İstanbul ansiklopediSİ Büyükada Camii (Resim: Kemal Zeren)



Yüklə 4,97 Mb.
səhifə33/75
tarix07.01.2019
ölçüsü4,97 Mb.
#91759
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   75

Sermed Muhtar Alus

Kuşlokuıncular, revaniciler — Tarihe karışmış esnafdandır denilebilir; satıcılarının hemen hepsi Safranbolulu olan, kuş lokumu, yassı kadaifinin bir buçuğu kadar büyüklükte şekerle, un, biraz da - çürük mü sağlam mı bilemem yumurtadan mamul nefîs ve leziz taamı hoş bir şeydir. Mektep çocukları hattâ biraz yetişkinler bile kapılarının önlerinde ve mesiregâhlarda kuşlokumcu geliyor diye bekleşirler. Onlar karsıdan seslenir: «Guş lokumu revâ-nû!» Hemen alıcıları fırlar, keselerinin hükümlerini infaz ettirirler. Revani de hakikaten birinci sınıf hafif tatlılar meyanmda hatırı sayılanlardan olup her mevkide her sofrada yer almağa lâyıktır. Çok yazık ki bugün hiçbir lo-kanta ve tatlıcılarda bahsettiğim revani yoktur. Ortada görülenlere yumurta tatlısı denilmek en doğru bir sözdür.

Vasıf Hiç

Leblebiciler — Çankırı havalisi Türklerinden olup her biri birer dükkânda çıraklıkla hırtlık devresini atlatıp çok kimseleri at-

Kuşlokumcu (Resim: Fotoğrafdan Ayhan eli ile)

Leblebici (Resim: Fotoğrafdan Ayhan eli ile)

latmağa kalkarlar. Sırtta kıldan mamul bir elbise, ayakta yemenimsi bir papuç, fesi üstünde yazma bir çevre yani yemeni, koltuk altında terini silmeğe bir çaput, elinde beline dayanmış 'bir kalbur içinde 'bir miktar kırıklı leblebi, üstünde kiraz beyi gibi seyrek serpilmiş üzüm:

«Ey leplebû tezze gettüm ıscak ıscak!» (leblebi taze getirdim sıcık sıcak) diye bağırır. Acemilik devresinde muziplerin bâzısı enselerine tokatı indirir, o: «Işşşş etme ülen» filân derken iki gün sonra gezdiği yerlerde şeytanlara taş çıkartırlar, çocukları kandırıp haydi evden bir şey al da getir demekler, bayatı taze yerine vermekler, heybenin içinde gezdirdiği torbadaki iki kavrulmuş taze leblebiyi saklamaklar vesaireler... Şimdilerde heybe ile gezenler enderdir, küçük bir camekân içinde satmaktadırlar.

Vasıf Hiç

Macuncular — Yine yok değil, tek tuk bulunuyor. Fakat nerede o eskiler? Mutlaka ya klarnetası yahut buğulusu (Frenklerin bugle dediMeri üç anahtarlı pirinç boru) vardı. Çalıp çalıp durur, satışına çığırtkanlık ettirirdi. Tersane, Tophane, Babı askerî bandolarından ıskartaya çıkarılmış mızıkacılardan Alaturkalardan Cezair, İzmir, Selanik. Islahı-

AYAK ESNAFI

1406 —

ÎSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 1407 —

AYAK ESNAFI




ye marşlarını. (Gökte yıldız .ellidir) diye güftesi Türkçeleş-tirilmiş Arap havasını, Geçen kızı, (Sevdim seni, semtin nereli) gibi türküleri; alafranga olarak da Karagöz ve hokkabaz oyunlarından eksik

Macuncu (Resim: Fotoğrafdan Behçet eli ile)

olmayan mahut Polkayı çalarlardı.

Macuncuya: (Bir taksim et!) desen, bahşiş de verecek olsan (Bu boru ile taksim gitmez) boyuna kaş kaldırır; (Zurnada gidiyor a) desen, (Onda da peşrev olmayor a) cevabını yapıştırırdı.

Macunlar basma kalıp, hiç değişmez. Tam yedi türlü: Sakızlı, bergamotlu, tarçmlı, güllü, naneli, erikli, limonlu. Tepsi kalaylı bakırdan, yemek sinisi gibi yayvan, üç köşeli göz göz; birbirlerine bulaşmamaları için her gözün ayrı bir mablağı bulunur; demirden ama parıl parıl parlar. Tevekkeli «İşleyen demir, pas tutmaz» dememişler.

Bâzısının tepesi kalaysızlıktan kıpkırmızı hali bulur, anneler ve hanım nineler çocuklarına, torunlarına:

— Sakın limonlusunu, eriklisini almayın ha! Ekşiliğinden bakır çalmış, simlenmiştir; lâhzada adamı kıvırır! diye gözdağı verirlerdi.

Sermed Muhtar Alus

Muhallebiciler — Meşrutiyetten evvel Ye-nicaminin gerisinde, Binbirayak arasında, kaç ağızdan makamlı, tempolu avazlar birbirine karışırdı:

On paraya bir tabak İnanmazsan, ye de bak

Çadır bezinden tentelerin altında uzun kerevetler, üstlerinde salaşpurdan örtü; onların üzerinde de kışın ve baharları bakır kaplarda sütlü mahallebi, su mahallebisi, ufak kâselerde sütlâç. Mahallebileri mablakla kesip kesip tabağa kor, şeker serpip, pekmez döküp dayarlar; yazın, dondurma da satarlardı. Bu adamlar doğma büyüme İstanbulluydu. Her boyayı boyamış, lâciverdinde karar kılmış takımdı.

Seyyar Arnavudlar baharda, oğustosun 15 inden sonra mahallebi, yaz sıcaklarında da dondurma satarlardı. Mahallebiciliğe kalkıştılar mı, sağ omuzda sehpa, üzerinde değirmi tabla, tablada takımı yazı masalarına konan kâğıtlık, zarflık şeklinde göz göz fakat onun büyüğü ve arşın kadarı, boyalı, çiçekler, resimlerle süslüsü. Gözlere tabaklar sokulu, ön tarafına salaşpur yayılı; salaşpurun altında yuvarlak» ensiz teneke kaplarda mahallebi.

Ondan gayrisi, yani tavukgöğsü, kazandibi, sütlâç filânı arama. Hemen hep hımhım gibi, genizden sesle bağırırlar:

— Haniya sütlü mahallebim? Mahalls-

bim kaymak!

Teneke kutulardakini ortadan ikiye, yahut dörde bölmez, tenekeyi ters çevirip şappadak avucuna alarak salaşpurun üstüne kor, mablakla yayvan yayvan kesip tabağa aktarır, şekerini eker, gülsuyunu serperdi.

Azcası 20 para, çokçası kuruşa idi.

O zamanki dondurma kutularına bugün de rastlanıyor: Omuzda taşman sırığa -bağlı iki kutu. Bir tarafmdakinin içinde dondurma, dışında beyaz bez sarılı; öbül tarafındaki oymalı oymalı, nakışlı çinkodan; gözlerinde büyüklü küçüklü tabaklar; altında bulaşıkları yıkayacak suyun ibriği.

Hikmeti Hûda, dondurmacıların sesi ma-hallebiciler gibi hımhım hımhım çıkmaz, keskin keskin çınlardı:

— Vişneli var, kaaymaaklım: Dondur-maam kaaaymaak.

Kadıköy yakasının en meşhur dondurmacısı Yanyalı Andondu. O havalide ve Kuşdili çayırında dolaşır; paaar cumaları Fenerbah-çeye gelirdi. Çoluk çocuğa 5 paralık, 10 paralık vermez, illâki kuruşluk, hiç değilse 20 îik olacak. 50 yıl evvel kırkını aşkındı, 1947 baharında hâlâ sağ. Yeldeğirmeninde susamlı simit satarken gördüm.

Mahaîlebici, XIX. asır (Resim: Fotoğrafdan Ayhan eîî ile)

Yine bizim çocukluğumuzda Göztepe,
Erenköy civarlarında dolaşan Arnavud Os
man, delikanlılığında gayet yakışıklı, müte
nasip vücutlu, değme pehlivanlarla el enseye
girişecek kadar kuvvetliydi. Çeki taşını hop-
padak kaldırıverirdi. Mütareke senelerinde
ErenkÖyünde dükkân açtı. Eski müşterileriyle
epeyce aksuata etti. Yıllardanberi görmedim.
Memleketine mi gitti, öldü mü, kaldı mı bil
mem. .

Sermed Muhtar Alus

Debre, Pizren, Priştina, Luma havalisinden Arnavudlar olup çokları dükkân tabla-kârlarıdırlar. Mahallebi sütlü ve pekmezli yapılır. Tablada su güğümü, pekmez güğümü,

gülsuyu şişesi, tnekeden toz şeker kutusu, sünger veyahut bir bez bulunur. Sütlü mahallebi isteyene büyük parçadan istenildiği miktarda keser tabağa koyar üstüne biraz ince toz şekeri daha doğrusu lokum şekeri tozu döker bir iki damla da bulut suyu ile karışık gülsuyu serper, bir kaşıkla eline tutuşturur.

Pekmezli isteyen yine ayni şekilde hareketle şeker yerine pekmez dökerler. Bunlar da amele yatakları, pazar yerleri, mektep önleri, çocukların oyun esnasında toplandıkları yerleri kollarlardı. Hâlen böyledir.

Vasıf Hiç

Makaraet, iğneciler — Eskiden Beni İs-raildendiler, yaşlıydılar; sermayeleri kıttı; haydi haydi beş on mecidiye tutarında, Malları tavla kutusu kadar, tahtaları çatlak, kapağının rezeleri kırık.bir çekmece içinde. Onlardaki bağırış da ince, düdük gibi, yayık yayık, ezik ezik uzayıp gider:

— Maaakaraciii!..

Soluğu alır almaz, ardından:

— İiiyneciiü...

Şehir içinde, sayfiyelerde sokak sokak gezerler. Onlarca aşılanmak turfa ya, çoğu çiçek bozuğundan çopur, bıyığı sakalı kel kol, bir gözü de menhus illetin yüzünden kör. Aykırı şekil ve şemailleri dolayısiyle mahallelerin ele avuca sığmaz çocukları peşlerine takılır, etraflarını alır; sorarlar:

— Bezirgan, kedinin ayağı kaç?

Bir türlü dört diyemez, üç buçuk! diye mırıldanır. Eteğini çekerler, çelme atarlar, ' bezirgan yerlere yuvarlanıp tozlara, çamurlara bulanır, feryatları basardı:

— Yetişin be, olduruyorlar!...
Afacanlardan kaçan kaçana..

Sermed Muhtar Alus

Manavlar — Şehri şehrimizin her çapta ve her istidatta müstakimülhâl kesanı ağuşu şefkatinde perverde eden beldei tayyibedir. Bu etildendir ki yaz gelince başı abani sarıklı Alanyalılar, yeşil ve beyaz sarıklı Konyalı, Aksekili, Ürgüplü seyyar manavlar küfesini, işportasını, tablasını kapınca sokaklara dökülürler. Esnayi ahzı atada sakallarını tutarak müşterilere, kendisi kanacağından bihaber zavallılar, aklınca kandırmak için ben haccül-haremeynim derlerdi.



AYAK ESNAFI

1408 —



İSTANBUL

ANSİKLOPfiDÎSÎ

— İ4Ö9 —

Â¥AK fiSNAFl




Uzunçarşı başında —Büyük yangında yandı— Küçükfincancı hanında Abdülkerim Efendi isminde abani sarıklı bir manav vardı. Çocukluğunda Alanyadan geldiğinde hemşehrileri Mamoğlu namında birinin yanına çıraklıkla vermiş ustası bunun sırtına içi zerdali dolu küfeyi vermiş «Kayısı diye bağır» demiş Kadırgaya doğru inen bir sokakta pencereden bir efendi seslenmiş. «Oğlum -kayısı kaç para!» Cevaben: «Yüz para!» deyinde indir küfeyi demiş, kapuyu açıp gecelik entarisiyle çıkan bu zat ne görsün, sıtma efendinin akrabasından zerdali değil mi?« Oğlum bu zerdali!» der çocuk sert sert bağırır: «Bana onu ustam Mamoğlu kayısı diye verdi istersen al!» Efendi içeriye seslenir: «Yahu ustası Mamoğlu bu çocuğa kayısı diye vermiş, bir kap getirin!» Kayık tabak gelir. Dört kıyye çektirir yanm mecidiyeyi verir: «Yavrum bir şey alırsın!» diye yarım mecidiye de Abdürrahime bahşiş olarak verir. Abdürrahimin kendisinden bu hikâyeyi dinledim: «Gün geçtikçe, büyüdükçe kendi kendime düşünür utanırdım, aklıma düştükçe hâlâ utanmaktayım» dedi. O zati âlicenabın ahlâki hamidesi bütün fenalıkları yenmiş, yaptığını, yapacağını bilmiyen bir kimse olsaydı, çocukluğuna olsun bağışlamıyarak tahkir ederdi. Küçüğe, büyüğe bakmaz belki bu1 hiç yoktan bir hengâme çıkardı; çünkü herkesin gönlünde bir arslan yatar demişlerdir.

Müslüman Manav tipleri, 1874 (Resim: C. Biseo)

c



Gayri muslini Manav tipi, 1874 (Resim: C. Biseo)

Öyle* satıcılara tesadüf olunur ki sattığı meyveler gibi tatlı ve hatırnüvazdır, öyle ham satıcılara da çatılır ki, ebû cehil karpuzu gibi acı, o nisbette de hilebazdır. Satan tatlı olursa satılan acı da olsa devayi misk gibidir. Satıcı acı olursa satılan bal da olsa içi zehirle memlû bir erik gibidir. Cenabı Hak cümlemize cennet meyveleri yer gibi ağız tadı ihsan buyursun.



Vasıf Hiç

Eski îstanbulun seyyar satıcıları arasında kavuncular, tipik insanlardı. Saf yüzlü, kır sakallı, sesleri kadar yüksek vücutlu insanlardı: Göğüsleri açık ve yanıktı. Şalvar giyerler, başlarındaki fesin üzerine renkli çevre sararlardı. Alacalı mintanın üstüne Haydarî biçiminde yelek geçirirler, üstüne camedan, yahut cepken giyerlerdi. Boğazlarından aşağı sarken gümüş kösteklerin yanında bir de ip sarkardı. Kösteğin ucunda piryol saat, ipinin ucunda da bir kese vardı. Sattıkları malın parasını bu keselere korlar, keselerindeki paralardan gerisini verirlerdi. Saatlerini ve keselerini bellerine sardıkları kuşakların arasına sokarlardı.

Bâzılarının baldırları çıplaktı. Bâzıları, da ibaldMa-rının üstüne kalın tozluklar takarlar

Manav tipleri (Resim: Fotoğraflardan Ayhan ve Nezih eli ile)

di. Kalın, nalçalı yarım kundura giyerlerdi; Bâzıları, tasarruf maksadiyle kundura falan almazlar, bir teki başka, öteki teki 'başka ayakkabı, yahut lâstik kullanırlardı. Aralarında gençleri, simsiyah sakallıları, bembeyaz sakalları göbeklerine kadar uzayanları da vardı. Ve çoğu, Kurttu. Yüklendikleri küfeler, içindekilerle beraber, seksen okkadan aşağı değildi. Önlerinde ortasındaki değirmi sapından iple arkasındaki küfeye tutturulmuş yuvarlak ve üstü açık sepetler vardı.

Sesleri tâ uzaklardan duyulur, sokağın içine saldırır saldırmaz, gür, kalın, alabildi-diğine yüksek bir sesle:

— Tatlı kavunlar!


Diye 'bağırırlardı.

Çoğu defa, çağırıldıklarım duymazlar, bir kere adımlarını küfenin gıcırtısına uydurdukları ağızları ile de:

— Topatanlar; Bal akıyor.

— Vay mübarekler! Top atanın da bal


akıtanı!

Ezgisini tutturdukları için yollarına devam ederlerdi. Eski kadınlar, mahalle aralarında avaz avaz bağırarak karpuz, kavun satanlar hakkında:



  • Herif öyle bağırıyordu ki, bi
    zim mama dadıya karnıyarüdık pat
    lıcanı ikiye böldürdü!

  • Oğlanı güçlükle uyutmuştum.
    Çocuğu beşikten fırlattı.

Derlerdi.

Bunlar, kavunun tanesini üç kuruşa kadar, yüz paraya kadar satarlardı.

— Altmış paraya olmaz mı?
Sorgusu karşısında:

— Altmış paraya mı? Bulsam yirmi küfe


alırdım... cevabını verirlerdi.

Köprü yemişçileri, pahalı mal sattıkları için, onların kavun satışları hakkında:

— Bir kavun, bir altın top!
Derlerdi.

Seyyar kavun satıcıları arasında, Giritli Rumlar da vardı. Bunlar, siyah, uzun şalvar giyerlerdi. Fakat sırtlarında satmazlar, küfeleri beygirlere, eşeklere yükliyerek:

— Kala peponi!.. Ola zahari!

Diye satarlardı. Fakat, istanbul mahallelerinde dolaşmazlar. Adalarda, bilhassa ekalliyetlerin bulunduğu mahallerde gezerlerdi.



L

AYAK ESNAFI

— 1410 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

1411

AYAK ESNAFI




Karpuzculara, kavuncuların ikizidir denilebilir. Bu gün —Birçok satıcı simaları gibi — onlar da tamamen tarihe karıştı.

Vakur bir sesle:

— Ka... karpuz!

Diyerek sokakları inim inim inleten karpuzcular, heybetli, uzun boylu, adalı vücutlu, kır yahut bembeyaz sakallı adamlardı. Sırtlarında kocaman bir küfe taşırlardı. Küfeyi adamakıllı doldururlar, taşırlar, karpuzlar düşmesin diye iplerle üstünden atlamalar yaparak örme keserler gibi bir vaziyet verirlerdi.

Avrupalı ressamlar, istanbul satıcılarını temsil etmek üzere hep kavuncu, karpuzcu ve üzümcü tipi yaparlardı. Bu tipler bir zamanlar, yeryüzünün meşhur bir siması haline (girmişti.

Karpuzcuların kıyafetleri de, tıpkı ka-•kavuncuların kıyafetleri gibiydi. Bunlar da onlar gibi camadan, cepken, şalvar giyerler, faslerinin üstüne renkli çevre sararlardı. Bunlar da gümüş köstek, piryol saat, ipli kese kullanırlar, kuşak sararlar, nalçalı kundura giyerlerdi.

Ağır yükün altında terledikçe parmak-lariyle alınlarındaki terleri silip yerlere atarlar, kıllı göğüslerini açarak derin derin soluk alırlardı. Yalnız İstanbul mahallelerinde dolaşmazlar, Beyoğlu taraflarına da çıkarlar, Şişliye, Osmanbeye, Nişantaşma uzanırlar, zaman zaman vapura atlayıp, Adalara, Haydarpaşa banliyösünün uğradığı köylere kadar giderlerdi. Boğazın Rumeli kıyısını yaya dolaşan seyyar kavuncular ve karpuzcular da vardı.

O zamanlar:



  • Tekirdağının kurabiye!

  • Tekirdağının kurabiye!

  • Vay çay şekeri vay!

  • Kesmece veriyorum!

  • Kan kırmızı!
    Diye satarlardı.

Sonraları, seyyar şatoların nesli kaybolmağa yüz tutup, karpuz arabalara düşünce:

— Elimi kestim kan akıyor!

— Bal kutusu!

— Nöbet şekeri!

Diye satılmağa başlandı. Sabahleyin geçen satıcılar da:

— Sabah doktoru!


Diye satıyorlardı.

Eskiden karpuz en fazla 3, nihayet 4 kuruşa kadar satılırdı. Ve bu en yüksek fiyattı. Beş paraya satılanı da vardı.

Eski istanbulini seyyar satıcıları arasında üzümcü en başta gelen bir tipti. Sesleri karpuz ve kavuncularınkinden daha dik, daha iriydi.


  • Çavuş! Çamlıca bağlarının çavuş!

  • Kınalı yapıncak!

Diye bağırdıkları zaman caddeler, sokaklar âdeta inler, aksi şada, ayni heybetle cevap verirdi:

— Çavuş! Çamlıca bağlarının çavuş!


Bozkırlı, Konyalı, Gümüşhaneli, Uşaklı,

Afyonlu, gürbüz ve levend Anadolu çocuklarıydı. Çoğu şalvar.ve potur giyerlerdi. Aralarında pantalon giyenler de vardı. Fakat bunlar eskilerin «düdük gibi» dedikleri daracık, çizme pantalonu gibi şeylerdi. Üzerine ya uzun konçlu çorap çekerler, yahut eski, püs-kü bezlerden dizlik sararlardı. Ökçesi basık, nalçalı ve kalın tabanlı kundura giyerlerdi. Beyaz yün çoraplarının topuk yerlerinden şerha şerha olmuş topuk başları gözükürdü. Alacaklı mintanlarının düğmeleri daima çözük, kıllı göğüsleri daima açıktı. Alınlarından sızan terleri bâzan parmaklariyle, bâzaa da, köylerinden ayrılırken nişanlılarının verdikleri o uçları* ıgelin teli ile işlenmiş çevrelerle silerlerdi. Bu çevreleri göğüslerinde saklarlar, bâzan da mintanlarının altından — uçları gözükmek şartiyle— omuz başlarına korlardı. Bellerine küf ak sarmakla beraber üstüne meşin bir önlük takarlardı. Önlüğün önünde torbamsı bir şey vardı. Satış paralarını buraya korlardı. Bâzıları da, feslerinin içine kalınca bir kesekâğıdı, yahut bir asma yaprağı yerleştirerek paralarını üstüne koyup başlarına giyerler, her satışta feslerini çıkarıp paranın üst tarafını verirlerdi.

Saf yüzleri, temiz gözleri, adalî vücutları, neşeli halleri, arkalarında en aşağı seksen okka çeken içice geçmiş —o devirlerde üzümcüler, üzüm dolu küfeleri başka bir küfenin içine oturtdururlardı— iki küf esiyle

bu Anadolu çocukları insanın karşısında er-ke-k yapısı ve gücünün timsali idiler. Bir kısmı yalnız gezer, bir kısmı da yanlarına yardımcı alırlardı. Eğer malı ortaklama almışlarsa, üzüm küfesini yarım saat biri, yarma saat öteki taşırdı. Küfeyi taşımayan, teraziyi eline alarak öne geçer, birkaç adımda bir:

— Çavuş!..

Diye bağırırdı.

Eğer mal ortaklama değilse, sermaye sahibi küfeyi taşımaz, yanına aldığı gündelikçiye, yahut ondalıkçıya taşıtır, kendisi de çığırtkanlık yapardı.

Ondalıkla yahut gündelikle adam tutan sermayedar, öğle yemeğini de yedirmeğe mecburdu.

Temiz yürekli, tok gözlü, helâl süt emmiş insanlardı. Birkaç dirhem eksik mal vermek için teraziyi meyilli tartmazlar, hile yoluna kaçmazlar. «Haramdır hakkı geçmesin!» diye dikkatle tartarlardı.

Münir Süleyman Çapanoğlu

Patlıcan ve porta-kalcıların ekserisi de Yahudiden olurdu. Patlıcanın, portakalın satış ciheti kolay,-terazi filân lâzım değil; tekine pazarlık et, birer birer say, parayı al.

Bağırtıları yine tiz, sürekliydi. Zarzavat-çı hırıstiyanlarm, atlı, eşekli Rum bahçıvan-larınkine benzemez. Sattıkları da onlardan yarı yarıya ucuz: Tanesi 5 para, hattâ üçü 10 para. Velâkin hepsi porsuk, suyu seli çekilmiş, kozalağa dönmüş, Tevekkeli (pahalıdır hikmeti var, ucuzdur illeti var) dememişler.

Meddah Aşkı'nm onlara dair taklitleri oldukça hoştu. Önceleri fonograf silindirlerine, sonraları gramofon plâklarıma bu taklitlerim vermiş, İstanbulda kapışılmıştı. Patlıcana Yahudinin umumlıaneci Sürpik Duduyla alış verişi ömürdü. Portakalcınm da cumbadaki hanım nineyle pazarlık ederken kahkahadan kırılışı; seslendirerek, plâğın sonuna kadar mütemadiyen katılışı en somurtkan kimseleri bile kah kah güldürürdü.

Sermed Muhtar Alus

Mısır ve kestaneciler — Tabla üstüne mısırı doldurup sıcaklığını muhafaza ve temiz bulundurmak için bir peştemala sararlar, tablanın kenarında pişmemiş mısırları birer şiş ile yani ağaçtan mamul sivri bir âlete geçirip süs kabilinden olmak üzere yeşil yap-raklariyle dikerler: «Göksuyun veyahut Âli-

' bey köyünün, sütlü mısır hay mısır hayyy!..» Diye satarlar, bâzı köşe başlarında kazan koyup kaynatırlar, kebab yapıp da satarlar.

Şimdi bu yolda satmak âdeti kaldırldığı cihetle bir camekân derununda satılmaktadır. Kestaneler de ayni şekilde satılmakta iken mısır gibi camekâna girmiştir. Kestanenin de kebabı yapılıyor, çok yazık ki suda pişirilenlerin üzerleri çizildiği için ince zar kabuğundan ayrılmamakta, yenilirken bir acılık vermektedir. Bir de fırın kebabı vardır ki kestaneler çizilip hafif fırın görür, taamı lezizdir. Bir de çifte fırınlanmış kabuksuz kestane vardır ki, bunlar hepsinden enfes ve daha kibarane kestanedir. Ötekilerin daima bir buçuk, iki misli fiyatla satılır.

Vasıf Hiç

1950 den sonra mısırcılar ve kestaneciler yine sokaklara dökülmüşlerdir; camekânlar atılmış, eski laubali hürriyete dönülmüştür.

Midya dolmaeıları, \midya tavacıları -r-Akşamları bilhassa meyhaneleri dolaşan esnaftandır; umumiyetle Rum ve Ermenidirler; içlerinde midya dolması yapmakta hakikaten hüner sahibi, temiz sular midyası kullanan yağı halis, pirinci leziz, fıstığı üzümü yerinde, aldığı para helâl olan esnaf vardır, devrimizin şöhretleri arasında iki kardeş barbalar

Kestaneci, XIX. asır (Resim: R. Ernest)

AYAK ESNAFI

1412 —


istanbul

ANStKLOPEDÎSÎ

1413 —

AYAK ESNAFI




vardı, ki hem midye dolmaları hem de çöpe dizip kızarttıkları midye tavaları pek nefîs idi, her ikisi de İkinci Cihan Harbi başlarında öldüler; bunlar gayet güzel uskumru dolmaları da yapar, bilhassa Galata meyhanlerini dolaşırlar, Köprünün Kadıköy iskelesi başına gelirler, nadiren de Eminönüne, Balıkpazarı-na geçerlerdi. Midye dolmacıları arasında son şöhretlerden biri Karamanlı Rum Karakaş Kiryakp ile Yahudi Menteştir.

Menteşin sahası balıkpazarı ile Galata meyhaneleri idi; yaşlıca olan Karakaş ise, son yıllarda Sirkeci hudutları dışına çıkmamaktaydı; bir zamanlar, Dördüncü Vakıf han (Borsa hanı) karşısındaki mezeci Fi-lip'in dükkânı önünde saatlerce durur, malını hemen hemen Filip'in kapıdan taşan müşterilerine satmakla bitiriverirdi. (B.: Filip, Mezeci). Sonra Ankara caddesindeki Bahçeli lokantayı durak yeri edindi. Bir ara bir de «İzmirli» türemişti; laubalice bir adamdı, midyelerini satarken:



  • Midyenin dolması!..

  • Halis Edremit yağiyle.. Haniya mid
    ye dolması!..

  • Fıstıklı baharlı...

  • Kazandibi midyelerim!.,
    gibi sesleri yerine:

  • Kan yapar bunlar!.. Üç tane ye, Be-
    yoğluna git!...

Gibi yaveler tuttururdu. İkinci Cihan Harbinin Büyükşehre yerleştirdiği yeni bir sınıf akşamcıların da bu gibi' lâubaliliklerden hoşlanır olduklarını .belirtmek lâzımdır. Bir de küçük gazete müvezzilerinin midye dolmacıları vardı, dolmalarını hurda midyelerle yaparlar, pek ucuza verirler, yalın ayak, başı kabak, gazete isimlerini ciğercikleri tü-keninceye kadar bağırarak koşan yavrucukların keselerini yarıya yakın boşaltırlar, ama, Allah razı olsun, doyururlardı, bulundukları yerler, bilhassa akşam gazellerinin tevzi edildikleri sokaklar, Acımusluk sokağı ve Şeref-efendi Sokağı idi. Son yıllarda esnafın ayak takımı kolay para kazandığı için müşterileri pırpırı çocuklar olan bu midye dolmacıları kalmadı.

Ocak süpürücüler — Hemen hiç görünmez olmuş esnaftandır. Kocakarı masallarm-daki gibi bir dudağı yerde, bir dudağı gökte Arap Üzengi vari iri yarı, tepeden tırnağa

kapkara, korkunç bir zebellâhdı, sokakta belirirken tok, çatal çutal, ses de ortalığa yayılır:

— Ocaçû!..

Kapı eşiklerinde yayıla kalan sıska, dümbelek karınlı, izede (yani kavruk ve hiç gelişmemiş) masumlar; kapı önlerinde oynayan biraz daha kabaca sibyanlar, umacı ..geliyor diye haykıra haykıra, bucak bucak çil yavrusu gibi kaçarlar. Herif sahiden sanki umacı: birbirine takılı sekiz on sopa, alt alta .bağlı bir sürü çalı süpürgesi; yüzü gözü, eli ayağı kapkara, ocak zifirine bulanmış.

Derhal anneler, anne anneler, baba anneler.

— Kahrolası herif yine göründü, çoluk çocuğun ödü koptu. Evlâtlarımız dağlara taşlara boncuk (yani havale) illetine uğrayacak! kabilinden çenelerle palas pandıras aşağıya saldırırlardı.


Ocak süpürücüsü

(Resim: Fotoğrafdan Ayhan



Yüklə 4,97 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   75




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2025
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin