İstanbul ansiklopediSİ Büyükada Camii (Resim: Kemal Zeren)



Yüklə 4,97 Mb.
səhifə63/75
tarix07.01.2019
ölçüsü4,97 Mb.
#91759
1   ...   59   60   61   62   63   64   65   66   ...   75

Regad Minıaroğlu

AYŞE HATUN — Hadikat-ül-Cevamiifi kaydına göre Müftü Ali Hamamı kurbünde Karabağlı Mescidinin baniyesi bir hayır sabidir.



Bibli: Hadikatül Cevami, I.

AYŞEHATUN ÇEŞMESİ — Üsküdarda Sultantepesinde, Hamalbaşı Mescidinin biti-şiğindedir. 1947 de akar çeşme idi. Aslı onye-dinci asır yapısı olup son tamirinde, tuğla ve çimento ile karakteri bozularak acayip bir şekil almıştır, aslından teknesi, iki tarafındaki sedler, ayna taşı ve kitabesi kalmıştır. Kösem Valide Sultanın kethüdası Arslan Ağanın zevcesi Ayşe Hatun kızı Ümmehanı Hatunun ruhları için yaptırılmıştır, kitabesi şudur:

Sâhibülhayrat Valide kethüdası Arslan Ağa merhumun halilesi sahibetülhayrat Ayşe

ܧküdarda Aygehâtun Çeşmesi (Resim: Nezih)

ve kerimesi Ümmehani Hatunların ruhiyçün elfatiha.

1060 (M. 1650)

İbrahim Hilmi Tanışık

AYŞE HUBBİ HÂTÛN — Onaltıncı asrın büyük kadın şairlerinden; evvelâ İkinci Se-lim'in, sonra oğlu Üçüncü Murad'ın nedimelerinden, bu iki hükümdar devrinde Osmanlı sarayı hareminin en parlak simalarından; İkinci Selim'in şehzadeliğinde olan Şeyh Yahya Efendinin torunu idi, saraya da bu münasebetle girmişti. Ak Şemseddin ahfadından Şemsi Çelebi ile evlendi. Kızını da asrın ulemasından Mehmed Vusûli Efendiye verdi 'ki İstanbul kadılığına kadar yükselen bu zata, kaimvalidesinin himayesini kasteden İstanbul zürefası «Hubbî mollası» lâkabını takmıştı; Fındıklı Camiinin banisi olan Mehmed Efendiyi, Hâdikatülcevami yanlış olarak Hüb-bi Hütunun zevci gösterir. Birçok gazelleri, kasideleri ve üçbin beyittik «Hurşidü Cem-şid» adında bir eseri bulunan bu kadın şair hislerinin rikkati ve ve lisanının zarafeti ile divan edebiyatında mümtaz bir yer alır:



Sular şûride hal olmuştu gayet Geçen ahvali eylerdi şikâyet Su, rahmet hattını eylerdi tahrir Nesîm ol âyatı eylerdi tefsir

Fevkalâde güzel imiş, bir ara Üçüncü Mu-rad ile olan yakınlığı bir saray dedikodusuna sebebolmuş, aşağıdaki zarif beyti, kendisini müdafaa yolunda, yazdığı söylenir:



AYŞE KADIN (Ebe)

— 1636 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 1637 —

AYŞE REİS HİKÂYESİ




Râstdır reftarmnz mânendi mîli tûtiyâ Biz hezaran didei mahmura girmiş çıkmışız.

Kabri Eyyubdadır.

AYŞE KADIN (Ebe) — Hadikat-ül-Ceva-
nıiin kaydına göre, Aksaray civarındaki Ham-
mal Hayreddin camiini tecdiden tamir etti
ren bir hayır sahibidir. Aslı Benderli olup İs-
tanbula gelerek Aksarayda yerleşmiş, bir yan
gın neticesi harap olup metruk bulunan mez
kûr Camii ihya etmişti. (B.: Hammal Hayred
din^ Camii). .

Bibi.: Hadikatül Cevami, I.

AYŞEKADINHAMAMI SOKAĞI — Ba-yazıd Nahiyesinin Süleymaniye Elmaruf mahallesi sokaklarındandır. Kirazlımescid ve Kanunimedresesi Sokakları arasında uzanır, Kirazlımescid kavuşağından yüründüğüne göre, iki arabanın rahat geçebileceği kadar geniş, kaba taş döşelidir, adını bu satırların yazıldığı sırada bir harabe halinde bulunan hamamdan almıştır. İki sıralı ikişer üçer katlı ahşap evler arasından geçer ki bu evlerin hemen hepsi hali vakti yerinde Türk ailelerinm meskenleridir. Bir mahalle bakkalı vardır.

İsmail Ersevim

AYŞE REİS HİKÂYESİ — İlk defa ne zaman, kimin tarafından söylendiği tesbit edilememiş bir meddah hikâyesidir:

Recâi Molla yaşı otuzu aşmış, bir türlü ev lenememişti. Kızların kendilerine sorulmadan gözleri kapalı kocaya verildiği devirde genç mollanın bekâr kalmasına yüz ve vücud özürleri bahis mevzuu olamazdı, kaldı ki Recai Molla erkek güzeliydi: Tüy koyu kumral, göz ela çakırı, beniz buğday; keman kaşlı, şahin bakışlı, ağzı erkek işi biraz büyükçe, düzgün bir burnun altında sünneti Muhammediye göre kesilmiş karanfil bıyık, ve düzgün bir çenenin üstünde oya gibi bir sakal. Boy bos, alım çalım yerinde, üstelik zengindi, bir hamam, iki han, otuz kırk parça dükkân iradı vardı. Cerrahpaşada konak, Kanlıcada yalı, Şamandırada çilftlik sahibi hanedan kişiydi. Şeyhülislâmlar damad edinmek istemiş de, «İlim ile meşgulüz, af buyursunlar» diye özür dilemişdi. Konu, komşu, mahalleli: «Zahir bir mahrem ayıbı vardır» diyordu. Halbuki Recâi Mollanın bekâr kalmasının tek sebebi vehmi, kadın denilen mahlûka karşı güven-

sizliği idi, çirkinine abtalına tahammül edilemez, akıllısı, güzeli ile de başa çıkılamazdı.

Recai Mollayı Mora Yenişehrine kadı tayin etmişlerdi. Hem yol hazırlığına, hem de kim bilir kaç yil sonra göreceği güzel îstan-bulu gezib dolaşacağına, eşe dosta, yârana veda ziyaretlerine başlamışdı.

Bir gün yolda biri taze biri yaşlıca iki


kadına rastlamışdı, hanımların arkalarında da
bir halayık vardı. Sokakdan da kömürcü de
veleri geçiyordu. Kadınların tazesi deveyi gös
tererek : ;

— Aman anacığım bunlar ne?., diye sor


du.

Yaşlıca kadın:



  • Onlara deve derler kızım!., dedi.

  • Ya anacığım arkalarındaki boğçalarda
    ne vardır?..

  • Kızım onlar boğça değil, develerin
    hörgücü...

Recai Molla şöyle bir toplandı, «bu yaşa gelmiş, deve ile hörgücünü bilmeyen bir kız!.. Yaşmak altındaki yüz huri misâli, gözlerde âteşi zekâ, iste benim arayıb da bulamadığım böylesidir.. Allah vere de evli olmasa..» diyerek peşlerine düşdü. Kadınlar Süleymaniyede meşhur Ayşe Reisin konağına girdiler.

Ayşe Reis, Cezayerli Ahmed Dayı isminde namlı bir korsanın kızı idi. Din ve devlet uğruna yapdığı gazalarda Karun hazinelerine sâhib olan Ahmed Dayının oğlu olmamış, dâri dünyada tek evlâdı kızını erkek gibi yetiştirmiş, ölümünde de işini, gücünü, ona devret-mişdi. Ayşe Reisin koynunda pâdişâhın fermanı vardı, erkek esvabı giyer, beline yatağan bıçakları, tabancaları dizer, başım, saçlarını sımsıkı sarar, üç anbarlı, bağçeli, hamamlı, üç kat yatırma toplu ticâret kalyonlarını ve yirmi beş çifte küreğini zincire vurulmuş ikiyüz elli forsa çeken cenk kadırgalarını idare ederdi.

Recai Efendi bir rahat nefes daha aldı, «Tevekkeli değil kız deve ile hörgücünü bilmiyor.. Korsan karının: baskısı altında yetişmiş., tam benim aradığım..» dedi ve hemen ertesi günü anasını görücü gönderdi. Fakat Ayşe Reis: «Damadı kendim görmeyince kızı veremem., yarın molla efendi teşrif eylesin..» demişdi. Recai Mollanın anası:

— Kız çok güzel evlâdım., adı da Mahbû-


be.. melek yüzlü mâsûme.. fakat ben asır Ayşe

Reisin kendisine bittim., kaptan esvabı sırtında., lepiska saçlar belinde., bülbül de lisana gelmiş dilinde., ya o kaşlar., gözler., nezâketle zerâfet onda tastamam olmuş., ilim, irfan, cümle malûmat onda.. Ayşe Reis dururken deve ile hörgücünü bilmeyen kız alınır mı?..

Deyince Recai Molla yerinden fırlayarak:

— Aman anacığım sus., dedi, onun ma


lûmatı da, güzelliği de kendisinin olsun., ben
öyle tabanca elde, yatağan belde kadınla na
sıl baş ederim...

Ertesi gün Recai Molla Ayşe Reisin konağına gitti, Kadın Korsan Molla ile »kafes arkasından konuşdu:

— Molla Efendi hazretleri., dedi, ben o
kızı sana veririm ama şartım vardır.. Mahbûbe
benim ruhum, canım evlâdımdır, bir kalyon
yükü çeyizi vardır., bana bir hafta izin, kızın
eşyasını gemilerimden birine yükleteyim, kı
zı, da içine koyayım, seni de o gemiye bindiril,
Mora ceziresine yola çıkarırım., ama erkek
lere pek emniyetim yoktur, komşunun tavu
ğunu kaz görürsünüz., nikâhı 100.000
altından aşağı kıydırtmam..

Recai Molla boşamak için karı almıyordu, razı oldu. Bir hafta sonra da Ayşe Reisden haber geldi: «Bir kalyon yükü çeyizi ile kız helâlini kalyonda bekliyor..» diye, Ayşe Reisin ten-! sibi ile zifaf da gemide olacakdı..

Molla gemiye bindi, kalyon lenger aldı, damad efendi gelin kızın duvağını kaldırınca heyecanından az kalsın düşüb bayılaca'k-dı. Karşısında bir peri kızı vardı.. O ne güzellik., o ne masumiyet.. Recai Molla beklemiş beklemiş, turnayı gözünden vurmuşdu...

Fakat, Çanakkale Boğazından çıkar çıkmaz müdhiş bir fırtınaya tutuldular. Gece deniz bir kat daha azgınlaşdı. Gemi battı batacak.. Recai Mollayı deniz tutmuşdu, yarı baygın yatıyordu.. bir ara gözlerini açdı.. aman Allahım.. Mahbû-

besi yanında yok., her şeyi unuttu, düşe kalka, tutuna sendeleye güverteye çıktı...

Bir de ne görsün., dalgalar dağ gibi.. bir taraftan sağanak., gök yüzünde şimşekler birbirini kovalar., geminin kaptan köşkünde de gelinlik entarisi ile Mahbûbe, başını bir şal ile sımsıkı sarmış, tayfalara emirler vermede :

— Büyük yelkeni toplayın., fırtına yel
kenini açın..

Molla yanından koşarak geçen bir gemiciye :

— Bre sehbaz bu avret kimdir?., diye
sordu.

Tayfa: — Ayşe Reis!., dedi, gemiyi eline aldı, kurtulduk demektir...



Ayşe Reis (Resim: Sabiha Bozcalı)

AYŞE SULTAN BAĞÇESİ

— 1638 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 1639

AYTAÇ (Hâmid)




Gemiyi batmaktan kurtaran Ayşe Reis : — Kocacığım., dedi., ananın gördüğü bir sersem put misâli câriye idi, yolda senin gördüğün, deve ile hörgücünü bilmeyen kız ise ben idim., kimse cesaret edip benimle evle-nemezdi, ben de her erkeğe koca diye baka-mazdım.. son defa korsanlık yapdım, fesi kaldırdım., erkek esvabı giymem eğe and etmiş-dim.. bu gece gelinlik esvabımla buraya çıkıp geminin kumandasını elime almasaydım cümlemiz gemiyle beraber batar, boğulur giderdik, ama ben yine senin o masum Mahmube-nim.. üstüme senden başka erkek eli değmemiştir., sen de vehim ve vesveseni at. kadının namusunu kocanın baskısı, kilidi değil, sevgisi ve itimadı korur.

AYŞE SULTAN BAĞÇESİ — Onyedinci asır ortalarında Üsküdar sahrasında mirî bağ-çelerden; bir arada İbşir Paşa zevcesi Ayşe Sultana verildiğinden bu isimle anılmıştı; yeri tesbit edilemedi; pasa, kendisine mührü hümâyûn ile beraber Ayşe Sultana verilip İs-tanbula çağırıldığında, evvelâ bu bağçeye inmişti (B.: Muştala Paşa, İbşir).

Bibi.: Siiâhdar Tarihi, I.

AYŞE SULTAN ÇEŞMESİ — Üsküdar-

3 > y

da, İmrahor Camii karşısındaki köşededir; onaltmcı asır yapısı olup bu satırların yazıldığı sırada muattal idi. Türk klâsik mimari



Üsküdarda Ayşesultan Çeşmesi (Resim: Nezih)

üslûbunda, haznesi kesme taştan, yüzü mermer, kemeri bir beyaz bir renkli mermer ile örülmüştür. Kemerin üstündeki kitabesi, celi sülüs ile bir beyitten ibarettir ki şudur:



Cenabı Hazreti Ayşe Sultan çim ihya etti bu azbi

Firâta

Didim târihine amin kıldı icra Zülâli çeşnici aynül-

hayâtı

1007 (M. 1598)

Musluğu koparılıp çalınmıştır; üstü çatısız ve açıktır, fakat ayna taşı teknesi ve haznesi mamurdur. Cephesi, kitabenin altında ve kamerin -kavisleri üstünde iki madalyon çiçek ile tezyin edilmiştir. Bu güzel çeşmenin suyunun akıtılması, Büyükşehirin imar faaliyeti arasında çok yerinde bir iş olur ki, ağır bir masrafa da mal olmasa gerektir (1947).

İbrahim Hilmi Tanışık

AYŞE SULTANIN DÜĞÜNÜ — Vak'a-nüvisîerin kaydettiği saray düğünlerinden biridir; Hicrî 1171 yılı Cemaziyelevvelinin altıncı günü (Milâdi 1758), Üçüncü Mustafa, kız kardeşi Ayşe Sultanı devrin vezirlerinden Siiâhdar Mehmed Paşaya vermiştir.

Siiâhdar Mehmed Paşa Tırhala mutasarrıfı bulunuyordu. Nikâh, paşanın gıyabında, sultanın ikamet etmekte bulunduğu Hekimbaşı sarayında Kızlarağası, Şeyhülislâm efendi, paşanın vekil ve şahitleri huzurunda beş-bin altın üzerine kıyıldı. Mükellef bir ziyafetten sonra, Şeyhülislâm Efendiye bir .bohça içinde beyaz çuhaya kaplı bir samur kürk hediye edildi; haremde Kızlarağasına da bir samur kürk giydirildi; diğer hazır bulunanlara da mevkilerine göre, Sultan ile Paşanın şanlarına lâyık hediyeler verildi. Sür'atle İstanbula çağrılan damat paşa, büyük şehre ancak Şevvalin dokuzuncu günü gelebildi; kendisine Koca Ragıp Paşa tarafından Bahariye' de bir ziyafet verildi; oradan yedi çifte bir kayık ile Bahçekapısı iskelesine çıktı, Babıâ-liye giderek Sadırâzamın elini öptü ve Sadı-râzam tarafından serâsereye kaplı bir samur kürk giydirilerek taltif edildi ve binek taşına hediye olarak çekilen fevkalâde müzeyyen bir ata binerek iskeleye döndü, ve kayık ile Sultanın Ortaköydeki sahilsarayına gitti, yatsı namazından sonra, Kızlarağası vasıtasiyle

«haclegâhı ismetpenâhiye rûmal ve şerefi zifaf ile dağzeni kulübi emsal» oldu. Bibi. : Vâsıf Tarihi, I.

AYŞE SULTAN SARAYI — Evliya Çelebinin yazdığına göre, onyedinci asır ortalarında Aksarayda İstanbulun en büyük saraylarından biri idi. Başka bir kayda rastlanamadı. Zamanımıza kadar nişanı, izi kalmamıştır.

Bibi.: Evliya Çelebi, I.

AYTAÇ (Hâmid) — Zamanımızın en seçkin hattatı, arab asıllı Türk harfleri ile yazı sanatının son üstadı; rind meclis adamı, İstanbul ansiklopedisinin mümtaz dostlarından; «Son Hattatlar» müellifi merhum Mahmud Kemal İnal bu değerli sanatkârın hal terce-mesine: «Mükerreren vâki talebimiz üzerine yazdığı hal tercemesini aynen dercedediyo-ruz» diye başlamıştır. İstanbul Ansiklopedisi de: «Mükerreren vâki talebimiz üzerine çok daha etraflı bir hal tercemesini vaid buyurdukları halde bir türlü yazıb vermedikleri için «Son Hattatlar» daki satırların hakli ile iktifa olundu» derken duyduğu derin teessürü bilhassa belirtmek ister. Üstadın İnal marhu-ma gönderdiği yazı şudur:

«Asıl adım Şeyh Musa Azmidir; Azmi imzalı bir çok yazım vardır; otuzbeş senedenberi Hâmid nâmı müsteârı ile yazdığım için herkesçe tanınan müsteâr ismimi değiştirmeğe lüzum görmedim.

«Yazı sanatının nâçiz hadimlerinden bulunan fakir 1309 da (milâdî 1891-1892) Di-yarıbekirde doğdum. Tuhfei Hattâtînde muharrer hattâtînden Ademî Âmedî'nin ahfadından Z'ülfikar Ağanın oğluyum.

«İlk tahsilimi sib-yan mektebinde, Büyük Millet Meclisinin ilk devrei intihabiye-sinde Diyarbekir mebusu olan Hoca Mustafa Akif Efendinin rahlei tedrisinde yapdım ve ondan yazı aşkını meşk eyledim.



Hattat Hâmid Aytaç (Resim: Nezih)

«Diyarıbekir Askerî Rüşdî Mektebinde

Hoca Vâhid Efendiden rik'a, ve jandarma ko-lağiarmdan Ahmed Hilmi Efendiden sülüs yazdım. Sonra Kavasısagir imamı Said vs idadi hüsni hat muallimi hat hocası akrabamdan Abdüsselâm Efendilerden teallüm ettim.

«Yazı kadar resme de istidadım vardı, resmi, askerî rüşdide resim ve fransızca muallimi Ressam Hilmi Efendiden Öğrendim. Bu zât ressam merhum Ali Riza Beyin mektebinden yetişmiştir.

«Merhum Hasan Ferid Beyin atlas haritasını aslından fark edilmeyecek şekilde mu-tahassıs bir haritacı gibi çizdiğimi gören coğ-rafiya mualliminin takdirini mucib olmuşdu. Bu eser mekteb müzesinde mahfuzdur.

«İdadiden mezun olarak 1324 de (milâdi 1906) İstanbula geldim, bir sene kadar Mektebi Hukuka, 1325 de (M. 1907) Sanayii Nefî-sede resim ve hakk kısmına devam ettim.

«1326 da (M. 1908) Hasekide Gülşeni Maarif Mektebi resim ve yazı muallimliğinde bulundum. Bu sırada talebe arasında istidadını gördüğüm Mustafa Halimi yetiştirdim (Hattat Halim).

«Hususî mahiyette matbaa işleriyle meşgul oldum. 1327 de (M. 1909) münhal bulunan Rüsumat Matbaa Müdürlüğüne bilmüsa-baka tâyin edildim. Bu memuriyet Sanayii Nefîseye devamıma mâni olduğundan istifa ettim.

«1328 de (M. 1910) Mektebi Harbiye matbaa hattatlığına, bilâhare Erkânı Harbiyyei serhattatı Hocam Mehmed Nazif Efendinin vefatı üzerine mezkûr matbaaya geçdim. Bu matbaada yedi senelik hizmetim devresinde Birinci Umumî Harbde Yıldırım Orduları grup emrinde hizmetten sonra İstanbula avdet ettim. Mütârekeyi müteakib 1336 da (M. 1918) istifa ederek Hattat Hâmid Yazı Evi nâmı müsteârı ile Kapalıfırın karşısında bir dükkân açdım. O tarihden itibaren serbest çalışmaktayım.

«Aradan altı ay geçdikten sonra Hattat Arif Hikmet Beyin vefatı üzerine ondan münhal olan yazı yurdunu (şimdiki Afitâb Kırtasiye Mağazası) istihlâf ederek orada çinkograf-hâne açdım. Kardeşlerim ve talebem burada çinkograflık öğrendiler.

«Simdi Ankara Caddesindeki matbaamda

-> " • -

yazı işleri ile beraber tezhib, çelik üzerine resim ve yazı hakki, çinkograflık, kabartma ve



ANSİKLOPEDİSİ

— 1641 —


AYVAD BENDİ



İSTANBUL


demeğe mecbur olurlar. Medhü sena bir âdemi enzârı ammede kıymetli göstermek, yâhud kıymetini arttırmak için ihtiyar olunur. Hâ-midin kıymetini yazıları isbat etmekde olduğundan medhü sena ile ona kıymet vermek, yâhud kıymetini arttırmak için uğraşma beyhudedir. Güzelin medhe ihtiyacı yokdur, Güzelin meddahı güzelliğidir».

AYTEKİN SOKAĞI _ Kumkapı nahiyesinin Tülbentçi Hüsameddin mahallesi sokak-larındandır. Mermerciler Caddesi ile Atatürk Bulvarı arasında uzanır, bir araba rahat geçebilecek kadar geniş, kaba taş döşeli bir sokaktır, evleri ikişer, üçer katlı kagir yapılar, sekenesi Rumdür; üç bakkalı, bir kundura tamircisi vardır. Temmuz 1947.

AYTUTULMASI — İlk okul talebesi ço-

— 1640 —
AYTEKİN SOKAĞI

rv

Hâmid Aytaç'ın bir yazısı (Peygamberlerimizin Fethi Miibîni tebşir eden hadisi)

lüks etiket ve şâire islerini bilfiil tatbik etmekteyim.

«Şişli Camii şerifinde, daha başka camilerde, îstanbulda bir çok zâtin salonlarımda, Mısır ve Irakda binden fazla yazım vardır.

«îstanbulda sülüs celisini Mehmed Nazif, sülüf ve neshi Hacı Kâmil Efendilerden, taliki de Hulusi Efendiden meşk eyledim».

Merhum Mahmud Kemal İnal bu hal terce-mesi notuna şu mütalâayı eklemiştir: «Hâmid Bey, celî sülüsde, sülüs ve nesinde ve tâlikde zamanın en değerli hattatlarından sayılmak hakkını hâizdir. Fakat yazının dekaayikine muttali olanlar ve kıymetini takdir edebilenler, benim gibi:



Mest olur görse eğer hattını erbabı vukuuf Bakamaz dilberinin noktai halü batına

cukların bile basit bir izah ile kavrayıp anladıkları ay tutulması hâdisesi, kaba cehlin ve dolayısı ile bâtıl itikadların karanlığından kurtulamamışlar tarafından daima korku ile seyredilmiş, yakın istikbalde kötü vak'alara bir işaret gibi kabul edilmiş, ay üzerine düşen dünyanın gölgesi onu yutan bir canavar zannedilmiş, canavarı korkutup kaçırtmak ve ayı kurtarmak için dualar edilmiş ve gök yüzüne tabancalar, tüfenkler boşaltılmıştır.

Bıçkın, külhâni ve serseri güruhu silâh ateşliyerek taşkınlık göstermek için bu bâtıl itikadı fırsat bilmiştir. Bu hal İstanbulda 1908 meşrutiyetine kadar devam etmiş, ancak o tarihten sonradır ki ay tutulunca silâh atmak yasak edilmiş, yasağı dinlemiyenler de asayişi ihlâl ile suçlandırılarak hapse mahkûm olmuşlardır.

İçinde yer yer geçen asır ortalarındaki İstanbulun çok güzel tasvirleri bulunan Pierre Loti'nin «Azade» romanında ay tutulması için de bir parça vardır:

«Unkapan sedlerini muhteşem bir akşam içinde iniyorduk.

«İstanbulun alışılmamış bir manzarası vardı;, bütün minarelerde hocalar garip makamlarla meçhul dualar terennüm ediyorlardı; gecenin bu alışılmadık saatinde bu kadar yüksekten çıkan bu tiz sesler muhayyeleyi endişeye düşürüyordu; ve kapılarının önünde toplanmış olan Müslümanların hepsi gök' yüzünün bir korkunç noktasına bakıyor gibi idiler.

«Ahmed nazarlarımı takip etti ve dehşet içinde elimi yakaladı: Demin - Ayasofyanm kubbesi üzerinde o kadar parlak görmüş olduğumuz ay, yukarıdaki büyüklük içerisinde sönmüştü;, artık solgun, sönük ve kanlı bir kırmızı lekeden ibaretti.

«Gök yüzünün işaretlerinden daha teessüre garkedici bir şey yoktur ve bir şimşek çakışından daha sür'atle peyda olan ilk hissim, de bir dehşet hissi oldu. Takvime bakmağı uzun zamandan beri ihmal etmiş bulunduğum için, bu vak'ayı tahmin etmemiş bulunuyordum.

«Bunun ne kadar mühim ve korkunç bir hal olduğunu Ahmed bana izah etti: Türk itikadına nazaran bu esnada ay kendisini parçalamakta olan bir canavarla mücadele halindedir. Maamafih Allah nezdinde şefaatta bu-

lunarak ve canavar üzerine kurşun sıkarak kendisini kurtarmak mümkündür.

«Filvaki bütün camilerde vaziyetle alâkadar dualar edilmektedir ve İstanbulda yaylım ateşi başlamıştır. Bu korkunç hale hayırlı çatılardan aya tüfekler atılmaktadır.

«Evimize varmak üzere Fenerden bir kayığa biniyoruz. Yolda bizi tevkif ediyorlar. Halicin yarı yolunda, zaptiyelerin motoru bize geçidi kapıyor; bir husuf gecesi kayıkla dolaşmak memnu.

«Fakat sokakta yatamayız ya! Zaptiye efendilere karşı gayet yüksekten alarak müzakere ediyor, münakaşa ediyoruz ve cür'et göstermek sayesinde bir kere daha işi hallediyoruz. — Nâhid Sırrı Orik tercemesinden». (B.: Aziade).

AYVA — Meşhur meyva; İstanbulda bilhassa Boğaziçinde Cengelköyünün ayvası meşhurdur; mevsiminde bu köye misafirliğe gidenler, semtlerine hiç olmazsa bir sepetçik ayva ile dönerlerdi; asker mekteplerimizin en büyüklerinden biri olan Kuleli lisesinde, dolaplarında kehribar gibi bir kaç ayva bulundurmak çocuklar arasında bir an'ane hükmüne girmiştir ve Kuleliler evci çıktıkları zaman, analarına, babalarına, kardeşlerine Çengelköy hediyesi olarak ayva getirirler.

AYVAD BENDİ VE DERESİ — Belgrad ormanlarında, Onse'kizinci asırda Üçüncü Mustafa tarafından yaptırılmış bir benddir ki, adını o zamanlar civarında bulunan bir köye nispetle anılan bir dereden almıştır.

Onaltmcı asırda bu yana, Büyükşehir hayatında çok kıymetli rol oynamış olan Kırk-çeşme suları, Belgrad ormanlarında yaptırılmış bendlerden, ufak havuzlara akıtılmış derelerden ve müteaddit pınarlardan toplanmış sulardır; İmparatorluk tarihi boyunca bu su şebekesini yeni katmalarla zenginleştirmek, daima düşünülen bir hayır işi olmuş, her fırsatta, yeni ve büyük inşaata girişilmiştir. Ay-vad bendi de bunlardan biri olub Hicrî 1179 (M. 1765 -1766) yılında yaptırılmıştır. Aşağıdaki bilgi, Dr. Sadi Nâzım Nirven'in İstanbul Suları» adındaki çok kıymetli eserinden nakledilmiştir:

«Bu bend, Belgrad ormanlarında mevcut suyun İstanbula en uzak mesafede olanıdır. 100 metre irtifaında bulunan tepeler arasın-

stssjsps

l


AYVAGULU

— 1642 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 1643

AYVANSARAY





da Ayvad deresi üzerinde yapılmıştır. İstan-bulda Ayvad deresi üzerinde yapılmıştır. İs-tanbula Lâleli Camiinin kurulduğu bir devre ait olan bu bendin mimarîsi de çok güzeldir. Adeta el ile -kabartılmış gibi duran koyu yeşillikler arasında bend duvarlarının mermer konsollarının güzel bir duruşu vardır. Bende, deresinden maada, kendini saran tepelerden derecikler de akar.

Bendin temel üzerinden yüksekliği 12 m., 57


Bendin üstünün uzunluğu 55 m., 20

Bend üst kısnımın kalınlığı 6 m.

Bead kaidesinin kalınlığı 9 m., 44

İstiap hacmi 156.000 m3

Havzai maiye sathı t 2000000 m2

Süvari mülâzimlerinden Mehmed Eşref Beyin 1/60.000 mikyasında İstanbul civarı haritasında, Ayvad Deresi şöyle gösterilmiştir:

Bendden ayrıldıktan sonra, sağdan, eski Ayvad -köyü civarında Orta dereyi, az aşağıda Altısu ve Hamam derelerini, Başçeşme mandırası önünde Çakal Dereyi alır ve Petnahor altında, Süleyman Bey Çiftliği önünde Kâğıthane Deresine karışır, ki Başçeşmeden itibaren aşağı kısmı, Davutpaşa Meraları eteğinden geçtiği için Davutpaşa Deresi diye de anılır.

AYVAGULU — İstanbul ağzının zamanımızda unutulmuş renk isimlerinden; beyaza yakın uçuk pembe; geçen asrın seçkin şâirlerinden Vâsıf, bir şarkısında bir İstanbul civanına :



Sana ayva gülü şalvar Yaraşur ey güli bîhar!..

diyor.


AYVALI — Geçen asır sonlarında, Ay-vansarayda Loncada İstan-bulun eski gedikli meyhanelerinden bir namlı meyhane idi.

AYVANSARAY — İs-tanbulun Haliç yalısı semtlerinden, kara suriyle deniz surunun bir-

leştiği köşede, sur dışının Haliç kenarındaki son parçası ile sur içinin bir -kısmını ihtiva eder ki Balat Karabaş, Atik Mustafapaşa ve Abdülvedûd mahallelerinin oldukça geniş bir parçası Ayvansaray hudutları içindedir. Amele, işçi, küçük esnaf, gemici yatağıdır;


Yüklə 4,97 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   59   60   61   62   63   64   65   66   ...   75




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2025
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin