istanbul
bannâmei Nevedâ» adını taşıyan manzum mecmuada Çörekçi Civanı şu beyitlerle övülmüşdür:
Çörekçi civanı habbaz yamağı Gül misâli humret üzre yanağı
Püskürme benleri çörek otudur Anı seven cümle gamın unutur.
Aııadol hâkinden zeberdest fetâ Aşıkbaz pehlivandır o dürri yekta
ÇÖREKÇİ KAPUSU — Fâtih Camii-nin dış harem avlusunun batıya açılan iki kapusundan birinin adı (B.: Fâtih Camii ve Manzumesi).
ÇÖREKÇİ MEZARLIĞI VE NAMAZGAHI — Aynı adı taşıyan kitâbesiz bir çoban çeşmesinin üst tarafında ve havuz civarında idi (B.: Çörekçi). Son zamanlara kadar mevcud küçük bir sofa idi. Burada kimlerin medfun oldukları maalesef tes-bit edilemedi. Büyük şehrin böyle uzak bir semtinde ve bahusus mezarlık mıntıkası olmayan bir yerde bu mezarlığın mevcudiyeti câlib-i dikkattir. Acaba bir meslek sofası mı idi? Zeytinburnu gecekonduları mülhakatından Telsiz Mahallesi hâsıl olduktan sonra Çörekçi Çeşmesinin yanma da gecekondular yapılmıştı. Filvaki bunları 1962 de kaldırdılar. Lâkin bu arada, hiç olmazsa bakiyesi duran eski mezarlık yokoldu. Mezarlık bu mıntıkayı gösteren eski haritalarda dahi tesbit edilmişdir.
Çeşmenin arkasında bir de namazgah vardı. Namazgah gecekonduların işgalinde idi. Namazgahın gaayet güzel olan mihrab taşı nasılsa yerinde duruyordu. 1962 de gecekondular kaldırılırken, mihrab taşı da bir kazaya uğramasın diye Mevlevihanekapu-su, dâhilinde .oturan Mehnıed Gölge .isminde bir hayırsever. vatandaş. taşı. bu metruk ve -sapa. yerden alarak Tppkapu'da yeni açılan bulvarın - ve -sur.-/ k-apusuAW.-karşîsjndaki ; kavşakda,/ eski . îlyaszâde nân>ı;diğer -Sakine Hâtûn denilen -mahallin, kenarına, çitlenbik ağaçlarının altına, işlek bir yere, Kıblesini de tesbit ederek dikti. Namazgahın yeni yeri eskiden mezarlık idi. Arsa f ilân delildir. Binaenaleyh hiç kimsenin buraya dokunmaya hakkı yokdur.
Bu Namazgah hicrî 1210 (M. 1795 -1796) da yukarıda kaydettiğimiz şekilde
4133 —
_ÇUBUK
vermek» denilirdi.
Tütün çubuğu üç parçadan mürekkeb-dir: l — Tütünnü konduğu lüle; 2 — içinden dumanın çekildiği ince ve dümdüz ağaç dalından gövde kısmı; 3 — Ağıza gelen kısmı, ağızlık, İmame.
. Tütün içme vasıtası anlamında «Çubuk», ancak lülesi ve imamesi ile tamamdır; lülesiz ve imâmesiz gövde kısmı, içi oyulmuş çubukluk bir daldan ibarettir; onun içindir ki çubuk, tütün çubuğu denilince, lülesi, gövdesi ve imamesi ile bir bütün hatırlanmalıdır.
Memleketimizde tütün içme tiryakiliği on yedinci asır başında, Birinci Sultan ~Ah-med devrinde, 1605 - 1606 arasında başla-mışdır ve ayak takımından en yüksek, kibar tabakaya varınca o kadar süratle ya-yılmışdır ki, 1633 de, ancak 28 sene sonra, Sultan Ahrnedin üçüncü halefi ve oğlu Dördüncü Sultan Murad zamanında ilk ve cezası yakalandığı anda idam olmak üzere çok şiddetli tütün yasağı çıkdığmda ölüm göze alınmış, tütün - çubuk içilmişdir (B.: Tütün; Cibâli Yangını - 1633, cild 7, sayfa 3555); o amansız yasak devrinde yazılmış aşağıdaki beyit o devrin rind meşreb şeyhülislâmı ve asrının büyük şâiri Yahya Efendinindir:
Duhan içüb o seîıîe, dimeyîn râyegândır bu Viriıı biçâreler carı nakdini, resmi duahandır bu
Zerâfetini zedelemeden bugünkü dile şöylece çevirebiliriz: «O güzeller şahı ile tütün içmek bedava, kolay değil, tütün vergisi olarak can kondu, verin biçâreler!...».
O asrın, o devrin adamı olan müverrih Peçe-vili İbrahim Efendi ilk tütün, çubuk tiryakilerini şöyle tasvir ediyor:
«Ehli keyf mübtelâsı oldu, giderek keyf ehli olmayanlar da kullandılar, hattâ kibar ulemadan ve devlet ricalinden niceleri ol ibtilâya uğradı. Kahvehanelerde erâzil ve evbâşın tütünü kesreti istimalinden kahvehaneler gök
ÇUBUK
4İ34
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 4135 —
çubuk
Hamam peykesinde çubuk keyfi (Resim: Sabiha Bozcalı)
duman olup içinde olanlar birbirin görmemek mertebelerine vardı. Sokaklarda ve pazarda dahi lüle ellerinden düşmez oldu, birbirinin yüzüne gözüne püf püf diyerek sokakları mahalleleri kokuttular...»
O ilk tiryakilerin ellerindeki lüle değil, lülesi olan çubukdur, fakat yukardaki satırlar ilk tütün salgınına nisbetle o kadar tazedir ki, Peçevili henüz çubuk kelimesini kullanmıyor.
Çubuk önce ikiye ayrılır: l — Kahvehanelerde ve evlerde kullanılan çubuklar. Gövde kısmı uzundur, 2-2,50 metre boyundadır; yekpare olanları, birbirine geçme bir kaç parçadan mürekkeb olanları vardır; lüle yerde, takatuka (küllük) denilen bir tabla üstünde durur (B.: Takatuka); lüleye doldurulan tütünü kahvehanelerde ateş oğlanları, evlerde çubukdarlar ateşler. Çokça tütün almak, içim keyfinin de sürekli olması için bu çubukların lüleleri de büyük olurdu. 2 — Tiryakilerin dilediği yerde, ve hattâ sokakda tütün içmeleri için üzerlerinde taşıdıkları çubuklar; gövde kısmı kısa, en çok 30-40 santim boyunda, lülesi de taşımasını kolaylaştırmak için küçük olurdu; bir torbacık içinde kuşak kıvrımına sokulup taşımr ve ayrı bir kese içinde bu-
lunan tütün doldurul-dukdan sonra, kav ve çakmak ile, tiryakinin kendisi tarafından a-teşlenirdi.
Çubukların ikinci tasnifi kullananların içtimaî seviyesine göre dir; ayak takımının, avamın, esnafın, orta tabakının, ayan, eşraf, devlet ricalinin, vezirlerin ve nihayet padişahların çubukları, lülesi ile, gövdesi ile, ağızlığı, imamesi ile el-betki çok farklı olmuş-dur; lülesi ap ayrı bir sanat eseri, gövdesi ve imamesi altın çenber-ler, elmas, yakut, zümrüt, vesair kıymetli taşlarla müzeyyen mu-rasâ çubuklar yapıl-mışdır. Bu yolda öylesine i leri gidilmiştir ki, kibar ve ricalin çubuk nümayişleri devletçe israf, sefâhet telâkki edilmiş, ve hicrî 1195 yılında (1781) Birinci Sultan Abdül-hamid Sadırâzam îzzet Paşaya gönderdiği bir hattı hümâyun ile murassa çubuk yapılmasını, satılmasını ve kullanılmasını yasak etmişdir; hatti hümayunun bugünkü dile çevrilmiş sureti şudur: «... bir kaç seneden beri tütün çubukları imamelerine altın kakmalar yapmakda ve çeşitil cevahir taşları konulmakda, çubuklar üçer beşer yüz kuruşa satılıp alınmaktadır... hilafı seri şerif israf dır... bundan sonra çubuk imamelerine altun kakılmayacak, bir tek cevahir taş konmayacakdır, öyle çubukların satışını ve kullanılmasını yasak ettim, lâzım gelenlere tenbih et, yasağı dinlemi-yenleri de te'dib ve terbiye et...»
Topkapusu Sarayı Müzesinin hazine kısmında pek zengin bir murassa çubuklar koleksiyonu vardır.
Tütün tiryakiliği kadınlar arasında çok yaygın olmuşdur, öyle ki türk İstanbulun harem hayatı üzerine resimler yapan Avrupalı ressamlar kadınları umumiyetle rehavet içinde uzanmış, nargile yâhud çubuk içer vaziyetde tahayyül etmişlerdir. Kadın
Sokakda tütün içen İstanbullu (Bir XVII. asır gravürü)
çubukları da ayrı olmuşdur, şöyle ki lüleleri, bilhassa çiçek kabartmalarla, âdeta küçücük bir çiçek demeti üe süslenmiş, imameler de, hanım ağzına uygun, gaayet küçük olmuşdur.
Kahvehanelerle meskenlerden başka, hamamlarda da çubuk takımları bulundu-rulmuşdur, ve hamamlarda ateş oğlanlığı, çubukdarlık vazifesini mahbub taze dellâk-lar, dellâk şâkirdleri görmüşdür.
Çubuk içmek, misafire, kahvehane ve hamamlarda müşteriye çubuk çıkarmak, vermek kendine mahsus merasimle olmuşdur; M. Zeki Pakalın «Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri)) isimli eserinde bu merasimi şöyle kaydediyor:
«Saraylarda ve büyük konaklarda çubukçu basılar, çubuk ağaları vardı, bir de ateşçi bulunurdu. Çubuk içileceği zaman ortaya evvelâ, şimdiki sigara tablalarının gördüğü işe yarayan gümüş veya pirinçten takatuka adı verilen büyük tabla konulur, sonra çubukçu lüleleri tütün doldurulmuş çubukları getirir, lüleleri takatukaya koyarak çubuğu misafirlere verirdi, öyle ki çubuğun imamesi içecek olanın ağzı hizasına gelirdi; çuubk içecek kimse tarafından sol el (?) ile tutulurdu. Sonra
(bir zincire asüı ve zincirinden tutulan) küçük bir mangal ile ateşçi gelir, çubukçu küçük bir maşa ile birer (köz) ateş alıp lülelere koyardı.»
Konaklarda, evlerde kahvehanelerde, hamamlarda misafir ve müşterilerin içtimaî mevkiine göre çeşidli çubuklar çubukluk denilen dolablarda muhafaza edilirdi (B.: Çubukluk); konaklarda da, çubukluk «Çubuk Odası» denilen bir odada dururdu (B.: Çubuk Odası).
Çubuk lüleleri pek'çeşidli şekillerde yapılmışdır; lülecilik, küçük güzel sanatlar arasında bir iş olmuşdur (B.: Lüle, Lüleciler).
Çubukların gövde kısımları umumiyetle yasemin ve kiraz dallarından yapılmışdır; gül ağacından ve pelesenkden yapılanlar da vardır; ekseriya bir kaç parça-
Sokakda tütün içine İstanbullu kibar delikanlı
Elinde yelpaze ve kolunda tütün kesesi (Resim; Sabiha Bozcalı)
4137
4İ36
ÇUBUKÇU
dan mürekkeb olarak füdişindeıı de yapıl-mışdır.
imamelerde heman dâima sarı, kırmızı veya siyah kehrübâ kullanılmışdır.
Tütün el ile kıyılarak hazıriamlırdı, kibar tiryakiler kendi zevklerine göre tütün harmanları yapdırırlardı; bu gibilerin hususî çubuklarını ve tütünlerini çubuk-darları, velinimet nereye giderse, peşine takılıp götürürdü (B.: Çubukdar).
Harcı âlem çubuk ve sâdece lüle satan seyyar satıcılar ekseriya bekâr hanları ve bekâr odaları kapılarında dururlardı; müverrih Naimâ Efendi hicrî 1064 (milâdî 1654) yılı vekayli arasında şu fıkrayı kaydediyor: «Yeniçeri ağası Gürcü Kenan Paşa, ki gençliğinde Duducu Hasan Paşanın kölesiydi, bir tuvana adamdı. Şehirde türlü rezalet, ahlâksızlığın haddi payânı yok iken tütüncü dükkânlarını basar, tütünleri yakıp tütün içenlere aşırı dayak atardı. Kol gezerken Sultanahmed Camii yanındaki Sipahiler Hanına uğradı. Ulufe almak için îstanbula gelmiş kapukulu sipahilerinden bâzılarını han önünde çubuk içerken gördü, dayak atmak için tutmak istedikde sipahiler han içine kaçdılar, öcünü han ka-pusunda tütün, lüle ve çubuk satan fukaradan almak, onların mallarını yakmak istedikde, handaki sipahiler ellerine birer değnek kaparak handan boşandılar ve ağanın yanındaki yeniçerilerle bir döğüse kapışıp yeniçeriağasını kaçırddüar ve ardla-nna düşüp koldaki yeniçerilerden bir kaçma muhkem dayak çekdiler... >;.
Dükkânların, kayıkhanelerin üstündeki odalarda yatıp kalkan bekâr uşakları gece yataklarında da çubuk içerler ve çubuklar ateşli iken uyurlar, devrilen çubuk yorganı, şilteyi tutuşdururdu ki, bu yüzden İs-tanbulda pek -çok yangın çıkrmşdır; hat tâ cehennemi bir ateş âfeti olan ve İstan • bulun dörtte üçünü kül eden hicri 1070 (milâdî 1660) Ayazmakapusu yangını, Ahi Çelebi camii civarında kale duvarı dışında bir tütün içici bekâr uşağı yaramazın çubuğundan çıkmışdı (B,: Ayazmakapusu Yangınları, cild 3, sayfa 1512).
ÇUBUKÇU — Hem çubuk yapıcı sa natkâr, hem de çubuk satıcılar bu isimle anılmışlardır; çubuk yapıcılar çubuklar ir. yalnız gövde kısmını (asıl çubuk kısmı j yaparlardı; çubuk imamesini (ağza gelen kısmını) ve lüleleri yapanlar imâmeci vt-
İSTANBUL
lüleci adı ile anılırdı; imâmecilik ve lülecilik ayn bir ihtisas işi idi (B.: Çubuk; îmâme; Lüle); çubuk satıcılar ise lülesi imamesi ile takım çubuk, yalnız dal gövde, yalnız imame, yalnız lüle, ve hattâ cins cins tütün de satarlardı, çoğu seyyar esnaf olup çarşı pazar boylarında dolaşırlar, bekâr odaları, bekâr hanları kapularında dururlardı. Bir kısmı da dükkân sahibi olup, kıymetli, hattâ murassa çubuklar seyyar olan esnafda bulunmaz, dükkânlarda satılırdı. Çubuk yapıcılar satıcı esnafa mal verir, bir de sipariş üzerine, yüksek ücretlerle kuyumcu gibi çalışarak çubuk yaparlardı. Çubuk satıcılarının çoğu da _ mürahik yahudi oğlanları, delikanlılardı.
ÇUBUKÇU CÎVANI — Kalender meş-reb şâirler tarafından «Şehrengiz» adı verilen manzum risalelerle medhedüen esnaf güzelleri arasında çubuk yapıcı ve satıcı civanlarına rastlanır; şehrengiz yollu yazılmış ve «Hûbannâmei Nevedâ» adını taşıyan manzum mecmuada çubukçu civanları şu beyitlerle övülmüşdür ki birincisi çubuk yapıcı, ikincisi çubuk satıcıdır:
1. Çubukçu güzeli taze fidandır Bağı m«abbetde verdi handandır Yaseminden nâzik şûhi ıtırnâk Öp kiraz leblerin bî havfü bi bak Sîmiıı pençesine almış o mili Oyar âşık kalbin sözün temsili
2. Çubuk satar civan evlâdı yahud Ceddi ekbapidir anan Kavmi Lût Bekâr uşağının çerağı şehbaz Hîz dilberdir d ki puhte yaramaz İşi kaşkariko âlemde anm Al da hayrın gör sen kayırarsa kanın
ÇUSUKÇU, ÇUBUKDAR — Eski kibar ve rical dâirelerinde tütün çubuklarına bakan, onları hazırlayan, efendisine ve misafirlerine veren hizmetkâr; «Tütüncü» veya «Tütüncübaşı» unvanını taşıyan diğer bir itibarlı bende ağanın yamağı sayılırdı; çubukdar aslında bu günkü anlamla bir uşak ise de, el ve beden gücü ile görülür kaba işlerde kullanılan şâir uşaklardan çok imtiyazlı idi; daima efendisinin meclislerinde bulunarak misafirlere de hizmet ettiği için çubukdarların kıyafetlerine son derecede dikkat edilir; her gün yakası yeni veya paçası görülmesi ihtimali olan iç ça-. maşırma varınca tertemiz giyinirler, üst
ANSİKLOPEDİSİ
ÇUBUKÇU ÇUBUKDAR
csvabları da âlâ çuhadan kesilirdi; ve hemen istisnasız gaayetle dilber gençlerden se çilirlerdi; çoğu efendisinin enîsi, mahrem-ci, mutemedi olur. mürâhiklik çağım geçirince mühürdarlığa, haznedarlığa ve hattâ damadlığa kadar yükselirlerdi; meselâ Eski Zagra ayanı, Vidin Kalesini kendi kesesinden tamir ettirmiş Kapucubaşı Meh-med Ağa 1808 de tstanbula geldiğinde so-kokda yalın ayak yarmı pabuç ile dolaşır güzellikde melek misali on altı on yedi yaşlarında Mehmed adında bir çocuk görür ve kapuçuhadarı vasıtası ile hizmetine aldırtarak kendisine çubukdar yapar, Eski Zag-raya götürür, kısa bir zaman sonra da Çubukdar Mehmet Ağa kat kat milyoner efen-
Tayyarzâde Mehmed Gümrükçü Hüseyin Efendi huzurunda (Sabiha Bozca linin kompozisyonu)
ÇUBUKÇU ÇUBUKDAR
4138 —
ÎSTANBUl
ANSİKLOPEDİSİ
— 4139 —
ÇUBUKDAR TÜRKÜSÜ
dişinin dari dünyada biricik evlâdı olan kızı Benli Ayşe Hanımla evlenerek damad olur; Benli Ayşe Hanımın Cubukdar Meh-nied Ağadan oğlu Emin Paşa, bu ansiklopedinin müdevvini R. E. Koçunun anası Hacı Fatma Hanımın dedesidir.
Çubukdar Delikanlıların çoğu yalnız cemal sahibi olmakla kalmamış, efendi meclisinin ziyneti, yüz akı oldukları için, hizmete alınır iken zeki, fatin, zarif ve nâzik olmalarına da ayrıca dikkat edilmiş, hizmete alındıktan sonra bir evlâd gibi tahsil ve terbiyeleri ile uğraşılmışdır. Adı tarihimize geçmiş çubukdarlardan Şehre-minli Tayyarzâde Mehmed adındaki güzel, zeki ve tahsilli gencin büyük bir meddah hikâyesine konu olan hayatını yepyeni notlarla yazmış olon R. E. Koçu, güzel Meh-med'in o devrin namlı zenginlerinden Gümrükçü Hüseyin Efendiye çubukdar olarak ilâhî cezbe sahibi kalender derviş Gey-sûdar (Saçlı) Mehmed Efendi tarafından görüldüğünü söylüyor; güzel delikanlının edeb, irfan ve malûmatını da şu sahnede anlatıyor:
«... Hüseyin Efendi yeni çubukdarma bağlamverdi. Duvarlar namlı hattatların elinden çıkmış kıymetli levhalarla doluydu. Bunların içinde büyük bir levha ise acemi bir elin yazısı olduğu halde efendinin hemen baş ucuna asılmışdı. Tayyarzâdenin gözü o levhaya takıldı. Hüseyin Efendi:
— Bakînin en sevdiğim beytidir...
gümrükde genç kâtiblerden biri yazmışdır,
yazıda halâvet yok ama gönülden kopma
hediye olduğu için başkaca üstada yazdır
mak istemedim... dedi.
«Tayyarzâde yüzü utancından kızara-ra,k: ,
— Efendim sultânım... yanılmıyorsam
ikinci mısraı hatalı yazılmış... dedi.
«Hüseyin Efendi o beyti bakarak okudu ve bir hatâ göremedi:
Yâ Rab ne vadidir bu kini can teşnedir, canan
teşne
— Hatâ nerede?... diye sordu.
«Tayyarzâde hafızasından okudu:
Yâ Rab ııe vadidir bu kim can teşne, canan
teşnedir.
«Bakî Divânı sedirde yastık üzerinde duruyordu. Efendi hemen kitabı alıp açdı, mısra delikanlının okuduğu şekilde idi. Kültürünün bu aydın gösterisi, Hüseyin
Efendinin gözlerinde dilber çubukdarını bir kat daha güzelleştirdi.
«Gümrükçü duvarda başka bir levha gösterdi:
— Oğlum... bak şu yazının güzelliği
ne... beyit de güzel... fakat kimin eseridir
bilemedim... tamâmına da bir yerde rast
lamadım... dedi.
«Tayyarzâde utana sıkıla:
— Efendim... bu ilâhinin güftesi Şeyh
Abdülahad Nuri Efendinin, bestesi de Ha-
bib zade Hasan Çelebinindir, rast ilâhidir.,
tamamı hâfjzanıdadır.. dedi ve güzel sesi ile
okudu:
Aşkınla cihan beste, lûtfeyle inayet kıl Derdinle bu can haste, lûtfeyle inayet kıl Âsâldara ihsan et, derdlilere derman et Vuslat yolun asan et, lütfe-yle inayet kıl.
«Hüseyin Efendi artık kendisini tutamadı, hemen yerinden kalkarak delikanlının güzel başını elleri arasına aldı: — Tayyarzâde!... âferinler irfanına, tahsiline, üstadına î... diyerek onu gözlerinden öpdü... (R. E. Koçu, Tayyarzüde Mehmed, Ulus Gazetesi, Ankara).
Aşağıdaki manzume, bilâhare Bahariyeye nakledecek olan Maçka Mevlevihâne-sinde (B.: Beşiktaş Mevlevihânesi, Bahariye Mevlevîhânesi, Çırağan Sarayı) şeyh dairesinde çubukdarlık yapan gene ve dilber bir derviş sânında Tophane ketebesin-den Üsküdarlı halk şairi Aşık Râzi tarafından yazılnıışdır:
Her tavru edası bıçkın nikâhı Ol kaddi şenışâdı çeşml siyahı
Çubukdar civanı Allah aşkına Sevse ger bir kişi var mu günâhı
Tîri müjsrânı hem gamzei fettan Ucundan uşsakm feryâdü ahi
Çatmış ebrûlerin hançer misâli İşmar mtfdır yoksa eğri külahı
Zenciri zülfünde dîvânesinin Pâyin bûs eylemek ikbâlü câhı
Beyhan kâkülünden billur topuğa Mümkin midir tasvir çubukdar şahı
Uşşâfcın lûlei çesmine şuhun Tütündür perçemi benden güvâhi
Koyar hem çapkınını gül ruhlerinden Âteşi şsms ile şûlei mâhı
Bendesi Hazreti Mollaayı Rûmuiı Olmusdur ianesi Maçka Dergâhı
Tennûrei beyzâ içre şefoçırağ Dervişânın râhi aşkda hemrâhı
Ayinei safı sîııei maşuk Terbiye eylemiş nice gümrâhı
Aşk ile meşk olur dimlşler yahu Olmuş kalenderlik sırrın âgûlıı
Mesneviden etmiş taallümü aşk Avam okur iken kitabı babı
Kendû gibi güzel ismin söylemem Dillere düşürmem ismetpenâhı.
ÇUBUK, ÇUBUKLUK — Evlerde, konakların ve sarayların çubuk odalarında, kahvehanelerde çubukların muhafaza edildiği dolabların adı. Konaklarda ve saraylarda misafirin, kahvehanelerde müşterinin içtimaî mevkiine, itibârına, şahsiyetine göre boy boy, cins cins çubuklarla çubukluklar, zamanımızın antika eşya meraklısı koleksiyoncularının vitrinleri kadar zengin olurdu, elmaslar ile müzeyyen murassa çubuklar bile günlük hayat içinde kullanılırdı.
ÇUBUKÇU (Osman Cevdet) — İlim adamı, hekim; bu satırların yazıldığı sırada İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizikoterapi Kürsüsü Ord. Profesörü idi; 1890 da Ankarada doğmuşdur; babasının adı Mustafa Kâzım, annesinin adı Sıdıkadır; 1911 de Ankara Mektebi Sultanisini, 1918 de İstanbul Darülfünunu, Tıb Fakültesini bitirdi; Sinir ve Akıl Kliniği asistanı, sonra baş asistanı oldu, 1924 -1928 de aynı kliniğin müderris muavini oldu, Parise giderek 1929 ile 1932 arasında Paris Tıb Fakültesi kliniklerinde fizikote-rapi asistanlıkları yapdı, 1932 - 1937 de İstanbul Tıp Fakültesinde fizikoterapi kürsüsüne müstakil doçentlik yapdı, sonra aynı kürsünün ord. profesörlüğüne tayin
edildi.
Fransızca ve Almanca bilir; bayan Me-lâhat (Aktar) ile evlidir. Ender (doğ. 1938) ve Aydın (doğ. 1942) adında iki erkek evlâd sahibidir; Posta pulu koleksiyonu ve müzik meraklısıdır. Türk Tıp Encümeni. Türk Tıp Cemiyeti, Fizikoterapi ve Rehabi-litatiön Cemiyeti, Türk Romatizma Araştırma Cemiyeti üyesidir. Avrupamn hemen her tarafını dolaşmış, görmüşdür.
Eserleri : Fizikoterapi (ders kitabı,
1933), Kronik Romatizmalar (1937), Ma
saj, Hydroterapi, Syatik (1937) ve müte
addit ilmi broşürler. t
Bibi.: Kim. Kimdir Ansiklopedisi.
ÇUBUKÇU ÇIKMAZI — 1934 Belediye Şehir Rehberinde Beyoğlu ilçesinin merkez nahiyesinde Kuloğlu Mahallesinin sokaklarından; bu mahallenin doğu kısmında Hacıoğlu Sokağı ile Ağahamamı Sokağı arasında uzanan Altıpatlar Sokağı üzerindedir; yerine gidilip şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (1964).
ÇUBUKÇU NESİM — İstanbıüun eski meşhur gedikli meyhanelerinden biri; Tekfur Sarayında idi; yeri tesbit edilemedi.
Bibi.: M. Tevfik, Meyhane.
ÇUBUKÇU SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Büyükdere sokaklarından; Büyükderenin kuzeyinde, Çobaıı-kızı Sokağı ile kırlık arasında uzanır, Sefaret Sokağı ile dört yol ağzı yaparak kesişir; yerine gidip şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (1964).
ÇUBUKDAR TÜRKÜSÜ — On yedinci asrın ilk yarısında Şehremininde oturur Tayyarzâde Mehmed adında aşırı derecede güzel bir delikanlı îstanbulun büyük şöhretlerinden biri olmuşdu; güzelliğinin en revnaklı çağında devrin şöhretlerinden gümrükçü Hüseyin Efendi adında çok zengin bir adamın çubukdarı olmuş, sonra da devrin pâdişâhı Dördüncü Sultan Murad'-ın has nedimleri arasına girmişdi. Pek genç yaşında ölen Tayyarzâde Mehrned'in hâtırası unutulmamış, on sekizinci asırda da usta meddahların ağzı ile maceraları «Tayyarzâde, Binbirdirek Batakhanesi, Ce-vahirli Hanını» isimleri üe hikâyeleştirilip anlatılmışdır (B.: Mehmed Ağa, Tayyarzâde); bu arada bir de türkü nakledilmişdir; ki meddah rivayetine göre bu türkü, Hüseyin Efendinin Çubukdar Mehmedi gücendirip kaçırdığı sırada çıkmışdır:
Yenibağçe konağının gülleri Gülleri aman gülleri Çubukdann nazlı nâzik elleri Elleri aman elleri Mehmed gelir vura vura topuğu Topuğu aman topuğu Düşmüş elden efendinin çubuğu Çubuğu aman çubuğu.
*
Efendiden gelir bayram boğçası Anıaıı bayram boğçası Rezil olur âleme gül goncası
ÇUBUKLU
4140
Arnaıı o gül goncası Mehmed gelir vjıra vura topuğu Düşmüş elden efendinin çubuğu Çubuğu aonaıı çubuğu.
*
Bayramlığı kıl poturla bez gömlek
Olur mu hiç bez gömlek
Ayvaz mıydı, seyis miydi o melek
Tayyarzâdem o melek
Mehmed gelir vura vura topuğu
Topuğu amaıı topuğu
Düşmüş elden efendinin çubuğu
Çubuğu aman çubuğu
*
Yandım Mehmed yandım senin elinden Elinden Mehmedim elinden Çok sallanma hançer fırlar belinden Belinden Mehmedim belinden Mehmed gelir vura vura topuğu Topuğu aman topuğu Düşmüş elden efendinin çubuğu Çubuğu aman çubuğu
*
Gümrükçü üç muin aldırmış yakmaya Yakmaya Mehmedim yakmaya Yakub yakub yar yüzüne takmaya Bakmaya Mehmedim bakmaya Mehmed gelir vura. vura topuğu Topuğu aman topuğu Düşmüş- elden efendinin çabuğu Çubuğu aman çubuğu.
Çubuklu (1934 Belediye Şehir Rehberinden)
İSTANBUL
ÇUBUKLU — Boğaziçinin Anadolu yakası köylerinden; kendi adını taşıyan koyda deniz kenarında Paşabağçesi ile Kanlıca arasındadır; İstanbul vilâyetinin zama-nımızdaki mülki taksimatında Beykoz kazasının Anadoluhisarı nahiyesine bağlı köylerdendir.
On yedinci asır ortasında büyük muharrir Evliya- Çelebi Çubukluyu padişahlara mahsus bir has bağçe olarak kaydediyor ve incirliye (İncirköyüne) bitişik ola,-rak gösteriyor, încirköyü ile Çubuklu arasında bulunan Paşabağçesinden hiç bahsetmiyor.
Paşabağçesi, adını, yine o asır ortalarında yaşamış Sultan İbrahimin Sadrâzamlarından Hezarpâre Ahmed Paşaya niş-betle almışdır (B.: Ahmed Paşa, Hazerpâ-re). Aslı İncirköylü olan bu vezir, o zamanlar încirli denilen bu köyde bir sâhilsaray ile lebideryada bir hamam yapdırmış ve oradan Burunbağçeye doğru, sınırı tayin edilemeyecek sahil parçası ile gerideki araziyi de malikânesine .eklemişdi. Ahmed Paşanın idamından sonra bu arazi miriye intikal etmiş ve parsellenip halka satılmış ve burada kurulan yeni boğaz köyü de bu münâsebetle Paşabağçesi adını al-(
Dostları ilə paylaş: |