AYRAL (Necdet Mahfi) — Şehir Tiyatrosu artistlerinden. 1908 de Boğaziçinde Paşa bağçesinde doğdu; babası şâir miralay Meh-med Mahfi Bey, annesi Fatma Mesadet Hanımdır; Galatasaray Lisesinde okudu, tiyatroya karşı pek küçük yaşlarında başlamış, mek-teb sıralarında iken de bir aşk hâline gelmiştir, sünnet düğününde ne eğlence istediğini soran babasına o günlerde Beykozda temsiller vermekte olan aktör Salim Bey merhumun tiyatrosunu getirtmiş, Paşabağçesindeki yalısının bağçesinde bir açık hava
temsili verdirtmiş-'ti. 1932 de Şehir Tiyatrosuna figüran olarak girdi, ki yirmi sekiz yaşında idi, evliydi, kızı sanatkâr J e y a n Mahfi de dört yaşında idi; bilhassa sağlam sahne kültürü ile büyük rejisör Muhsin Er-tuğruTun nazarı
dikkatini çekdi, Necdet Mahfi Ayral
takdirlerini kazan- (Resim: Nezih)
di, esas sanatkârlar kadrosuna alındı; ilk baş role Johann Strauss'ın «Yarasa» piyesinde Yarasa rolüne çıkdı..
Daha sonra Shakespeare'in «Kral Lear» inde Soytarı, «Yumurcak» da Yumurcak, «Figa-ronun Düğünü» nde Figaro rollerini başarı ile oynadı, yüz elliye yakın piyesde birinci derecede rollerde görüldü, onyedi sene sahne müdürlüğü yapdı, Muhsin Ertuğrul'un çevirdiği filmlerde de rejisör asistanlığı yapdı.
Ayni zamanda kalem sahibi olan Necdet Mahfi piyesler ve senaryolar yazdı; trajedi, dram, komedi, operet, sahne hayatının her sahasında kıymet olan sanatkâr Çocuk Tiyatrosunda aldığı rolleri de muvaffakiyetle başardı. «Aksaray Palas», «Akdeniz Korsanları», «Efsuncu Baba», Paydos», «Yaprak Dökümü», «Hürriyet Apartımanı», «Cici Berber» filmlerinde de mühim roller deruhde etti. 1947 de fransız artistleri ile beraber Jean Sarmant'ın «Leş plus beaux Jeux du mond» piyesini fran-sızca olarak iki defa İstanbulda Maksim Tiyatrosunda, bir defa da Ankarada Konserva-tuvar sahnesinde oynadı.
Taklidde müstesna hünere sahib olan Necdet Mahfi namlı İtalyan komiği Toto'yu filmlerinin dublajında musevî ağzı ile konuşturmuştur, 1959 da Toto'nun yirmi dördüncü filminin dublajını yapmış bulunuyordu.
İtanbul Radyosunu radyofonik temsille
rinde mühim hizmetleri olmuştur; Şehir Ti
yatrosunun turnelerine katılarak memleketi
nin hemen her tarafını gezmiş, görmüştür, bu
seyahatlardan zengin hatıralar, notlarla dön
müştür. ' . i
Bilhassa mesleği, edebiyat ve sanat eserleri bakımından değerli bir kütüphaneye, tiyatro ve sinema üzerine kıymetli bir resim koleksiyonuna, bir de posta pulu koleksiyonuna sahiptir.
Halûk, zarif mütevazı kendisini beşerî faziletlerle de süslemesini bilmiş bir sanatkârdır.
AYRAN — îstanbulda, küçük dükkânlarda, yahut ayak esnafı eliyle, bilhassa yazın satılır. Devir devir, kullandığı yoğurdun nefaseti ile Büyükşehirde şöhret yapmış ayrancı dükkânları vardır ki, son sekiz on yıllık mazi içinde, Bayazıdda, Sahaflar (Hakkâklar) çarşısına girerken sağ koldaki ayrancı bunlardan
AYRAN AĞIZLI
1630 —
ÎOTANBSL
ANSİKLOPEDİSİ
1631 —
AYRILIK ÇEŞMESİ
Ayrılık Çeşmesi (Resim: Reşad Sevinçsoy)
biri idi. Seyyar ayrancılar, büyükçe deştiler veya güğümlerle dolaşırlar, güğümün veya destinin ağzını yeşillik ile süsleyip ağzına bir buz parçası yerleştirirler; sattıkları ayran da, ekseriya beyazımtırak soğuk bir sudur;- seyyar sucular gibi bardaklarını şıngırdatarak:
— Buz!.. Ayranım buz!., gibi!.. Dişleri donduruyor!., gibi şeyler bağrırlar; müşterileri de umumiyetle ayak takımıdır.. Köprünün Eminönü tarafında bu seyyar ayrancılar sık sık görülür.. Bazı kimseler, ayranı tuzlu içer, bu gibiler için ayrancı dükkânlarında bir tuz kabı mutlaka bulunur, ayrancı bir bardağın dibine kahve kaşığı ile bir miktar tuz attıktan sonra, ayranı bardaktan bardağa birkaç defa aktararak tuzu erittikten sonra müşterisine sunar.
Amele ve işçi arasında ve dar gelirli ailelerde, koca bir kâse içimde ekmek doğrayıp kaşık ile atıştırılan ayran, yaz günlerinin hem ucuz, hem mugaddi, hem de ferahlık veren bir gıdası olmuştur.
Yazın, İstanbul konaklarında ve yalılarında ayran ikram etmek, fetihtenberi yer-yerleşmiş bir an'ane idi. Bununla beraber, hezil ve mizah vadisinde kalem yürütmüş İstanbul şuarâsı, ayran düşkünlüğünü âdeta bir taşralılık alâmeti gibi göstermişlerdir; Süru-rînin hezliyatındaki şu beyit buna güzel bir örnektir:
Soğuk ayran içersin evde ekmek doğrayıp ey Türk Misafirlikteki kızgınca çorbayı beğenmezsin!..
Yine Sürurîrinin hezliyatındandır:
Isıcak oldu havalar bugün anı içe gör Yarına kalırsa eksiyip ayran dökülür
Ahmed Hikmet Bey merhum da, meşhur «Yeğenim» monologunda, tahsile gittiği Av-rupadan kötü bir firenk mukallidi olarak dönmüş bir gence türlü çılgınlıklar yaptırttıktan sonra, bu hallere tahammül edemiyen amcası tarafından Zonguldağa göndertir ve monologunu Zonguldak dönüşünde şu cümle ile bitirir :
«O şampanya gibi kabına sığmıyan yeğenim, Zonguldaktan avdet ettiği zaman, ayran gibi sakin ve râkid, apışmış kalmıştı...» Mehmed Akif de, frenk mukallitlerini şu beyitle hicvetmiştir:
Ayran daha midesinde kaynar Kalkar da teres oynar...
Ayranın, kap içinde bu sakin ve rakid halidir ki, İstanbul argosuna «ayran delisi» tâbirini mal etmiştir. Yine Büyükşehir argosunda «ayranı kabartmak», «ayranlığı şimşek» tâbirleri vardır (B.: Ayran Delisi; Ayranı Kabarmak ve Ayranlığı şişmek).
AYRAN AĞIZLI — Külhanı ve hâneber-duşlar argosunda abdal, budala, sersem; misaller :
— İyi oğlan ama., ayranağızlı..
*
-
Gördüm ama anamdan emdiğim bur
numdan geldi..
-
Kapucu diye bir ayranağızlı koymuş
lar, beni çapaçul gördü, sokmadı, bey çağır
dı, nişanı (kartvizit) var dedim, yine sokmaz
içeri...
AYRANCI SOKAĞI — Kuçükpazar nahiyesinin Timurtaş Mahallesi sokaklarından; doksan derecelik bir zaviye teşkil eden tek dirsekli bir sokaktır; kaba taş döşeli, iki araba geçebilecek kadar geniş ve bozukça bir sokaktır. Birbirine bitişik üçer, dörder katlı ve bozukça bir sokaktır. Birbirine bitişik üçer, sokak kapıları taş merdivenli temiz ahşap evleri, hali vakti yerinde aile meskenleridir. Gürültüsüz, tenha bir sokaktır (Haziran 1946).
Bibi.: REK ve Saim Turgud, Gezi notu.
AYRAN DELİSİ — İstanbul argosunda, safdil, bön adam mânasına; ekseriya hitap olarak hakaret kasdiyle:
— Haydi «lan ayran delisi!., diye kulla
nılır.
AYRANI KABARMAK, AYRANLIĞI
ŞİŞMEK — Ayranı kabarmak İstanbul argosunda, kızmak, aşın hiddetlenmek manasına kullanılır.
-
Ayranımı kabartma benim!...
-
Üstüne varma, ayranı kabardı bir ke
re!...
-
Ayranı kabardı mı, babasını dinle
mez gibi.
Ayranlığı şişmek, söz dinlememek, inatçılık, kızmak karşılığı kullanılır:
— Ayranlığı şişti mi, kötüdür! gibi.
AYRILIK ÇEŞMESİ — Haydarpaşa'da, kendi adına nispetle anılan yerdedir ki eski demiryolu köprüsünün altından geçip sola, İbrahim ağaya doğru kıvrılırken sağda görülen meydan çeşmesidir. Müslüman İstanbu-lun tarihinde zengin hâtıraları olan bir çeşmedir. Her yıl, dinimizin çıktığı, Peygamberimizin yaşadığı topraklara yüzsürmeğe giden hacilar kafilesi, evlâtları, akrabaları, dostları, konusu komşusu tarafından bu Haydarpaşa çayırına kadar, uğurlanırdı; bu çeşmenin etrafında büyük bir cemiyet olurdu. Yalnız hacılara mahsus değil, umumiyetle Anadolu kervanları da yolcuların yakınları tarafından Ayrılık Çeşmesinden geçilirdi. Çeşmenin yanında bir de meşhur namazgah vardı; İstan-buldan ayrılan bir yolcu Büyükşehirde son namazını orada kılardı. Analdoluda vazife alan vezirler de, Üsküdar halkına Ayrılık Çeşmesinde alay gösterirlerdi; meselâ geçen asır başlarına aid kıymetli bir vakayiname bırakmış olan Câbi Said Efendi, devrin büyük şöhretlerinden Baba İbrahim Paşanın alayını şöyle naklediyor:
«Baba Paşa Hicrî 1228 yılı Rebiülevve-linin başında Sivas valiliğine tayin edildi ve Üsküdardan muhteşem bir alay gösterip yola çıktı Yağmurlu bir gün idi. İkinci Mahmud Baba Paşanın alayını görmek için, tebdilikı-yafetle Haydarpaşa'da Ayrılık .Çeşmesinde Gümrükçü'nün bağındaki köşke gitti. Baba Paşa, Haydarpaşa Çayırında Padişaha yağmur altında güzel bir süngü muharebesi oyunu
seyrettirdi. Baba Paşanın onbir, oniki yaşlarında bir oğlu vardı ki babasının gözbebeği idi; Paşazadenin yine çocuklardan kırk elli kişilik bir de maiyeti vardı ki kavas, enderun ağası ve enderun çavuşu esvapları giymişlerdi; bu çocuklar kafilesinin Midilliler üstünde geçişi de Baba Paşa alayına başka bir renk ve zenginlik vermişti.»
Kesme taştan klâsik üslûpta bir çeşmedir; ilk yaptıran, Onaltmcı aşır sonu devlet Kapuağası Gazanfer Ağadır; çeşme müruru zamanla harab olmuş, (H. 1154). 1741 de Birinci Mahmudun kapuağası Ahmed Ağa tarafından tamir edilmiştir; kemerinin altnda-ki kitabesi bu tamirinde konulmuştur ki şudur:
Han Mahmudun cenâbi Kibriya Zâtin itsün menbai lütfü ata Çeşmei pâki Gazenfer Ağanın Bulicak dehrin müruriyle fena Kapuağası Kerimi hayri halef Ahdi lütfinde güzel kıldı bina
Geldi bir hayr ehli târihin dildi «Pak ihya eyledi Ahmed Ağa» 1154
Bu kitabenin altında, diğer bir mermer kitabeden, son zamanlarda küçük bir tamir gördüğü anlaşılıyor ki talik yazı ile olan kitabe şudur:
Dürriye Sultanın ruhiyçün elfatîha 1340 (1921)
Susuz, harab olmağa, yıkılmağa mahkûm bırakılmış bir haldedir. Lülesi kopmuş, teknesi yanındaki yalakları taş ve toprakla dolmuş, üstündeki kabartma nakışlı filizin de bir parçası kırılmış bulunuyordu. Tarihimizde zengin hâtırası olan bu güzel çeşmenin tamir ve ihyası gerekir. Nüktedanlığı ile tanınmış şair ve edebiyat tarihi muallimi Tahir Olgun (Tahirülmevlevî) Ayrılık Çeşmesinin adını bir kıt'asına pek zarifâne yerleştirmiştir.
AYRILIK ÇEŞMESİ SOKAĞI
— 1632 —
istanbul
ANSİKLOPEDİSİ
1633
AYRILIKLAR
Nâri hicranı izaruı o gülüm Dili pür nâlişimi yandırdı Gözlerim hini firakında senin Ayrılık çeşmesini andırdı.
Çeşme ile beraber târihî namazgah da yok olmak üzeredir (B.: Söğütlü Çeşme). Bibi.: REK ve Ali Veren, Gezi notu.
AYRILIK ÇEŞMESİ SOKAĞI — Kadıköy kazası Kasımpaşa mahallesi sokaklarmdandır. Dokuz metre genişliğinde kaba taş döşeli bakımsız bir sokaktı. Yeldeğirmeninden gelen tramvay yolunu takiben demiryolu köprüsünü geçtikten sonra sağa doğru dönünce bu sokağa girilir. Sokağa ismini veren «Ayrılık Çeşmesi» sol köşede kalır. Acıbadem Caddesinin başlangıcı olan Halidağa köprüsüne doğru yüründüğüne göre sokağın sol tarafını, bir buçuk metre yüksekliğinde duvarla çevrilmiş mezarlık teşkil eder. Sağ tarafta ise yine bu sokakla şimendifer hattı arasında dar bir sahaya sıkışmış olan bir sıra evler vardır. Sokağın Yeldeğirmeni tarafından gelen düz sokak, Rasim Paşa Rıhtım Sokağı, Duatepe Sokakları ile kavuşakları var ise de, Haydarpaşa -Pendik demiryolu 5-6 metre bir yarmadan geçmekte olduğundan karşı sokaklarla irtibatı kesilmiştir. Bu yüzden bu üç sokağın demiryolu ile Ayrılık Çeşmesi Sokağı arasındaki kısımları komşu evler tarafından işgal edilmiş bir vaziyettedir. Yalnız Uzun Hafız Sokağı tren hattı üzerinden bir köprü ile Ayrılık Çeşmesi Sokağına bağlanmıştır. Bu sokaktan halen onbir adet boş arsa ile 34 adet ev vardır. Evlerin hemen hepsi ikişer katlı ahşap evler olup sakinleri umumiyetle Haydarpaşa garında çalışan ve müstahdemlerden ibaretti.
Kadıköyünün «Paris Mahallesi» diye anılan meşhur umumhaneleri. Bu sokak üzerindeki evler idi. Evlerin nazenin sâkineleri mi-safir-müşterilerini bu sokakda türlü türlü işve ve cilve ile karşılarlar, bilhassa yaz geceleri, sokakda sazlar çalınır, çengi karılar, köçek oğlanlar oynatılırdı.
Sokağın evlerinin öbür yüzleri Haydarpaşa yarması üstünden demir yoluna bakar; Paris Mahallesi gülleri katarlar geçdikçe pencerelerde nîm üryan arzı endam ederlerdi. Bu evler Cumhuriyet devrinin ilk yıllarında temizlendi ve Paris Mahallesi fahişeleri Galata-da Kuledibinde, Beyoğlunda Abanoz Sokağın-
da ve Yenişehirdeki umumhanelere nakledildi.
Hasan Kocaman
AYRILIKLAR — Ruşen Eşrefin İstanbul üzerine on altı makalesinden mürekkep nefîs bir eserdir, 1923 de İstanbulda İkbal kütüphanesi tarafından basılmıştır. Bu makaleler, İstanbullu edibin, 1918 - 1920 arasında düşman işgali altında yaşayan İstanbula kar-şi her Türkün yaralı kalbine tercüman olmuş coşkun aşkının sesidir.
Aşağıdaki satırlar, eserin ilk sayfalarm-dandır:
Bu nefer Kastamonunun köylülerinden-dir (1921 de Londra konferansına davet edilen Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti murahhas heyeti deniz yolu ile dönerken İs-tanbuldan geçiyor. Ruşen Eşref ve bu nefer bu heyet ile beraberdir).
Yedifcule açıklarında... Nefer yanıma sokuldu. Surlara ve en büyük binaları beyaz, san birer silinti halinde kabarmağa başlıyan İstanbula nasıl baktığını görseydiniz helecanının izlerini »kolay anlardınız.
— Bey, hanı bunun îlgazdaki çamlar kadar minaresi varmış derler... Nerelerde ki! diye soruyor. Dürbünümü veriyorum. Aradıklarını keşfettikçe kendi kendine: «Sahi imiş anam, maşallah çoğinıiş çok!...» diyor. Burasını ömründe bir defacık bile görmemiş. Onun için İstanbulu ona büyülten ve daha yakına getiren bu icadı en çok şimdi anladığına, sevdiğine, âdeta kerametini duyduğuna kaniim! Biliyor ki, etekleri suya değen taş kemerler içinde üst üste, arka arkaya kubbe dalgaları, minare okları ve servi tuğları adeselerde toplanarak, büyüyerek gözlerine bir tasvir, bir şifa tılsımı gibi hakkoluyor! Ruhanî .iptilâlar ve dünyevî zaferler namına kurulan bu ecdat bergüzarı ruhuna bir büyü, bir gurur gibi sinsin diye dürbünü elinden .almıyorum.
«Sarayburnunu sapınca sulardan göklere doğru kabarmış ve incelmiş gibi fışkıran İs-tanbu'lla kıyılara doğru, yoğrulmuş gibi, boğum boğum inen Beyoğlu arasında-ki mavi deniz önünde hayran ve tutkun kaldı. Boğaziçi dehlizindeki yalılara, korulara sahilsaraylara ne inzicapla baktığı tarif edilemez.
«Böyle üç suyun üstünde üç şehrin tepelerden birbirini seyretmesi ömründe ummadığı, ömründe unutmıyacağı bir şa'şaa oldu.
Bu dev gibi şehrin ufuklara da sığmadığını kestir emiyordu: Zira görülüyordu ki Çamlı-cayı da aşıyor, Halice de kıvrılıyor, Marma-raya da dönüyor. Ve bitti sandığı yerde denizlerden tekrar birer ada halinde fışkrıyor.
«Ona: —• Bu suyun neresinden Karade-nize çıkacağız? diye sordular. Çengelköyün-den sonra da deniz olduğunu bir türlü düşüncesine sığdıramadı da İzmit körfezi tarafını gösterdi.
«Karaya ayak basacağı anı hepimizden sabırsızlıkla, muhakkak o bekliyordu. Ne Lon-drada, ne Paris'de, ne Venedik ve Romada duyguları böyle yüzüne ve dudaklarına vurmamıştı.
Fakat gemi suyu kurcalamaktan vazgeçmiyordu k-i!..
«Durmadan gideceğiz» gibi bir iki söz kulağına çalındı. Bir müddet gözden kaybettim. Kendi heyecanımdan fazla onunki ile alâkadarım. Onun için kendisini araştırdım. Tâ arkaya gitmiş, denize doğru sarkmış, omuzları sarsılıyor, çocuk gibi hıçkmyor!
— Ne oldun ayol! dedim.
«Âmirinden azar işitti sandım. Böyle nadir bir anında bu gencin kalbini kırmak münasip miydi?
Başını kaldırmadı:
— Çıkarmayıverirlerse nideriz!... dedi.
Bütün sebebi anladım. Boğazım sözlerime
zorluk verdi:
— Hiç öyle şey mi olur!
— Birazıcık göre de gideydik bari!...
«İstanbuluh eşiğinde de Türk çocuğu ağlarsa, vatan, sen artık neredesin? Hâlâ mı sana gelmedik, sana kavuşmadık? Sen var mı- , sın? Yoksa gönüllerde bir yad mı kaldın?» diye bağıracak, bu nefer gibi hıçkıracaktım.
«Yirmi iki saat İstanbulda 'kalmak hasreti söndürmek midir? Bunu kendime sora sora bir cümle biriyle, bir cümle biriyle konuştum; bir parça bir camii kapısıdan, ıbir parça bir sokağı ucundan biraz bir evi alt katından gördüm! Günler gibi uzun süren saatleri aradım, zira bugün bir dakika kadar bile uzun gelmiyordu. İçimde bir nevi teselli vardı: Biliyordum ki nefer de bu saatlerde İstanbulda geziyor, görüyor. Kendisini rıhtımda tekrar bulunca:
— Nesil beğendin mi dedim.
Memnundu, mes'uddu.
— Bir zorlu şehirmiş ki ama... Hepsinden bu hoşuma gitti. Dedem rahmetlik: «İs-tanbulun üstüne çıkar olur mu» deyip dururdu! Sahi de öyle imiş.. Paraya kıydım. Tomo-file bindim. O yana bu yana seğirttim ve lâkin bir iyice tadına varamadım ki!» dedi.
O gün ben neferi, nefer de İstanbulu en doğru simasında tanıyorduk!.. Bizim için İstanbul beklenmedik bir rüya gibi güzel ve kısaydı.. Biz de İstanbulun üzüntüyle göçkün ruhunda ani bir neş'e, bir iştiyak uyandırmadık mı? Öyle değilse halk bir vicdan fevera-niyle yollarımızı emirsiz ve gösterişsiz neye kapladı? Boğaziçi, Kadıköy gemileri niçin yana yattı? Ve çehrelerle hıncahınç güvertler-den büyük kanat seslerini andırır el şakırtıları limanı niçin sardı? Bu sesler kayıklarda, istimbotlarda önümüze çıktı, arkamıza düştü. Yalılardan büyük beyaz çarşaflar halinde sarkıyor, çırpınıyordu. Sahil kahvelerinde, vapur iskelelerinde vaveyla oluyordu. Bu tehalük, çoğu feslerinin rengi uçuk ve libaslarının havı dökük en elemli ve namuslu İstanbul tabakasına aid değil mi? Yarı gıdasından, yarı hevesinden geçerek, belki bir gece lâmbasını söndürerek, mumunu üfleyerek kendi çaresizliğinden artırıp asîl ruhunun ve rehâ ümidinin tecelligâhı bellediği Anadoluya yüz binlerce lira ve yüzlerle evlât gönderen mütevazı istanbul halkına.. Neferin gözlerinde de bizim gözlerimizdeki gibi ıslak birer titreklik olan kubbeler ve minareler İstanbulunun bu ani galeyaniyle sanki ihtilâçlı ruhu ürperdi! O ruhu bizim gibi o da güzergâhnda el ile dokunulur, kulakla sezilir bir madde halinde Boğaziçi sonlarına kadar gördü, ağladı. Anladı ki eski engin devletin merkezi şimdi de dört gündür hâtıraları kademe kademe içimizi dağlayarak engin husra'h ülkesinin merkezi olmuştur. Artık eminim ki o çocuğun derunî hayatında bu ziyaret ve bu hıçkırıklar muhakkak bir merhale kalacak, benliğinde bir dönüm yeri olacak.
«Ve akşamleyin bir kayığa binerdim. Gurubun renklerini tekrar eden sular üstünde ağır ağır İstanbulu bir baştan bir başa seyrederdim: Bir ucunda Peygamber emanetleri ve eski cihangirler penâhı Topkapı, bir ucunda yarım hac fcudsiyetinde Eyüp türbesi!... İstanbul, bu din ve milliyet umdesinden çer-
AYRILIK SOKAĞI
— 1634 —
İSTANBUL
ANSÎKLOPEDM
— 1635 —
AYŞE HUBBİ HÂTÛN
çeve ortasında sulardan göklere doğru ince-lerek, ruhanîleşerek yükselen bir mukaddes tasvirdi. Onu halifesinden rençberine varıncaya kadar her Türk, har Müslüman özene özene asırlarca süsledi. Ve bu mirası kanlar ve alevler içinde yana boğula nesiller nesillere emanet bıraktı. Zira edebiyatın, mimarînin, bütün san'atlarm ve müesseselerin, bütün tarihin lübbü budur ve bundadır. Bunsuz kalan Türkler, kitabı kaybolmuş bir mezhebin ümmetine dönerler... Onun için ey İstanbul, ey gönüller güzeli, etrafını gölgeler sardıkça yükselir, yükselir, semavileşirdin... Yanında da Edirne ve Bursayı, senin mânanı tamamlayan İM dibace gibi görünür, bu temaşaya hayran kalırdım.
«Bana derlerdi ki madem bu kadar seviyorsun, neden içinde oturmuyorsun da karşısında duruyorsun?... Onlara genç «Kami» nin şu mısralarını söyledim:
Ben gurbette değilim, Gurbet benim içimde!..
«Zira bilhassa kendisini kaybedecek gibi olduğumuz o ilk mütareke ve hakaret yıllarında İstanbul Türkler için ne yaman ve ne sevgili bir gurbete benzemişti. Ruhlarımız ezilmeğe çalışıldıkça onun güzel ve müebbed nesi varsa bizden olduğunu ve bizim için olduğunu — bir hasta, nöbet halinde sayıklar gibi — yad ederdim. Alelade zamanlarda dikkate bile pek çarpmaksızm bir itiyad halinde tekerrür eden hâdiseler o inhilâl kılıklı yıllarda bütün hasretlerin mihrakı olmuştu. Vakit taşından, çeşmesinden, türbesinden, ibadetinden derin heyecanlar ve kırgın bir teselliye kapılır, bir garip şifa bulurdum. Onları -eyvah, çok eksik ve çok solgun olar akara sıra kaydettim.»
Aynlıklardaki makaleler şunlardır: Bıraktığım İstanbul; Bulduğum İstanbul; İftar; Davulcunun Mânileri: Eyyub Sultanda Ramazan Gecesi; Bayazıd Sergisi; Hırkai Saadet Dairesinde Teravih; Kadir Gecesi Mevleviler; Ayasofyada Bayram Namazı; Süleymani-yede; Mimar Sinanın Kabrini Ziyaret; İstan-kulun Çarşısı; İstanbulun Caddesi; Yol Üstü Birkaç Çeşme; İstanbulun Cuşişi. (B.: Eyyub Sultan, Bayazıd Sergisi, Hırkai Saadet, Ramazan, Ayasofya; Kadir Gecesi; Sokaklar; Çeşmeler; Evkaf Müzesi; Edirnekapı Camii; Sü-leymaniye; Sinan, Mimar).
AYRILIK SOKAĞI — Kumkapı'da Kâtip Kasım Mahallesi sokaklarından, Lânga karakolu sokağı kavşağından yüründüğüne göre üç araba geçebilecek kadar geniş, kaba taş döşeli ve bozuk bir sokaktır, öyle ki beş altı adım sonra bir toprak yol olur, evleri üçer dörder katlı kagir yapılardır, sekenesi umumiyetle Türktür, orta halli ailelerdir.
İsmail Ersevim
AYSU SİNEMASI — Karagümrükte Zin-cirlikuyuda, Hasanfehimpaşa Caddesinde Atik Ali Paşa (Zincirlikuyu) Hamamının yanındadır; yazlık ve kışlık iki kısım olup kışlık sinema, bir çifte hamam olan Atikali Paşa Hamamının camekân kısımları bozulup birleştirilerek yapılmıştır (B.: Atikalipaşa Hamamı). Sahipleri Osman Gültepe ile amcası Yusuf Gültepe'dir; üçüncü sınıf bir sinemadır.
Evvelâ 1937 de yazlık sinema açılmıştır; bahçenin ortasındaki fiskiyeli dondurma havuz marifetli bir zat olan Osman Gültepe tarafından bizzat yapılmıştır. Yazın, gündüz seansları kışlık sinemada yapılır, gece seansı için bahçe açılır.
Kışlık kısım 1938 de yapılmıştır, bir parteri ile altı sıralı bir balkonu ve onun arkasında beş locacığı vardır._Balkon ve localar 100, parter de 250 kişi alır. Sağ duvara da Kemal isminde genç bir amatör tarafından yapılmış büyük bir yağlı boya tablo vardır ki Millî Mücadelede cepheye kağnılarla silâh ve cephane taşıyan bir köylü kafilesini göstermektedir.
Büyük sinemalara çok uzak bulunan bir semtte, Aysu sineması bir ihtiyacı karşılamak bakımından, yerinde bir teşebbüsün eseridir. İstanbul Ansiklopedisi, sahiplerine, yeni ve konforlu bir kışlık sinema yaptırtacak ve Atikalipaşa Hamamının camekân kısımlarını da restore ettirip eski Çifte Hamamı ihya ettirecek bir kazanç ve muvaffakiyet temenni eder!!! (Mart 1947).
Bibi.: REK ve Muzaffer Esen, Gezi Notu.
AYŞE (Tavukkaldıran) — Bu şatoların yazıldığı sırada, Büyükşehirde, namlı bir tavuk hırsızı olan 55 - 60 yaşlarında bir Kıpti karısı; geniş pelerinli bir çarşaf ile dolaşan bu hırsız, bilhassa şehrin tenha kenar sokaklarında rastladığı semiz tavuklara alkollü mısır serpip hayvanları sarhoş ettikten sonra çarşafının pelerini altına alıp kaldır-
mak yolunu tutmuştu; 1946 Martında suç üstünde yakalanmış ve koynundan küçük bir mısır kesesi, alkollü mısırlar ve bir de küçük alkolşişesi çıkmıştır.
AYŞEÇAVUŞ SOKAĞI — Anadolu banliyösünde Suadiyededir. Suadiye plajına giden sokağın tam karşısında, tiren istasyonuna giden sokaktır. Bağdad Caddesinden girilince solda, köşe başında, tramvay 'bekleme mahalli ve polis noktası vardır. İki tarafında yaya kaldırımları varsa da ortası toprak ve kışın çamurdur. Bu satırların yazıldığı tarihte, istasyona doğru gidildiğine göre, sol tarafta baştan başa boş arsalar, sağda ise ikişer üçer katlı bahçeli kagir dört köşk vardı. Sokağın nihayetinde bir merdivenle Suadiye tren istasyonuna çıkılmaktadır (Mayıs 1947).
Hasan Kocaman
AYŞE HANIM (Vapursoran) — 1880 tarihiyle 1895 tarihleri arasında Davudpaşa Mahkemesi, Isakapısı ve Etyemez arasında dolaşan zararsız bir meczup kadındı. Rivayete göre bu kadın, sürgün edilen bir oğlunun ele-miyle delirerek sokaklara düşmüştür. Ekseriya, îsakapısmdan Etyemeze inen ve Deve Bağırtan yokuşu denilen iniş üzerinde dolaşır; «vapur geldi mi? Vapur geliyor mu?...» sözlerini rast geldiklerine sorardı...
Dostları ilə paylaş: |