ÇÖLGEÇEN (Feridun)
4114 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 4115 —
ÇÖMEZ
da istek ile nazar haramdır!... dedi.
«Seyyid kadının ırz ehlini de kahbesi-ni de bilmiyordu. O fidan boylu taze kadın yanlarından geçerken gül bağçesine girmiş gibi tatlı bir koku duymuştu, demek ki din ve iman oğrusu, şeytan âleti kahbe değildi. Acaba kendisinin de bir gün böyle bir helâli olacak mıydı? Mollasının tazeden taze, körpeden körpe bir karısı vardı, fakat ayda bir defa bile hareme gidip onun yüzünü bile görmüyordu, şeytanın içine girdiği fark etmeden: — Ah... o kızın kocası şu herifin yerine ben olacakdım... diye düşündü. .
<(... (Seyyidi gördükden sonra Fatma
Nazenin Hanım Atlıases ve Molla bülbülü çömez Seyyid. (Resim: S. Bozcalı)
rak intihar etmiştir.
Bibi.: Cumhuiryet Gazetesi, 1947; Harman Gazetesi, 1952.
ÇÖLGEÇEN (Feridun) — Aktör, türk sinemasının en eski oyuncularından biri; 1911 de Istanbulda doğdu, lise talebesi iken ve yerli filmciliğin emekleme devrinde büyük bir hevesle hayatını ve istikbâlini o yola bağladı; konservatuarın sahne bölümüne devam etti. Sonra Amerikaya giderek on yıldan fazla Hollywood'da kaldı; 1962-1963 arasında tstanbula döndü. Yüzün üstünde filmde oynamışdır; ilk oynadığı film «Cici Berber» dir.
Hiç evlenmemişdir; ingilizce ve fransız-bilir; emeklerle dolu sanatkâr hayatının sânına lâyık genişçe hâl tercemesi için bilgi
edinilemedi.
BM.: Hürriyet Gazetesi, «Kimlik Kartı» ya_ zıları, 1964.
Orhan Çölışır (Resüö: S. Bozcalı)
ÇÖLIŞIR (Orhan) — Istanbulda iş tutmuş Kütahyalı bir fotoğrafçıdır; 1964 yılında 27 yaşında bulunuyordu, evli, iki erkek evlâd sahibi olup hayatı biraz maceralı geçmiş, fabrikada amelelik, halk türküleri okuyucu l u ğ u yapmış, »seyyar fotoğrafçılık t a karar kılmış-dır. 1964 yılı martında 11 yaşında bir kızı artist olmasına delâlet vaadi ile Eskiğehirden İs tanbula kaçırmış, bir hafta kadar sonra da firari küçük kız Beyoğlunda bir, fotoğrafhanede teşhis edilip polis tarafından ailesine teslim edilmek üzere yakalanınca maceraperest Orhan Çölışır kaçmışdır. Bu vak'aya geniş ölçüde yer vermiş olan Hürriyet Gazetesi O. Çölışır dikkate değer bir portresini «Vampir tipli», diye neşretmiştir.
ÇÖMEZ — Batı türkçesinde isim; Hüseyin Kâzım ıBey Büyük Türk Lûgatında
bu kelimenin türkçeye «arkadaş» anlamına lâtince «comes» den alındığını kaydediyor; eski medrese hayatında medrese odalarında bekâr hayatı yaşıyan softaların, mollaların aynı zamanda uşakları olan yamak çocuklara, mürâhik gençlere çömez denilirdi, istanbul medreselerinde istisnasız hepsi kimsesiz, diyar gaaribi oğlanlardı. Tahsil yolunda boğazı tokluğuna softasının yemeğini pişirir, çamaşırını yıkar, her hizmetini görür, hattâ sapık softaların çömezleri sine bülbüllüğü dahi yapardı. R. E. Koçu, 1730 ihtilâlinin yalın ayaklı lideri dellâk Patrona Halilin hayatını roman çeşnisinde yazarken, Damad Nevşehirli İbrahim Paşanın can düşmanlarından îspirizâ-de Şeyh Ahmed Efendinin amıcası Çağşırcı Hocanın çömezi Devrekânili Seyyid oğlanda bir çömez tipini en kuvvetli çizgileri ile tesbit etmiştir; aşağıdaki satırları oradan alıyoruz:
«... Zincirlikuyu Medresesinde oturan Çağşırcı Hoca torunu yerinde 12 yaşındaki Atlıases Fatma Hanımla evlenmiş, çok zengin karısının Davudpaşa iskelesindeki yalısına iç güveyisi gelirken çömezi Seyyid Oğlanı da beraberinde yalıya getirmişdir. O devirde bu türlü izdivaçlar bir müddet için sembolik şer'i akidden ibaret kalırdı. Çakşıra Hoca da Fatma Hanıma ne dede şefkati, ne de koca muhabbeti ile bağlan-mışdı). Çakşırcı Hoca yalının selâmlığında medrese hayatını devam ettiriyordu. Böylece iki sene geçti, bu iki sene içinde Mollanın şâbıemred çömezi de hayli değiş-mişdi. Devrekâninin bir dağ köyünden kaşı gözü yerinde, eli ayağı düzgün bu tığ gibi oğlanın yüzüne taze bir karanfil bıyık ve zülüflü taze bir sakal ayrıca yiğitlik ha-lâveti vermişdi. Yanında çömezi, Çağşırcı Hoca bir gün sokakda karısı ile karşüaşdı. Torunu yerinde karısına hiç bir zaman alıcı gözle bakmadığı içiri ferace ve yaşmak altında tanımadı; fakat Atlıâs'esin ateşli ve vahşi bakışlı kara gözleri yanındaki çömezi titretti, oğlanın alâkasını fark eden Molla:
— Seyyid... önüne bak!... diye homur
dandı.
«Yürüdüler. Çağşırcı Hoca:
— îki ihtimalden gayri yokdur, helâ
lin olmayub sokakda gördüğün avret ya
ırz ehlidir, ona nefsî şeytanî ile nazar gü
nâhı kebâirdendir, yâhud ki neûzibillâh
din ve iman oğlusu fahişe kahbedir, ona
Hanım kesin kararını verir, kocasından boşanıp onun şehbaz çömezi ile evlenmek) Genç kadına Devrekânili Seyyid hakkında ilk malûmatı ayvaz getirdi: Oğlan Mollanın gaayetle makbulü mahbubu idi, para ve mal canlısı idi, Boğazı tokluğuna hizmetten sık sık şikâyet ediyordu. Çöpçatanlık işini bir Kolbaşı Rahime kadın üstüne aldı:
— Gam çekme hanımım... o mahbub civanı koynunda bil... dedi.
((Don, gömlek, çorabından şalvar, entari ve kaftanına, cübbesine, külahına, dülbendine, sırmalı uçkuruna, çevresine varınca Şeyyide bir âlâ boğça hazırlandı.
Bir arzuhalciye en hararetlisin-den bir muhab-betnâme yazdırıldı, nâmenin yanına bir elmas gül yüzükle bir de mücevherli altın koyun saati kondu.
«... (Seyyid'e yazılan nâmenin sureti) Şifaülku-lûb, likaaül mah-bûb, gözüm yaşı ile yazıldı efendim bu mektub: Nûş idüb askın şarabimi " diğer huri ile dolsun, â-şifte gönül derdine derman bulsun. E^ rûyj fnâ-bım, gül |aizlü şahını, melek sî-mâ civâniM, benim Seyyid Hânını: zülfü kemendim, servi bölendim, sen civanımı gecen yolumda gördüm, gaayet beğendim, Perî ruhsârmı, seker güftânm, şiveli yârim, mâ-
— 4116 —
— 4117 —
ÇÖMEZ
-lûm olsun sana hâlim., destindedir def'î melalim, zâtindedir fikrü hayâlim, senin için fedadır mâlü menâlim, eğer olur isen benim helâlim. Derde dermanım, taze fidanım, ah efendim, şehbâzım, hümâ pervâzım, bana senden başka dünyada ne lâzım. Canımdan azizim, şekerden lezizim, varayım aşkın ile ey dilber oğlan âleme destan olayım, lütfeyle, lütfin ile pâyin bûs iderek derdime derman bulayım. Kâhya kadın siz Seyyid Efendi civanıma bir elmas gül yüzük, ve dahi mücevherli altın koyun saati hedâyâmız olmuşdur, makbulünüz olmasını niyaz iderim. Ağız haberi dahi kâhya kadındadır.»
«... nâmeyi ve boğçayı odasında bulduğu gece Seyyid uyuyamadı, yatağının içinde kâh oturdu kâh uzandı, gözleri kapanıp dalar, gibi olurken yine açıldı. Güzel olduğunu mollasının ağzından da işitmiş-di ama nâmede yazıldığı kadar şatafatlı şehbaz olduğunu bilmiyordu. Seyyid, o yaşına kadar yapılan telkinlerle aynadan şeytan kadar korkardı, kendi yüzünü bilmiyordu, yüzünün çizgilerini bilmiyordu ama ellerini ve çıplak ayaklarını görüyordu, işte hanım, şu ayaklarını öpünce derdine derman bulacakdı, günde beş nöbet yıkanan tertemiz çömez ayağı idi, hanım sanki karşısmdaymış gibi şehbaz gururu ile şöyle bir uzattı. Oğlanın çıplak ayakları bilmediği bir âlemin eşiğinde idi, o eşiği atlayınca sürçmeden yürüyebilecek miydi? Seyyidin içinde korku, heyecan merak kör düğüm oldu. Avucunda para görmemişdi. Önündeki güzel güzel çamaşırlar, esvab-lar, ona kalsa, ömrü boyunca tedârik edip sırtına geçiremiyeceği şeylerdi. Sonra dağlı kıyımı elinin üstüne bakdı, parmağına da elmas bir gül yüzük takılacakdı. Sonra mücevherli altın koyun saatini düşündü, fakat, bir türlü ona şekil veremedi. Sabahı iple çekerek kâhya kadının getireceği ağız haberinin ne olacağını merak etti. Eğer helâlinden- kocası olmayı kabul ederse hanımın bütün malı, menâli de onun olacak-dı. Ya şu kadar yıl y emeğini, pişirdiği, kirli çamaşırlarını yıkadığı, hamama vardıklarında kese sabun sürerek dellâkliğini yap-dığı Cakşırcı Hocası ne olacakdı? Efendinin boşayacağı kadının koynuna gireceğini bir türlü havsalası almıyordu.
«... (Çömez civar bir bostanda kâhya kadınla buluşur, hanım molladan boşanıp onunla evlenmek arzusundadır, o da kesin
istanbul
kararını verir) Kâhya kadına:
— O hanım Molla Efendiden boşan-sın, benim makbulümdür, helâlinden alırım, boşamaz ise harama yanaşmam ve hem be hedâyasmı da geri vermem!... dedi, tenbihini de unutmadı, Molla Efendi karısının bana âşık olub ateşime yandığım bilmesin!... dedi.
«Güzeller güzeli ve zengin bir taze kadın tarafından sevilme cilvesi, dağlı çömeze garib bir nahvet, gurur getirmiş.
«... (Cakşırcı Hoca karısının boşanma teklifini derhal kabul eder, hemen o gün çömezini alarak kitabları ve çamaşırı, iki heybe ile girdiği yalıdan bir araba yükü eşya ile bir han odasına gider. Fakat ertesi sabah Seyyidini odada bulamayınca şaşırır, gözüne bir kâğıd ilişir: Efendi Baba... Ben sılaya giderim!... yazılmışdır. Aslında ise oğlan ertesi sabah Davudpaşa İskele-sindeki yalıya dönmüşdür. O gün çömezle hanımın nikâhları kıyıldı, gecesine de murada erdiler) Seyyid Atlıases Fatma Hanımdan daima şübhelendi, görgüsüz kafa-^ sı, kocası varken bana muhabbetnâme gönderen avret elbet ki benden güzelini bulun-, ca o erkekle de oynaşır diyen bayağı hükme saplandı. Molla uşaklığı ruhunun derinliklerine sinmişdi, muhabbetti günler' ancak bir hafta sürdü, sonra istintaklar, tazyikler, tehdidler, hırpalamalar başladı, onların tabiî tepkileri de göz yaşları, istis-kaal ve nihayet nefret oldu.
«Devrekânili Seyyid geçimsizliğ kendi nobranlığında, iltifat şımarıklığında aramadı, heîe istiskaller başlayınca kâhya kadının yeni bir dolap çevirdiğini zan etti, bir gün de onun üstüne yürüyerek:
— Yallah billâh ben seni kıtır kıtır ke
serim !... diye tehdidde bulundu.
«Oğlanın bir şey yapamıyacağını bildiğinden kadın tehdidi alaya aldı:
— Kes şehbazım, kes benim Seyyid
Şahini.. Şamlı Arab Rahimesi iki otuzun-
; dan sonra nevcivan bıçağı- altında şehid ol
du diye te var ihe yazarlar da şan bulurum!
dedi. " .
•' ' «Seyyidin gördüğü istiskal yalnız ha remde değildi, selâmlıkda bile çubuk ister, getirmezler, kahve ister pişirmezlerdi. Yalının külhanları haftada bir gün yanar iki hamamı vardı, haremdeki hamamı hep kadınlarla dolu buldu, giremedi, selâmlıkdaki hamamda ise o, evin efendisi yıkanırken içeriye arabacı ile seyis girdi, ardından
ANSİKLOPEDİSİ
bağçivan ile yanaşması, aşçı ile yamağı geldi, aşçı tuvana yamağı dururken:
— Seyyid Efendi... sen şu kadar yıl
molla yıkamış şehbazsın... bana bir nazikâ
ne kese çal!... diycek kadar küstahlaştı.
« Nihayet derdini bir fırında hamur-kâr olan bir hemşehrisine açdı; hamurkâr yaşlı ve tecrübeliydi:
— Seyyid... o hanım artık sana yâr ol
maz... orada başına türlü belâ kaza da ge
lir... yapacağın hanımdan altın alıp karıyı
boşamak ve memlekete dönmekdir... bağ-
çe, tarla alırsın, bir de kız bulursun sana,
işte bu kadar... dedi
«... Seyyid hanımı boşamak için üçyüz altın istedi, Atlıases oğlana acıdı, benim sânımı hiç düşünmez garib uşak diyerek üçyüz yerine beşyüz altın verdi. Yalıya geldiği gece yalın ayakları öpülen çömez yalıdan tam yobaz yüzsüzlüğü ile ayrıldı:
— Ben hanıma ergenlik hakkımı helâl
ettim... onun altınları da bana helâldir!...
dedi...» R.E. Koçu, Patrona Halil, Ulus Ga
zetesi.
Şehrengiz yollu yazılmış «Hûbannâ-, mei Nevedâ»; isimli manzum risalede Çömez şu beyitlerle övülmüşdür:
Çömezin dilberi softanın grülü Hem dahi sinede şakır bülbülü Çamaşırın çırpar kotanr aşın Hamamda dellâki sûhte kallâşın Anın ki yoktur bir çömez fetâsı Bi! ki ol mollanın cokdur hatâsı,
Müverrih Şânîzâde Atâullah Efendi, kendi adına nisbetle anılan tarihinin hicri 1233 (milâdî 1817-1818) yılı vekaayii arasında İstanbulun medrese odalarında oturan softalarla çömezlerinin hayatını çok ağır ittiham taşıyan aşağıdaki satırlarla tasvir ediyor: «... suhtekân ise tullabı şe-bâbı nev suftekân ile medârisde bî muhaba hikâye! kavmi Lût ile meşgul ye mümâris olup tasviri,mesaili sekk'âkiyede sâ&föi yedi tûlâ ve fâriş idiler...», Şânisâde ilim feyzini medreseden almış: idî; o devrin medreselerinde toplanmış mollalar hakkında sık sık yobaz taifesi tâbirini kullanır; bu tâbiri kullanır iken, ve yukarıdaki satırlarla onları katran karası bir levs çukuruna atar iken elbet ki yüreği sızlamakda idi; ama yazdıkları hakikat idi, hakikatleri yazmaktan çekinmeyenlerdir ki, toplum hayâtında doğru yolu gösterecek ışığı tutarlar.
ÇÖMEZLER SOKAĞI
1818 yılı mayısının ortalarında, Medreselerin hepsi dolu olduğu için Fâtih ti-marhânesinin izbe gibi bir koğuşuna sığınmış İzmitli Hacı ibrahim adında otuzluk bir yobaz softa ile on sekiz yaşındaki çömezi Kastamonulu Hüseyin bir gece Fatih de bir ebeyi sözde lohusaya götürüyorlar mış gibi evinden almışlar ve koğuşlarına atarak şen'î tecavüzde bulunmuşlardı; ebe hanım ölüm tehdidi altında başına gelenden şikâyette bulunmayacağına yemin ederek canını kurtarmış, fakat ertesi sabah kol gezen Fatih Kolluğu Çorbacısı tarafından görülerek sorguya çekilince softayı ve çömezini ele vermişdi. İzmitli Hacı İbrahim ile çömezi Kastamonulu Hüseyin Kıb-rısda Magosa Zindanında prangaya vurulmak üzere bir tersane gemisine bindirilmişler, kaptan da verilen gizli emir üzerine Boğazdan çıkınca her ikisini de gemide boğdurarak cesedlerini denize atmıştı.
Üsküdarlı halk şâiri Âşık Râzi de çömezi şöyle hicvediyor:
Bildin mi kim çömezi Bilmediğini bilmezi Softasının tosunu Yokdur nefis perhizi Der ki ayıracak yok Dünyada ikimizi Haram günah yok bize Göstermemek şart izi Doldururuz gizilce Şarabla destimizi Gönlü büyük aşıklık Mestâne kılmış bizi Kalenderlik sânından Bitimiz dizi dizi Kulak virmez cihâna Biliriz işimizi Pek canımız çekerse Buluruz dişimizi Kule dibinde evler Kıydık mı biz maaırizî Üç ay köylüyü soyar Gîsleyüb eeblteıİEİ . Bildin mi şu yalabuk Bilmediğin! bilmezi Eııse kulak yerinde Gülle topuk çömezi
ÇÖMEZLER SOKAĞI — Beşiktaş Kazası merkez nahiyesinin Cihannümâ Ma-hallesindedir; Yıldız Posta Caddesi ile Akdoğan Sokağı arasında uzanır, Yenimahalle Fırını Sokağı ve Kapancı Sokağı ile ka-vuşaklan vardır (1934 Belediye Şehir Reh-
ÇÖMLEK
4118
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 4119 —
ÇÖMLEKÇİLER
beri, pafta 20, mahalle numarası 175); iki araba geçecek genişlikde, kısmen paket taşı, kısmen kabataş döşelidir, Yıldız Posta Caddesinden Akdoğan Sokağına doğru hafif meyilli bir yokuşdur, bir yanını Ab-basağa Parkı tutmuştur, öbür yanındaki evlerin kapu numaraları 6-16 olup 3-5 er katlı beton evler ve apartmanlardır; l bakkal, l kalaycı, l terzi, dükkânı vardır (ekim 1964).
Hakkı GÖKTÜRK
ÇÖMLEK — «Batı türkçesinde isim; süzülüp teressüf ettirilmiş jamurdan yapılan ve fırında pişirilen toprak kab; çömlekçi, çömlek ve emsalini yapan sanatkâr» (Hüseyin Kâzım, Büyük Türk Lügati).
Çölmek de denilir; destiden farkı boynu kısa ve içine elin rahatça girebileelği kadar geniş, dibinin de daha yayvanca; oturaklı olmasıdır; deştiler e yalnız pekmez, şarab ve su gibi mayiât konduğu halde çömleklere yağ ve bal, hattâ pirinç, kuru fasulye, tuz gibi şeylerin konmasıdır. Çömlek, ayrıca, asırlardaııberi İstanbulda madenî para kabı olarak da kullanılmış, ve bilhassa toprağa gömülerek saklanan altınlar bir çömleğe doldurularak gömülmüşlerdir. Defineler bulunduğu zaman ekseriya : «Bir çömlek içinde şu kadar altın)), «Bir çömlek dolusu altın»:, «Üç çömlek dolusu altın); diye söylenir. İstanbulun kendine has bir çömlek sanayii de ola gel-mişdir (B,: Çömlekçiler; Desti; Küp).
Fakirin servet ve zaifin kuvvet karşı
sında dâima zebun olduğunu beyan yolun
da darbı mesel: .--":'
«Çömlek taşa dokunursa vay çömleğin hâline, taş çömleğe dokunursa vay çömleğin hâline!...»
ÇÖMLEK — Kaya balığı avlamada kullanılır bir âlettir; aşağıdaki-notları Ka-rakin Bey Deveeiyanın "«Balık ve Balıkçılık» adlı ölmez eserinden alıyoruz:",
«Kaya balığı yumurtasını.koymak, sığınmak ve dinlenmek, için. bir takım delik ve oyuk yerler arar. Çömlek bu balığın bu itiyadından faydalanılarak kullanılır; Çömlekçilere sureti mahsusada yaptırılır.
«Boyu 35-40 santimetre olup, yukarısında yalnız su akabilecek kadar dar bir, b'azan iki menfezi, altında da 3-4 santimetre çapında büyükçe bir deliği vardır.
«Çömlekler bir kanca ile denizin dört beş metre su bulunan yerlerine indirilip
zemine yatırılır. Bir kaç saat geçdikden sonra yine kanca ile sudan kaldırılıp içindeki balıklar alınır ve tekrar denize konur. Çömleklerin sudan çıkarılması için kullanılan kancanın ucuna, çömleklerin alt deliğini kapıyacak kadar bez sarmak lâzımdır, aksi takdirde balıkar kaçar. Çömleklerin içine yem koymak icab etmez. Çömleğin danesi (Kaydedilen I. Cihan Harbinden önceki fiyattır) 30-40 paraya alınabilir.» (Karakin Deveciyan, Balık ve Balıkçılık).
Çömlek
(Keşlin:
K. Deveeiyan'dan)
ÇÖMLEK — İstanbulini hâneberduş pırpırıları argosunda «ma-kad kıç,: aynı argoda tas, kâse,. küııbed. davul, küfe, boğça, semer, çukur isimleri de aynı anlamda kullanılır.
ÇÖMLEK BANKASI — Halk ağzı deyim: «Paralı ve aynı zamanda gaayet tutumlu kimse», «Parasını bir bankaya vermeyen, eski usulde evinin muhtelif yerlerinde gizleyip saklayan kimse);; misâl:
İki külhanbeyi konuşur:
-
Otuz yıldan beri tanırım şu bakkal
İbrahimi... ben çocukdum, o koca adamdı,
otuzbeş yaşında başım ak pak oldu, herifin
saçında tek kıl ağarmadı be...
-
İnsanı kokozluk ihtiyarlatır... İb
rahim çömlek bankasıdır, ne küflüler var
dır onda bilir misin!...
* Haylaz oğlan anasını kas ederek ar
kadaşına: ~ . . . . "
.. — Çömlek .Bankasından bu. akşam bir .
ellilik çekebilirsin .seninle Topuzun orada
kafaları iyice tütsüleriz!. . - .
ÇÖMLEKÇİ, ÇÖMLEKÇlLEE — Toprakdan çeşitli isimler altında kaplar yapan sanatkârlar, işçiler; Onyedinci asrın büyük muharriri Evliya Çelebi Dördüncü Sultan Murad zamanında yapılmış büyük esnaf -ordu alayı münâsebeti ile bunlardan şöyle bahsediyor:
((Esnafı Kâehânei Çömlekciyan — 300 dükkân (kârhâne), 400 neferdir; bunların piri de Abdülgaffar Medenî'dir. Arabaların üzerinde balçıkdan çanak çömlek yaparak geçerler.»
Çömlekçi adı altında toplanmış bu imalâthane (kârhanelerin) mühim bir kıs mı Haliç yanında Defterdarda idi ki, burası asırlar boyunca Çömlekçiler diye anıla gelmişdi (B.: Çömlekçiler). Çanak, çömlek, desti, saksı imalâtı ile asırlardan beri meşhur olup şöhretini zamanımızda da muhafaza eden bir yer Anadoluhisarmda Göksu deresi boyudur. Evliya Çelebi orası için de şunları yazıyor:
((... Göksu Mesiresinde bir günâ toprak çıkar ki o toprakdan küzekâr üstatlar (destici ustalar) çanak, çömlek, saksı, desti yapıp satarlar...»
Onsekizinci asırda yaşamış ermeni yazar P. G. İnciciyan da ((İstanbul» isimli eserinde: ((Göksu Deresinin kenarında büyük küpler yapılan çömlekçi imalâthaneleri vardır...» diyor.
Şirketi Hayriye tarafından neşredilmiş, «Boğaziçi); isimli eserde de «Göksu Deresinin teressübatı türâbiyesinden deştiler ve saksılar imâl olunur...» deniliyor.
ÇÖMLEKÇİ, ÇÖMLEKÇİ ATTARLAR Tahsisen toprakdan yapılmış çanak, çömlek, desti, sürahi, bardak, kâse, boduc, çömlek, küp, saksı, satan esnaf; Onyedinci asrın büyük muharriri Evliya Çelebi Dördüncü Sultan Murad zamanında yapılmış büyük esnaf - ordu alayı münasebetile bu esnaf hakkında şunları yazıyor:
((Esnafı Attan Çömlekciyan — Dükkân 300, neferat 500; pirleri Abdülgaffar Medenî'dir. Selman Pâk'in kırkdokuzuncu ke-merbestesidir, çanakçı çömlekçilere pir ol-muşdur,"162 yaşında irtihal buyurup Medi-nede medfundur. Bunlar alayda dükkânlarını günâgûn kûze (desti), kâse tabaklar ile tezyin idüb pür silâh geçerler.»
Çömlekçi attar dükkânları İstanbulun büyük çarşı boylarında kadimden beri dağınık durumda ola gelmişdir. Hâlen de toplu bir çarşıları yokdur. Yalnız Ebûbe-kir Efendi isminde bir zâtin Kabakçı Mustafa vak'ası üzerine yazdığı «Vak'ai Cedid» isimli eserinde; Beyazıdda Çömlekçiler diye bir yer gösterilmiştir; Üçüncü Sultan Selimin bahriye nâzın Hacı İbrahim Efen-tün(in frhtüâlcler dinde ölümünü anlatır
ken: «... yürüyerek nice nice hakaaretler-le Sultan Bayazıd Meydanında Çömlekçiler önüne vardıkda harekete mecalü kalma-yub bî tâb olduğunda'pare pare eylediler.» diyor. Bu kayıddan da o tarihlerde Bayazıd Meydanında bir sıra çömekçi dükkânları bulunduğu anlaşılıyor.
ÇÖMLEKÇİ CİVANI — Kalender meş-reb şâirler tarafından «Şehrengiz» adı verilen manzum risalelerle medhedilen esnaf güzelleri arasında çömlekçi civanlarına da rastlanır; şehrengiz yollu yazılmış ve «Hü-bannâmei Nevedâ» adını taşıyan manzum mecmuada çömlekçi civanı şu üç beyitle övülmüşdür:
Çömlekçi çanakçı dilberi mühmel Pırpırılar şahı şikeste emel Âlûdei tıyn ü hâk olmuş pâyi Bir selâmla düşâd kil mehlikaayı Dîdesi nerkisdir kâkülü, sünbül Amma M çalıya konmuş o bülbül
ÇÖMLEKÇİLER — Defterdar ve civarının eski adı; bir zamanlar da Haîiçde Defterdar Vapur İskelesinin hemen arkasındaki semtin adı zamanımızda Eyyubun Cezeri Kasım Mahallesi sınırı içinde kalmış, semt olarak da adı unutulmak üzeredir, adı geçen mahallede iki yol «Çömlekçiler Caddesi» ve «Çömlekçiler arkası Sokağı» isimlerini taşımaktadır.
On yedinci asrın ortasında büyük muharrir Evliya Çelebi Çömlekçileri, Ayvan-saray ile Eyyub arasında pek büyük bir mahalle olarak gösteriyor ve Defterdarı bu mahallenin iskelelerinden biri olarak kay-. dediyor ve şunları yazıyor:
«Kasabai Kûzeciyan yani Çömlekçiler Mahallesi — İstanbul Kalesinin canibi garbinde Halici istanbul sahilinde alçak ve düz bir yerde vâkidir. Bin haneli, bağlı bağç'eli mâmur mahalledir.. Bir çok saf ay ve bostanları vardır. "Evle'ri kat kat hoş manzaralı evlerdir. Bu mâmur mahallenin Yâvedud, Zalpâşa, Defterdar, Höcaefendi namlarında dört iskelesi vardır. Bu iskelelerin derya aşırı karşı tarafı Hasköy ve Pi-ripaşa kasabalarıdır. Eyyub Kadılığına tâ-M ise de ayrıca kadısı ve sübaşısı olan bir mahalledir. Camilerinin en güzeli Zalpaşa Camiidir (B.: Zal Mahmud Paşa Camii). Defterdar Nazlı Mahmud Paşa Camii kârı kadim camidir (B.: Defterdar Camii).
ANSİKLOPEDİSİ
4121 —
ÇÖMLEK HESABI
4120
ÇÖMLEKÇİLER
Bundan başka 170 mescidi, 7 tekkesi, l hanı olub imareti yokdur. Sultan Mustafa-nm ibtidaî cülusunda (Birinci Sultan Mustafa) yeniçeri ocağı başçavuşu Karamezak Zampaşa kurbinde bir hadikai herdem bahar içre bir mevlevihâne bina ettirmişdi ki nazîri bulunmazdı, bir gece zelzele olup mevlevihâneyi yerle yeksan etti, yeri bostan olmuşdur. Hoş âb bir hamamı var ki pek rûşenâ ve tâhirdir.
«Bu şehrin şehrâhı üzere iki tarafı üç-yüz aded dükkânlarla tezyin olunmuş çarşı vardır, bedesteni yokdur. Nalband dükkânları ise gaayet çok ve vâsidir. Yolun iki tarafında ikiyüz elli aded çanakçı ve çömlekçi ve bardakçı dükkânları vardır ki Kâ-ğıdhâneden ve Sarıyerden getirdikleri çamur ile masraba, desti, sürahi imâl eder-. ler,, misli Çin veya İznik Çinisinde bulunabilir, lâkin bu toprakda başka bir hasiyet vardır, bir desti yeni iken ondan su içenin damağı muattar olub cismi hayati câvi-dâni bulur. «Ve minelmâi külli şey'in hay» sırrı açıkdan açığa müşahede edilir. Bu kârhânelerde öyle üstadı kâmiller vardır ki, yapmış olduğu desti kırk elli kurusa satın alınıp pâdişâh ve vüzerâya teberrüken götürülür.
((Çeşmeleri Halil Ağa Çeşmesi, Sokol-lu Mehmed Paşa Çeşmesi, Sah Sultan Çeşmesi, Defterdar Nazlı Mahmud Paşa Çeş_; mesidir...»
Aynı asırda yaşamış ermeni _ yazarı Eremva Celebi Kömürcivan da «îstaribul Târihi» isimli eserinde şöyle yazıyor:
«Efendim Verdapet, velinimete daima pükret. Haydi kalkalıb, Ayvansaraya doğru yavaş yavaş yürüyelim. Bağce ve bostanlarla çevrili mevkilere vardık. Sahilde Av-vansaraydan. baslıvarak bir çok iskele vsr-rh.r. Defterdar iskelesi: Çömlekçiler denilen bu mahalde çömlek fırınlan ve kârbâ-nesi-vardır- burada çanak çömlek,' desti, tabak,-bodoc 'deştiler ve her' türlü va£. bal", sara'b ve su kabları îmâl edilir. Tmimal^ tüm denilen beyaz ve kokulu toprakdfn her zevke' uygı.m türlü türlü desti ve kâseler vardır: ağızlarında yazın su içildim vakit srönüllere ferahlık vermek, veva tîni-mahtûmu medhetmek üzere bevitler vazı-lıdır. Bu kablar yadigâr, tuhfe,. arma San olarak uzak memleketlere götürülür.» (Hrand D. Andressvan tercemesi).
Dostları ilə paylaş: |