İstanbul ansiklopediSİ Büyükada Camii (Resim: Kemal Zeren)


Şeyh huzurunda aiyâz durup ayak mühürlemiş gene mürid (Resim: A. Bülend Koçu)



Yüklə 4,97 Mb.
səhifə36/75
tarix07.01.2019
ölçüsü4,97 Mb.
#91759
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   75

Şeyh huzurunda aiyâz durup ayak mühürlemiş gene mürid (Resim: A. Bülend Koçu)
pegtemal parçası atardı. Ayaklı meyhaneler, umumiyetle Bahçekapı ve Yemişiskeleleri arasındaki manav dükkânları arasında dolaşırlardı. Müşterilerini gördü mü, etrafını kol-lıyarak manav dükkânlarından birine dalar, koynundan kadehi çıkararak kuşağının içindeki musluktan vücudunun hararetiyle ısınmış ve sarramış rakıyı doldurur, ve arkasından giren müşterisine sunardı; -beriki de> o tek kadehi yuvarlayınca, meze niyetine dükkânda eline ne geçerse, ağzına bir lahana yaprağı, bir üzüm tanesi, yahut bir turp parça sı atardı; çoğu da yumruk mezesiyle içerdi.

Onyedinci asır ortalarındaki İstanbul esnafından bahsederken, Evliya Çelebi, Bü-yükşehirde 800 kadar dükkân-sız piyade meyhaneci bulunduğunu kaydeder. Bundan da Ayaklı meyhane tâbirinin sonradan çıktığı anlaşılır.

Bibi.: M. Tevfik, Meyhane.

AYAK MÜHÜRLEMEK — Bektaşi tarikatı âdabından, «baba» nın huzuruna çıkan canlar, sağ ayağının baş parmağını sol ayağının baş parmağı üzerine koyarak dururlardı, bu duruş babaya karşı büyük bir tazim bilinirdi.

Ayni şekildeki tazim duruş mevlevî tarikatinde de vardı, yalnız bektâşilikte «ayak mühürlemek» tâbiri yerine mevlevilikde «niyaz durma» denilirdi. Remzi Efendi Tâbiratı Mevleviye adlı eserinde şöylece tarif ediyor:

Köle efendisi, tilmiz muallimi ve müfid de şeyhi huzuruna bir hizmet için geldiğinde ayakda durur. Mürid, sol elini sağ omuzu, sağ elini de sol kolu üzerinden aşarak sol omuzu üzerine koyar. Sağ ayağının baş parmağını da sol ayağının baş parmağı üzerine koyarak bir vaziyeti mütevâ-ziâne alır, buna «niyaz durmak» denilir, tâbiri şudur:

«Şeyhim!.. Sâdir olacak emrini hüsnü telâkki etmedikçe itaat ayağım ve sebatım kalkmaz, mühürlüdür».


Bibi.: M. Terimleri, I.

Zeki Pakalm, Tarih deyimleri ve

AYAK ÖPMEK — Kökü şarkın saltanat ananesinde ve tazim duygusunda olmak üzere eski"İstanbul hayatında evvelâ sarayı hümâyunda teşrifat icabı pâdişâhın huzuruna çıkanlar, ulemâ müstesna, ayak öperek arzı ubudiyet etmişlerdir. Bir pâdişâhın daha tahta çıkısında yapılan biat töreni, protokola dâhil olanların, başda Sadırâ-zam, yeni hükümdarın ayaklarını öpmeden ibarettir. Sa-dırâzamm diğer devlet erkânından üstünlüğü o gelirken tahtta oturan pâdişâhın kendisine hürmetle, ayağa kalkmasından ibarettir. Bu törende ayak yerine taht saçağı öpen ulemâ efendilerin başı şeyhülislâm efendi, kendisini yine ayağa kalkarak karşılayan pâdişâhın huzurundan hafif bir inhina ile eğilir ve pâdişâhın omuzundan öperdi, bu da şeyhülislâmlık makamına verilmiş eşsiz bir imtiyaz idi. Öpmek üzere bir pâdişâhın elini uzatması ise huzuruna çıkan için daima aşırı bir sevgi ve itimad ifâde etmiştir. İstanbulun eski günlük hayatında pâdişalıdan sonra bütün velinimetlerin, ve nihayet âşıklar ve şâirler tarafından sevilen ve baş tacı edilen güzellerin ayakları öpülmüş-tür. Divan edebiyatında aşk ve alâka yolunda dilberlerin melâhat ve letafette yüzlerine denk güzel güzel ayaklarını öpen mısralar pek çoktur:

Dilerim pâyini buse kılam ol

serv reftârın (Kanunî Sultan Süleyman)

O servin öpmeğe ayağın arzumuz vardır

(Nedim)


Kuluyum ayağın öpmeğe iktidarım yok

(Mestî Çelebi)

Düşdüm nişanı pâyi şehi dilber üstüne

(Zatî)


Ümmîdi pay bûsiyle yolunda hâk oldum (Şeyhülislâm Yahya)

Öpüb kokladığım sünbül ayaklar

(Galatalı Hüseyin)

Bûsegâhı ehli dildir pâyi gülfâmın senin

(Tâhirülmevlevî)

Buseden pabuç giydirdim o nermin pâyine

(Yahya Kemal)

AYAK NAİBİ — İmparatorluğun eski teşkilâtında, belediye işleriyle kadılık makamı meşgul olurdu; bu arada İstanbul kadısı efendi de, Büyükşehrin. aynı zamanda belediye reisi idi. Kadı efendiyi temsil ederek çarşı ve pazarlarda esnafı teftiş ve içlerinde hi-lekâr ve uygunsuz olanları cezaya çarptıran da Ayak naibi denilen memur idi ki, bugünkü tabiriyle zabıtai belediye müfettişlerine karşılıktır. Ayak naiblerinin esnaftan aradığı başlıca iki şeydi: Narha riayet etmek, hilesiz terazi kullanmak. Bunlara aykırı hareket edenleri ya dükkânlarının önünde alenen falakaya yatırırlar veya hapsettirirlerdi; esnaf, ayak naiblerine «Çarşı gammazları» derdi. İstanbul kadılarının çarşı ve pazarları bizzat teftişe çıktığı zamanlar da kadı efendiye refakat ederlerdi.

Sâbit'in aşağıdaki beyiti ayak naiblerinin esnaf ve ehaliye karşı insafsızlık ile meşhur olduklarını gösterir:

Siirçenin mest deyû ayâğn almak ister Görmedim ben bu ayak naibi gibi şerir..,

Bibi.: M. Zeki Pakalm, Tarih deyimleri ve Terimleri, I.

AYAK ŞAHİDİ — Kemankeşlik ıstılahlarından; meydan şeyhinden kabza almak isteyen kemankeşin 'bu şeyh huzurunda yine kemankeş pehlivanlarından dört şâhid göstermesi gerekirdi, ikisi, kabza almak isteyen kemankeşin seçdiği ayak taşından ok attığına şahadet ederdi ki bunlara «ayak şahidi» denilirdi; diğer ikisi de o zatin attığı okun «des-tar bozduğuna = rekor kırdığına» şâhidlik ederdi, onlara da «hava şahidi» denilirdi.

İstanbulda, Ok Meydanı şeyhinin tâyin ettiği günde kabza olmak isteyen kemankeş, kendisini yetiştiren üstadını, şâhidlerini ve meydan şeyhini alıp üzerinden ok atup rekor kırdığı o ayaktaşına giderlerdi; merasim şöylece olurdu:

Meydan şeyhi kabza almak isteyen pehlivana:

— Sen talibi kabza mısın? diye sorardı.


Kemankeş pehlivan cevab yerinde te
menna ederdi. Şeyh yine sorardı:

  • Ayağa durdum ve mahallinden aşırı
    ok attım diye dâva edersin, ayak şahidin
    var mı?

  • Vardır!

Bunun üzerine Ok Meydanı Tekkesi vekilharcı:

— Ayak şâhidleri!.. diye bağırırdı.


Meydan şeyhi onlar ile de şöylece konu
şurdu:

  • Bu tâlib ayağını ayak yerine düz
    basdı mı?

  • Basdı..

  • Destar bozulduğun gördünüz mü?

  • Gördük

  • Şahid misiniz?

  • Şahidiz!..

Sonra hava şâhidleri çağırılır, onlar da dinlendikten sonra kemankeş pehlivana istediği kabza verilirdi (B.: Ok Meydanı; Kemankeşlik; kemankeş pehlivanlar; Meydan Şeyhi; Hava Şâhidleri; Ayak Taşı; Nişan Taşı).

Bibi.: M.. Zeki Pakalm, Tarih deyimleri ve Terimleri, I.

AYAKTAŞI — Kemankeşlik ıstılahlarından; kemankeş pehlivanların ok atarken üstüne ayaklarını bastıkları taş. Her menzilinin bir ayak taşı vardı; zamanımızda hemen hepsi kaybolmuş bulunmaktadır; kemankeşlik, tîrendazlık üzerine kaleme alınmış eski mecmualardan Ok Meydanında onbeş kadar menzilin ayak taşlarının yerlerini kaydediyoruz ki bu kayda göre de arayıp bulmak imkân dışındadır:


  1. — Lodos havasiyle Ahmed Ağa men
    zilinin ayak taşı, Ok Meydanı tekkesi önünde
    mezarlık başında kırık beyaz mermer; ok Bah-
    tiyarderesi tâbir olunan yere doğru atılır.

  2. — Gün doğrusu menzilinin ayak taşı,
    Karılarçeşmesi tâbir olunan yerin yanında,

AYAK TAŞI

— 1428 —


İSTANBUL


tepenin başında; Kanlı Köşk tâbir olunan yere doğru atılır.

  1. —- Yıldız menzilinin ayak taşı, lodos
    menzilinde Şîrmerd pehlivanın diktiği Delik-
    likaya denilen taştır.

  2. — Çizmeci namı diğerle Çullu Poyraz
    menzilinin ayak taşı, Bâli menzili ile Cağfer
    menzili arasındadır; Bahtiyarderesine doğru
    poyrazla atılır.

  3. — Yıldız havasiyle Ahi yahut Parpul
    menzilinin ayaktaşı, Çakıllıtepede Ali Bâli ta
    şı ile Yeksüvar menzili arasındadır.

  4. — Yıldız havasiyle tekke menzilinin
    Ayaktaşı, «Toptaşı» diye meşhur olan taştır.

  5. — Kıble lodosu ile Haydar namı diğer
    Memi Çelebi menzilinin Ayaktaşı, Müezzinler
    sofası yanındaki küçük mermerdir.

  6. — Kıble ile Zehkirci namı diğer Beş-
    taşlar menzilinin ayaktaşı, Pota tepesine ya
    kın olan taştır.

  7. — Yıldız havasiyle Top yeri menzilinin
    ayak taşı, Kâğıdhâne yoluna yakın beyazca
    küçük mermer.

10 — Lodos havası ile Uncu Şücâ menzili ayak taşı Haydar tepesi dibinde kalınca beyaz mermer.

11— Lodos havasiyle Cerrah menzilinin ayak taşı, gün doğrusu menzili ayak taşı ile Zehkirci menzili arasındadır.



  1. — Lodos havası ile Nakkaş menzilinin
    ayaktaşı Ağalar menzilinin yanındaki taşıdır.

  2. — Yıldız havası ile Hacı Süleyman
    menzilinin ayaktaşı Miriâlemahmedağa mev
    kiinin az yukarısmdadır.

  3. — Lodos havası ile Lenduha Cafer
    menzilinin Ayaktaşı, tekketepesin.de Rumyu-
    suftan az geride küçük köfeki taşıdır.

  4. — Lodos ile Ağalar menzilinin Ayak
    taşı Hasköy tarafında Yeniçeri Ağası karlığı
    yanında beyaz küçük mermerdir (B.: Ağalar
    Menzili).

AYAKTAŞI — Balıkçı tâbirlerinden;

Fransızcadaki Cabliere karşılığı, paraketaların bedenine ve ağların altına bağlanan taşlar (B.: Paraketa).

AYAKTERİ — İstanbul argosunda beden ile, bilhassa gidip gelme ile hizmet karşılığı verileı ücret, bedel, bahşiş; zamanımızda kullanılmıyor, ancak eski hayatı pek iyi bilen bâzı yazarların eserlerinde rastlanabi-

lir. Şu iM kıt'a. son yeniçerilerden Galatalı Hüseyinin destan mecmuasında şehrengiz yollu bir destandan alındı:



Bîri dahi Yâkub şehbaz şehlevend Hammallarr içinde bir servibülend İranı, Turanı, Şîrâz, Semerkand Bu civanı değişmem hiç birine

Yaşı onbeş gene irisi pehlivan '

Hammallar içinde pâMze civan Gönderen güzeli Vilâyeti Van Bir yerine kırk ver ayakterine

AYAK YAPMAK — Külhânî argosunda karşısındakine kabul ettirmek istediği şeyi açıklamadan onun kabulünü sağlayacak kandırıcı sözler söylemek; misal:

— İzmirliden beş kâğıd alacağım var., on papal de Bekirde var... dıragonum (parasızım)., aradım, ikisini de bulamadım abi..

— Ayak yapma., bugün ben de kokozum...

AYANLAR İSTANBULDA (Taşralı) —

Rusçuk ayanı Alemdar Mustafa Paşa, bir hükümet darbesiyle Dördüncü Mustafayı tahtından indirip İkinci Mahmudu iclâs ettiğinde, mührü hümâyun da kendisine verilmiş. Alemdar Paşanın ilk işi de, hükümet merkezinin geniş imparatorluktaki nüfuzunu sağlamak olmuştu (B.: Mustafa Paşa, Alemdar). Büyükşehirde, şehrin muhafazasına memur ve asayişinden mes'ul yeniçeriler, düzeni bozulmuş bir askerî ocağın, karşısında kendisini tedip edecek hiçbir kuvvet bulunmıyan efradı idi; İstanbulun çarşısı pazarı, İstanbullunun ırzı, namusu ve hayatı elinde idi ve Yeniçeri unvanını taşıyanların büyük bir ekseriyeti de artık bir hayta güruhu idi, her türlü fuhuş ve şenaat, rezalet, gasb, tecavüz, ihtikâr onlar içindi (B.: Yeniçeriler; Ayakdaş; Balta asmak; Bekâr Odaları; Kahvehaneler; Ellialtılılar).

Taşraya gelince, manzara, Cevdet Paşanın kalemi ile çok güzel tasvir edilmiştir: «Bir vakittenberu eyâlât ve elviyenin merkezi saltanata rabıtai inkıyadı pek zaif olup taraf be-taraf ayan ve hanedanlar tagallüb ederek ki-mir bir cesim kazada ve kimi sancakta keyfe mâyeşâ tasarruf eder olduklarından başka Kümelide Sirozî İsmail Bey ve Anadolu^ da aynül ayan olan Bozok 'mutasarrıfı Ceb-barzâde Süleyman Bey ile Saruhan mutasarrıfı Karaosmanoğlu Ömer Ağa gibi cesim

j— Sibyan Mektebi, 2— Şadırvan, 3— Muval Üçüncü Sultan Murad Türbesi, 7— İkinci Süit ^varları (Bu kroki klişesinde düşmüştür, kro °»muştur, 14— Sebil, 15— Minareler, 16 ve : »levcud değildir, 20— İmaret Kapusu, bu rak ra_ki, Sultan Abdülmecidin yaptırdığı mahfil, ' 26— Bergamadan gelen mermer küpler, 27—

l-

a

ü



l-

rt

D M



r-ın

il-


& [d le

I-

k-



â-la

y-

(i-




İL<4 ^ i*


Ayasofya

i— Sibyan Mektebi, 2— Şadırvan, 3— Muvakkithâne, 4— Mütevelliler dâiresi, hâlen müzenin danışma bürosu ve müdürlük makaamı, 5— Şehzadeler Türbesi, 6— Üçüncü Sultan Murad Türbesi, 7— İkinci Sultan Selim Türbesi, 8— Üçüncü Sultan Mehmed Türbesi, 9— Sebil, 10— Mermer Sarnıç, 11— Türk göğüsleme, payanda di varları (Bu kroki klişesinde düşmüştür, krokide mail taranmış bloklardır), 12— Kütübhâne, 13— Vaftiz mahalli, Birinci Sultan Mustafa-ve Sultan İbrahim Türbesi oimuştur, 14— Sebil, 15— Minareler, 16 ve 17— Teodosios Ayasofyası kalıntıları, 18—, Ayasofya Medresesi, hâlen mevcud değildir, 19— Ayasofya imareti, hâlen raevcud değildir, 20— İmaret Kapusu, bu rakam kroki klişesinde düşmüştür, krokinin yukarı sol köşesi, 21— Mihrab, 22— Hünkâr mahfili, 1847-1848 tamirinden sonraki, Sultan Abdülmecidin yaptırdığı mahfil, 23— Minber, 24— Üçüncü Sultan Muradın yaptırttığı mahfil, 25— Dördüncü Sultan Muradın yaptırttığı mermer kürsü, 26— Bergamadan gelen mermer küpler, 27— Terleyen direk, 28— Sağda şimal kapusu, Meyyit Kapusu; solda hünkâr mahfiline giden salon, 29— Yukarı kata çıkan

rampalı yollar, 30— Hazine dâiresi.


ANSİKLOPEDİSİ

1429


AYANLAR



eyaletleri zapt ile Mülûki Tevâf tarzında sureti istiklâlde hükümet eder hanedanlar peyda olmağla taşralarda evamiri devlet nafiz olmaz idi. Hattâ Bilecikde tagallüb ve tahakküm eden • Kalyoncu Mustafa nâm şahıs birkaç defalar fermanı âlî ısdarı ile sefere memur edilmiş iken isgaa itmedikden başka fermanı yazanları seb ile götürenleri defetmiş-di».

Cahil fakat hüsnü niyet sahibi, kendisi de Rumeli ayanının en namlılarından biri ve eski 'bir yeniçeri olan Alemdar Mustafa Paşa iktidar mevkiine geçince, Vak'ai Selimiyede başlarını kurtarmağa muvaffak olan ve etrafında toplandıkları için halk ağzında Rusçuk Yaranı» diye anılan Üçüncü Selim devri ricalinin tavsiyeleriyle, evvelâ taşra ayanını devlet merkezine karşı itaat altına almak, kendisinin ve ayanların milisleri ile de Yeniçerileri sındırmak istedi. Ayanları İstaribula davet etti.

Aşağıdaki notlar, Cevdet Tarihinin Hicrî 1223 (M. 1808) yılı vak'alan arasından alınmıştır:

«... İstanbülda bir meşveret icra olunup da ittifakı ârâ ile İslâhatı lâzımaye teşebbüs olunmak üzere tarafı sadaretpenâhiden Cab-barzâde ve Karaosmanzâde ve Sirozî İsmail Bey ile Kalyoncu Mustafa ve Şile ayanı Ah med Ağa gibi şöhretlû ayan ve ağalara davetnameler gönderildi.

«Böyle dâirei istiklâle düşmüş birçok ayan ve hanedanların, hemen îstanbula gelivermeleri ol vaktin hükmünce pek (uzak) idi lâkin Alemdar Paşa makamı sadârete geldiği gibi efkârı âmme birdenbire olkadar tebeddül eylemiş ve sıytı satyeti o mertebe etraf ve afaki kaplamış idi iki nüfuzu Dersaa-dette nasıl câri ise taşralarda dahi olveçhüe cereyana başlamış idi.

«Ferman dinlemiyen mütegallibe güruhu Alemdarın bir varakpâresi vardığı gibi ifâyı muktezasına müsaraat eder oldular. Hattâ Kalyoncu Mustafanın bir kâğıdını aldığı gibi şeriatı'beşbin kadar askerle gelüb Çırpıcı çayır ındaki ordusuna iltihak eylemiş idi.

«Sirozî İsmail Bey fil-asıl anın dâirei it-tihad ve inkıyadında olup Cabbarzâde ve Karaosmanzâde ve sairleri dahi bu esnalarda mahallerinden hareket ederek ılgar idüb gel-mekde oldukları haber alındı ve heman meş-

vereti âmmeye sermaye hazırlamak üzre bey-nelvükelâ sıkı sıkı müşavereye başlandı (B.: Senedi İttifak).

«Evasıtı mahı recebe doğru (ağustos 1808) davetliler birer birer gelmeğe başladıkları esnada Cabbarzâde ve Karaosmanoğlu güzide süvarileriyle gelüb Üsküdar yakasında ikamet eylediler. Evahiri recebde Sirozî İsmail Bey dahi on iki bin kadar güzide askeriyle gelüb Davudpaşa sahrasında (kurulmuş) olan (çadırlarda) ikamet eyledi (B.: Cezayer Kesimi esvab modası). İstanbülda hiç görülmedik surette bir asker kalabalığı olduğu halde evamiri aliyye sektesiz icra olunabildiği cihetle emniyeti umumiye berkemal idi. (Ayanın cümlesi) Alemdar Paşadan yılmış ve gözleri dolmuş olduğu halde sözüne emniyeti tammeleri var idi; emirleri müsmir ve müessir olur idi; fermanı âli isdarmı mevaddı cesimeye tahsis ettirerek sair hususat için birer muhtasar (tezkire) yazdırır idi; hattâ bir husus için ayanlardan birine hitaben fermam âlî yazılacak oldukda: «A be padişahın fermanı helvacı kâğıdı mı ki bu kadar mubtezel ediyorsunuz! Bir küçük kâğıdın üzerine şunu çizik-tiriver!» dediği rivayet edilir.

«Bunlar zaten vahşi adamlar olub bu kerre Dersaadete gelivermeleri dahi Alemdara emniyetlerinden münbais bir keyfiyet olarak çoğunun (İstanbul içine) girmekten mü-tevahhiş oldukları malûm olmağın bu esnada ricali devlet taraflarından harici şehirde vâki mesirlerde sadnâzama verilen mükellef ziyafetlerde onlarla dahi ülfet ve müsahebet olunmakda idi.

«Şabanı muazzamın sekizinci perşembe günü Sâdâbâd'a rikâbı hümâyûn olup Kâğıtha-nenin iki yakası (dağların tepesine kadar) Rumeli askeriyle mâlâmâl olarak cümlesi saf bestei selâm oldukları ve Sadırâzam ve Şeyhülislâm vesair erkânı devlet ve Kümeliden Anadoludan gelmiş olan ayan ve vücuhi memleket Bahariye'de içtima ile teşrifi hümâyûna muntazir bulundukları halde Sultan Mahmud Hamı Adlî Hazretleri filikei hümâyûnîariyle Sâdâbâd'a güzâr ve Çağlayan, kenarında vâki kasrı hümâyûnlarında karar buyurduklarında Bahariyedeki cemiyet dahi gelüb Sâ-dâbâd civarında (kurulmuş) olan çadırlarda istikrar ettikten sonra Sadırâzam ve Şeyhülislâm vesair vüzerayı izanı huzuru hû-

ÂYANOĞLU (Sami)

1430


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 1431 —

AYAR




mûyûna duhul ile âlettertib pâ bercâyi kıyam oldukları halde Cabbarzâde ve Sirozî İsmail Bey ve Karaosmanoğlu dahi huzuru hümâyûna çıkarılarak (kendilerime) samur kürkler (giydirildi) ve bellerine hançerler vaz' ile taltif olundukları esnada tarafı şahaneden Si-rozî'ye hitaben: «Pek güzel askerin var, Hak Taâlâ düşmana galib eyliye!» deyu iltifat bu-yuruldu. Huzuru hümâyundan (çıkıldıktan sonra) sair ayan ve vücuha dahi otağı sadırâ-zamîde âlâ meratibihim hil'atlar giydirildi. Ayan ve vücuhe hayliden hayli emniyet ve itminan geldi».

Hükümet erkâniyle bir ittifak senedi imzalayan Anadolu ve Rumeli ayanları, Alemdar Paşa ile Rusçuk yaranının vesair taraf-darlarımn, iktidar ve ikbalin neş'esi ile kendilerini pek çabuk gaflet ve sefâhete kaptırdıklarını gördüler; çoğu, sendi ittifakın imzasını müteakip İstanbuldan ayrıldı; devlet erkânının «her gece bir yerde tertibi ziyafet ve tezkirei hafiye bahanesiyle akdi cemiyet ve sazende ve bâzende ve hanendeler ile tezyini bezmgâhi iyşü işret ederek cevarii züh-re tal'ât ve hur kıyafetiyle hem pehlû» oldukları halk ağzında günlük dedikodu oldu, ayandan îstanbulda kalanlar da devletlilerin gidişini beğenmiyerek birer bahane ile ruhsat alarak memleketlerine dönmeğe başladılar. Bu da Alemdarın kuvvetine bir zaaf verdi. Alemdarın ocaklarına konmuş bir belâ baykuşu olduğunu söyleyen Yeniçeriler, kendisinin kolu kanadı olan ayanların birer birer çekilip gittiğini görmekle memnun oluyorlardı. Sirozî İsmail Bey giderken; Sadırâzanun emriyle güzide askerinden birkaç yüz atlıyı İstanbulda bırakmıştı; Cevdet Paşa, sözüne inanılır kimselerin rivayeti olarak kaydeder, İsmail Bey, İstanbulda kalan askerlerinin sergerdesine: «Bu takım dahi işlerini Ferhad gibi başa çıkaramazlar, bunlar da fâsid garazlara bulaştılar, bizi savdıktan sonra şehvet deryasına dalıp fitne tufanına tutulup ikbal gemilerinin parçalanması yakındır, bir fitne zuhurunu hisseder etmez hemen atlarınıza atlayıp arkanıza bakmayıp gelin!» yollu gizli talimat vermişti. İsmail Bey görüşünde yanılmamıştı, ayanların İstanbuldan ayrılışından az sonra, Alemdar Paşa ile yaranının felâketine varan ve Babıâli yangını ile başlayan Ramazan İhtilâli patlamıştı.

Bolu ayanı Hacı Ahmedoğlu, Üçüncü Selim zamanındaki İslâhatta, Boluda Nizamı Ce-did için bir kışla ve bir hastahane yaptırtmış-tı. Senedi ittifak için İstanbula davet edildiğinde kendisine kapıcıbaşılık rütbesi ve büyük mîrahorluk payesi verilmiş ve memleketine gönderilmemiş, Sekbanı cedidin yetiştirilmesinde vücudundan istifade edilmesi düşünülmüştü. Alemdar Paşa, büyük bir ekseriyeti Yeniçeri ocağında talimlerini şart koşunca, İstanbulda manav, aşçı ve gözlemeci gibi Bolu ahalisinden olanlar, Hacı Ahmed-oğluna can düşmanı kesilmişti, ihtilâlde ellerine geçirdiler ve aman vermeyip paraladılar. (B.: Alemdarpaşa Vak'ası).

Bu Ansiklopedimin müellifi Reşad Ekrem Koçu'nun ana tarafından bir ceddi de, Alemdar Paşa ile İstanbula gelmiş Niğbolu kalesinin son banisi Eskizâğra ayanı Kapu-cubaşı Mehmed Ağadır ki, Alemdar'ın felâketinden sonra başını İkinci Mahmud'un elinden kurtarabilmek için tek başına İstanbul da tavattun etmiş ve Büyükşehirde ölmüştür, kabri Bayazıt Camii haziresindedir (B.: Mehmed Ağa, Eskizâğra Ayanı Kapucûbaşı).

ÂYANOĞLU (Sami) — Değerli sahne ve sinema artisti, rejisör; 1913 de İstanbulda doğdu, Birinci Cihan Harbinde şehid düşen muzika muallimi Hüseyin Hilmi Beyin oğludur, validesi Bedriye Nefise Hanımdır.

Pek küçük yaşda yetim kalmış, Darüşşe-faka'nm âguşi irfanında yetişmiştir; sahneye-de ilk defa mektebinde, 1928 -1929 ders yılında yapılan bir müsâmerede Mahmud Yesârî-nin bir piyesinde aldığı rol ile çıkmıştır. Parlak muvaffakiyeti içinde tiyatroya karşı olan alâkayı hızlandırmış, 1930 da Darülbedâyide açılan Tiyatro Meslek Okulunun giriş imtihanını kazanarak henüz on yedi yaşında iken bu şehir tiyatrosuna inti-sab etti.

İlk baş role «Öl
çüye ölçü» piyesinde
çıktı; «Macbeth», sâmi Ayanoglu

«Cyrano de Berge- (Resim: Nezih)

rac», «Othello» «İkibaşlı kartal», «Karamazof Kardeşler», «Ağlayan Kız» ve «Bu gece başka gece» deki muvaffakiyetleri meslek yolundaki şöhretini sağladı.

Türk filmciliği canlanınca Ayanoğlu baş roller için ilk hatırlanan simalardan oldu, beyaz perdede ilk baş rolü «Karım beni aldatırsa» filminde aldı; sonra «13 Kahraman» filminde oynadı; bu iki eseri «Yavuz Sultan Selim ağlıyor» (Yavuz rolü), «Soygun», «Kara-belâ», Battal Gazi» takib etti.

Rejisör olarak tahakkuk ettirdiği filmler de: «Allaha ısmarladık», «Vatan ve Namık Kemal», «Yavuz Sultan Selim ağlıyor», «Soygun», «Songece», «Beklenen Şarkı» dır. Tatil aylarında turneye çıkan Şehir Tiyatrosu ile hemen bütün Anadoluyu dolaştı.

Uzun boylu, levend endamlı, sohbeti son derece tatlı bir meclis adamıdır; meslektaşları arasında civanmerdliği de mümtaz bir simadır.



Hakkı Göktürk

AYAR, AYARCI, SAHİBİ AYAR — Al-

tun ve gümüş halitalarında bu kıymetli madenlerin miktarını bildirme-k için kullanılır tâbirdir; «onsekiz ayar altun», «yirmi dört ayar gümüş» gibi. Bilhassa darbhanede altun ve gümüş paraların kesilmesinde, altun ve gümüş halitalarının ayarına son derece dikkat edilirdi; darphanede bu iş ile vazifeli mes'ul memura ayarcı veya sahibi ayar denilirdi. Ayarcının elde edilmesiyle gözle kolay farke-dilemiyecek, hattâ altun ve gümüşün ayarını belli eden ve «mehek taşı» denilen taşa sürtmekle dahi anlaşılamıyacak şekilde para ayarının düşürülmesi büyük hırsızlıklara imkân verebilirdi.

Osmanlı İmparatorluğunun azametli devrinde, on yedinci asır sonlarına kadar, İstanbuldan başka Rumelinde Belgrad ile Bos-nada da birer küçük darbhane vardı; Dördüncü Sultan Mahmed'in ilk saltanat yıllarında büyük Valide -Sultan (Nine Valide Sultan) Kösem ile mütegallibe Yeniçeri Ocağı Ağaları Karaçavuş Mustafa Ağa, Çelebi kethüda Mustafa Ağa ve Koca Bektaş Ağa kendi hazinelerinden sermaye koyarak, İstanbul darbha-nesindeki ayarcıları işe karıştırmamak için kendi adamları vasıtası ile Belgrad ve Bosna darbhanelerinde ayarı düşük paralar bastırmışlar, bunları İstanbul esnafına dağıtarak

karşılığında ayarı tam paraları toplamak suretiyle aradaki farktan milyonlar vurmayı düşünmüşlerdi; rezalet İstanbul esnafının kıyamına sebep olmuş ve bu esnaf ihtilâli Kösem Sultan ile mütegallibe Yeniçeri Ağalarının sukut ve ölümlerine kadar yol açmıştı.

İstanbul kuyumcuları istedikleri altun ve gümüş sahaın, ve tabak, kaşık, fincan zarfı, tas, kupa ve kemer gibi şeyleri darphaneye götürürler, bir muayene resmi öderler, ayarcı dilediği yerden bir küçücek parça kazıyıp alır, tahlil eder, sonra damgasiyle ayar rakkarnı ile bir «has» kelimesi basardı. Üzerinde darphanenin has damgası görülen altun ve gümüş eşyada halk tarafından güven ile satun alınırdı.

Pek güzel bir beyit ile bu kelimeyi Türk şiirine mal eden şair Nailî olmuştur:


Yüklə 4,97 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   75




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2025
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin