İstanbul ansiklopediSİ Büyükada Camii (Resim: Kemal Zeren)



Yüklə 4,97 Mb.
səhifə64/75
tarix07.01.2019
ölçüsü4,97 Mb.
#91759
1   ...   60   61   62   63   64   65   66   67   ...   75

Ayvad Bendi ve etrafı

Lonca adını alan iç kısım Büyükşehrin Sulu-kule ile beraber en kesif çingene kolonisidir. Deniz amelesi gelip gidici, fabrikalar ve kalafat yerleri amelelesi yerleşmiştir.

Karadenize doğru inen ve gittikçe açılan bir vadiden ibarettir ki Lonca bu vadinin dibinde ve geride bulunup kara surunun son parçası batıya düşen sırtın üzerinde uzanarak ve iki büyük kavis çizerek Haliç sahiline iner. Deniz suru Ayvansaray Caddesi boyunca uzanır ki semtin hududu içinde kalan izi küçük birkaç parçadan ibarettir.

Sahil Ayvansarayda bir körfezcik ve ya-rımadacık vücuda getirir, meşhur Ayvansaray kalafat yeri ve Haliç vapurlarının iskelesi bu yarımadacık üzerindedir (B.: Ayvansaray Kalafat yeri.)

Bu semte gerideki sırtlardan, meselâ Hoca Ali Mescidinin bulunduğu tepeden bakıldığı vakit göz önünde uzanan panaroma Atik Mustafapaşa (Câbir) Camiinin minaresi etrafında sıkışmış bir çatı yığınından ibarettir. Son plânda yani deniz kenarına rastlayan sahada blok halinde fabrika yapıları uzanır. Bu panorama aydın olarak gösterir ki Ayvansaray sükkânının günlük kazancı dolgun dahi olmuş bulunsa, çatılarının altına has mânada refahın girdiği tahmin edilemez.

Semtin çarşı bölgesi sahil parçası üstündedir, amele ve gemici yatağı olduğundan •kahvehaneleri ve ahçı dükkânları çoktur, ah-cılarında ağız tadından ziyade kifafı nefis düşünülür, kahvehanelerinde tiryakilerden ziyade günlük yorgunluğunu iskambil ve tavla gibi oyunlarla avutanlar oturur; bilhassa gemicilerin içkiye düşkün olduklarını Ayvansarayda hatırlamak lâzımdır; bu son hüküm il-




Ayvard Bendi; plân, cebhe görünüşü ve kesidler (Dr. Saadi Nazım Nirvenin İstanbul Suları eserinden)

Ayvad Bendinde oturma yeri (Resim: Nezih)

Ayvad Bendinde duvar ifstü (Resim: Nezih)

AYVANSARAY CADDESİ

1644 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 1645

AYVANSARAYDA LONCA






Ayvaasarayda Loaca, 1959. (Resim: Nezih)

tibaslara sebep olmasın, Ayvansaray sekenesinin Loncalılar müstesna, büyük bir kısmı mü'-min ve mu'tekid insanlardır.

Ayvansaray hudutları içindeki başlıca fabrikalar çeltik, lâstik, dokuma, konserve, kalem fabrikaları ve meşhur Ayvansaray değirmenidir. Avra Hayim Musevi hastahanesi, semtin yegâne sıhhat müessesesidir.

Sürurî hezil yollu kaleme aldığı bir manzumede Ayvansarayı şöyle tasvir ediyor:

Halen bizim mahallenin işlek sokağı var Kamburu, körü, sağırı, lengi, çolağı var Bir hanedandır çeribasımız öyle kim Ayvansarayda misli bulunmaz konağı var Bağlanmış bir cğîana Çingânelerde kim Meydan süpürgesi gibi ipten kuşağı var..

AYVANSARAY CADDESİ — Eyyubu Büyükşehrin merkezine bağlayan büyük caddenin, Arslan iskelesiyle İstanbul kara surlarının Haliç ucu arasında uzanan kısmıdır. Arslan iskelesinden yüründüğüne göre, 3 araba geçebilecek kadar geniş, paket taşı döşeli bir yoldu; sağdaki Bakkal Bayram Sokağı ka-vuşağına kadar olan ilk kısmın iki yanında 2 - 3 katlı ahşap evler sıralanmıştır; sekenesi mütevazı gelirli aileler olarak görülür. Bakkal Bayram Sokağı kavşağından Ayvansaray vapur iskeleri sokağı kavşağına kadar ise, devam edem fakir ahşapların altı sıralı dükkân, çarşı boyudur; bunların. büyük ekseriyeti de, Pazar günleri açmak için ruhsatiyeleri olan manav, helvacı, tütüncü, ahçı, içkili lokanta ve kahveci dükkânlarıdır ki bu manzara ve bilhassa ahçı dükkânlarının çokluğu, civar fabrikalarda çalışan amele ve gemici gibi bekâr uşaklarından mühimce bir kalabalığın bu semtte oturduğunu gösterir. Ayvansaray vapur iskelesi sokağından öte sağ kolda Güven Çelik ve Bulgur Fabrikası ile müştemilâtı binalar uzanır. Solda da iki ahçı dükkânı, Halid bin Zeyd'in gaza yoldaşı Sahabeden 'bir zatın, Muhammedül Ensarî'nin sembolik türbesi, yanında Hatice Sultan Mektebi, sebili ve çeşmesi vardır.

İkinci Mahmud yapısı olan türbenin çatısı 1945 kışında bakımsızlıktan çökmüştür; kapısının üzerindeki tarih kitabesi şudur:

- •- ı-fi



Hazreti Mahmud Han kim ol müceddid hasletin Oldu bu yüzden yine halka keramatı ayan Bu mübarek türbenin tevsiine himmet idüp Eyledi sânı sehâbide riayet bi gûman

Hâlid ibni Zeyde hem râhi gaza olmuş imiş Bu senıiyyi Hazreti Peygamberi âhir zaman Nur bahsi meşhed oldukça bu zâti muhterem Ol şehin ikbalin efzun ide rabbi müstean Celbi kalbi nâs ider Es'ad bu târihi müfid Yaptı a'îâ merkadül ensâriyi sahi cihan

H. 1251 (M. 1834-1835)



AYVANSARAYDA LONCA — Lonca adını al-an Ayvansarayın iç kısmı, Büyükşehrin, Su-lukule ile beraber en kesif çingâne kolonilerinden biridir. Lonca Çingeneleri İstanbulun saz ve söz, iyş ve nûş âlemlerinde her zaman en zengin takımları çıkarmıştır; beynelmilel kıymetiyle bohem hayatı Loncada görülür. Merhum Osman Cemal Kaygılı «Çingeneler» adındaki meşhur romanında, 'ki kendisi İstanbul civarı Çingenelerini pek yakından tanımıştır, romanın kahramanı İrfanın ağzından Lonca'yı yer yer tasvir ve nakleder. Aşağıdaki satırlar Osman Cemalin romanından seçilmiştir:

«Çingenelerin asıl görülecek hayatı harman yerlerinde, çergelerde, sepetlerde, sepetler, maşalar, sacayaklar, ayılar, maymunlar, heybeler, fal çıkınları, sıpalar, kısraklar arasında değilmiş... Asıl görülecek ve hoşlanılacak Çigan hayatı, Reha Beyin, beni yeni alıştırmaya başladığı yerlerde imiş...

«Bizim Yenikapıya göçettiğimizin haftasında Reha Bey, kendi evinde bazı arkadaşları ile birlikte bana bir çalgılı ziyafet verdi Fakat hani, alaturka ziyafet de bu kadar olur. Sofra; içkinin, mezesinin bin bir türlüsü ite dolu idi. Sonra, sekiz kişilik bir incesazla kadınlardan beş kişilik bir hanende ve çengi takımı vardı. Saz takımı, başta Edirneden İs-Lanbula yeni gelmiş olan kemancı Bülbülî Selim olmak üzere Ayvansarayın en gözde çalgıcılarından mürekkepti. Hanende kadınların üçü Ayvansaraydan ve köçeklik (köçek oğlan olur, çengi demek lâzımdı) eden iki kadın da Sulukuledendi. Fakat «efendim nerede, ben, nerede» dedikleri .gibi, öteki çergiciler, har- -. mancılar nerede ,bunlar nerede? Hele bunların erkekleri pek kibar insanlardı. Misafirlerle hiç «bendeniz» siz, «zatıâliraz» siz'kokuşmuyorlar. Hepsinin de elbiseleri, ayakkabıları yepyeni ve son moda... Hepsinin de yeleklerinin cebinde altın ve gümüş birer saat... Parmaklarında pırıl pırıl yanan elmas yüzükler. İçtikleri rıgaralar hep birinci sınıf

cıgaralar... Çalgılarının kutu ve kılıfları hani, diyebilirim ki benim çok kıymetli kemanimin kutusundan daha sık... Bunlardan ke manî Raif isminde birinin kemanına baktım, sokağa atsanız elli lira eder su içinde. Kadın lardanda Ayvansaraylılar, pek kalantor şeyler... Kılıfları biraz alaca bulaca olmakla beraber, parmakları pırlanta, zümrüt yüzükler, kulakları aynı çeşitten küpeler ve gerdanları sapsarı besi bir yerdeler ve ziynet altınları ile dolu... Yalnız Sulukuledem getirilmiş olan çok genç ve .çok güzel iki çengi kız, bu cihetlerden •bunların yanında pek sönük, pek sâde suya kalıyorlar.

«Zavallıların allı, pullu morlu, sarılı ve yepyeni entarilerinden, ayaklarmdaki pembe püsküllü yepyeni terliklerden başka üstlerinde göze çarpar bir şeycikleri yok... Vakıa ikisinin de kollarında altın suyuna batırılmış incerek bir kaç bilezik var amma, belkide onlar yetmiş, seksen kuruşluk şeyler...

«Reha Bey, benim, Ayvansaraylı kadınların altınlarına, elmaslarına, pırlantalarına pek dikkatli baktığımı görjince:

— Daha, dedi, bunlar hiç! Sen, bunları eskiden bir cuma günü Kâğıthaneye, Çağlryan Köşkünün arkasına, kapalı kupa arabaları ile gezmeğe gittikleri zaman bir görmeli idin, şaşar kalırdın! Şimdi arasıra, hâlâ da giderler amma, eskiden, daha bundan on beş yıl önce o canım feraceler, yaşmaklarla mükellef kupa

arbalarma kurulup gerdanları beşi bir yerde-lerle dolu olarak Kâğıthaneye gittikleri vakit herkes bunları orada Ayvansaraylı değil, gerçekten birer saraylı sanırladı.

«Geçen yazı nasıl çergeler, çadırlar, harmanlar, köpekler, ayılar arasında hoş geçir-dikse, bu kışı da meyhaneler, sazlar, zurnalar, klarnetler, çifte naralar arasında daha hoş geçirdik. Geçen yaz, Nazlılar, tirşe gözlü kızlar, Topal Güllüler, falcılar gönlümü yelpazeliyordu; bu kıs ise, hanende Ziynetler, çengi Seherler, Benli Küheylânlar, yanık yüreğimizi tazeliyorlar. Oooh, işte kış da geçti; yakında bahara giriyoruz. İki, üç gün sonra üçünrü cemre düşeceği için, Reha Beyin evimde, o gece, bir kıştan çıkış âlemi yapılacak... Ve bu âleme Ayvansarayın en maruf sazcı ve okuyucuları iştirak edecekmiş. Gel keyfim gel!..»

«Reha Bey bana, dün Loncada öyle şatafatlı, öyle dört başı bayındır bir Çingene kavgası seyrettirdi ki ben, bu çok canlı ve çok renkli panoramayı ömrüm oldukça unutamı-yacağım! Bu kavga, öyle arasıra Sulukulede filân para için tertip edilen yapmacık ufak tefek kavgalardan olmayıp gerçek candan, yürekten, daha doğrusu sinirden gelme samimî, lirik ve baştan başa heyecan dolu bir kavga




AYVANSARAYDA LONCA

— 1646 —


istanbul

ANSİKLOPEDİSİ

1647

AYVANSARAYDA LONCA




«Bir gün önce cuma olduğu için Kâğıthaneye gezmeğe, eğleameğe giden bir takım, akşam üstü geç vakit arabalarla oradan dönerken, karşılarında oturan bir evin kız çocukları, bu Kâğıthaneden dönenlerin çocuklarına takılmış, onlarla:

— A., a.. Şunlara bakın... Bitli Kâğıtha


neden dönüyorlar; bir de bize çalım satıyor
lar! '

Diye alay etmişler... Bunun üzerine, akşam karanlığında oracıkta hafiften bir ağız dalaşıdır başlamış, fakat Kâğıthaneden, dönenler yorgun oldukları için işi o gece pek uzatmamışlar; ufak tefek bir iki atışmadan sonra meseleyi ertesi sabaha bırakmışlar...

«Balatta, Kilise dibindeki büyük meyhanenin bahçesinde bunu haber alam Reha Bey, kulağıma eğildi:

— Öyle ise, dedi, yarın erken kalkalım;


birlikte Loncaya gidelim; çok enfes bir kav
ga seyredeceğiz ki sen bunu rüyanda -bile gö
remezsin!

«Ertesi sabah erken Loncaya geldik; önce oradaki şişman rum sütçüde birer süt, sonra da tepedeki Hançerli Bostan kahvesinde birer kahve ile nargile içtik...

«Derken efendim, baktık ki alt tarafta, Hançerli Bostanın yüksek duvarının dibindeki tozlu meydanda bir kaynaşmadır oldu. Önce çoluk çocuk, sağa, sola koşuştu. Arkasından kadınlar, kızlar, kapıların önlerine dizildiler. Erkeklerin hemen hepsi işlerine ve işi olmıyanlar da mahalle kahvelerine gitmişlerdi. Daha sonra, açık pencerenin birinden uzanan bir genç kız, karşıki eve doğru hafiften seslendi;

— Biz Kâğıthaneye gidiyoruz akı (a kiz)!


Keyif etmeğe, cana can katmıya gidiyoruz;
nasıl var mı iştahınız sizi de götürelim; orada
'bizimle birlikte hem keyif eder; hem eğlenir;
hem cana can katar; hem de şuracığıma efen
dim, bizim sofralarımızı kaldırır, bulaşıkları
mızı yıkar; papuçlarımızın tozlarını silersiniz.

Karşı pencereden uzanan başka bir kız ona karşılık verdi:



  • Bitli Kâğıthaneye!.. Bitli Kâğıthane
    ye! Orası açar sizi!.. Orası açar!..

  • Bitli Kâğıthaneye sizin gibi bitliler gi
    der. Bizler ise buradan kuruluruz tenteli ara
    baya... Sepetlerimizlen, bohçalarımızlan, hab-
    belerimizlen (yemeklerimizle) çala, oynaya

gider; oracıkta, Çağlayan Köşkünün arkasında size inat yeriz, içeriz âfiyetlen... Siz de burada kokmuş evinizde pineklersiniz avşamla-ra kadar eziyetlen...

  • Orada bir gün yersiniz, içersiniz am
    ma, sonra burada haftalarca açlıktan nefesi
    niz kokar!

  • Onu sen halletmişsin! Bizim evimizde
    her gün iki üç tencere kaynar!

  • Sizin evdeki tencerelerin içinde her
    gün cinler top oynar!

  • Ay, ay, ay! (içeriye seslenerek) Getir
    anam şu dünden kalan patlıcan dolamalarını
    görsün de arsız kızın birazcık gönlü gözü
    açılsın!

Tamı bu sırada elinde, koca bir dolma tenceresi ile orta yaşlı bir kadın pencereye geldi ve kapağı açık tencerenin içindeki dünden kalma 'birkaç yaprak dolmasını karşı penceredeki kıza göstererek ve olduğu yerde göbek çalkalıyarak kendilerine mahsus olan kıvrak kavga makamı ile tutturdu:

— Dolma görsün gözlerin!

Bu sefer ana kız, ikisi birden ayni tavır ve ayni makamla:

— Dolma görsün gözlerin... Dolma gör


sün gözlerin... Dolma görsün gözlerin... Yağı
halis Ayvalık... Dolma görsün gözlerin... Pi
rinci hâlis Mısır... Dolma görsün gözlerin...
Bahar, biber tastamam... Dolma görsün göz
lerin... (Elleri ile oradaki Hoca Ali Camiinin
minaresini işaret" ederek): Gel sen de ye hey
imam!.. Dolma görsün gözlerin... Selâm söy-
leen kocana... Dolma görsün gözlerin!

Şimdi karsı taraftaki pencereye, elinde yeni kalaydan çıkmış bir bakır sahanla gelen orta yaşlı kadın, bu sahanın içindeki bezelya-yı karşıdakilere göstererek, ayni eda ve aynı eda ve ayni makamla kızı ile birlikte başladılar:

— Buna derler bezelye... Buna derler bezelye... Yağsı hâlis kuyruktur... Buna derler bezelye... Tuzu biberi tamam... (Onlar da ayni camiin minaresini işmarlıyarak): Gel sen de ye imam!.. Buna derler bezelye... Ağzın yanar usul. ye!..

«Karşıki pencereden baş üçleşir ve üçüncü gelen kocakarı, içi kavurma ile dolu bir tabağı uzatarak:

— Buna derler kavurma...

i

Yanındakiler:



  • Dumanını savurma...

  • Eti aldık kasaptan!

  • Biz korkmayız hesaptan!

  • Hâlis kavurmadır bu!

  • Körpe toramandır bu!

«Karşı taraftaki başlar da üçleşti. Ve oraya da elinde içi reçel dolu bir kavanozla gelen bir .kocakarı, kavanozu karşıdakilere göstererek:

  • Reçelimiz vişnedir!
    Yanındakiler tef ve zilli maşa ile :

  • Görenleri kişnetir!

  • Onlar bilmez iş nedir?

  • Bilirler ( ) nedir!

«Bu ağaza alınmaz söz üzerine karşıdakiler birden alevlendiler ve avazları çıktığı kadar* bağırarak teflerini, darbukalarını, zillerimi, boş yoğurt tenekelerini alıp kapının önüne, dökülmeleri ile beraber yine onların taraflısı olan birçok kadın, kız ve çocuklar orası bir panayır yerine döndü. Orada ahengin daha sunturlusu olan ikinci faslı başladı.

«Berikiler dururlar mı ya? Bunu görünce onlar da teflerini, zillerini, darbukalarını, kemanlarını alınca ayni çığlıkla kendi kapılarının önüne sıralandılar ve onların taraflısı olan bir alay kadın, kız, oğlan da onların yanına dizildiler. E, artık tam mânasiyle kızıştı; sinirlerini en gizli köşelerdeki zemberekleri boşandı. Artık müstehcen denilen sözlerin yirmisi, otuzu, kırkı birden ayni eda, ayni makamla karşılıklı savruluyor ve her savrulan yakası açılmamış sözün, tâbirin, ıstılahın, argonun ağızlardan kıvrıla kıvrıla çıkışına göre göbekler çalkanır; eller çırpılıyor; gerdanlar kırılıyor; gözler süzülüyor; arada bir arkalar dönülüp tersine rükûa varır gibi karşılıklı vaziyetler alınarak kalçaların yukarı kısımları, tıpkı darbuka çalınır gibi ellerle dövülüyordu.

«Sonra yine arada bir bu çok kıvrak, oynak, çok curcunalı âhenge hafif bir fasıla verilip evlerde ne kadar kap kaçak, çanak, çömlek, bohça, sepet, yatak, yorgan varsa karşılıklı ortaya yığılıyor; bunlarla vaziyetlerinin, servetlerinin dereceleri biribirlerine gösteriliyor ve sinirlerin en gizli yerlerindeki zemberekler yine birdenbire boşanınca biraz önceki çok kıvrak, çok oynak, çok curcunalı ve çok açık saçık ahenk tekrar başlıyordu... Bu ara-

da Çingene kavgalarının en bellibaşlı, en uzun ve ağıza alınmaz tekerlemelerinden (dikiş okuması) denilen tekerleme karşılıklı okunurken etrafı saran yüzlerce kadın, erkek, çoluk çocuk seyircinin, kimi gülmeden bayılacak hale geliyor, kimi şaşkınlıktan aptallaşıyor; kimi utancından kıpkırmızı, eli ile yüzünü örtüyor ve seyirciler arasındaki hele kavgacıların içlerindeki sinir zemberekleri çak bozuk olanlar, babal araplar gibi bir takım marazî haller geçiriyorlardı!..

«Böylelikle saatler geçiyor, kavga da biteceği yerde uzuyor; ortada karşılıklı savru-lacak sövmeler, küfürler, günahlar kalmayınca bunlar, yeni baştan daha kuvvetli, daha koyu, daha şiddetli olarak tekrarlanıyor; hele kavgacıların içlerindeki sinir zemberekleri çok bozulan kadınlar, baştan ayağa kadar bütün vücut uzuvlarını mıncıklıyarak kan ve ter içinde yerlere yatıp kendi kendilerine tepini-yor; tıpkı her yıl, mayısın on dokuzuncu günü Çobançeşmesinde (Araplar düğünü) diye bir âyin yapan babalı araplar gibi bir takım yarı marazî haller geçiriyorlardı!..

«Fakat, ne dersiniz; o gün sabahleyin, erkenden başlıyan o pek şatafatlı ve dört başı mamur kavga, öğle vakti biraz yemek paydosu verilip öğleden sonra ayni tertiple tekrar başlıyarak akşam erkekler evlerine dönünce-ye kadar sürdüğü ve akşam geç vakit, gerek kendi erkeklerinin, gerek mahalle imam, muhtar, bekçisi ile, polislerin müdahalesi üzerine güç yatıştırıldığı halde her iki taraftan da hiçbir kimse, değil bir hafif tokat, bir minicik fiske bile yemedi. Kavga, akşam ezanı ile birlikte yine çalgı, ahenk arasında, tıpkı bir düğün, dernek, eğlence biter gibi tatlı tatlı mayna oldu.

«İki üç gündür, gündüzlerimizi ve gecelerimizi Ayvansaraym arkasındaki Lonca Mahallesinin kahvelerinde geçiriyoruz.

«İki üç gündür, burada öyle bir düğün hazırlığı var ki, sanırsınız, masallardaki peri pâdişâhlarının kızı ile eski Hindistan hükümdarlarından birinin oğlu evlenecek...

«Halbuki yaşlı bir lâvtacının oğlu olan kemancılardan; biri ile eski bir zurnacının kızı evlenecekler... Aman yarabbim, günlerden beri o ne hazırlıktır ,o... Günlerdenberi çeyiz namı olunda evden eve neler gidip geliyor,


— 1648 —

— 1649
AYVANSARAYDA LONCA

neler! Günlerdenberi çifte çifte hallaçlar evlerde boyuna pamuk atıyor; boyuna yeni yeni yataklar, yorganlar, yastıklar dikiliyor; tahtalar siliniyor, takım takım çamaşırlar dikiliyor; duvarlar 'badanalanıyor; bakırlar •kalaylanıyor ve birkaç yorgancı, döşemeci ustası hiç durmadan düğün olacak evdeki gelin ve misafir odalarını hazırlıyor; hamam, traş, cami ve gelin alayları için fenerler, meşaleler, askılar, -buketler hazırlanıyor.

«Bugün çarşamba olduğu için, gelin tarafı çalgılarla Eğrikapıdaki Hançeri! Hamamına gidecek. Onun için yüzden fazla kadın, çoluk çocuk, en şık elbiseleriyle kapıların önünde alayın kalkmasını bekliyorlar.

«İşte hamam alayımın, önünde çalacak çalgı takımı da kadınlı, erkekli, tam on bir kişi olarak Sulukuleden geldiler. Loncalılar-dan hiçbir çalıgıcı bu alayın önünde çalmı-yacak, onlar, hamamda, kendi aralarında çalıp söyliyeceklermiş...

«Alay toplandı, Sulukuleden para ile getirilmiş olan on bir kişilik çalgı, hanende ve çengi takımı bu, yüz, yüz elli kişilik alayın önüne geçti. Çalgıcıların arkasına, önde iki tarafın kaynanaları, arkada çok süslü gelin ve gelinin yanında görümceler, baldızlar, teyzeler, halalar, yengeler, daha arkada da bütün davetliler olduğu halde alay, çalgı ile hareket etti. Artık hayhaylar, hoyhoylar, maşal-lahlar, ala alaheylerden, Lonca Sokakları gümbür gümbür ötüyor. Loncadan Yatağan Mahallesine ve oradan Eğrikapıya doğru bükülen daracık sokaklar binlerce seyirci ile doiu. Arabacılar hamamının önünden geçen caddenin iki tarafındaki evlerin pencerelerinden, alayın üzerine çiçekler, lavantalar, kolonyalar serpiliyor; eller çırpılıyor. Biz, Reha Beyle birlikte oranın en> kibar kahvesinin önündeki peykelerin üstüne çıkmış, bu hamam alayını seyrederken, yarın gece güvey girecek olan çok yakışıklı ve esmer güzeli delikanlı yanımıza gelip:

— Öpeyim bey baba!

Diye Reha Beyin ellerini öpüyor ve ba-, na yerden kandilli bir temenna ederek elimi sıkıyor.

Zurnası koltuğunda olarak karşı kahvenin peykesine bağdaş kurmuş olan ihtiyar zurnacı Şişko Ahmed ağa ağlıyarak güveyin yaşlı babasına bir şeyler anlatıyor.

istanbul

O ne ya? Şu üst baştaki pembe evin penceresinden uzanan birkaç kadın başı, geçen alayın üzerine limon sıkıyor ve arada bir, bu sıkılan limonlar dillerle yalanarak alaya karşı tuhaf tuhaf hareketler yapılıyor. Bunu görünce Reha Bey, kulağıma eğildi:



  • Bunlar, dedi, düğün yapanlara karşı
    kontr parti kalanlar... Onun için şimdi bu
    alayı çekemiyor ve onlara nisbet vermek için
    böyle yapıyorlar. Ellerinde, kâh alayın üze
    rine sıktıklar!, kâh kendi dilleri ile yaladık
    ları bu limonlarla şunu demek istiyorlar:

  • Aman, aman, aman... Doğrusu! Bu
    alayınıza bayıldık... İçimize baygınlık geldi.
    Belki sizin de gelmiştir. Onun için, biz limonu
    yalıyoruz ki bayılmıyalım, ve sizin üzerinize de
    sıkıyoruz ki bayılmıyasınız...

Reha Beye sordum:

  • Sakın bundan yine bir kavga çıkıp
    alayın tadı bozulmasını?

  • İmkânı yok... Onlar şimdi ne yapar
    larsa yapsınlar; ötekiler cevap vermezler ki
    kavga olsun!

«Reha Beyin anlattığına göre kadınların o günkü hamam alayı en aşağı on, onı beş liraya (altın para) patlarmış ve cuma sabahı güvey ile birlikte erkeklerin yapacağı hamam alayı da yine şatafat ve masraf cihetinden bundan aşağı kalmazmış...

«Akşam Balattaki Selâtin meyhanelerden birinde kafaları tür hayli çektikten sonra yine Reha Beyle birlikte ayni kahveye geldik.

«Bu gece, yatsıdan sonra buradaki berber masasının önünde güvey ile arkadaşları traş olacaklar... Onun için kahvenin bir kenarındaki berber masası ile aynası ve takımları pırıl pırıl yanıyor. Yanan sade onlar mı? Kahvenin önünde yüz elli mumluk koskoca bir lüks lâmbası... İçinde ayrıca büyük çapta dört beş petrol lâmbası... Her masanın üstünde rengârenk fanuslu başka lâmbalar ve rengârenk mumlar...

«Kahvenin bir köşesinde sekiz kişilik bir incesaz takımı durmadan çalıyor. Bu gibi büyük düğünlerde güveyi traş eden Balatm, Fenerin en meşhur berberlerinden berber Tayyar ile kalfaları hep tertemiz, bembeyaz giyinmişler, boyuna ellerindeki yepyeni usturaları kılağlıyorlar. Bir tarafta saçı (bahşiş, hediye) tepsileri... Ortadaki, sapları bile gümüşten olan bu tepsilerin etrafına çevrilen

ANSİKLOPEDİSİ

rengârenk kordeleden süsler, sanki onları küçük çapta birer gelin odasından daha süslü gösteriyor. Güvey, traş sandalyesine oturunca berber Tayyar, berberlerin piri Selman Pâkin ruhune 'bir fatiha okuyup, başlıyor güvey'mn saçlarında makası sıkırdatmıya... Kalfalar da güvey'nin arkadaşlarını traşa koyuluyor. Ötede saz, durmadan en hoş havaları çalıyor.

«Böylece traş biter bitmez, güvey hemen kalkıp o ıbahşiş tepsilerinin içine avuçlar dolusu bahşişlerini atıyor. Tabiî, arkasından bütün arkadaşları, ki bunlar en aşağı yirmi beş kişidir; onlar da trastan sonra güvey'i taklit ederek her iki tepsiye ikişer, üçer, hattâ dörder, beşer mecidiye bahşiş fırlatıyorlar. Böylelikle o gece traş merasiminde çalan saz takımı ile beraber, bir hayli para alıyorlar. O gece, on beş liradan (altın para) aşağı para toplamadığını söyliyen 'berber Tayyar, bir aralık Reha Beyin kulağına eğilip diyor ki:

— Ah, bey babacığım, nerede o eski dü


ğünler; gecede elli altmış lira para toplardık.
Şimdi ise görüyorsun, topu topu, on beş os-
kinin içindeyiz!

Sonra ben, Reha Beye soruyorum: —" Peki amma, bu adamlar bu kadar parayı nereden buluyorlar ki düğünlerde böyle avuç avuç serpiyorlar? «Reha Bey gülüyor:



  • Nereden bulacaklar? Vükelâ, vüzera,
    konaklarından, ekâbir yalılarından, saraylar
    dan. .. Bunlar, :bu dediğim yerlere bir kına
    gecesine, bir sünnet düğnüne gittiler miydi,
    o zaman paranın anasını ağlatırlar. Faraza
    sekiz kişilik bir saz takımı, yahut altı kol bir
    çengi takımı, Boğaziçindeki en kibar yalılar
    dan birine on, on beş liraya» pazarlıkla gider
    ler; fakat gece kafalar dumanlanıp da herkes
    kendinden geçmeğe başladı mıydı, yalı sahip
    lerinden olsun; misafirlerden olsun, en aşağı
    otuz, kırk lira bahşiş kaldırırlar. Ve senede
    her takım en aşağı böyle on düğüne ve kına
    gecesine gitse fena mı? Sonra piyasada ça
    larlar; orta halli düğünlere giderler.

  • Desene ki 'bunlar iböyle haydan kaza
    nıp huya sarfederler.

  • Öyledir, zavallılar... Eğer bunlar, de
    diğiniz gibi 'böyle havadan kazandıklarını hu
    ya harcamasalar, simdi bunların her 'biri Be-
    yoğlunda birer ikişer apartman sahibi olur
    lardı.

AYVANSARAY LONCA

«Ertesi günü gelin, ve düğün gecesi yapılan güvey alayları bir gün önceki hamam alayından pek çok muazzam ve mutantan oldu. O gün ve o gece Loncada sanki kıyametler koptu. Her kahvede ayrı ayrı saz ve çengi takımları olduğu gibi düğün evi âhenk-ten yıkılıyordu.

«Hele o yemekler, içmekler hiç hatır ve hayale gelir şeyler değildi. Düğün evindeki hususî misafir sofralarından başka Loncanın geniş meydanlığına kurulan upuzun sofralardan çorba, kızartma, pilâv, zerde tepsi ve kâselerinin biri kalkıyor; biri konuyor; davetli, davetsiz yoldan geçen bütün yolcular, esnaf, fakir fukara, zorla çevrilip tıka, basa doyurulduktan sonra kahve kahve üstüne, şerbet şerbet üstüne ikram edilerek salıveriliyordu. Ya öğleden başlayıp da gece yarılarına kadar süren içki sofraları, sanki, Loncada, insana bir içki bayramı yapıldığı duygusunu veriyordu.

«O gün ve o gece bu muazzam Çingene düğününde acaba kimler yoktu? Bir kere, Ay-vansarayın, Sulukulenin, Kasımpaşanm, Üs-küdarın en namlı kipti çalgıcılarından başka yine İstanbulun en gözde çalgıcılarından Türk, Rum, Ermeni, Yahudi kemancılar, utçular, kanuncular, hanendelerden bazıları davetli olarak orada idi. Sonra yine davetliler arasında İstanbulun bazı maruf ve kibar zatları da göze çarpıyordu.» (B.: Çingeneler).

İstanbul Ansiklopedisi için 1947 yılında dolaşıldığı zaman Lonca, yakın geçmişe nazaran pek sönük bulunuyordu.

Büyük bir kısmı Atikmustafapaşa, bir parçası da Mollaaşkî Mahalleleri çemberi içinde kalan Loncayı, Mollaaşkî Mahallesindeki bir iki sokak istisna edilirse Lonca Caddesi, Ebekadın Sokağı, Bekârodası Sokağı, Yata-ğankülhanı Sakağı, Şamdaneıbaşı Sokağı ve Demirci Hasan Sokağı ile çerçevelemek mümkündür; -bel kemiğini Yatağan Caddesi teşkil eder, iç sokakları da şunlardır: Hacı Arif Bey Sokağı, Kunduracı Sokağı, Aktarma Sokağı, Vezir Sokağı, Şehbender Mümtaz Sokağı, Eğ-rikapı Sokağı, Eğrikale çıkmazı. Yatağan Caddesi müstesna, iç sokakların hemen hepsi henüz taazim edilmemiş toprak yollardır, Yol kavuşakları küçücük meydancıklar halindedir.

Lonca Caddesi boyundaki eski meşhur


AYVANSARAYDA LONCA MEYHANELERİ — 1650 —

İSTANBUL


ANSİKLOPEDİSİ

— 1651 —


AYVANSARAY KALAFAT YERİ


meyhanelerinden hiçbiri kalmamıştır. İki fırını, Yatağan Caddesi üzerinde biri Ziya Kâh-yaoğlunun, diğeri Galip Kızılovanun iki kahvehanesi vardır. Nüfusu 4500 - 5000 arasındadır. Arabacılar Hamamı kapandığından, halkı yıkanmak için civardaki Hançerli, Ba-lat, Tahtaminare ve Sultan hamamlarına gider.

Lonca sokakları daimî bir hay huy içindedir. Yalın ayak, yarı çıplak, esmer, birçoğu harikulade güzel, fakat kirli, çamurlu çocukların çığlıklarına pencere ve kapılarda kadın yaygaraları karışır. Tülü kafa, yırtık mintanından memesi, yırtık pantalonundan baldırı görünen yalınayak bir delikanlı, rugan iskar-pinli, rayye pantalonlu, ipek gömlekli, saçları biryantüüi bir arkadaşı ile kol kola geçer... Bir kulübe azmanından, parmağında tek taşlı gül yüzüğü ile kalantor bir bayın çıktığı görülür. Bir sokakta, paketi yüz kuruşluk bir çikolatayı mıncıklayıp macunlaştırmış bir kızcağız, etrafına toplanmış boydaşlarına avu-cunu yalatarak ikramda bulunur. Ziya Kâhya oğlu'nun kahvehanesinde, kemanı Ali Tetik, İstanbul Ansiklopedisi yazı ailesiyle bir sanatkârın bütün zerafetiyle konuşur, Hanende İsmet ise, tavla oynarken bu ziyarete mâna vermekten âciz, gazapla homurdanır; Lonca, son yıllarını yaşar gibi görünen bir daimî panayırdır.

Piyasa sazende ve hanendelerinin en namlıları Loncadan yetişmiştir; bunlar arasında geçen, asır sonlarının şöhretleri kemani Memduh Bey, kemanı İhsan Efendi, kemanı Aşkî Efendi, kemanî Bülbül Salih Efendi, kemanî Ağa, kemanî Tahsin Efendi, kemanî Kami, klârinet İbrahim Efendi, hanende Ahmed Beydir., Bu satıların yazıldığı sırada ise, Loncanın beş bine yaklaşan nüfusu arasında hayatını sazı ve sesi ile kazananların sayısı 60-70 arasına düşmüş bulunuyordu; başlıca şöhretler arasında da klârinetçi Şerif, kanunî İsmail, kanunî Ahmed, kanunî İsmail, kemanî Ali Tetkik, kemanî diğer Ali, cümbüş Fehmi, cümbüş Rahmi, cümfoüş Enver ve hanende İsmet bulunuyordu. Gençlerden Şerifin oğlu Saim yetişmekte idi.

Lonca bir halk musiki mektebidir; yakın bir istikbalde bu mektebin sessiz sedasız ka-panmasiyle, Büyüşehire bir ıssızlık çökeceğini kabul etmek lâzımdır. Konservatuvar, Türk

musikisini temsil eder; fakat kahvehanelerimizin, meyhanelerimizin, mesire yerlerimizin, sünnet düğünlerimizin, orta halli ve fakir aile düğünlerimizin, millî bayramlarımızda semt halk toplantılarının da saza ve söze ihtiyacı vardır; buralarda akademik kıymetler mevzuu bahis değildir; sadece gönül pası silinir; ve konservatuvarm diplomalı sazendeleri ve solistleri, Balıkpazarı, Kumkapı, Kalyoncu Kulluğu meyhanelerinde, çalgılı gazinolarda, Kâ-ğıthanede, Göksuda, Sularda, kırlarda dolaşacak değillerdir.

İstanbulun. şu yoksul ve yoksulluğun sebep olduğu neş'eşiz günleri de devam edecek değildir.

Lonca gençleri artık fabrikalarda amele veya tornacı atelyelerinde işçi olmaktadır. Bunun sebebi de, Loncanın birinci sınıf piyasa sazende ve hanendelerinin, kendilerini yetiştirmek imkânını bulamayışlarıdır; üçüncü derecede san'atkârları, sıkıntı içindedir. Son yıllarda büyük çalgılı gazinolarda şöhret yapmış olan solist kadınlar, saz heyetleri angajmanlarında kat'î söz sahibi olmuşlardır ve her nedense bu kadınlar, Loncalı san'atkâr-.ların bu gibi koruyucu müesseselerle anlaşma ve buralarda iş bulma imkânını ortadan kaldırmıştır.

AYVANSARAYDA LONCA MEYHANELERİ — İstanbulun eski gedikli meyhanelerinin en meşhurlarından iki tanesi de Ayvan-sarayda Loncada idi; her ikisinin de sahibi Musevi olan bu meyhaneler «Ayvalı» ve «Ya-vaşko» isimleriyle maruftu; geçen asrın muharrirlerinden olup yazılarında devrini tespit etmeğe çalışmış bulunan Çaylak Tevfik Bey merhum ne kadar yazıktır ki, «İstanbul Meyhaneleri» adındaki risalesinde birçok isim sıralarken meyhanelerin hususiyetlerinden ayrı ayrı bahsetmemiştir. Loncanın bu iki meşhur meyhanesinin de bu eserden sadece isimlerini öğrenmiş bulunuyoruz.

Bu satırların yazıldığı sırada yapılan bir araştırmada «Ayvalı» denilen meyhanenin bir araba ahırı olduğu, sahibinin de Yavaşko olduğu öğrenilmiştir; kuvvetle tahmin edilebilir ki, meyhaneci Yavaşko, Çaylak Tevfiğin bu semti tetkikinden bir müddet sonra «Ayvalı» yi da almış olacaktır; yahut «İstanbul Meyhaneleri» müellifi, Loncayı görmemiş., ağızdan aldığı malûmatı risalesine geçirmiş,

bir meşhur meyhane ile sahibinin adını birbirine karıştırarak eserine iki meyhane kay-kaydetmiştir.

Lonca meyhaneleri, 1934 Belediye Şehir Rehberinde Esnaf Loncası Caddesi adiyle tespit edilen cadde boyunda idi; bu satırların yazıldığı sırada, bu cadde boyunda, İstanbul kütüğüne mal edilecek bir meyhaneye de rastlanmamıştır (1947 Nisan).

Bibi.: REK ve Muzaffer Esen, Gezi Notu.



Yüklə 4,97 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   60   61   62   63   64   65   66   67   ...   75




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2025
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin