İstanbul ansiklopediSİ Büyükada Camii (Resim: Kemal Zeren)


İster isen bizbize ey dilşikâr Aynalıkavağa gitsek bu pazar Sen de reftar eyleseh orda ne var Aynalıkavağa gitsek bu pazar



Yüklə 4,97 Mb.
səhifə60/75
tarix07.01.2019
ölçüsü4,97 Mb.
#91759
1   ...   56   57   58   59   60   61   62   63   ...   75

İster isen bizbize ey dilşikâr Aynalıkavağa gitsek bu pazar Sen de reftar eyleseh orda ne var Aynalıkavağa gitsek bu pazar

Bir müferrah yer değildir Ihlamur Şimdi Boğaziçine gitmek de zor Cambaza gitsek olursun bîhuzur Aynahkavağa gitsek bu pazar

Pek kalabalık Kâğıthane hele İmrahor'a azmedüp düşme dile Bir iki candan güzel ahbab ile Aynahkavağa gitsek bu pazar

Hicrî 1286 da Tersanede inşa olunan 195 tonluk bir vapurumuza da Aynalıkavak adı verilmişti.



Halûk Y. Şehsüvaroğlu

AYNALI KÜP — Osman Cemal Kaygı-lı'nm Çingeneler romanında, gece ve gündüz içer, yarı deli bir serseri ayyaş tipidir. Muharrir, Kazıklıbağda çingeneler arasında geçen bir âleme soktuğu bu adam hakkında:

O Eyyub, Defterdar, Ayvansaray sokaklarında her gün çocukların peşine takılıp da:

— KüüpL Aynalı küüp!

Diye kızdırdıkları saç sakalı karışmış o perişan ve hiç ayılmaz herif» diyor (B.: Çingeneler).

AYNALI LOKANTA SOKAĞI

— 1616


istanbul

ANSİKLOPEDİSİ

1617 —

ayna öpmek






AYNALI MEYHANELER — Galata köprüsü geçilip Karaköye varılınca, Tophaneye giden tramvay caddesinde, şimdiki «Artin» ve «Saray» lokantasından sonraki Helvacı Sokağında idiler. Bugün o sokağa adları verilerek «Aynalı Lokanta Sokağı» deniyor.

Bundan 35, 40 yıl evvel orada karşılıklı iki meyhane, daha doğrusu birahane vardı.

Bu adları taşımalarının sebebi, duvarlarda, çepe-içevre aynaların bulunuşu.


Galata meyhanelerinin hepsinin üstünü, temizi o ikisi idi. Tertemiz mermerli, pırıl pırıl cilâlı masalar; güvez kadife döşeli kanapeîer; garsonların sırtlarında beyaz pikeden ceketler, ellerinde kar gibi peçeteler. Uygunsuz takımının uğrağı değil; haraza maraza az. Zira müşterinin para tutanları, rabıtalıları gelip gitmede. Çünkü civarın kıyak meyhanesinde rakının karafakisi, biranın bardağı kuruşa iken orada rakı ikiliğe bira 60 paraya.

Verdiği halis kayık düzü, yahut mihyoti mezeleri de seçme, sıcaklı soğuklu, artıklardan kavançe değil.

Havalanmış, B ey oğluna ayak dadandırmış daire mümeyyizleri, kâtipleri, yukarıyı boylamadan önce oraya seğirtirler, biraz kafa parlatıp efendi efendi kapıdan çıkarlar, yolda eş ihvana rastladılar mı:

— Aynalı'da beş altı tek çaktık. Arkası bilmem nerede sökün edecek?., i yapıştırır-lardı.


AYNALI LOKANTA SOKAĞI — Gala-tanın Müeyyetzade mahallesi sökaklarından-dır; bir çarşı boyudur.

Necatibey Caddesinden (Karaköy - Tophane tramvay yolu), iki arabanın zor geçebileceği genişlikte ve kaba taş döşeli olarak başlar. Ortalardan sağa doğru ayrılan Arşın Sokağı kavşağına kadar; bulunan müesseseler şunlardır:

Başlangıçta, solda: Tavukçu, depo; iki tavukçu yanyana; bitişiğinde Sarnıçlı Han, altında bakkaliye; yanında hurdacı, terzi leva-zımatçısı.

Sağda: Komisyon evi, Süs Foto evi, iki terzi, Adapazar tavukçusu, yanında lâstik fabrikası, Kefalonya lokantası.

Arşın Sokağı kavşağından, Yenicamı Hamamı Sokağı ile Kemeraltı Caddesinin kesiştiği yere, buradan itibaren artık bir araba enine inmiş Aynalı Lokanta Sokağının nihayetine kadar olan müesseseler de sulardır:

Solda: Evkafa ait iskeleti ayakta duran iki katlı bir kagirin, altında kömürcü; ileride en nihayette hurdacı.

Sağda: Eskiden Büyük Millet Hanı denen, şimdi Büyük Balıklı Ham, altında tavukçu ve sobacı; yanında Aynalı Aşevi, Ulus berber salonu; tavukçu, Ototeknik, tesviyeci, çarkçı.

îşlek bir sokaktır, daimî bir faaliyet ve canlılık halindedir. Sekenesi yukarıda zikredilen iş ve sanat erbabıdır (Temmuz 1947).

İsmail Ersevim

AYNALI LOKANTA SOKAĞI FACİASI — 1946 yılı Ocak ayının otuz birinci günü işlenmiş bir cinayetin ikinci safhası; muhitinin sevilmiş ve hürmet edilmiş bir siması olan kaatilin bu sokakta bulunan atölyesine kapanarak, binlerce İstanbullunun gözü önünde intiharı vak'asıdır.

O yıllarda intihar vak'alarının nesri yasak olduğu için gazeteler Galatayı saatlerce heyecan içinde ayakta tutan Aynalı Lokanta Sokağı faciası kahramanının bir kaza kurşunu ile vurularak öldüğünü yazmışlardır. Genç tornacı ustası Nazif Kuş birbuçuk sene evvel Fâtih'de Şekerci Hanının odabaşısı olup ayni •handa oturan Mehmed Muzafferin güzel kızı Kevser ile evlenmiştir. Nazif ustanın yersiz ve ölçüsüz kıskançlığına ve hırçın tazyikine tahammül edemiyen genç kadın az sonra Se-

kerci Hanına kaçmış, kocasının görüşüp barışma tekliflerini kesin olarak reddetmiştir; Nazif de bu red cevabını bildiren kaynatasına: «O halde bu işi tabanca temizler!..» demiştir. Bu tehditten dört ay kadar sonra, çırağının anlattığına göre 31 Mayıs gecesini cinnete yakın buhran içinde geçirmiş, atölyenin üstündeki odasında geç vakte kadar tabancasını silmiş, yağlamış, hazırlamıştır. Ertesi sabah saat yedid'e Şekerci Hanına gidip Kevseri aramış, bulamamış, kaynatası ve kaynanası ile kavga ederek silâhını çekmiş evvelâ onları, sonra silâh seslerine koşan diğer odabaşı Kâzım Güngör'ü vurmuştur. Cinayeti müteakip bir taksiye binerek Gaitadaki atölyesine gelmiş ve kepengi içeriden kapayıp hâdisenin inkişafını beklemiştir.

Kaatilin izini pek çabuk bulan zabıta 8.30 da Aynalı Lokanta Sokağındaki atölyeyi kordon altına almış, teslim olması ihtar olunan Nazif:

— Ben ancak savcıya teslim elurum!..

Cevabını vermiş, savcı da geldiği halde kepengi yine açmamış :

— Bir parça müsaade edin düşüneyim!..

Demiş, vak'ayı duyan iki bini mütecaviz İstanbullu bütün civar sokakları doldurmuş; zabıtanın bütün tedbirlerine rağmen Galata-da trafik felce uğramış ve kaatilin teslim olmasına intizar, akşam üzeri ortalık kararmaya kadar devam etmiştir. Nihayet kendisine karşı silâh kullanılacağı ihtar edilerek kepengin kırılmasına başlanırken atölyenin içinden bir silâh sesi işitilmiştir ve tornacı ustası Nazif Kuş intihar etmiştir ve cesedi bir cenaze arabası ile Morga nakledilmiştir.

Genç sanatkârın kaatil olduktan sonra bu feci âkibeti kendisini iyi ve temiz adam olarak tanımış muhitinde çok derin bir teessür uyandırmıştır.

«En Son Dakika» gazetesi bu vak'a üzerine «bir yuvayı söndüren Fâtih cinayetinin iç yüzü» serlevhası altında «Ad - Ak» imzası ile birkaç gün devam eden bir yazı neşret-miştir.

«Kemal Film» in çevirdiği «Kanun nâmına..» adındaki filmin senaryosu da bu Aynalı Lokanta faciasından mülhem olarak yazılmıştır (B. : Kanun nâmına).

Bibi.: Cumhuriyet Gazetesi.

O sokağın az ötesinin eski adı « Sidikli Sokak.» Gelen geçenin köşesine bucağına (boyuna su döküldüğünden ötürü. Daha ilerisinde birkaç umumî ev de var 'ki içleri 100 paraya, üç kuruşa, hattâ bir çift tayin ekmeğine fit yosmalarla dolu. Sermed Muhtar Alus



AYNALI YAZI

Arab asıllı Türk harfleriyle tek harfi, veya bir kelimeyi, yahut bir cümle bir tersi olmak üzere karşılıklı iki defa yazmak; eski yazı sanatı ıstılahı ile mü-sennâ yazının halk ağzındaki adı. İs-tanbulda müsennâ,

Aynalı Yazı Aynalı yazının bi-

rer san'at bediası

olan en güzel örnekleri, Fâtih Sultan Mehmed devri eserlerinden Babı Hümâyûnun kitabesi ile zamanımızın seçkin sanatkârı Hattat Hâ-midin Şişli Camiinin kapusu üzerine yazdığı yazıdır.

Bibi: M. Zeki Pakalın, Tarih deyimleri ve Terimleri, I.

AYNA ÖPMEK — İstanbulun eski kül-hâni, pırpırı, kopuk argosunda «parasızlık yüzünden fiyakası bozulup hacîl ve rezil olma» yerinde kullaılırdı; şöyle ki berberlerde tıraş bitince çırak, hamamlarda da giyindikten sonra natır müşteriye bir el aynası tutardı; müşteri de tıraştan veya hamam çıkışı tutulan aynada yüzünü şöyle bir temaşadan sonra çırak oğlanın veya natırın bahşişini tutulan ayna içine bırakırdı. Yeniçeriliğin itlik, kopukluk, haytalık yolunda en azgın devri olan Üçüncü Sultan Selim ve Dördüncü Sultan Mustafa zamanları ile İkinci Sultan,

AYNASIZ

— 1618 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 1619

AYNİ (Mehmed Ali)




Mahmud'un ilk saltanat yıllarında İstanbul-da «Cezâyer Kesimi» denilen bir baldırı çıplak kopuk kıyafeti moda olmuştu; gül gon-cesi gibi beyzadeler, paşazadeler bile Cezâyer Kesimi esvaplar yaptırıp sokaklarda baldırı çıplak, yalınayak dolaşmışlardı (B.: Cezâyer Kesimi); baldırı çıplak, kopuk güruhu da ayaklan yalın olduğu halde aç durarak, veya gasp ile, hırsızlıkla, ve güzelceleri de hattâ iffetini satarak bellerine, başlarına üçer beşer endaz uzunluğunda İran ve Hind şalları sararlardı. Berbere gittiklerinde veya hamama, girdiklerinde şallarına aldanıp da ayna tutan çırak oğlanlarla naturlara bahşiş vermek şöyle dursun, yine i'tlifcden kinaye «param yok» yerine tutulan aynayı öperler, ve ekseriya tıraş parasını, hamam parasını bile vermeden çıkıp giderlerdi. Hem bu zillet karşısında hem de edebsizliklerinden çekinilerek berberle hamamcı para için yakalarına yapış-mazlardı.

Bu külhânîler kendi aralarında çekişirler-ken birbirlerine hakaret kastı ile, yahut şeref ve haysiyet iddiası ile: «Ulan sen hamamda ayna öpersin!..», yahut «ben hamamda ayna öpenlerden değilim!..» derlerdi.

AYNASIZ — Külhânî ve h|meberduş pırpırılar argosunda polis; külhanı ağzından alınma olarak tezkiresiz ayaksatıcıları arasında belediye polisi; misaller:


  • İzmirli geliyor, çeneni tut..

  • Bilirim, aynasızların adamıdır..

*

  • Aynasızların eline düşmedim hiç..

  • Düşersin oğlum, biz yolcu, onlar hancı.

*

Mahmudpaşa Çarşısında halkdan bir fahri muhbir işportacılara seslenir:

— Aynasız!..

AYNASIZ, AYNASIZLIK — İstanbul argosunda aksi, kötü, can sıkıcı durum, yer ve adam; misaller:

Otobüsde uzunca bir yolculukda oturduğu yerde mütemadiyen zıplayan:

— Amma aynasz yermiş be..

îg hayatında durgunluk yahud serseri gurubunun sıkı baskı ve tâkib altında bulunduğu sıralar için:

— İşler aynasız!..


Şahıs hakkında:

— Cemal mi?.. Bırak aynasızı..

Faraza hak edilen bir hammallık ücretini kırpan, yahud bir hak ödemede sonra gel diyen şahsa hitabda:

— Abi.. aynasızlık yapma şimdi...

AYNÎ —ı On beşinci asır şâirlerinden, hal tercümesi tesbit edilemedi; «Câmiül Ne-zâir» de İstanbul sânında yazdığı bir murabba vardır; bu manzumeyi Âsaf Halet Çelebi merhumun «Divan şiirinde İstanbul» adındaki eserinden naklediyoruz:

Şehri âzam kim binası gerçi ma'ü tıyndadur Ya anun üstündedür cennet yahud aütındadur Bu haber Mm söylesür hem zahir ü bâtmdadur Revnakı bu kâinatın şehri Kostantindedur

Ger sala Sultan Muhammedi Ziilfikaarı Hayderi Misli Hayberdür küsâd îde bu yedi kişveri Dir melekler nutka geldikçe felekler dilberi Revnakı bu kâinatın şehri Kostantindedur

ı

Misli dünyâdur anın içindeki camileri Zeyn olur hem cum'a gün huffâr ile mahfilleri Kuşe ber kuşe olmuştur cihan hâmilleri Revnakı bu kâinatın şehri Kostantindedur



îki âlem görmeği fikridersen câa ile Var Kalâtâ şehrine deryayı geç seyrân ile Bade vir de ömrü nâş ît bâdei hûbân ile Revnakı bu kâinatın şehri Kostautindedur

Şule sadukça zemin üstüne mâhi encümen Nergisi rânâ biter, hâk üzre her kuşe çemen Bir zebanı câıı ile sorsan bu ğüftârı çü men Revnakı bu kâinatın şehri Kostantindedur

Feth idüb Sultan Muhannaed anda câ eyledi Kân âlîler yapııb firdevsi âlâ eyledi Değmemiş ey Aynî pür gilmânü havra eyledi Revnakı bu kâinatın şehri Kostaatindedur

AYNÎ (BÂLATLi) — Onaltıncı asırda Galatanın en namlı uygunsuz kadınlarından; mahallesinin şikâyeti üzerine tevkif edilip yapılan tahkikat ve yüzleştirmede yaramazlığı sabit olarak H. 973 (M. 1565) tarihli bir fermanla ve yine Galatanın diğer namlı birkaç fâhişesiyle beraber İstanbuldan sürüldü. (B.: Fati, Arab; Kamer, Atlıases; Narin, Nefise).. Bibi.: Ahmed Refik, Onuncu hicrî asırda İstanbul

AYNÎ (Hasan Tahsin) — Seçkin ilim adamı, iktisada; Mehmed Ali Aynî'nin küçük kardeşi (B.: Aynî, Mehmed Ali); 1877 de Ser-fiçede doğdu, tahsilini İstanbulda Vefa İdadisi ile Mülkiye Mektebinde yaptı, Mülkiyeden 1896 da henüz on dokuz yaşında iken birincilikle çıktı ve maarife intisab etti; Kaba-



Hasan Tahsin Aynî (Resim: Nezih)

taş Sultanîsinde, Ticaret Mektebi Âlîsinde Müdürlük yaptı, Divânı Muhasebat âzalığında, Maliye Müsteşarlığında, Islâhatı Maliye Komisyonu âzalığında, tekrar Lise Müdürlüklerinde, Mülkiye Mektebi Müdürlüğünde bulundu, Hukuk Fakültesine iktisad ve mâliye muallimi oldu. 1937 de muallimlik hayatının kırkıncı yılı münasebetiyle Mülkiye Mektebinde jübile yapıldı. Okuttuğu dersler için yazdığı «İlmi Servet Dersleri», «İlmi Mâlî» ve «Mebâdii İktisad» adındaki eserleri çok değerli kitablardır; iki kalem arkadaşı ile beraber geçen asrın dünya ölçüsünde büyük ikti-sadcısı Charles Cide'den terceme ettiği 4 cild-lik «İlmi İtisad» de millî kütüphanemize büyük kazanç olmuştur. Türkiye Maliyesi hakkında da bir broşür hâlinde neşredilmiş güzel bir etüdü vardır. Bu mesâisine gezete ve mecmualara yazdığı ilmî makaaleleri de eklenirse Hasan Tahsin Aynî'nin Türk irfanına olan hizmeti için hiç tereddüd etmeden çok büyük olmuştur demek lâzımdır.

Bibi.: İ.A. Gövsa, Türk meşhurları.

AYNÎ (MEHMED ALİ) — Âlim, şair, filozof; muhtelif idare amirliklerinde, valiliklerde bulunmuş, İstanbul Darülfünununda müderrislik etmiş, bütün ömrünü ilme ve felsefeye ve çeşitli fikir meselelerine harcamış, yerli ve yabancı ilim ve fikir muhitlerinde, •kongrelerinde Türk ve Müslüman tefekkürünü münakaşa ve müdafaa etmiş bulunan Mehmed Ali Aynî son elli yılın yetiştirdiği seçkin zekâlardan birdir. 1285 Zilkadesinin 25 inci Perşembe günü - 25 Şubat 1869 - Serfice'de Aynî oğullarından Necip Efendinin sulbünden dünyaya gelmiştir. Çocuğa önce büyük babası Ali Riza Efendinin adı kondu. Necip Efendi eski bir Sipahi ailesine mensuptu. Ticaretle iştigal ederdi. Mehmed Ali bu Türk ve Müslüman evinde sağlam bir iman ve Rur'an terbiyesiyle büyüdü. Yedi yaşına gelince Ser-

ficede Taşlık mahallesindeki Sıbyari mektebine verildi. Fakat Yunan çetelerinin Ser-fice halkım rahatsız etmelerinden müteessir olan Necip Efendi ailesi Serficeden Selâniğe taşındı. Mehmed Ali de Selânikte o zaman bâzı genç münevverler dönmelerin açmış oldukları yeni usul üzere tedrisat yapan bir mektebe kaydoldu. Ancak yedi ay kalabildiği bu mektepten Mehmed Ali, babasını Yemen vilâyetinde San'a şehrine, hareketi üzerine ayrıldı.. Necip Efendi ailesi İstanbula ve oğlunu Çiçek pazarındaki Rüştiye mektebine yerleştirdikten sonra, San'ada muhasebe mümeyyizi olan kardeşi Şerif Efendinin, yanına gitti.. Sonra ailesini de küçük Mehmed Ali ile beraber San'aya getirtti. Mehmed Ali San'ada askerî rüştiyesine yazıldı. Hususî olarak da ona fransızca ders verdirildi.

Bu askerî rüştiyede Mehmed Ali dikkati çekti. Vali ve kumandan Ferik İsmail Hakkı Paşa mektebin mükâfat tevzii merasiminde Mehmed Alinin fransızca okuduğu bir nutuk üzerine ona kitaplar hediye etmişti.. Mehmed Ali'de fransızca zevki işte bu yaşlarda aşılanmış bulunuyordu.. Babası San'adan İstanbula gelince o da Soğukçeşme Askerî Rüştiyesine nakletti, sonra da Gülhane Rüştiyesine devam ederek mezun oldu. 1883 de Abdurrahman Şeref Beyin müdürü bulunduğu Mülkiye Mektebine girdi..

•Bu devir, Abdülhamid istibdadının en şiddetli, Mülkiye Mektebinin de en parlak devirlerinden biridir. Recaîzade Ekrem, Murat Bey, Ali Şehzade Efendi, Portakal Mikâel Paşa, Sakızlı Ohanes Efendi gibi zamanın seçkin ve tanınmış simaları mülkiyede ders veriyorlar ve gençlerin ruh ve ufuklarını genişletmeğe çalışıyorlardı. Mehmed Ali burada Süleyman Nazif, Ali Kemal ve Reşit Bey (H. Nâzım) gibi sonradan memleketin meşhur olacak gençleriyle tanıştı.. Yeni fikirlerle karşılaştı, is-

,'tibdadâ karşı Malı . ... , „

' s Mehmed Alı Aynı

ayaklanmanın, hür- (Resim: Nezih)

m

AYNÎ (Mehmed Ali)

1620

istanbul


ANSİKLOPEDİSİ

— 1621 —


AYNİALİBABA DERGÂHI


riyetin, ileri fikirlerin canlılığı bu muhitte Mehmed Ali de nasibini alıyordu. Yazı yazarak geçinmek ve ömrünü ilme hasretmek arzusu da işte bu muhitte inkişaf etmişti.. Hakikaten Mehmed Ali, Mülkiyeden mezun olduğu sene, mektebin son sınıfında okutulan istatistik derslerinin, fransızca aslını buldu ve bunu türkçeye çevirerek memlekette ilk defa istatistiğe ait bir eser neşretmiş oldu. Fakat bu kitabın neşri ona zamanına ait bir ders daha vermiş oldu. Fikir, duygu, serbest, ko-nuşuş ve kitap bastırma hususundaki devrinin pek şiddetli olan tazyiki ile karşılaştı.. Bir yandan da, devrin açık fikirli ve ileri nazırlarından olup o zaman Maarif Nezaretinin başında bulunan Münif Paşanın teveccühünü kazandı. Paşa Mehmed Aliyi Edirne idadisi Tarih, Türkçe ve İlmi Serveti Milel muallimliğine tayin etti, sonra Dedeağaç İdadisine müdür olarak kaldırıldı, Edirnede ve Dede-ağaçta resmî işinin yanında tercümelerle de meşgul oldu, Edirnede Sanat Tarihi, Dede-ağaçta Hukuku Düveli Bahriye diye kitapları türkçeye çevirerek hem kitap yazma ve bastırma arzusunu yerine getirdi, hem de ileriki felsefe kültürüne malzeme olmak üzere geniş bir kültür edinmeyi sağladı.. Buradan üç yıl sonra Halep İdadi müdürlüğüne nakledildi. Halepte de boş durmadı, «Malûmatı Fenniye» diye bir kitap bastırdı, o zamanın mekteplerinin fen dersleri ihtiyacını karşılamak istiyordu.. 1309 da Diyarbakır Maârif Müdürlüğüne terfi ettirildi.

1895 de Maarif Nezaretinde ihdas edilen istatistik kalemi kâtipliğine getirildi. 1897 de Maarif Nezaretindeki bu vazifesinden ayrılıp Kosova Vilâyeti mektupçuluğuna nakletmek suretiyle mülkiye işlerine başlamış oldu.. İstatistik kalemi baş kâtibi iken Erneste Lavis-se'den küçük Tarihi Umumî'yi tercüme etti, Kosovadan Kastomonu mektupçuluğuna gelince Küçük Tarih, Fakir, Ziraat Derleri, Tarihi Edebîi Âlem adlı kitaplarını da Kastamonu Vilâyet Matbaasında bastırmağa muvaffak oldu.

1903 de Taif mutasarrıflığına tayin olundu. Sonra Amare mutasarrıflığına kaldırıldı. Balıkasire ve Lâzikiyeye mutasarrıf yollandı. Elâziz Valisi oldu. 1911 de de Yanyaya Vali tayin olunup bir yıl sonra Trabzon Valiliğine nasbedilmiş bulunan Mehmed Ali Aynî bu vi-

lâyette iken emekliye ayrıldı ve bundan sonraki bütün ömrünü de ilme ve felseefye verdi..

Şöylece 45 yaşına kadar muallimlik, müdürlük, mektupçuluk ve valilik suretiyle Osmanlı İmparatorluğunun birçok yerlerinde Kümelide, Anadoluda, İrakta, Suriyede ve Arabistanda bir hayli gezdikten, görgü, bilgi ve tecrübesini arttırdıktan sonra idare işlerinde çalışmasına son veren üstad, ömrünün bakiyesini tam hazırlıklı bir halde, arapça, acemce ve fransızcaya geniş vukufiyeti ile, ilmî tetkik ve tetebbüe ve bunların neticelerini neşir ve tamime, sahası ve ihtisası içindeki neşriyatı tenkide hasretmiştir. 1915 de İstanbul Darülfünununa müderris olarak giren ve hayatının otuz yılını alan bu safhada Mehmed Ali Aynî'nin çalışmaları bilhassa İslâm felsefesini ve İslâm mutasavvıh ve ahlâkçılarını incelemeğe yönelmiştir.. Farabîye dair Mr telif, Baron Cerra de Vaux'dan çevirdiği İmam Gazlî, Türk Mantıkçıları, Şeyhi Ekber, Hacı Bayramı Velî Siyasetname Tercümesi, Tasavvuf Tarihi, Türk Ahlâkçıları, Muhiddini Ara-bî Felsefesi, Bursalı İsmail Hakkı, Celâl Dev-.' vanî Abdülkadir Geylânî gibi mühim eserleri işte hayatının bu safhasını dolduran eserlerdendir. Bu Şark irfanına ait bulunan eserler yanında E. Rabeaudan tercüme ettiği Ruhiyat Dersleri Ch. BardeU'den çevirdjiği Felsefe Tarihi, Ahlâk Dersleri, Demokrasi Nedir, İlim ve Felsefe, Hükmü Cumhur nev'inden kitapları ile de garpta o devrin yüze gelmiş allâmelerini dilimize aktarmağa çalışmıştır.

Milliyetçiliğe ait tetkiklerini de bir kitapta toplamış bulunan üstadın ilmî hüviyetine gelince: Mehmed Ali Aynî her şeyden önce İslamcı bir mütefekkirdir. Vahdeti vü-da inanmış bir tasavvufçudur. O, ilmin en son keşiflerinden, enerjiden, elektrondan bahsederken bile yazılarına vahdeti vücuda dair olan kanaatini serpiştirir. Bu inanışla o aynı zamanda milliyetçi ve garpçıdır. Çünkü o milliyette dahi küllî bir ruhun tecellisini görür ve böylece İslamcılık, garpçılık ve milliyetçilik tezadına düşmekten nefsini korur. Henüz otuz beş kırk yaşlarında iken dostu ve mektep arkadaşı Süleyman Nazifin kendisini bu ruhçuluktan ve tasavvufça düşüncelerden ve neşriyattan kurtarmak için verdiği öğütlere hiç itibar etmemiş kültürünün ve mizacının

icaplarına «yarak hayatı boyunca «bütün âlemin ve hâdisatın ilâhî bir tecelliden, bir tezahürden ibaret» bulunduğuna dair imanını muhafaza etmiştir.. Bütün eserleri de bu imanın bir açıklanmasından başka bir şey değildir.. Bu kanaatlerini 1926 da Kembriç Üniversitesinde toplanan Altıncı Felsefe Kongresine ve 1930 da Hanvard Üniversitesine İstanbul Darülfünunundan murahhas olarak seçilip yollandığı zaman Bursalı İsmail Hakkı-ya ve Celâleddin Rumî'ye dair hazırladığı tebliğlerle garb âlemine de izhar etmiş ve eserlerinden Muhiddin Arabînin felsefesi, arkadaşı Reşid Bey (H. Nâzım) marifetiyle fransızcaya tercüme edilip Pariste basıldıktan sonra da üstadın hizmetleri garbın şarkiyatla meşgul mütefekkirlerince kabul ve bu sahadaki geniş bilgisi tasdik edilmiştir..

29 Kasım 1945 de yetmiş altı yaşında olduğu halde hayata gözlerini kapayan üstad Mehmed Ali Aynî, Şark felsefesini ve medrese bilgisini garbın müsbet ilimleri ışığı altında incelemeğe ve yaymağa çalışmış ve bunda muvaffak olmuş, neşrettiği kırka yakın eseri ile memleketin ilim muhitinde bihakkin büyük yer almış bir Türk âlimi ve ahlâkçısıdır...

Kısa boylu, hareketlerinde aceleci, yolda gayet hızlı yürür, gayet temiz ve cidden kibârâne giyinirdi; imparatorluk an'aneşine uyarak "mutasarrıflığında sakal bırakmış ve bir daha kesmemişti, bu küçük sivrice sakal ve bıyığının üstünde büyükçe bir et beni munis simasının hususiyetlerinden, idi. Hüsnü cemâl âşıkı, yiyeceğinde nefasetperest, dostlarına vefakâr, sağlam bir hafıza sahibiydi, îs-tanbulda Kızıltoprakta yerleşmiş, bu köyün, demiryolu hoyunda en güzel köşklerinden birine sahiptir. Türk irfanının güzide simalarından Leylâ Hanımefendiye damat olmuştu. Oğlunun İngüterede tahsilini bitirdikten sonra memuriyetle gittiği Ankarada ani ölümü, hayatının son yıllarında ağır bir darbe olmuş, fakat evlât acısının tesellisini sağlam imanında bulmuştu; kendisi de, yaşının hayli ilerlemiş olmasına rağmen, umulmadık bir zamanda hayata gözlerini yumdu. Koltuğunun altında bir köpek memesi çıkmıştı, bir gün, ara treninde, çok sevdiği bir gence ıstırabından bahsederek: «Beydebânın hikmetlerindendir, borcun, ateşin, düşmanının, hastalığın küçüğü yoktur, ameliyat olacağım!» demişti; işte bu

ehemmiyetsiz ameliyat ölümüne sebep oldu. Zincirlikuyu mezarlığına defnedildi. Bu büyük âlimin ölümü, İstanbul matbuatının fikir âleminde derin teessürle karşılandı. O günlerin gazetelerinde Mehmed Ali Aynî hakkında kıymetli makaleler vardır.



M. Naci Ecer

AYNÎALİBABA DERGÂHI — Kasım-paşada Bedreddin Mahallesinde adını taşıyan sokakta haremi, selâmlığı ve semahanesi olan üç katlı ahşab bir binadır.

Kurucusu Fâtih Sultan Mehmed devrinde yaşamış olan Aynî Ali Babadır, Kaadirî ve Rifâî erkânı üzerine kurulmuş bir dergâr idi. İlk yapısından eser kalmamıştır; 1902 de babası tarafından Ahmed El-Rifâîye ve Eyyub Eİ-Ensârîye ve anası tarafından Abdülkaadîr Geylânîye mens

Bu dergâhda âyin an'anelerinden idi:

Zikir esnasında cezbeye gelen dervişler şeyhlerinin emri ile sekiz on adım geriden bir duvara doğru koşarlar ve bu duvara sureti mahsusada yerleştirilmiş meşe direklerine başlarını bütün hızları ile vururlardı; bir kısım dervişler de mangaldan ateş alıp yerler, kızıl olmuş kızgın demirleri yalarlardı, bir kısmı da karınlarına, kafalarına, vücutlarının muhtelif yerlerine kalın şişler, çiviler sokar, şaplarlardı. Bilhassa Şeyh Muhammed Bağdadî bu yolda pek meşhur idi, bir hançeri, kılıcı göğsünün pınarına saplardı.

• Tekkesindeki dervişler akrepler ve yılanlarla oyuncak gibi oynar, bu zehirli mahlûklar o cezbe sahiplerine bir şey yapamazdı. Zamanımızda oğlu Muhittin Ensârî de ayni



A.YNIALIBABA SOKAĞI

— 1622 —


İSTANBUL

Yüklə 4,97 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   56   57   58   59   60   61   62   63   ...   75




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2025
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin