ANSİElOfEDİSt
— 1479 —
AYASOFYA HAMAMI
Uzun yıllar, kapalı, metruk kalmış, depo olarak kullanılmış, içi yürekler sızlatacak şekilde tahrib edilmişti. 1957 -1958 arasında tamir edildi, fakat maalesef hamam olarak açılmadı. Zannediyoruz ki tamir bu sanat şaheserini hamam olarak açmak gaayesi ile yapılmamıştır.
1947 de İstanbul Ansiklopedisine bu muhteşem hamam hakkında şu notlar dere edilmişti.
Bu satrların yazıldığı sırada, uzun za-mandanberi metruk, Devlet Matbaasının deposu olarak kullanılmakta idi. Ayasofya Hamamı, Büyükşehri. tezyin eden, İstan-bulumuzun üzerinde millî imar damgalarımızdan biri olan eşsiz kıymette bir yapıdır ki, yalnız hamam olarak kullanılır, acilen restore edilerek klâsik Türk hamamı olarak açılması, bir millî şeref ve haysiyet meselesidir. İstanbulun beşyüzüncü fetih yılı hazırlıklarının başında gelen işlerden biri de bu hamamın ihyasıdır.
Bir çifte hamam olan Ayasofya Hamamının erkekler kısmının medhal kapusu üzerindeki üç beyittik tarih kitabesinin metni şudur:
Lâilâhe illallah Muhammeden Resülûlîah
Eğer görmek dilersen ravzai firdevsü rıdvanı Gelüb hammamı sultâne safa bui eyle seyranı
Revan olmug içinde selsebilü kevser ırmağı Sakahüın rabbihimdir içene ol âbin elhanı
Hiidayi girdi gördü bağı Adnin aynidir ânı Bidi târih «Hammamı bihişt âbâdi sultani».
964 (M. 1556)
Tezkiretül bünyanın kaydinden ve kitabeden olarak biliniyor ki, şehrin bu mutena yerine, Onaltıncı asırda Atmeydanı parlak devirlerinden .birini yaşamaktadır (B.: At Meydanı), Mimar Sinan tarafından Kanunî Sultan Süleymanın zevcesi Hurrem Sultan adına inşa edilmiştir.
Erkekler hamamının camekân kısmının Ayasofyaya bakan medhal cephesi önünde altı mermer sütunlu bir ruvak vardır ki, bu büyük hamamın başlıca hususiyetlerinden biridir; dört beşik kubbecik ve ortalarında bir küçücük yarım küre kubbe ile örtülmüş olan bu ruvakın üstündeki kurşunlar, 1947 de bir hayli bozuk, kubbelerin içine yağmur suyu sızmakta idi, tamirinin kısa bir müddet daha ihmali neticesinde bu ruvakın çökeceği, çöker iken de mermer sütunları devirip kıracağı pek aydın ve çok acı bir hakikattir. Sütunlar birer mermer mükab üzerine oturtulmuş olup, kaideleri ters lâle yapraklan, başlıkları da baklava motifleri ile tezyin edilmiştir. Terbiyesiz ve mütecaviz çocuklar ve gençler, bu mermer sütunları, kapu ve pencere silmelerini pencerelerin alınlıklarını, tebeşir ve kömür
gibi vasıtalar ,ile arslanlı ve kovalı spor alkışları ve küfürleri ve pek açık saçık fuhuşna-meler yazarak telvis etmişlerdir.
Ayasofya Hamamı, Millî Eğitim Bakanlığı emrine geçmeden, Belediyenin benzin deposu idi?! Belediye tarafından mı, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından mı yapıldığı tes-bit edilemedi, bu hamamda yapılan en büyük tahrip, depo ittihaz edilirken, ortadaki kalın duvarda gayet geniş bir kapu açılarak, erkekler ve kadınlar kısmının birleştirilmesidir. Bu satırların yazıldığı sırada, erkekler hamamı ile kadınlar hamamının asıl hamam kısmı Millî Eğitim Basımevinin kâğıt deposu, kadınlar hamamının soğukluğu ile camekânı da aynı müessesenin kitap deposu idi,
Erkek ve kadın hamamları, yekdiğerinin
ayni ve mütenazırıdır; tek fark, erkek hama
mı camekânı ile kubbesinin, kadın hamamın
dan pek az büyük olmasıdır. Plân: büyük bir
kubbe ile örtülmüş camekân, ki bu kubbe, dört
yarım kubbecik ile dört duvar kemeri üzerine
oturtulmuştur; üç küçük kubbe ale örtülmüş
soğukluk; göbektaşı üstünde bir büyük, hal
vetler üstünde dört küçük yarım küre kubbe,
sofalar üstünde ve medhal üstünde dört beşik
kubbe ile örtülmüş asıl hamam kısmından
ibarettir; bilhassa, sekiz köşe bir göbektaşı-
nın etrafında, dört köşede dört halvet ve biri
karşıda ikisi iki yanda üç sofası ile Ayasofya
Hamamı, İstanbul klâsik Türk hamamı tipi
nin en itinalı, büyük, metin ve güzel yapısı
dır, ı
Hamamın, aşağı yukarı en az bir asır kadar evvel esaslı bir tamir gördüğü muhakkaktır, bu tamirde yapıdan ne gibi teferruat ve tezyinatın kaybolduğu ve yapıya nelerin ilâve edildiği, binanın içinde uzunca bir etüde bağ-
lı olduğundan, İstanbul Ansiklopedisi tarafından tesbit edilemedi.
1947 Eylülünde Millî Eğitim Basımevinin •kâğıd deposu olarak kullanılan Ayasofya Hamamının erkekler kısmı şu halde görülmüştür:
Camekânın ortasındaki fıskiye, yerinde yok idi, mesned sütunu soğuklukda duruyordu, yekpare mermer teknesinin de içeride, bir halvette, kâğıt balyaları arkasında olduğu öğrenildi. Camekânın ahşap soyunma odaları ve bölmeleri tamamen kaldırılmış idi, yalnız, binanın mimarî bünyesinden olan taş soyunma peykleri, duruyordu ki, fırdolayı bu peyklerin altında, 21 tane nalın - pabuçluk vardır, hamamın içi de yirmi bir kurnadır. Ca-mekâna büyük pencerelerden bol ışık girer.
Soğuklukta güzel bir çırakman maalesef kırılmıştır (B. Çırakman, Çırağman) ki bir eşi, az zedeli olarak iç hamamın medhal duvarında durmaktadır.
Göbek taşı yer yer çökmüştür, üzerindeki mozaik tezyinat, yukarıda bahsedilen tamirde yapılmıştır. İç hamamın mermer döşemeleri de keza bir kaç yerde çökmüştür. Halvetler ve sofalar üçer kurnalıdır ki, hepsi yirmi bir kurnadır; kurnaların ayna taşları gayet küçük ve zarif; tekneler, üç dört tip üzerine kabartma nakışlı, bir kısmı çanak şeklinde bir kısmı dört köşe blok içine oyma, ayna taşlarına denk zarafettedir, çok yazıktır ki bir kısım kurnalar oldukça ağır tahribata uğramıştır.
«süs?
Ayasofya (Resim: Regad
ANSİKLOPEDİSİ
— 1481 —
AYASOFYA İÇİNDE ÖZBEK VAK'ASI
— 1480
AYASOFYA İÇTİMAÎ
Kadınlar kısmının iç hamamı serapa kâğıt balyalariyle dolu olduğundan durumu tes-bit edilemedi. Ayasofya Hamamının kitap deposu olan geri kalan kısmı da gezilemedi.
Onyedinci asrın büyük muharriri Evliya Çelebi, Ayasofya Hamamından bahsederken, evvelâ İstanbulun en büyük ve en güzel hamamı olduğunu belirtir, sonra, her şeyi yeni ve temiz, çarşı hamamları içinde ayan ve eşraf hamamlarından olduğunu söyler; istanbul hamamlarını lâtife yollu müşterilere taksim ederken, Ayasofya Hamamı için «Şeyhlere mahsustur» der.
«İstanbul Çeşmeleri» müellifi İbrahim Hilmi Tanışık, Ayasofya Hamamı hakkında İstanbul Ansiklopedisine şu küçük hâtırayı tevdi etmiştir:
«îstanbulu tezyin eden ecdad yadigârı âbidelerden Ayasofya Hamamına, ilk defa, bundan tam otuz altı yıl evvel girmiştim. Ca-ğaloğlu semtinin Çatalçeşme mevkiinde, bu satırların yazıldığı sırada İstanbul Kız Orta okulu olan bina, o zamanlar Darülmuallimine verilmişti ki ben bu mektebe 1911 de girmiş* tim... Sıra kahveleri önünde tiryakilerin nargile tokurdattığı Ayasofya Meydanının büyük atkestanesi ağaçları altında, ekseriya sabahın erken saatlerinde ve bazan da akşam üzerleri, galiba on beş günde bir, kırkar mevcutlu üç şubeye ayrılan sınıfımızın birinci şubesi ile bu hamama getirilir, ve yıkanıp temizlendikten sonra da ikişerli muntazam sıra halinde mektebimize dönerdik.
«Dört yüz bu kadar yıllık bu muhteşem eserin, soğukluğunu süsleyen mermer şadırvanının çevresindeki yüksek sedirlere neşeli gürültülerimiz arasında sıçrayarak hemen soyunma yarışına girişilir ve göbek taşı üstünde yer kapışılırdı. Sonra... Bazılarımız sofaların, bazılarımız da halvetlerdeki kurnaların uzun demir askılarına çıkmalarımızı atarak yıkanmaya başlardık. Evvelâ kise faslına girişilir ve hepimiz, sabunlanma zamanını sabırsızlıkla beklerdik. Çocukluk bu ya... Kimimiz, yüzünü gözünü sabunlanıış bir arkadaşın, ya tasını saklamak., onu bir hayli aratıp bulamayınca yalvartmak... Yahut, kurna-sındaki suyu, sıcak su musluğunu, kapatıp soğuğunu açarak değiştirdikten sonra ya kendisi tarafından gafletle dokunduğu zaman ürperişini seyretmek veya taslarımız ile apansı-
İSTANBUL
zın tepesinden aşağı boşaltarak onu cıyak cıyak bağırtmak masum zevklerimizden idi. Bazan da iş ber akis olur, ayni hal bizim başımıza gelirdi, o zaman kızdığımızı katiyen belli etmiyerek gülmeğe çalışır ve hakikaten de eğlenirdik. Ama çıkış zamanı yaklaşınca suratlarımız donuklaşır, çok ferah ve aydınlık olan hamamın içi âdeta loşlaşırdı. Ya hamamcının: «;— Başka müşterilerimiz geliyor, haydi efendiler...» ricası, veya başımızdaki memurun: «— Artık yeter...» kumandası üzerine ister istemez dışarı çıkar ve bahsettiğim şadırvanın sessizliğine dayanamadan, gözlerimiz arkada, bu güzelim binadan zorla ayrılırdık...
«Hey gidi günler hey... Bugün, İstanbul Ansiklopedisi adına Reşad Ekrem ile beraber Ayasofya Hamamının çok hazin son durumunu gördüğümüz zaman, yarım saatlik kısa bir müddet içinde, bütün bu eski panaroma sözlerimin önünden böylece akıp geçti, ve yaralı gönlüm duyduğu acı ve sızıyı unutmak için, îstanbulun belli başlı büyük sanat eserlerinden biri olan bu hamamı tamir edilip açılmış görmeyi öyle bir özleyiş özledi ki... Ömrümün sonuna kadar, çocukluğumu bulurum ümidi ile, başka hamama gidemem desem yeridir».
AYASOFYA İÇTİMAÎ — Abdülâziz devrinde Türkiyede meşrutiyet rejimi kurmak ve mutlakıyetin desteği olarak görülen Sadı-razam Âli Paşa hükümetini devirmek üzere birkaç münevver gencin Ayasofya Camiinde yaptıkları bir siyasî toplantıdır. Atodürrah-man Şeref Efendi «Yeni Osmanlılar ve Hürriyet» başlığı altındaki bir makalesinde bu vakayı şöylece nakleder:
«Âli Paşanın en uzun süren son sadareti başlarında Yeni Osmanlılar unvanı altında bir gençler fırkası zuhur etmişti. Yeni Osmanlıların maksadı, Âli Paşanın ağır ve ezici politikasına nihayet vermek (B.: Âli Paşa) ve devlette bir idarei ahrarane vaz eylemek idi. Bunun için evvelâ Âli Paşayı iskat ve saniyen anın yerine usulü cedideyi terviç ve hürriyet-kâr idareyi temin edici bir heyet tedarik ve ikame eylemek lâzım geliyordu. Programlarında icab ederse Âli Paşayı öldürmek dahi var imiş. Cemiyet halini alan bu gençler ara-sıra içtima ile teatii efkâr eyledikleri gibi vesaiti icraiyelerini kararlaştırmak ve yeni
kabineyi terkib edecek zevatı tayin eylemek üzere bir gün de Ayasofya Camiinde toplanıp cereyan eden müzakerede ittihadı ârâ ile bir kararı kat'î verememişlerdi. Bunlardan Mehmed Bey, sadarete amcası Mahmud Nedim Paşayı ve bazı diğerleri Ahmed Vefik Efendiyi (B.: Ahmed Vefik Paşa) tavsiye eyliyorlar-dı. Nezaretlere dahi efkârı münevvere ashabından istikametle maruf rical namzed gösteriliyordu. Ahmed Vefik Efendinin bu tertib-den haberi var mı idi, bilemem. Fakat Maarif Nezaretine namzed kılınan Salih Efendi merhum hiç bir şeyden malûmatı olmadığını ve keyfiyeti duyunca Âli Paşaya ifade ile tebri-yei zimmete uğraştığı sırada: — Merak etmeyiniz efendi hazretleri! Mürettibler kim oldu-. ğunu ve kimlerin zimedhal bulunduğunu biz biliyoruz! Teminatını aldığını söyler idi. Cemiyetin ruhu ve re'si Mehmed Bey idi. Mehmed Bey, Mahmud Nedim Paşanın biraderi Sağır Ahmed Beyin küçük mahdumu idi. Ahmed Bey, ashabı fazlü irfandan ciddî ve afif bir zat idi. Nakleder M biraderinin sadaretinde bir gün ziyaretine gidip ıslâhı meslek etmesini tavsiye eylediği sırada nahvetli paşadan istihfaf ve istiskale: «Bari Naimâ tarihini okusanız bir parça mütenebbih olurdunuz» söziyle yanından ayrılmış ve zamanı ikbalinde bir daha semtine uğramamış. Ayasofya içtimaını müteakip keyfiyeti zabıta haber alıp taharriyat ve takibatı şedideye başladı. Bir gece, İstinyede Sağır Ahmed Beyin yalısını elek elek aradılar. Beyin büyük oğlu Ali Haydar Bey merhum nakleder ki: «Taharriden bir gece evvel geç vakit Mehmed Bey yalıya gelip yanma bir miktar eşya aldıktan ve validesi şefkati maderane ile nukudu mevcudesini ve iki-dal elmas iğnesini kendine verdikten sonra yalıdan savuşup Avrupaya firara muvaffak olmuş. Küçük oğlunun teşebbüsatına kâfi derecede muttali olmıyan Ahmed Bey, hanesinde icra edilen taharriyattan mütees-sif olarak Ali Haydar Beyi şikâyet için Âli Paşaya göndermiş. Ahmed Bey, hanesine yapılan haysiyet kırıcı muameleden bahs ile ne cürüm ve kabahat işlediğini bilmediğini ve hükümetçe kendisinden emniyet münselib olmuş ise taşrada tensib ve irae olunacak bir mahalde ikamete müheyya bulunduğunu söylemiş imiş. Âli Paşa: «Peder Beyefendiye mahsus selâm ederim, kendisine yerden göğe kadar emniyetimiz vardır, lâkin zabıta is-
tihbaratında Mehmed Bey efendinin ismi deveran edip duruyor, kendisinden bazı şeylerin tahkiki lâzım geliyor, aranıyor, lâkin bulunamıyor. Müsterih olsunlar ve Mehmed Bey nerede ise bulup hükümete göndersinler, hükümetin başka maksadı yoktur» gibi sözlerle Ali Haydar Beyi nazikâne bir surette savmış (B.: Yeni Osmanlılar).
AYASOFYA İÇİNDE MECZÜB VAK'A-
Sî — Hicrî 1206 (M. 1791) yılı rebiülâhınnın yirminci cuma günü, Üçüncü Selim Ayasofya-ya gidip hünkâr mahfeline çıktığında, mihrab tarafındaki cemaatin içinden kimsenin tanımadığı bir meczub mağribi sünnetler kılınırken cebinden bir demir gülle çıkarıp, türkçe bilmediğinden kendi lisaniyle şikâyet yollu bâzı şeyler söyliyerek gülleyi mahfel kafesi-sine fırlattı, bir ikincisini de atmak üzere iken cemaat tarafından tutulup zabıtaya teslim edildi, Sultan Selime arzedildiğinde hemen idamı ferman olundu ve camiden çıkarılıp saray meydanında (Babı Hümâyûn önünde) boynu vuruldu. Bu meczubun, giriştiği ıslâhat dolayısiyle Sultan Selimi dinsizlikle itham eden mutaassıplar tarafından tahrik edildiği pek aydındır (B.: Ayasofya içinde Özbek Dervişi Vak'ası).
Bibi.: Tarihi Cevdet, V.
AYASOFYA İÇİNDE ÖZBEK DERVİŞİ
VAK'ASI — Üçüncü Selim, mutaassıp ve muhafazakârlar tarafından gâvur dostluğu ve dinsizlikle, uğursuzlukla suçlanırdı. Memlekette hayırlı işler başarmağa çalışan bu hükümdarın mahvına sebep olan yeniçeri ihtilâlinden daha iki yıl kadar evveldi ki Ayasofya Camiinde bir irticai vak'ası olmuş, İstan-bulu günlerce heyecan ve korku içinde bırakmıştı.
Hicrî 1220 (M. 1805) yılının bir Cuma selâmlığında üçüncü Selim Ayasofya Camisinin Hünkâr mahfelinde otururken, cemaat arasından bir Özbek dervişi mahfel kafesine büyük bir taş fırlatır. Kafes kırılıp taş pâdişâhın önüne düşer, derviş derhal yakalanır, camiden alınıp Babı Hümâyûn önünde boynu vurulur. Pâdişâh selâmlık dönüşünde başı gövdesinden ayrılmış cesedi görür:
— Acaip şey! Bunun bu kadar cesaretine sebep derdi ne idi? Sual olundu mu? diye sorar. Mütecavizin sorguya çekilmeden idam edildiğini bildirdiler. Pâdişâh fevkalâde kızar.
AYASO'FYA KÜRSÜ ŞEYHLİĞİ
— 1482 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
—1483 —
AYASOFYA KÜTÜBHANESI
Ayasofya Kütübhanesi (Resim; Reşad Sevinçsoy)
Bundan böyle bu gibi ahvale cesaret edenlerin çok sıkı bir sorguya çekilmesini emreder. Bir Özbek dervişinin camide seccade üstünden kaldırılarak idam ettirilmesi, mürtecilerin münevver Pâdişâh hakkında menfi propagandaları için yeni bir mevzu teşkil
eder.
Bibi.: Câbi Said Vekaayinâmesi. •
AYASOFYA KÜRSÜ ŞEYHLİĞİ — «Aya-sofya Cuma Vaizliği» denilir; İstanbulda muhtelif tari-katler adına açılmış tekkelerin ilim ve faziletleri ile tanınmış şeyhleri, mü-rid ve muhitlerinin dışında geniş halk kitlesini tenvir, irşad ve terbiye etmeleri için şeyhülislâmlık makamı tarafından İstanbul camilerinin cuma vaizliklerine tayin edilirlerdi; haftada bir gün halka vaiz etmekten ibaret bu vazifelerine karşılık şeyh efendilere yine Şeyhülislâmlık Makamı tarafından asla azım-sanmıyacak bir ücret ödenirdi; İstanbul camileri banilerinin Pâdişâh, Valide Sultan, şehzade, sultan, vezir oluşuna göre kademe kademe tasnif edilmiş, herbirinin cuma vâzi tahsisatı da tesbit edilmişti. Bir efendinin tekkesindeki şeyhliğinin yanında bir camideki cuma vaizliği vazifesine de «Kürsü Şeyhli-
ği» denilirdi; kürsü şeyhlerinin hepsi birden «katar şeyhleri» diye anılırdı.
Katar şeyhliğinin en dolgun tahsisattı en yüksek kademesi Ayasofya camii kürsü şeyhliği, cuma vaizliği idi. Hem umman gibi geniş ve derin bir bilgiye hem de pek parlak hitabet san'atına sahip olmak gereken gayetle şerefli bir makamdı.
Bibi.: M.Z. Pakalın, Tarih Deyimleri ve Terimleri, I.
AYASOFYA KÜTÜBHANESI — Bu-.
yükşehrin umumî kütübhanelerinin en namlılarından biridir, banisi ve vaakıfı Birinci Sultan Mahmuddur, Ayasofya Camiinin içindedir, camiin iki büyük istinad duvarı arasındaki boşluğa hicrî 1152 (M. 1739) yılında inşa edilmiştir; devrin şairleri tarafından bu münasebet ile söylenmiş tarihlerden biri şudur:
Görenler tarhı matbuun didiler Zeyniyâ târih «Bu nev darülkütüb icabı sultanı cihan ârâ»
1152 (M. 1739)
Kütüphaneye şöylece geçilir: camiin halen kullanıla gelen medhal kapısından girilince, sağdaki ilk kemerin altından geçip yirmi adım kadar yürünür, mermer küp solda kalır, küpü geçtikten az sonra, sağda, loşluk içinde,
çiçek motifli bir tunç şebike körülür, dört panodan mürekkeb olan bu şebikenin aralarını başlıkları baklavalı dört mermer sütun ayırır, ortadaki iki sütun arasındaki iki kanadlı tunç kapı, kütübhanenin medhal kapısıdır; şebike panolarının eşi olan kapı kanadlarma, tokmak yerine, çift «Yâ Fettah» oymalı iki yaprak konulmuştur. Bu kapıdan bir basamak mermer merdiven ile ön 'kısmı mermer döşeli koridorumsu bir taşlığa, solda görülen kapıdan, kütübhanenin okuma odasına girilir.
Koridorumsu taşlık ileride sola kıvrılır ki, tam karşısına gelen kapı, kütüphanenin kitab hazinesidir.
Mustetil plânlı, geniş ve rahat olan okuma odası, dışardan pek az ışık alır, günün her saatinde elektrik yanar. Mütalâaya gelenler, üç dıvar boyunca uzanan bir sedire oturur, sedirin kapıdan girince karşıya gelen .kısmı önünde bir tahta masa, iki yan kısmı önünde de, kitab koymak için, gayet dar birer tahta sıra vardır. Zemin eski bir kaç halı ile döşenmiştir, kapının solunda da sedef kakmalı bir dolap vardır. Kapıdan girildiğine göre sol dıvar, camiin içine 'bakan bir camekandır; sağ dıvarda bulunan üç pencere de, bul mütalâa odasını kitab hazinesinden ayıran ikinci bir taşlığa bakar, ki bu dıvar ile kapının karşısına gelen dıvar çini panolarla tezyin edilmiştir.
Koridorumsu taş-lıkda, solda, iki üç ayak mermer basamakla çıkılır bir pencere vardır ki, mütalâa odası ile kitab hazinesinin yegâne ışık aldıkları yer olan ara taşlığa kadar, bu ara taşlığa bu pencereden •girilir, kütüphanenin kömürlüğü olarak kullanılmaktadır. Koridorumsu taşlık nihayette sola kıvrılır. Bu kısım gayet güzel çinilerle müzeyyen olup bilhassa solda bir selvili çini pano pek nefistir.
Mermer kemerinin üzerinde «Besmeleişe-rife» yazılı demir kanatlı bir kapıdan girilen kitab hazinesi, ikisi divarlara yapışık yarım,. ikisi ortada tam, dört mermer sütun ile ayrılmış iki kısımdır, kapıdan girildiğine göre dört köşe olan birinci kısım yarımküre kubbe ile örtülmüştür. Kitab hazinesini aralık taşlıktan ayıran dıvarlarda bu aralık taşlığa bakan altlı üstlü üçerden altı pencere vardır. Yarım küre kubbe sekiz köşeli taş bir tanbur üzerine oturtulmuş olub, tanburun altı diliminde de pencere yeri belli edilmiş, fakat açılmıyarak, alçı kabartma çiçeklerle tezyin edilmiştir.
Kitab hazinesinin yarım küre kubbeli birinci kısmında, ortada blok halinde tahtadan bir kitablık vardır; kapının bulunduğu duvar-' da üç, karşı duvarda dört adet gömme kitab dolabı vardır, bu dolabların kapakları, ince tel örgülüdür. Hazinenin beşik kubbe ile örtülü ikinci kısmı azıcık yüksek olub tek basamak ile çıkılır; bunun da iki yan küçük duvarlarında ikişer, karşı büyük duvarda, pencereler arasında keza iki gömme dolap vardır, bunların da kapakları tel örgülüdür. Beşik kubbenin ortasında, aşağıya doğru sarkıtılmış, armudi şekilli oymalı tunçtan içi boş, b^ir top vardır.
Ayasofya kütüphanesinin, bir mâbed, halen bir müze içinde bulunması kendisini göz-
Ayasofya Kütübhanesi (Plân: Reşad Sevinçsoy)
AYASOFYA MERKEZ RÜŞDİYESİ
— 1484 —
istanbul
ANSİKLOPEDİSİ
1485
AYASOFYA ŞADIRVANI
Ayasofya Şadırvanı (Resim: Reşad Sevinçsoy)
den gizlediğinden ve giriş çıkış külfeti verdiğinden, müdekkikler müstesna, okuyucusu pek azdır; hattâ bir çok vatandaşlarca, tarihî şöhretine rağmen, bu büyük kütübhane meçhuldür denilebilir. Okuyucuların Müze duhuliyesi vermemeleri için kütüphaneye gittiklerini söylemeleri lâzımdır.
Bayazıd Umumî Kütüphanesinin müdürü Muzaffer Gökmenin 1947 de neşrettiği «İstanbul Kütüphaneleri rehberi» nin ikinci bas-kısındaki kayda göre Ayasofya kütübhanesin-deki yazma eserler, 4863 ü Birinci Mahmud'-un, 113 ü Şeyhülislâm Sadettin Efendinin vakfı, 22 si de vakıfı meçhul olmak üzere 4998 dir. Eski ve yeni harflerle matbu eserler de mühim bir yekûn tutar. Ayasofya yazmaları arasında nadir ve tek nüsha olan çok kıymetli kitaplar bulunmaktadır.
Mahımıd Özlü
AYASOFYA MERKEZ RÜŞDİYESİ — Geçen asır sonlarında Büyükşehrin namlı mekteplerinden biri idi; 1803 (1319) Maarif Nezareti salnamesine göre bu tarihde, 17 muallimi, 5 mubassır ve hademesi ve 295 talebesi vardı ki, talebe sayısı iki misline yakın, 613 çocuk olan Bayazıd Rüşdiyesinde 14 muallim ve 7 mubassır ve hademe bulunmakta idi. 1294 (M. 1878) Devlet salnamesinde adları tesbit edilen yirmi bir Rüşdiye arasında Ayasofya Rüşdi-yesinin bulunmaması, bu mektebin bu
tarihden sonra açıldığını gösterir (B.: Rüşdiye
Mektebi).
AYASOFYA ŞADIRVANI — İstanbulun en büyük ve güzel şadırvanlarından biridir; Birinci Mahmud tarafından Hicrî 1153 (M. 1740) yılında yaptırılmıştır. Sekiz mermer sütuna dayanan sekiz geniş kemer üzerine oturtulmuş kalın, kubbeli ve kurşun örtülü bir saçak altındadır, ki saçak da başlı başına bir sanat eseridir. Yekpare ve zemine tunç bileziklerle bağlanmış olan mermer sütunların başlıkları istalâktitli olup aralarına takılmış kemerlerin ortalarında da mermer kabartma ve altın yaldızlı birer gül motofi vardır. Bu sekiz köşeli mermer ravakın üst kısmında, mermeı üzerine kabartma ve nefîs bir hat ile altun yaldızlı arabca bir kitabe vardır. Ravakın iç kısmında ise, arabca kitabenin mütenazırı olarak mermer üzerine kabartma türkçe bir tarih kasidesi yazılmıştır, bir su halinde, ravakın her parçasında dört mısra bulunan, her mısraı altun yaldızlı çerçeveli, açık mavi zemin üzerine altun yaldızlı ve güzel bir talik hat ile yazılmış olan bu on altı beyittik Kasidenin metni şudur:
yi.
İ
Mihrii sipihri mecdü şan Sultan Mahmudi zaman Her kavli fi'li heman nâmı gibi mahmûddur
Câri zebanından kerem hava atası merri ham Mânendei emvâei yem ihsanı nâ ma'dûddur
Ayni velayet menbaı şemsi hilâfet matlaı Ahlâkı Hakkın mecmaı şâhinşehi mes'uddur
Bu âbü tâbi himmeti hûbi rûyi şevketi Cuşi muini fitneti bahgayışı ma'bûddur
Şemsin adli kaaimi eyler himayet nâimi Feyzi düayi dâimi bostâni mülke rûddur
Eyyâmi adlinde mihen kılmaktadır terki vaten Hep sûddur fikre gelen şimdi ziyan nâbûddur
Ol arifi sahib sülük dilden ider nef'i şükûk Tavsiti vefdîle mttlûk dergâhine hasûddur
Beytülharame hem imam hem hadimi Beytülharam Peygamberin emrin ram bir dâveri pür cûddur
İcrai şer'a hâstgâr isâri hayre zer nisâr Evsaf i pâki Çâryâr zatinde hep mevcûddur
îtti bu mevkide bina şadirvani canfeza
Amma ne hoş hayri becâ ecri bunun mahsûddur
Resmi bedii tasviri gitti tâ be Çin
Çün kasri Firdevsi Berin kalbe ferah efzûddur
Sakfi müzehheb bir tabak âbi nebâte mâ sadak Bu hayri pâke pekçe bak nezdi hüda mevdûddur
Bu sulara server midir zemzem mi yâ kevser midir Muhyiye ya mazhar mıdır ihyaya mahzi sûddur
Canı şerefmendi Hasen ruhi Hüseyni gülbeden Bu ayni safvetmâyeden ez cânü dil lıoşnûddur
Dostları ilə paylaş: |