ANSİKLOPEDİSİ
— 1603 —
AYLIK ANSİKLOPEDİ
bul Ansiklopedisine uzun bir makale tevdi etmişti. Aşağıdaki satırlar bu makaleden alınmıştır :
«Evvelâ kaydedeyim ki hemen bütün saz ve ses sanatkârlarımızın bilgi ve kavrayış seviyelerindeki düşüklük Safiye Aylada da mevcuttur. Harikulade bir sese ve mükemmel bir eşini daha göremediğimiz bu büyük san'atkâ-rın, musikimize; tarihî, nazariyatı, en nadir makamatı, dinî ve lâdinî, söz ve saz asarı, estetiği, tahlili ve tenkidi, sağlam san'at zevki ile mükemmel vâkıf olduğu söylenemez.
«Safiye Ayla —şahsen de tecrübe etmiş olduğu cihetle— istikbalde dahi mukimizin makamsız olamıyacağmı —-pek haklı olarak— söyledi. Yalnız makamlarımızın çokluğundan bahsederek, bunların hepsinin öğrenilmesinin pek zor, hattâ imkânsız olduğunu, bunun için makamlarımızın tasfiye edilmesi ve yalnız «esas» makamlarımızın bırakılması lâzım geldiğini beyan etti. Küçük makamlarımızı öğrenmenin pek gün olduğunu Safiye Hanımdan işitmek hazindir. Zira Uşşak gibi Rahat ül-Er-vah'ı, Sûz-i Dil gibi Sûz-i Dilara'yı, Rast gibi Nevâ-Kürdî'yi aynı muvaffakiyetle okuyup çalmak o derece zor mudur? Safiye Hanım gibi bir ses virtüozundan bu şikâyeti hiç beklemiyordum. Safiye Aylanın bana bahsettiği «es,as» makamdan «basit makam» değil, «çok kullanılmış makam» ı kasdettiği muhakkaktır. Zira böyle değilse Nihâvend, Kürdili Hicaz-kâr, Hicazkâr, Mahûr, Isfahan, Sûz-i Dil, Evîç, Acem Aşîran, Sultanî - Yegâh v.s. gibi en kullanılmış makamlardan vazgeçilmesi fikri anlaşılmış olur. Şu halde «esas makam» dan «çok kullanılan» makam kastolunduğu anlaşılır. Fakat bu şekilde dahi fikir bâtıldır. Zira en az kullanılmış ve şimdi hiç fcullanılnu-yan makamlarımızın bile fevkalâde zenginleşmeğe istidadı nihayetsizdir. Meselâ Niha-v§nd makamı bundan bir asır kadar evvel o derece fakirdi 'ki, bugünkü fevkalâde zengin vaziyete vâsıl olacağı şüphesiz o zaman tahmin edilmiyordu. Halbuki bu makam pek eskidir. Şu halde çok fakir olan bir makamın, ileride bestekârların rağbetiyle fakir kalmış öyle, güzel öyle zarif makamatımız vardır ki, bunlardan eser besteliyecek bestekâra teşne vaziyetteyiz. Yakın makamların birleştirilmesi fikri dahi boştur. Meselâ (Hüzzam, Segah, Müsteâr, Irak), (Mahur, Acem-Aşîran,
Zâvil), (Evîç, Ferahnak), (Karcığar, Beyâtî-Ara-bân) gibi makamlar arasında teknik ve ses itibariyle pek az fark vardır. Fakat ifade şekilleri bambaşkadır; Müsteardaki asîl hüznü ile Segâh'taki tasavvufî ve ümitsiz aşk; Mâhûr'-daki muhteşem sesler ile Acem Aşîrân'daki ince.ve zarif sedalar tamamiyle başka hususiyetlerdir. Bunlardan birbirine en yakın olan Evîç ve Ferahnak bile Cemil Beyin de söylediği 'veçhile - ifade tarzları bakımından ayrı ayrı mevkileri olan makamlardır. Bugün makamları yaklaştırmak için yapılabilecek şey, o da yalnız fasıllarda, Muhayyer - Kürdî eserleri Kürdî'de, Dügâh eserleri Sebâ'da, Isfa-hânek, Beste-Isfahân gibilerini İsfahan'da okumaktan ibaret olabilir. Çünkü bu makamlar fasıl teşkil etmiyecek kadar fakirdir.
«Safiye Hanım musikiye başladığı zaman ilk defa Yesarizâde Asım Arsoy'dan şarkılar meşkettiğini, Kemanî Eyyubî Mustafa'dan, Hafız Sadettin Kaynaktan ve başkalarından istifade ettiğini, bugün yaşıyan bestekârlar içinde başta Sadettin Kaynak olmak üzere, 'Tamburî Selâhattin Pınar'ı, ikinci derecede Udî Şerif İçli'yi, Rakım Erkutlu'yu, Y^ı-sarizâdeyi, Osman Nihat Akın'ı, Faik Kapan-cı'yı, yakın zamanlarda vefat edenlerden Suphi Ziya Özbekkan'ı, bilhassa Lem'i Atlı'yı takdir ettiğini söyledi. Bu arada, Selâhattin Pıar'dan da yüksek bir bestekâr olan Suphi Ziya Bey merhum hakkında pek sita-yişkâr konuşmadı; ancak bazı güzel şarkıları bulunduğundan bahsetti. Kendisinden bütün musikî tarihimizde mevkii olan bir bestekâr sual ettiğim ve «Refik Fersan» cevabını beklediğim zaman, Sadettin Kaynak'ı ve Selâhattin Pınar'ı gösterdi. Bunlarla kıyas edilmiye-cek kadar yüksek bir bestekâr olarak arzet--v tiğim Tamburî Refik Fersan ve Udî Sedat ö z-toprak'ı hiç bilmediğini anladım. Refik Fersan hakkında ısrarla konuştuğum zaman, hangi «şarkılarına» dayanarak bu hükmü verdi-diğimi sordu. Ben Refik Beyin peşrev, saz semaîsi, sirto, yani saz eserleri bestekârı olduğunu arzettiğim halde, ısrarla şarkılarından numune vermekliğimi arzu etti. Ben de canım sıkılarak muhakkak bir şaheser olan uzunca bir Mahûr şarkısını (Bir neş'e yarat hasta gönül, sen de biraz gül) misal gösterdim. Derhal Sadettin Kaynak'ın bundan daha kıymetli şarkıları olduğunu söyledi. Bu-
rada Safiye Hanımın saz eserleriyle hiç meşgul olmak külfetine girişmediğine emin oldum. Bu arada Sadettin Efendi ile Lem'i Beyin aynı seviyede san'atkârlar olduğunu söy-liyerek iddiasını gülünç bir şekle soktu.
«Büyük bir teessürle kaydedeyim ki, hemen bütün ses icrakârlarımızın san'at bilgisi acınacak haldedir; Safiye Hanımın ilmî seviyesi onlarla kıyas edilemiyecek kadar yüksektir. Bu arada, Safiye Aylanın da gösterdiği veçhile, «bilerek ve muvaffakiyetle okuyan» Münir Nurettin başlıca bir istisna teşkil eder.
«Nihayet Safiye Aylâ'nın ses san'atına gelelim. Babamın on iki senedenberi işlettiği şehrin en büyük ve maruf gazinolarında Safiye Hanımı ve daha nice ses sanatkârlrını binlerce defa dinledim. Bunların içinde Safiye Ayla derecesinde güzel, ahenkli, kudretli bir sese rastlamış değilim. Benden eskiler de Safiye Hanımdan üstün bir kadın sesi dinlemediklerini söylemektedirler. Yalnız ben Mısır'da Safiye Ayla ayarında olarak merhume Esmahan ül-Atrâş ile Ümmü Gülsüm'ü gösterebilirim.
«Safiye Hanımın okuduğu parçalar, nihayet halkın zevkine göre olacaktır. Kendisinin de söylediği gibi, Şevki Beyin o canım şarkılarından ve emsalinden halka iki taneden fazla dinletmek kabil değildir. Fakat bu, istisnasız okuyucularımızın yeknesaklıktan kurtulmamalarını izah edecek sebep değildir. Musikimizde halkın dahi içkili yerlerde zevk alabileceği o kadar eser varken, bütün bir mevsim «repertuar» kelimesini istismar ederek 20 parçaya münhasır kalmak ne can sıkıcı bir şeydir! Dinliyen bıkar da, okuyan bıkmaz; devamlı müşteri ise hiç tatmin edilemez. Bâkî'nin dediği gibi:
Yollarda kalır râh-i rev-î kâbe-yi vaslın, Ömr âhır olur, mevt erişir, zad yetişmez.
«Safiye Hanımda bir okuyucu için son derece mühim olan diksiyon (telâffuz) da mükemmeldir. Bunun için de, iyi Aruz ve Osmanlıca bilmek gerekmektedir. Meselâ Rıfat Beyin meşhur Hicaz şarkısının zemini «Niçin bülbül figan eyler, bahar eyyamıdır şimdi» sekilinde değil, «Niçin bülbül figa neyler, baha reyyamdır şimdi» şeklinde okumak lâzımdır. Bir eserde «siyah» kelimesinin «si-yeh» mi, «siyah» mı telâffuz edileceğini bilmek de, Arûz'a olan vukufa bağlıdır. Kendi-
ne göre her okuyucunun - tâbir caizse- bir «telâffuz üslûbu» olmakla beraber, nihayet bu üslûp, kelimenin söyleniş şeklini asla de-ğiştirmemelidir. Dinlediğim seslerin en harikuladelerinden birine mâlik olan Sabite Tur (şimdi îzmirdedir) bazı kelimeleri (meselâ «mecnun» kelimesini) kendisine mahsus, han-çeresine uygun ve pek dürübâ bir tarzda söylemekle beraber, kelimeyi kat'iyyen bozmadı. Safiye Hanımda en tanınmış okuyucularımızda bile dikkat edilirse tesadüf olunabilen dil sürçmesinden eser bile yoktur. Alafranga parçalarda da muvaffak olduğunu Alabanda Revüsünde görmüştük. Ses perdeleri gayet muntazam olup, eserin edasına hâkimdir,
«Safiye Ayla bazı Arap filmlerinin montajında Sadettin Kaynak v.s. bestlerini okuduğu gibi, plâklara da bazı şarkılar doldurmuştur. Bunlar çok rağbet görmüşlerdir.
«Safiye Aylanın lâdinî musikimizde oku-yamıyacağı parça yoktur. Şöhreti Türkiye hudutlarını çoktan aşmıştır. Senelerdenberi memleketimizin «en büyük ses sanatkârı» şöhretini muhafaza etmektedir ve edecektir. Gerek halk, gerek musikişinaslar arasında emsalinden pek fazla iştihar etmiştir.
AYLIK ANSİKLOPEDİ — İlk saysı 1944 Haziranında çıkmıya başlamış ve 1949 yılında beş ciltten ibaret ilk serisini tamamlıyarak l Temmuz 1949 dan itibaren yepyeni bir şekilde ikinci serisine başlamıştır. 25x35 ebadında 32 sayfalık ilk seri fasiküllerinin sayısı 60 dır ve her ciltte 12 fasikül vardır. Bu ilk seri sekiz punto üzerine dizilmiş ve bol resimlerle de süslenmiştir. Her fasikülde metin dışı bir resim ilâvesi de vardır.
«Aylık Ansiklopedi» Server İskit'in kurduğu İskit Yayınevi tarafından çıkarılmakta olup mecmuanın çok ağır olan yazı işlerini bizzat Server İskit idare etmektedir. Kendisine altıncı sayıdan itibaren Sadun. Galip Savcı ve 25 inci sayıdan itibaren de Hüsamettin Bozok yardım etmişlerdir. İkinci serisinin teknik Sekreteri gene Hüsamettin Bozok ve yabancı yayın sekreteri de Eroğul İskit'tir. Mevzuları Server İskit tarafından seçilmekte ve her mevzu en mütehassıs otoritesine yaz-dırılmaktadır. Bu suretle memleketin en seçkin ilim ve fikir adamları bu ansiklopedik derginin yazıcıları arasına katılmıştır.
AYLIK MECMUA
_ 1604 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
1605
AYNA
Birinci seri «Aylık Ansiklopedi'ye fran-sızca «Larousse Mensuel» örnek alınmış ve bu tip dergi üzerinde uzun bir tetkik yapılarak bizim bünyemize göre tertiplenmiş ve mıl-lîleştirilmiştir. Bu tip ansiklopedik dergiler, bir ansiklopediye geçecek'ehemmiyette olup bir ay zarfındaki hâdise ve icaplar dolayısı ile ön plâna giren mevzuları hemen işleyip sütunlarına almakta, geçmişteki mevzuları da yıl dönümlerinin yeni aylara tesadüfü, yahut her hangi değer bir vesile ile sayfalarına koymaktadır. Bu suretle, zamanla bir lâstik ve tam ansiklopedinin her maddesi bu ansiklopedik dergiye gire gire günün birinde mükemmel ve tam bir ansiklopedi vücut bulmaktadır. Bu şekil, klâsik bir ansiklopedinin, itmam edilinceye kadar geçmesi tabii olan zaman içinde, evvelce yazılmış olan bazı maddelerinin değişmiş bulunmasını da önliyerek ber hâdiseyi, her keşfi, her icadı, hemen o ay içinde verdiğine göre, bunların en son ve en yeni şeklini tesbit eylemektedir. Bu hal, günün icaplarına göre müracaat edilmesi gerekli bentlerin behemehal istifadeye arzını temin etmektedir. Böylelikle okuyucuyu, klâsik ansiklopedilerin bazı maddelerini bulmak için onların muhakkak ikmalini beklemek mecburiyetine sokmatadır. Bu nevi ansiklopedik dergilerin bir hususiyeti de hangi ay münde-recatını ihtiva ediyorsa o aya ait siyaset veya kültür hareketlerini ayrı bir ilâve halinde vermesidir. Bu ilâveler cilt sonuna toplu bir halde konmuştur.
Daha geniş bir okuyucu kitlesinin kültür ihtiyacını karşılamak maksadiyle ikinci seri münderecatı daha mütenevvi, olarak tertiplenmiştir. İkinci seri 20x28 eb'admda 48 sayfa metin ve 4 sayfa ilâveden mürekkep olup kuşe kâğıda basılmış bir kapak içine konmuştur. Kapağın ilk sayfasında aktüel bir resim, arka sayfasında da dört renkli tarihî bir tablo vardır. Metin 'kısmı üç ayrı şekilde işlenmiştir. Birinci forma aktüalite kısmıdır ki bunda hem bir ayın çeşitli iç ve dış politika, spor, güzel sanatlar ve kültür hâdiseleri tahlil edilmekte, hem de Türk ve dünya matbuatının en cazip, en sürükleyici ve faydalı yazıları hulâsa veya nakledilmektedir. Çok nefîs karikatürlerle de süslü olan bu aktüalite kısmından sonra gene bir formalık tarih kısmı gelmektedir. Bunda gerek dünya
tarihinin, gerek Osmanlı tarihinin eh meraklı ve hattâ en tuhaf vak'aları dikkatle incelenmektedir. Eski Türk hayatını gösteren çeşitli tablolar da bu kısmı ayrı bir zenginliğe kavuşturmuştur. Üçüncü forma ise birinci seri ansiklopedi tertibiridedir ve onun bir devamıdır. Ancak birinci seriyi edinememiş okuyucuları tatmin edebilmek için, şurası düştükçe oradan bâzı hulâsalar da yapılmaktadır (B.: îskit, Server).
1959 da Aylık Ansiklopedi neşriyatını tatil etmiş bulunuyordu (B.: İskit Yayınevi)
AYLIK MECMUA — İlk sayısı 1926 Nisanında çıkmış aylık bir magazindir. 1927 Martına kadar ancak on iki sayı çıkmıştır. İlk beş sayısı 23x30 boyunda 48 sayfa olup kartona yakın kalın kâğıttan bir kapak içinde çıkmış ve bu kapağın birinci yüzüne 20x25 (takriben) boyunda üç renkli resimler basılmıştır. Bu resimlerin beşi de şuh sima ve şuh meş-reb genç kız ve kadın resimleridir. Mecmuanın müdürü Kemal Salih (Sel) dir ki o yıllarda büyük bir rağbet görmüş Haftalık Mecmuanın da sahibi idi. Aylık Mecmua bu haftalığın gördüğü rağbetten cesaret alınarak çıkarılmış, fakat berikinin yazı canlılığı her nedense aylıkta temin edilememiş, bir yıl sonra da kapatılmıştır. Aylık Mecmuanın on iki sayısında görülen imzalar şunlardır: Abidin Dâver, Selim Sırrı, Ahmed Şükrü (Esmer), Agâh İzzet, Server Bedi, Nebahat Ramiz, Foto Namık, Mümtaz Faik, Sedat Ulvi, Mekki Sait, Ahmet Kadri, Mehmet Refi, Refik Ahmet, Kemal Ahmet, • Ahmet Muhib Doktor Fahri, Çelebizâde Sait, Ekrem Tevfik, Seyyah (Hakkı Süha), Bahattin Tevfik, Akil Şina-si, Ercüment Ekrem, Aka Gündüz, Halil. Mecmuanın ressamlığını Ahmet Münif (Münif'Fe-him) yapmıştır.
Altıncı sayıdan itibaren mecmua 16 sayfaya indirilmiş, üç renkli resimle süslü kalın kapak da yerini ilânlar basılmış ince elvan kâğıda terketmiştir. Fiatı da 25 kuruştan 10 kuruşa indirilmiştir. Karilerimizle baş başa sütununda bu değişiklik şöyle izah edilmiştir: «Aylık Mecmuayı beş aydanberi ziyanda çıkarmakta ısrar ve inat ettik. Ziyanın yekûnu iki bin beş yüz liraya varınca yeni bir şekil vermeği mecmuayı kapamağa tercih ettik. Nüsha başına istihsal masrafı yirmi beş kuruşu geçiyordu. Halbuki yirmi beş kuruştan
Topkapusu Sarayı Müzesinde Kanunî Sultan Süleymanın fildişi el aynası (Resim: Hüsnü)
fazla bir fiyat da konulamazdı, bunu verebilenler dahi mahduttu. Gösteriş namına yapılan kap masrafını hazfettik. Buna mukabil münderecata ihtimama karar verdik. Mecmuanın yeni sekilinde daha kısa ve kolay okunur mütenevvi ve eğlenceli yazılar bulunacaktır.»
Aylık Mecmuada İstanbul hayatı bakımından bugün bir vesika kıymeti alan yazılar şunlardır: Doktor Galip Hakkı merhumun Topkapu Fukâraperverâne Yurdu (Mümtaz Faik) Bayazıd kulesinden İstanbul ve İstanbullular (Mekki Sait) Beyoğlunun İç yüzünü Okumak İsterseniz Oraya Sabaha Karşı Gidiniz, Süt Damlası, Süleymaniye Kulübü, Altın-ordu Kulübü, Muharrir Hasan Bedrettin'e ait hâtıralar, Hilâl Spor Kulübü, Yıldız Kumarhanesi, Beykoz Zindeler Yurdu, Vefa İdman Yurdu, Beylerbeyi Kulübü, Kapalıçarşıda bir öğleyemeği, Ahçı Mığır Efendi, İstanbulun Şampiyon Horozu, Beşiktaş Kulübü, Diyojen Mehmet Ağa> Galatasaray Kulübü.
Mecmuanın ikinci saysında Foto Namı-ğın sünnet çocuğu resmi de İstanbul hayatı bakımından kıymetli bir vesikadır. Aylık
Mecmua, İstanbulda magazin yolunda atılmış ilk büyük adımlardan biri olmuştur.
AYNA — Endam aynası, konsol ve duvar aynası, el aynası ve cep aynası denilen çeşitleriyle, Büyükşehirde devir olmuştur ki, ayna kullanmak ve bulunulan yeri ayna ile süslemek salgın bir merak, bir moda halini almıştır (B.: Avize ve Ayna Modası).
Son zamanlara kadar, İstanbulda, orta halli ve hallice aileler kız alırlar iken, gelin odası eşyası arasında, üstünde iki karpuzlu lâmbası ve çerçevesi yaldızlı aynası ile bir konsol, baş parçayı teşkil ederdi.
Eski İstanbul konaklarında ve yalılarında yerli, muhteşem çerçeveleriyle duvarlara gömülmüş müteaddit endam aynaları, eski Türk yapı san'atınm iç mimarisinde başlıca tezyin motiflerinden idi; öylesine ki, İstanbul Üniversitesinin edebiyat ve fen fakülteleri iken yanmış olan meşhur Zeynep Hanım konağında, bu meşhur prensesin şahsına mahsus olan ayak yolunda bile bir endam aynası vardı.
Duvar aynaları, asırlar boyunca İstanbul kahvehanelerinin, berber dükkânlarının, mey-
Topkapusu Sarayı Müzesinde gümüş el aynası (Resim: Behçet Elver)
AYNA
•— 1606 —
istanbul
ANSİKLOPEDİSİ
— 1607 —
AYNA
hanelerinin ve hamamlarının da başlıca süslerinden ve bir ihtiyacı karşılayan başlıca eşyasından olmuştur; bunlardan çoğu da, aynalarının çokluğu veya büyüklüğü dolayısiyle «Aynalı Kahve», «Aynalı Meyhane» gibi isimler almıştır; ve hattâ bu yerler .de isimlerini İstanbul sokaklarına vermişlerdir, Galatada bir «Aynalı Lokanta Sokağı», Karagümrükte Kasım Gönanî Mahallesinde bir «Ayanalı Dükkân Sokağı», Mevlevihanekapısı ile Siliv-rikapısı arasındaki Veledi Karabaş Mahallesinde bir «Aynalı Bakkal Sokağı» vardır. Be-yoğlunun da meşhur bir «Aynahçarşı» sı vardır ki son zamanlarda ismi «Avrupa Pasajı» na değiştirilmek soğukluğu yapılmıştır.
Yeniçeri zorbalığının en azgın devrinde, (Üçüncü Selim, Dördüncü Mustafa ve İkinci Mahmud devirleri), ocağın sayılı fırtınaları olarak geçinenler, hem kârlı, hem şenlikli bir meşgale olarak büyük ve fevkalâde müzeyyen kahvehaneler açıp işletirlerdi; resmi küşadı, Süleymaniyedeki Ağakıpısmdan başlıyarak kahvehanenin bulunduğu yere kadar devam eden tantanalı bir alayla yapılan bu kahvehanelere, sahibinin haraca kestiği erbabı servet ve tüccar tarafından, hediye olarak içinde kuşu ile beraber kıymetli kanarya kafesleri ve keza kıymetli duvar ve el aynaları getirilirdi (B.: Kahvehaneler).
Eski berberlerde de, tı
raştan sonra, çırak müşteri
ye bir el aynası tutar, bah
şişi de avucuna değil, tuttu
ğu aynanın üzerine bırakılır
dı (B.: Ayinedar). Müşteri er
babı servet ve itibardan ise,
çırak, yüz tıraşı müddetince
karşısında durur ve ayna tu
tardı; aynı âdet hamamlarda
da vardı, müşteri giyinip kuşandıktan,
bilhassa itina edilen kavuğunu giydikten
sonra natur ayna tutar bahşişi de ayna
üstüne konulurdu; İstanbulun eski kül-
hânî ağzında bu âdetten gelme bir «ay
na öpmek» tâbiri vardı, bir yere gidip
de yediğine içtiğine veya kendisine ya
pılan bir hizmete parası çıkışmıyarak
hacil ve rezil olarak çıkıldığını
anlatmak için söylenir (B.: Ayna
Öpmek). (Eesüm
Aşağıdaki mısralar Enderunlu Vâsıfın İstanbullu bir mahalle kızı ağzından anasına hitaben yazılmış meşhur manzumesindendir:
Çok yaşayan mı bilir î§ yoksa çok gezen Tâ gezmedikce olamadım ben bozuk düzen Tahsin ider cemâlimi gördükçe merd ü zen Kendime virüb âyînede bir çeki düzen Onbeş yaşında kendime bir oynag arayam
El aynaları, saplı veya sapsız, çerçevesinin, yuvasının ve kapağının gümüşten veya altından, fil dişinden yapıldığı zaman üzerine bir de kuyumcu emeği ve san'ati binerdi ve bu* ailenin mücevheratı arasında yer alırdı; murassa el aynaları ise, giranbaha bir kıymet taşırdı. Kıymetli el aynaları, kibar ailelerin kız cihazı arasında asla unutulmıyan başlıca eşyadan ve mücevherat faslından idi.
Eski el aynalarnm en güzel ve kıymetlilerinden biri Topkapu Sarayı Müzesinde Kanunî Sultan Süleymana aid bir fildişi aynadır, müzede 2893 numara ile kayıdlı olan bu ayna hicrî 950 (milâdî! 1543 -1544!) yılında Ganî adında bir sanatkâr tarafından yapılmıştır; aynanın arkalığı yekpare fildişinden olub üzerinde Türk oymacılık sanatının şahikasına varılmıştır, göbeğin üslûblaştırılmış çiçekleri seyredenlerin gözlerini karartacak derecede hurda nakışlarla bir cennet bağçesi gibidir. Kenarında çiçekler ve dallarla süslenmiş bir zemin üzerine sülüs hat ile şu kıta yazılmıştır:
v
Ruşen cemâlin âyinesin ol sânii lemyezel
Küsün münevver dâima hem ir-mesün her giz halel
Dev itdüğünce rûzigâr ile kevn leylü nihâr
01 gil kemâli ilm ile âlemde lûtfi bîemâl
Yâ Rab bi hakkı Muhammed âlü ashâb
hakkıçfin Kıl gel duasın müstecâb bu bendenin bî halel
Fildişi ar-kalığın sapa rabtedilen alt kısmı üzerinde de sanatkârın imzası vardır: «Der eyyamı Sultan Süleyman Şah Amile Ganî sene 950».
Bu güzel ayna 1958 yılında
Behçet Elver) müze müdürü Halûk Şehsüvar-
oğlu'nun himmeti ile sarayda açılan Kanunî Sergisinde teşhir edilen eşyadan biri olmuştu.
Sakal traşmı kendi eliyle yapan İstanbul kişizadelerinin traş takımları arasında bir ayna, «traş aynası» adını alırdı ki, el aynasından farkı, açılan kapağının arkaya çevrilidiği zaman aynı zamanda aynaya bir destek olmasıydı. Bilhassa Tanzimattan sonra, güvey hediyesi arasında kıymetli bir usturası ile san'at eseri bir traş aynası, kız tarafından görgü ve zevkinin mehenklerinden sayılırdı; kıymetli traş aynalarının çerçeve ve kapakları, altın ve gümüş yerine tercihan fildişinden, bağadan, abanozdan, gül, maun, zeytin ağaçlarından yapılırdı. Ceviz çerçeveli ve kapaklı traş aynaları harcı âlem sayılırdı.
İstanbul saray ve konaklarının eski hanımefendileri tarafından kullanılan ve namL bir kuyumcu elinden çıkmış ağır ve kıymetli el aynaları, zamanımızda, yerini tuvalet takımlarının şu veya bu kıymetteki aynalanna, lüks eşyadan sayılan kadın çantalarının bir kadın ağzını, bir kadın gözünü sahibine gösterebilecek liliput aynalara terketmiştir.
Tanzimattan beriye, Büyükşehir halkının ayaktakımı, onların da hovarda, kabadayı ve külhanî boyunun uçarı delikanlılık ile kıranta-lık çağları arasında olanları, bıyık burmak, düzeltmek ve zülüf, kâkül taramak için yelek ceplerinde bir cep aynası bulunduragelmiş-lerdir; ekseriya sarı, mavi, kırmızı, yeşil boyalı teneke yuvalara oturtulmuş olan bu aynalar, ayak satıcılarının işporta malıdır, mahalle atlarlarında, tıraş takımı, çakı, oyuncak, mendil, çorap gibi şeyler bulunduran han kapılan esnafında satılır.
Bu teneke ceb aynalarının arkalarında, Bayazıd kulesinin, Galata kulesinin, Kız kulesinin resimleri iptidaî kabartmaları bulunanları da vardır..
1909 da da arkalarında, o zamanın tâbiri ile hürriyet kahramanları Enver ve Niyazi Beylerin resimleri bulunan harcı âlem ceb aynaları çıkmıştı. Cumhuriyette de Atatürk resimli ceb aynaları çıktı.
Bu madde içinde, İstanbul taramvayları-mn vatman aynalarını, taksi otomobillerinin şoför dikiz aynalarını, belediye tarafından sert dirsekli yol kavşaklarına kazaları önlemek için asılmış büyük sokak aynalarını unut-
mamak lâzımdır ki 1947 de bu aynalardan biri, Beyoğlu kaymakamlığı arkasından Şişhaneye inen yolun sert dirseğinde, biri Ebussut Cad-» desiyle Alemdar Caddesi kavşağında, biri İs-tinye asfaltında, biri Aksaray karakolu yanında idi. Taksilerdeki dikiz aynaları, bir ara, müşterilerin şoför gözü altında yolculuktan duydukları sıkıntı düşünülerek kaldırılmış, fakat, şoförlerin, uygunsuz yolcular tarafından ani bir tecavüze uğramaları, şoförlerin can emniyeti bakımından dikiz aynasına tekrar müsaade edilmiştir.
Aynanın âdi camdan veya kristalden yapılmış bulunması, aynaların sır sağlamlığı ve temizliği bakımından kıymetlenmesi, bu ansiklopedinin mevzuu dışındadır; burada şunu kaydetmek lâzımdır 'ki, halen piyasada mevcut en kıymetli aynalar, yıkıcılar elinde sayıları her gün biraz daha azalan eski İstanbul konak ve yalılarından çıkarılan büyük kristal endam aynalarıdır.
AYNA — İstanbul sularında rastlanan mahlûkattandır; çağanoza benzer, fakat ista-.koz kadar büyüktür, vücudu beyzî, morumtırak hâki renkte, vücudunun kutru otuz santimetre kadardır. Uçlarında birer sivri tırnak bulunan dört çift ayağı ve bir çift makası vardır, fakat makasları İstakozun makasları kadar büyük ve dayanıklı değildir. Vücudunun etrafında sivri dikenler, gözlerinin arasında boynuza benziyen bir çift kemikten elleri vardır. Bunların yekdiğerine temas eden kenarları testere gibidir. Hayvan icabında diş yerine kullanır. Ayna, İstakoz ve böceklerle be-
Ayna (Resim: K. Deveciyandan)
AYNACI
— 1608
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 1609 —
AYNALIÇEŞME MESCİDİ
raber tutulur. Eti az, lezzetsizdir, makbul değildir. Cahil halk arasında, kabuğu, kem gözlere karşı tılsım bilinir; eskiden, esnaf ayna kabuğunu yaldızlayıp nazarlık olarak dükkânlarına asarlardı.
AYNACI — İstanbulun külhanı argosunda vadinde, sözünde durmayan adam; hile-
kâr, düzenbaz.
AYNACI ÇIKMAZI — Bayazıd nahiyesinin Kalenderhane Mahallesi sokaklarmdan-dır. Kovacılar Caddesinin, Süleymaniye Caddesi kavşağından gelindiğine göre, başlangıcından az ileride, iki arabanın geçebileceği genişlikte, bozuk, kaba taş döşeli olarak başlar. Hafif bir meyille yükselerek, kısa Mr gidişten sonra, sırtını Bozdoğan kemerine vermiş, betonla takviyeli üç katlı bir kagirin önünde biter. Etrafındaki evler de birer, üçer katlı kagir ve ahşap yapılardır.
Aynacı Çıkmazı Siirtlilerle meskûn olup, pek bakımsızdır. Müzahrafat ile dolmuş bulunup daha cadde kavşağı başında insanın yüzüne müteaffin bir hava çarpar, şehrin göbeği sayılan bir yerde bu ihmal, hazindir (1947).
İsmail Ersevim
AYNALI — İstanbulun külhanı ve hâne-berduş pırpırılar argosunda güzel, yakışıklı oğlan, delikanlı; misaller:
Bir kahveciden bahsederken:
— Olan herif nereden bulur bu aynalı
çırakları...
Bir sefil ihtiyarı işaretle:
— Moruğa Güzel Hasan derlermiş.. Öy
le aynalıymış ki çocukken, Tophanede bir ta-
neymiş..
Köprü altında yalın ayak yarı çıplak iki çocuk arasında;
— Hafızsın sen ulan., senin gibi aynalı olsam sürünür müyüm burada..
R.E. Koçu bu argo kelimeyi «Hüseyin Çocuğa Mersiye» (B.; Ayaşlı, Hüseyin) adlı şiirinin bir kıtasında yine «güzel» anlamında fakat yalnız bir uzva tahsis ile tereddüd et-den kullanmıştır:
Sesi poyraz Gözleri aynalı Kan kırmın . Külhan çocuktur
Nadiren kadın hakkında da kullanılır: «Kart ama., aynalı karıdır..» gibi.
İşlerin maksad ve murada uygun gitmesi, misâl:
— Dalgan (durumun) nasıl?
—' Aynalı...
Bir şeyin en güzeli, mükemmeli:
-
Falçatan (bıçağın) var mı?
-
Aynalısı!..
Argo kelimeler genç şairlerimizin ağzında edebiyatımıza bol bol girmeye başlamıştır:
Dostları ilə paylaş: |