandon fırtınası derdi; isim, bu ayın 29 uncu gününün hıristiyan-larm Mısırlı Saint Antonius namına bir yortuları bulunmasından gelir. Ayandon fırtınasından 'bir veya iki gün sonra Erbain demlen ve kırk gün süren soğuklar kırılır, Hamsin başlardı.

AYADEDE —- Evliya Celebinin rivayetine göre, İstanbul fethinde bulunmuş erenlerdendir; Ayakapusu çenginde şehit olup, kapu içinde Sirkeci tekkesinde müridleriyle beraber defnohmrnuş.

Bibi. : Evliya Çelebi, I.

AYAĞI KARINCALI — İstanbul argosunda kötü, iffetsiz kadın, fahişe; zamanımızda unutulmuş bir tâbirdir; misal:

Avratın ayağı karıncalı oldukda erin eli kanlı olur.

Erkek hakkında mef'ul oğlan yerinde nadiren kullanılır; misal:

— Herifde boynuz çatal çatal, kızı, oğlu, karısı, hepsi ayağı karıncalı...

AYAİEİNİ (AYİA İRİNİ) KİLİSESİ — Aya İrini kilisesi, İstanbuldaki Bizans kiliseleri arasında mimarlık bakımından mühim bir âbide olmakla beraber, vaktiyle mütevazi bir köşesinde biriktirilmeğe başlanan antikaların dünya müzeleri arasında mümtaz bir mevki ihraz eden İstanbul Asârıatika. Müzesi gibi büyük bir ilim müessesesinin vücude getirilmesine yol açtığı hatırlanacak olursa, sanat tarihimizde de kıymetli bir hatırası olan bir anıttır.

Topkapı Sarayını çevreleyen surun yanı başında olan bu bina, cebhane anbarı olarak kullanılmakta iken Tophane Müşiri olan Fethi Ahmed Paşanın himmetiyle burada 1850 yılına doğru bir müze teessüs etmiş ve Âli Paşanın sadâreti ve Saffet Paşanın da Maarif Nazırlığı sıralarında 1869 da buraya «Müze-i Hümâyûn» namı verilmişti (B.: Arkeoloji Müzesi).

Aya İrini, Çinili Köşkün müze ittihazı tarihi olan 1875 tarihine kadar müze hizmeti görmüş, Meşrutiyetin ilânından bir kaç yıl



AYAİRİNİ

1364 —


İSTANBUL


önce de Askerî Müze ittihaz edilmiştir ki el-yevm muhteviyatı muvakkaten boşaltılmış olan bu kilise, Millî Savunma Bakanlığının emrinde bulunulmaktadır. Fetihtenberi hiçbir zaman cami olarak kullanılmamıştır.

Bu binanın fetihden zamanımıza kadar geçen devirlerdeki istimal şekillerine bir göz gezdirelim:

«Suru sultanî» içine alman Aya İrini, dahilindeki eserlere dokunulmaksızın müştemi-lâtiyle beraber birtakım silâh ve düşmandan iğtinam edilen askerî eşyanın muhafazasına tahsis olundu. Uzun müddet «iç cephane - Ce-behane» adını taşıyan binanın -kapısı üzerine Üçüncü Ahmed devrinde (1703 -1730), Avrupai teşkilât ve tesisata kıymet verilmesi itibariyle buraya bir müze şekli verilmek istenmiş ve hattâ kapusununun üzerine «Darülesliha» adı ile hicrî 1139 tarihini taşıyan bir kitabe konulmuş ve bu suretle, Avrupai teşkilât ve tesisata kıymet verilmeğe başlanmış bulunulan bu devirde, Aya İrini de bir silâh müzesi hüviyeti alır gibi olmuştur.

Birinci Abdülhamid zamanında (1772 -1789) da Baron de Tott ile Kumbaracı Ahmed Paşa (B.: Ahmed Paşa, Kumbaracı; Tott, Baron de) Türk Devleti hizmetinde bulunan yabancı mütehassıslar da bu müesseseye kıymet vermişlerdi; fakat, İkinci Mahmud devrinde (1808 -1839) Yeniçerilerin ilgası sırasında Ye-

niçerilere ait bir çok eşya ve hatırat mahve-dildiği gibi bu meyanda Avusturya, Macaristan ve Rusya seferlerinde elde edilmiş olan bir hayli ganimet eşyası da ziyaa uğramış ve bu yüzden «Darülesliha» nın muhteviyatı çok nokşanlaşmıştı.

Nihayet yukarıda zikrettiğimiz gibi Tophane Müşiri Damad Fethi Ahmed Paşa burada bilûmum asarı atika ve esliha.gibi çeşidli eşya toplamağa başlamıştır.

Büyük müzeler doğuran bu binanın yakın bir âtide Askerî Müze için de velud bir beşik olması temenni edilir; çünkü bina, loş ve dış zemin yükseklerek dört ilâ altı buçuk metre yere gömülü kalmış olduğu için rutubet bir hayli millî eserimizin çürüyüp küflenerek mahvolmasını badi olmuştur. Zaten bu gibi antika binalar bizatihi müze oldukları için hiç bir zaman içlerine asarı atika konması müzecilik bakımından doğru görülmemektedir.

Bu satrların muharriri yıllarca evvel binanın mazurlarını sayarak eşyanın mahiyetine göre Ankara veya İstanbulun münasip yerlerinde bir müze inşasını teklif etmişti. En son toplanan komisyonda da ilk iş olarak binanın temellerinin harabiden kurtarılması için etrafında derin hendekler açılarak toplanan suların Gülhane yokuşuna kadar gizli kanallarla akıtılmasını İsrarla istemişti.

Şurasını da istidraten arzedelim ki Askerî Müze için, Meşrutiyetin ilânındanberi zaman zaman Berlindeki Zeuglaus, Münihdeki

f««l


/, / /'/ . / / / / ', /,

'/,;/1!/1

1 , w i

Aya İrini Kilisesi (Resim: Reşael Sevinçsoy)

MEVLEVÎ ÂYÎNÎNÎN VECİD HAVASI ÎÇÎNDE ÎKİ GENÇ DERVÎŞ

(Eski Sebah - Jouallier Fotoğrafhanesi resimlerinden Sabiha Bozcah eli iîe)
Türkiye Klişehanesi Nurgök Matbaası

ANSİKLOPEDİSİ

1365 —


AYAİRİNI


Armeen Museum, Paristeki învalides sarayındaki ordu müzeleri gibi yeni ve modern bina inşası hakkında girişilen teşebbüsleri hatırlarız. Fakat, her nedense bu teşebbüsler bir türlü hayırlı bir neticeye isal edilemedi.

Aya İrini kilisesi Ayasofyanın pek yakınındadır. Hattâ ötedenberi birçok Bizantino-loglar tarafından kaydedilmiş olduğu veçhile Ayasofya ile irtibatı vardır. Bina, Büyük Kos-tantin tarafından yapılmıştır. Kostantin başka kiliseleri «mukaddes hikmet» yahud «mukaddes kudret» in himayesine ithaf ettiği gibi bunu da «İlâhî selâmet» e ithaf etmiştir. 523 de Nike isyanı esnasında çıkan yangında, Ayasofya, Aya İrini ve bu iki kilise arasında Semp-son Xenom denilen Tabhane - Misafirhane de yandı. Jüstinyen bu binaları yeniden inşa ve tevsi etti ve Aya İriniyi de öyle bir büyüklükte yaptı '.'-:i. Ayasofyadan sonra en büyük kiliselerden biri oldu.

Nefdeki Basileus monogramiyle zevcesi Teodora'nın monogramını başlıklara nahtet-tirdi. Dikkat edilirse Ayos Sergios ve Bakhos yani Küçük Ayasofyadaki monogramların da ayni uslûb ve karakterde oyulmuş oldukları anlaşılır.

Jüstinyen İrini'sinin inşasına yangından sonra 532 de başlandığı çok kat'î olmakla beraber inşaatın ne kadar devam ettiği ve hangi tarihte ikmal olunduğu malûm değildir. Bunu bazı müdekikler İmparatoriçe Teodora'nın ölümünden evvel bitmiş olacağını tahmin

ederler. Şu halde binanın inşa bitiminin 548 den evvel olduğunu tereddütsüzce kabul edebiliriz.

Bu muazzam binaların yapılış tarihlerinin üzerinden otuz, beş yıl geçmeden o muhitte ve İmparator Jüstiyen'in son saltanat devrinde yine büyük bir yangın çıkmıştı. Bu seferki yangın Ayasofyanın esas bünyesine dokunmayıp yalnız Ayasofya Atrium'u ve İrini civarında kâin iki manastır ile Sempson Xenom misafirhanesi ve Aya İrini kilisesinin Atriumu ve ayni kilisenin Narteksi yandı. 732 de vukubulan bir yer sarsıntısında İrini •kilisesi pek ziyade hasara duçar oldu. Hattâ bu sırada İmparator Arkadius'un bir sütun üzerinde merkûz bulunan, bir heykeli de yere devrilmişti. VIII. ci yüzyılda İsavria hanede-nmdan Leon'un imparatorluğu esnasında (775-780) yeniden ve ağır hasara uğradı. Bunlardan başka XI. inci asırda hasar gören Aya İrini, zaman zaman tamir edilmişse de manastırlar ihya olunamamışlardır. Ayasofya ve Aya İrini arasına giren bu bina döküntüleri, elyevm iz halinde isfeler de Fatih tarafından inşa edilen «Suru sultanî - Topkapu Sarayı surları» bu binaları yekdiğerinden ayırmış ve tabiatiyle bu kısım da bazı topografik değişiklikler husule gelmiştir.

Bu mühim binanın yapılış tarihini son zamanlarda pek uzaklara götüren bazı indî mütalâa ve iddialara hayretle tesadüf olunmaktadır. Arkeoloji tarihinde yeni nazariye-


•iîüliUU?

Aya İrini Kilisesi (Plân: Begad Sevinçsey)



AYAİRİNI

1366

istanbul

ANSİKLOPEDİSİ

1367 —

AYAİRİNI



Aya İrini Kilisesi (Kesid resim: C. Gurlit'den S. M. Alusun kopyası)

ler meydana çıkarılmak istenmesi hiç şüphe yok ki, ilim âleminde derin tepkiler husule getirir. Yeter ki bu nazariyeler, mevzuu ve geniş incelemelere inzimam eden bütün eski ve yeni litteratürlerin tetkik ve tahlili neticesine dayanmış ve hemzaman olan binaların mimarî unsur ve malzemeleriyle vuzuhlu ve mukni bir surette mukayeseye imkân veren noktalar iddiaya esas olarak gösterilebilsin. Aksi takdirde ortaya atılan faraziyelere bir kıymet vermek çok güç olur.

Aya İrini kilisesi, kubbeli bazilika sınıfına mensuptur. Müstakil bir saha kaplayan bina, Yunan salibi şeklini irae eder ki bu tarz, muahhar kilise binaları için bir başlangıç addolunur. Afosid, merkez ve cenah nef-leriyle narteks ve atriumdan terekküp etmektedir. Dış görünüşü bütün hıristiyan mâbed-lerinde olduğu gibi gözleri okşayacak bir zarafet arzetmez. Hattâ fazla olarak vekarla karışık bir ağırlık irae eder. Dahilen, kendisinden sonra yapılmış olan Aya Stüdyon - İmra-hor İlyasbey Camiine benzetilir. Aşağı yukarı Jüstinyen Ayasofyasından iktibaslar olmakla beraber ondaki iç tezyinat ve ihtişam bunda aranmamalıdır.

Binanın içine bugün, fetihden sonra Türkler tarafından şimal tarafta açılan kapudan girilmektedir. Batı ve şimal cihetindeki yeni ekler atriuma kadar dayanmaktadır. Ce-nub tarafında bir bahçe vardır ki «suru sultani» ye kadar devam eder..

Binanın absidden itibaren narteks duvarlarına kadar 57, Atriumun nihaî duvarına kadar 43 metre, genişliği de 32 metredir. Bütün kiliselerde olduğu gibi doğuda olan absid, dıştan üç yüzlü ve sakfı da üç mail sa-tıhlı olup karakteristik bir vaziyet arze-der. Kalın duvarları arasında bir metre genişliğinde üzeri ke-

merli dar bir dehliz ve bu dehlizin iki nihayetinde de birer kapu vardır. Binanın önündeki merdivenler bu dehlizin üzerine yerleştirilmişlerdir. Mukaddes suda şifa veren tesiri uzak yerlerde bile şayi olmuştu. İki yanında Paraklesiyon tabir edilen ve yan

neflerin müntehasım teşkil eden iki hücre bulunur ki buralara iki metre genişliğinde geçit veren boşluklar vardır. İnşaî tekniğe dikkat edenler Türkler devrinde bilhassa sol taraftaki kısımda değişiklikler yapılmış olduğunu müşahede ederler.

Merkezi nefin iki yan teşkilâtı birbirine benzemez. Bu kısımda ilk göze çarpan pencere adedleridir. Şimal kısmın ana duvarlarında dışarı çıkık pilpaye şeklinde üç mesned duvarı vardır ki bunların binanın takviyesi maksadiyle ve bazı pencerelerin sağır hale konmuş bulunmaları malûm olmayan bir zamanda inşa edildiklerine şüphe bırakmaz.

Üst tabakaları; beşer adet narin sütunlara basan dar kemerli mesnedlerle kalın pilpayeler taşımaktadır. Bu itibarla Ayasofya tabakalarına küçük bir benzeyişi vardır. Galerinin hizasında kuvvetli bir korniş, nefin etrafını çevrelemekte ve daha yukarıda büyük kemerlerin başlangıcında profili ona benzeyen başka bir korniş duvarlariyle pilpaye-



Aya İrini Kilisesi içi (Resim: Mengü Oğan)

jeri takiben absidin inhinasını takib etmektedir.

Yukarıda bilmünasebe Aya İrini kilisesinin dıştan toprak zemini yükselmiş olduğundan beş altı metre çukurda kaldığını, bu yüzden çok ratıb bir halde bulunduğunu söylemiştik. Bundan beş altı yıl önce şimal duvarlarının zemine yakın sıvaları dahilden yenilenmek maksadiyle indirildiği sırada taşlarla örülerek kapanmış olan pencere yerlerinin meydana çıktığı görülmüş ve o zaman bina •eşya ile dolu olduğu cihetle tetkikine imkân bulunamamıştı. Bu inceleme yapılabilmek için dıştaki toprakların hakikî zemine kadar kazılarak kaldırılmaları zarurîdir..

Üç yüzünde birer penceresi olan absid her ne kadar dışardan mail satıhlı ise de içten yarım kubbe şeklindedir. Kubbe yaldızlı zemin ile örtülü olup ortada dört kademeli bir kürsü üzerinde geniş kollu büyük bir salip resmi görülmektedir. Absidin takı kenarlarında siyah harflerle mezamirden alınmış iki satırlık bir parça bulunmaktadır. Kitabelerin epigrafik mahiyetini tahlil eden âlimler, Ayos Sergiyos ve Bakus - Küçük Ayasofya kilisesindeki nefin etrafını çevreleyen kitabe ile çok benzerlik bulunduğunu ve kürsü üzerindeki salibin ve VI. ci asırda imparator Tibe-rius'un meskukâtında aynen kullanılmış olduğunu kaydederler.

Kenarlarında uzun sütunlarla dizili nefin beşik kemerler altında geniş mahfeller, niha-yetsizlik hissini veren muhteşem kubbeler, hoş bir manzara irae ederler. Mimar VI. cı asır

sanatına mahsus mimarî şekillerinden olan askılı (Alika) kubbeyi kullanarak uzun bir bazilikayı örtmek gibi müşkül bir bir meseleyi böylece büyük bir muvaffakiyetle hallettiği gibi zemin katındaki nefi, canibî neflerden ayıran kemerleri de üst katta tekrar etmemek suretiyle mahfellere daha fazla genişlik vermek istemiştir. Fakat pilpayeler arasında geniş beşik kemerler inşa ederek mahfellerin üzerinde dış duvarlara kadar uzanmıştır.

'Merkezî büyük kubbenin kutru 15 metre ve içten yüksekliği zeminden itibaren 35 metredir. Kubbe, dıştan görünüşünü basık ve yayvan olup dıştan oldukça yüksek ise de içten kürevî bir şekildedir ve kasnağın etrafındaki yirmi pencere yeri var ise de bir çokları (belki de kubbe basmasının önüne geçebilmek için) sonradan taşla örülmüştür. Ancak altısından ziya girebiliyor ki bu yüzden içerisi loştur. Örülen pencerelerin üzerleri iyice sıvanmış olmakla beraber pencere kemerleri bu varlıkları isbat etmektedir. Kasnakların haricen etrefmı destekleyen, pencere aralıkları arasına yerleştirilmiş, mesned duvarlardır.

Merkezî kubbenin yanında âdeta yumurta şeklinde fakat dışardan bir dam hissini veren kasnaksız ikinci bir kubbe daha vardır. Mimar bu uzun bazilikayi örtmek için bu suretle gayet tedbirli ve mahirane bir şekilde sakıf vücude getirmiştir.

Büyük neften martekse geçit veren üç büyük kapı yeri vardır. Orta kapu absidin tam mihverine tesadüf eder. Bundan başka tabakaların altına tesadüf eden sağ, sol nef-lerde de geniş birer kapu yeri daha vardır ki bu suretle kapu yerleri beşi bulur. Şimal tarafta görülen methal ve ahşap tesisat ve ilâveler tamamen Türkler devrinde yapılmıştır.

Narteks binanın aslî bünyesinden sağ ve soldan biraz taşkındır. Burada atriuma




da olmuştur.

Bütün damlar kurşun örtülüdür. Müstesna olarak narteksin üstündeki mahfeli örten çatma dam, kiremitle örtülmüştür. Beşik kemerlerin üstünde her yerde kalkanlar ve inşaatın ana hatları dıştan ve aşikâr bir surette teressüm etmektedir.

Büyük beşik kemerlerin sırtları ise cephelerde pek bariz bir şekilde görünür.

Yukanda da söylediğimiz gibi Aya İrininin fazla tagyirata mâruz kalan ve ilâveler gören kısmı atriumdur. Buralarda tedkikler-de bulunan Bizans sanat ve mimarî tarihi bilginleri tam ve kâmil bir plân vücude getirmekte çok güçlüklerle karşılaşmışlardır.

AYAİRİNİ

1368
İSTANBUİ

geçid veren, beş kapu vardır ki bunların üçü, men binanın umumî şekli beşinci asrın bmanın esliha anbarı olarak kullanıldığı sıra- marî tarz ve vasıflarını muhafaza ettiğini

kat'î olarak isbat ederler. Fakat İmparator Jüstinyen devrinde yeniden inşası tarihine kadar iki defa yangında yanan bu binadan, hattâ ilk banisi olan Büyük Konstantin devrinden ne gibi bir şey kalabilmiştir? Bunu halen kestirmek çok güçtür... İleride yapılacak çalışmalar belki meçhul kalan noktalan aydınlatabilir. Fakat sunu da unutmamalıdır ki Konstantin tarafından yapılan bina, bir bazilika idi. Belki de atriumu da vardır ve damı dahi ahşap idi. Halbuki şimdi atrium binası dahi Jüstinyen devrine ait olduğu malûm bir hakikattir. Bu gerçek meydanda iken son zamanlarda bazı yeni meraklı 'kimselerin, binanın güya 'bir putperest mabedi olarak kurulduğu hakkında hiç bir esasa dayanmayan iddia ve daha doğrusu afaki problemleriyle karşılaşıyor. Bugün ölmüş şehirler üzerinde müesses yapılanın kendinden daha evvelki mede^ niyete ait enkaz bakiyeleri üstünde kurulmuş olması bunların eskiye mal edilmesine vesile vermez.

Bizans şehrinin akropolünü kucaklayan Topkapı Sarayı ile Sarayburnu ve havalisi Asya ve Avrupa kıt'alarını yekdiğerine bağlayan bir geçit ve bir iskân noktası olmak dolayısiyle hiç şüphesiz buradan daha evvelki medeniyet izlerinin bulunması çok muhtemeldir. Bu itibarladır ki, Türk Tarih Kurumu, 1937 yılında Müzemiz marifetiyle Topkapı Sarayı ikinci avlusunda bazı araştırmalar yapmağa karar vermiş ve ilk

sondaja da başlamıştı.

Velhasıl belki de Aya İrini böyle bir enkaz döküntüsü üzerine kurulmuş olabilir. Fakat hiç bir zaman putperest mabedi olduğunu ûddiaya hak vermez.



Aya İrini kilisesi, absid yüzü (Resim: Mengü Oğan)

Jüstiyenin inşa ettirdiği sair dinî yapılarda olduğu gibi Aya İrininin de iç tezyinatının pek zengin olduğu şüphesizdir. Yer sarsıntı-

ANSİKLOPEDİSİ

ları gibi tabiî hâdiselere inzimam eden insan eliyle yapılan hasarlar, mermer tezyinat ile mozayıkların bir kısmının mahvını mucip olmuştur. Bu eski ziynet ve motiflerden, bugün kalan parçalar duvar ve nef pili-yelerinin eteğinde dolaşan mermer süpürgelik vesaire gibi tâli derecede olanlardır. Musanna direk başlıkları iyonik nizamındadırlar, ve vo-lütler yapraklarla süslüdür. Dehlizin kemeri altındaki yaldızlı zemin üzerinde yeşil örgüler, mainlerle katedilmislerdir. Absiddeki tak ile yarım kubbedeki mozaikler, hiç şüphesiz beşinci asrın en mergup mozaik sanatının canlı numunelerini teşkil ederler.

Velhasıl Aya İrini kilisesi mimarlık yö


nünden olduğu kadar mermer oymacılığı ve
mozaikçilik sanatı noktai nazarından da
İstanbulun mühim ve tarihî âmâlarından bi
ridir. Son yıllarda artan harab durumunun bir
an evvel ıslâhı cihetine gidilmesi çok yerinde
bir iş olur. Aziz Oğan

AYAK — Ayak üzerine İstanbullular ağzında kullanıla gelmiş, büyük kısmı hâlâ da kullanılan darbımeseller ve halk tâbirleri pek çoktur.

Birisini tezvir ve fesad ile işinden etmek, mevkiinden, memuriyetinden düşürmekte:

Ayağının altına karpuz kabuğu koydu -yahud - ayağını kaydırdı.

Haddini bilmezlik, hayatî ihtiyaçları dururken lüzumsuz şeyler almak:

Ayağında donu yok fesliyan takar başına..

Hasmım, rakibini tepeleyen hakkında: Ayağına ip taktı..

İki adamın yekdiğerine nisbetle kıymetini ölçmede:

Ayağına pabuç olamaz..

Söylediği bir yere uzun zaman gitmeyen, uğramayanlar için:

Ayağına sıcak su mu dökelim..

Bir adamı sabit fikir halinde düşman bilenler için: .

Ayağına tag dokunsa benden bilir.

AYAK
1369 —

Bir yerden kaçmak bir yere gitmek, bir şey yapmak üzere olanlar için: Ayağı özengide..

Görgüsüzler için:

Ayak postal baş püskül, sonradan görmek ne müşkül..

Şaşılacak hâdiseleri tabiî görme yolunda: Ayağa takılmadık taş olmaz, başa gelmedik iş..

Aşırı sevinç hali: Ayağı yere basmıyor..

Geniş bir tabiat panoraması gören bir mevki, böyle bir mevkide bir ev, bir köşk için:

Ayağının altında.. Marmara ayağının altında, Boğaz ayağının altında..

Sefil olmak, perişan olmak, hırpalanmak: Ayak altında kalmak, ayak altında sürünmek.

Israr, inad, mukavemet: Ayakbasmak, ayak diremek..

Herhangi bir kasdi mahsus ile gecikmek: Ayak sürümek.. (Yolda ayak sürüyüp tâ şevval âhırında İstanbula geldi..).

Başkası için yaptığı kötülüğün, ihanetin, tezvirin kemdi felâketine sebep olması:

Ayağa dolaşmak; yaptığı ayağına dolaştı..

Adımlıyarak ölçmek: Ayaklamak (adımlamak yerinde)

Uzun müddet beklemek, beklemekten son derece muztarip olmak: Ayağıma kara su indi..

Haddini bilmek:

Ayağını yorganına göre uzatmak..

Nankörlük eden, kavuştuğu saadetin kadir ve kıymetini bilmeyen hakkında: Nimeti ayağı ile tepti..

1

ı ı



1

^


Yüklə 4,97 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   24   25   26   27   28   29   30   31   ...   75




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2025
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin