İstanbul ansiklopediSİ istanbul Hanımı Resim : Sabiha Bozcalı



Yüklə 5,85 Mb.
səhifə11/91
tarix11.09.2018
ölçüsü5,85 Mb.
#80346
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   91

Önce kadın ve erkek çorabı olarak ikiye ayrılır. Sonra ipliğinin cinsine göre üçe ayrılır: Yün ipliğinden örülmüş «yün çorab», pamuk ipliğinden örülmüş ((tire ço-rab», ipek ipliğinden örülmüş «ipek çorab», zamanımızda çorabda ipeğin yerini «naylon nylon» aldı, hattâ tire ve yün çorab giyenler bile çok azalmıştır.

Çorab giyildiği yere ve renklerine ve sair küçük hususiyetlerine göre çeşidli isimler alır:

Kısa konçlu, uzun konçlu, ajurlu, düz beyaz, düz siyah, düz renkli, yanları baget nakışlı, tüm desenli, dağcı çorabı, futbolcu çorabı, varis hastalar çorabı.

Memleketimizde çorab sanayiinin merkezi îstanbuldur; en ince, en zarif, en lüks kadın çorabları dahi imâl edilmekde olub «Vog», «Bali», «Di-Ba» gibi markalar gaa-yetle müşkilpesent kadınları tatmin etmektedir; o kadar ince, hayal gibi çorablar-yapılmaktadır, hele gözleri cezbeden dilber bir kadın, kız bacağında var mıdır, yok mudur, farkedilemez.

Bilhassa artist kızlar ve kadınlar çoraba büyük önem veregelmişlerdir; eskiden hafif meşreb yosmalar, tiyatro sahnelerinde kantocu kızlar etek kaldırarak bacak

gösterme nümayişinde bulundukları zaman çorabın ipek güller, fiyongalarla süslü jartiyerleri bilhassa nazart dikkati çekerdi. Zamanımızın strip-tease yıldızları gazino, paviyon sahnelerinde esvablarmı ve çamaşırlarını teker teker çıkarıp atarak ana doğması üryan kalıncaya kadar soyunurlar iken en şûhâne hareketlerinden biri çorab-larını çıkarırken görülür.

Dildârmın ayağından çıkmış hattâ kirli çorabını bir fetiş olarak saklayan ruh hastası âşıklar pek çoktur.

Tarihimizde Tanzimat denilen güdük kalmış inkılâbdan önce İstanbul'da ayak takımı ve esnaf tabakası el örgüsü kaba yün çorabı yalnız kışın, pek soğuklarda giymiş, bahar, güz ve bilhassa yazın pabucunu yalın ayakla geçirib dolaşmışdır. Orta tabaka ve kibar hayatında ise, çorab ayaklara her gün tertemiz olarak geçiril-mişdir, ve akşamları ayakdan çıkarılan çorab hemen kirli sepetine atılrmşdır. Kirli, yırtık, ya bir ucundan ayak parmakları dışarı fırlamış, yahud öbür ucundan topuk meydana çıkmış yırtık çorabla dolaşanlar Birinci Cihan Harbinden sonra görülmeye başlanmışdır. «Tarihten Çizgiler» diye gazete ve mecmualara karikatürümsü resimler yapmış ve bunları ayrıca albümler hâlinde de neşretmiş olan Salih Erimez, yakın geçmişteki toplum hayatımızı tehzil yolunu tutmuş, çorab giydirdiği ayakların çoğunu, yırtıklarından topuğu ve parmakları görünür resmetmiştir ki; o devrin, kürd hammallar müstesna, hiçbir ferdinde öyle çorab görülmemişdir; kürd hammallar da yamalı, hattâ dayanıklı olsun diye topuk kısmı meşin yamalı çorab giymişler, fakat yırtık çorab giymemişlerdir. Salih Erimez zamanının çorab zerâfetini yakın geçmişe mal etmiştir (B. Erimez, Salih). Yırtık çorab üzerine aşağıdaki satırları bir hastahâne tasvirinde devrimizin büyük mizah yazarı humorist sanatkâr Aziz Nesin'-den (B.: Nesin, Aziz) alıyoruz:

«... hademelerle doktorlar hiç ayırd-sız, hep beyaz giyiyorlar... fakat hademelerin bir nişanları vardı; kasıla kasıla teftişe çıkmış feldumarşal gibi yürüyorlar, suratlan asık, gömlek bembeyaz, beyaz ceket gıcır gıcır, pantalon ama ardı yırtık, topuklar meydanda... Ayağına bakacaksın çoraba yırtık topuğu görünüyor mu, hademedir!...» (Kazan Töreni, Gaçıncı Glinik).

CORAB

— 4102 —


İSTANBUL

ANSÎKLOPEDİRÎ

4103 —

ÇORABCI HANI




Kirli, pis çoraba gelince, zamanımızda hani bir zabıta yasağı çıkarılması gerekecek durumdadır; bunun en elîm tezahürü de mescidlerimizde, camilerimizde görülür; bir hafta, on gün, bir ay müstemiren ayak-da taşınmış, iyi tabaklanmamış deri ve ayak teri kokusu birbirine karışık mütaffin, mü-levves, müstekreh çorablar, abdest alır iken gıcır gıcır yıkanmış'ayakara tekrar geçirilip mescide veya camie girenlere cemaatı iz'ac ettiklerini, temizliğin ibâdetden efdal islâmi fazilet olduğunu anlatmak imkânı bir türlü bulunamıyor. Bizce bunun en kestirme yolu, mescidde veya camilerde namaz yalın ayak kılınır diye bir hükmi şer'înin çıkarılmasıdır. Çorabın sokaklarda işportalar dolusu selsebil edilerek satıldığı bir devirde kirli çorablarla dolaşanlara rastlamak da ayrıca şaşılacak bir şeydir. Bilhassa el örgüsü yün çorab giymek itiyadında olanların ayaklarında terle kirle keçeleş-miş çorablar, etrafa iğrenç kokular saçmak-da bir tekeden farksızdır.

Yukarda da kaydettiğimiz gibi zamanımızda İstanbul halkının yüzde sekseni çorabını işportan seyyar çorabcılardan alır; kadın, erkek, çocuk çorabları, hele naylon çorablar yaygın olduktan sonra, bütün çarşı boylarında, meydanlarda, köprü üstünde vapur iskelelerinde satılmaktadır.

Soğuk cinaslar ve yakıştırmalarla güya mizah yollu kaleme alınmış «Letâifi Esnaf» isimli matbu risalede «çoraba» hakkında da «ayak», «kadem», «taban», «basmak», «bacak», «pâ», «adım», «topuk» gibi kelimelerle tekerleme kılıklı oyunlar yapılarak şunlar yazılıdır:

«Daltabanda bir ahbaba giderken Hoş-katiem Camii Şerifi civarında bir çorabcı-ya tesâdif olundukda ayaklarımın geri geri gitmeye başladığını görünce:



  • Efendim... ayağınıza taş mı değdi?:
    neden böyle ayak sürüyorsunuz?.:, dedi.

  • Hayır... sizi gördüm de uyuşmak
    istedi... dedim.

  • Dükkâna teşrifinizde ayağınıza sı
    cak su dökeceğini... zira pek ayak altına
    aldınız... çiğneyerek geçmek lâyık değil
    dir... biz ayak türabıyız... içi dışına muta
    bık pek güzel imam işleri geldi, geçende
    takdim edecekdim, vakit bulamadım, kış
    basmaksızın bir ayak evvel dükkâna gel
    seniz de bir parça ayak dinlendir seniz.,,
    ayağınız pek uğurludur... mutlaka bekle-

rim!... diye ayak basdığmda:

— Giderim ama şu şartla ki ayağını


direyecek ve bu Karabacağın el örgüsüdür,
birbiri üzerine onbeş hesabı ile kaç defa
müşteriye gidecekdi de eksiğine vermedim
diyerek ter ter tepinecek ve bir ayak üs
tünde bin söz söyliyecek ve ayaklarıma ka
rasu indirecek ve işi çorab söküğüne dön
dürecek olursan bir daha ayak basmam!,
dedim.

«Ve bu kavil ile dükkâna gittim: — Sözünüzde sabiti kadem imişsiniz, hoş geldiniz, safa geldiniz, kademler getirdiniz... dedi.

— Sana bir iki çift sözüm var... biri
si topuk çalıp halkı oynatmamalı, ikincisi
ayağını tez tutup deve.tabanı gitmemeli...
adamın dizinin bağı çözülünceye kadar
tek durmamazlık etmemeli, fırıl fırıl dön
meli, çünki bu işde dönmeyince olmaz,
sonra adamın içini dışına çevirirler, bey
hude tersine muamele görürüsün... çöz
bakalım!... derdemez:

— Efendim... beni baldırıçıplak mı


yoksa ayak takımındaki alabacak mı zan
eylediniz ki öyle ayağınızın tozu ile çöz de
diniz... ele bir parçacık ayak dinlendiriniz
bakalım... dedi yine çözmeye başladı.

«Çünkü adım başına bir dükkân olduğundan alış veriş ise Kalpakçılarbaşın-dan aşağıya kadar ayak sürüdüğünden ve işin gelişini müşterinin ayak alışından bildiğinden ayağını denk aldı ama ayak teri henüz kesilmediğinden uğurlu kademli ola diyemedik.Öyle ayaklarını taşdan esirgemez bir sürü daltaban hemhâlar île dört ayağını bir yere getirip de ayağına güvenen kadem dâvasına gelsin diye bağırınca ayakları suya erip ayakdaşları ile beraber tabanı kaldırıp ayak patırdısı ile ayak-yoluna kaçdılar. Amma tabansızmış ha!..

Bezmi ey saki pür tumturan etmez misin

İs ayagra düşdü, sen teşmîri sak etmez misin».

Yukarıdaki yazının kıymeti, el örgüsü çorablar devrinde de ipliğinin, nakşının, renginin çeşidlerine çorablarm bir takım isimler almış olduğuna işaret etmiş olmasıdır, fakat maalesef «imam işi» diye tek çorab ismi vermektedir; imam işi çorabın nasıl bir çorab olduğunu tesbit edemedik.

İstanbulda el örgüsü yün çorablar ve tire çorablar giyildiği devirde nevcivanla-rın türlü türlü çiçek nakışlı çorablara rağ-

bet ettiği, onlar sânında manzumeler kaleme almış kalender meşreb şâirlerden öğreniyoruz; aşağıdaki kıt'alar Üsküdarlı halk şairi Tophane ketebesinden Âşık Hâzinindir:

Dağlıdır civanım İlgaz levendi Kadrini bilmeyen sâdece kendi Çiçekli çoî-abla reftâri bir hoş Pâ bürehne görsen olursun sarhoş Vahşeti bir güzel nahveti güzel Mestâne işmarla daveti güzel. *

Hele bak şehbazm çorablarına ne de güzel al al çiçekleri var Resk ettiği gülün, benefşelerin Derâguuş ettiği pâyi miuattar.

! *


Allı güllü çorabının içinde Kesme billur güzelimde ayaklar Gülistanda gezer tozar ceylanıdır Uşşâkından anı sannia kim saklar.

Çorab İatanbul ağzında deyimlere de (girmişidir; türlü hile, oyun, yalanla bi!r adamın başına belâ getirmeye, derd açmaya «Başa çorab örmek» denilir; misâl:

Bir adamcağız derd yanar: — Hüsnüniyetimi ve sonsuz itimâdımı sûi istimal ile başıma öyle bir çorab ördü ki, masallardaki meşhur Ayyaş Hamza dahi şaşar.

Bir kötü isin tahkikine girişildiğinde zincirleme kötülüklerin meydana çıkmasına: «çorab söküğü» denilir; misâl:

Bir komiser bir kahvehanede ketum olduğunu öğrendiği bir gazeteci ile konuşur: «Su yalın ayaklı yarım pabuçla tüysüz oğlanı gördün mü beyim!.. Kişmir Ali derler, görünüsde yük arabası sürer, zehir gibi esrar kaçakçısıdır., kaç defa elime düşdü, bir türlü konuşduramadım... oğlanı içeri tıkmak iş değil, dillendirmek lâzım... canından korkuyor, haksız da değil, vururlar ve kim vurduya gider, yoksa bir dil-leme, ardı çorab söküğü, şu perçem en azamdan üç dört milyonerin yakasına ya-îv saçak.

Hırpanî ve salak kimseleri tasvir için de «Hmgılısık çorabı düşük» denilir.

ÇOBABCI CİVANI — Kalender meşreb şâirler tarafından «Şehrengiz» adı verilen risalelerle medhedilen esnaf güzelleri arasında çorabcı civanlarına da rastlanır; şeh-rengiz yollu yazılmış ve «Hûbannâmei Nev-edâ» adını taşıyan manzum mecmuada çorabcı civanı şu üç beyitle övülmüşdür:

Sen çorab sat ben öpeyim ayağın Sen gonceye olanı Gülistan Bağın Cilvelerin nâzın geçmiş nakşına Düşer mi ayağa Allah aşkına Gül rulılere bedeldir her çiçeği Çorabcıdır güzellerin gerçeği.

ÇORABCI HANI — Mahmudpaşada eski meşhur hanlardan biri; yerine gidilip bu satırların yazıldığı 1965 yılındaki durumu tesbit edilemedi; bu hanın şöhretinin başlıca sebebi îstanbulun kadim ve büyük gedikli meyhanelerinden birinin de bu han içinde bulunmasıydı (B.: Meyhaneler; Gedikli Meyhaneler); meyhane de haShai nisbetle sâdece .«çorabcı hanı» diye anılırdı. Hicrî 1295 (m. 1878) de bu büyük ve meşhur meyhanede bir cinayet olmuş, meyhanenin Haygas adında güzelliği ile meşhur genç uşağı. Mahmudpaşa yangın tulumbası uşaklarından Benli Mustafa adında bir delikanlı tarafından, bıçaklı bir kaba şakalaşma arasında kazaen vurularak öldürülmüşdür. O tarihlerde en haşarı çağlarını yaşamakda olan Üsküdarlı kalender halk şâiri Tophane ketebesinden Âşık Razi'nin Haygas Uşak üzerine bir manzumesi, cinayet vak'ası için de bir tarihi vardır; manzumeden Çorabcı Hanı Meyhanesinin bir Ermeni tarafından işletildiği yakın bir tahmin ile söylenebilir:

Bfeygede meygede gezer dururum Muğbeçe gözlerim ermeni urum Çorabcı Hanına vardım ki yâ hey Mest oldum içmeden tek katreeik mey Bir nigâhı cellâd şıkırdımi haylaz Siyehçerde ermen mahbûbu Haygas Gamzeli topuklu perçemli benli Cümleyle sohbeti hep senli benli Laubali meşreb şöyle bir biçkin Aman be Haygasım yakın gel yakın Çorabcı Hanının corabsiz şahı Usşâkı mest ider bir nhn nigâhı Elinde bade g-el lebinde meze Böyle bir meyhane gerefeîlîr bize.

TARİH

Tulumbacı fetâdır bıçkın Benli Mustafa 'Dîdei nşşâkına hüsnü nûri musaffa Mahmudpaşalıdiır o semti Çorabcı Ham Tezgâhının her aksam tulumbacım mihnıânı Haygas başka güzeldir, Mustafa Uşak başka Yakışır doğrusu bak gençlere oynaş sah' Eseri kazadır bil kader olacak olur Kamayla, oynar iken güzel Haygas vurulur Kim dayanır söyleyin böyle çifte acıya Kelepçe zincir zindan kaatil tulumbacıya Dilber Haygas Şaha da açılır kara mezar




— 4104

— 4105
ÇORABSIZ KADIASKERİN KONAĞI

Kasem ki şehbazîara değmişdir bir kem

nazar

Vak'anın tarihini yazdım görün elmasa «Benli Mustafa kaŞydı yahu civan Haygasa» 1295 (m. 1878)



1305-1308 (m. 1887-1890) arasında Ço-rabcı Hanı Meyhanesi yanmış, yangından sonra da tamir edilip açılmamışdır.

Bibi.: M. Tevfik, Meyhane; Âşık Râzi, Ev, rakı metruke; Vâsıf Hiç, not.

ÇORABSIZ KADIASKERİN KONAĞI

— Fâtihde Karagümrükde semtin en bü


yük ve en eski konağı idi; yeniçerilik za
manından kalmış olduğu söylenirdi; kır
mızı aşı boyalı azametli bir yapı idi ki böy
le binalara berhane denilirdi; han, kervan
saray gibi bir konakdı. 1911-1912 arasında
gaayetle harab olduğundan yıkdırüdı; ye
ri ve bağçesi 1945 de arsa olarak duruyor
du. Konak yıkılınca büyük sarnıcı kalmış,
ağzı kapalı olarak o da durmakta idi. Lâ
kabı konağına ad olmuş Çorabsız Kadıas-
kerin kim olduğu tesbit edilemedi (1945).
| Zekâi

ÇORABSIZ PAŞAZADE — Adı ya Râ-

gıp yahud Galip Bey olacaktır; Rumeli ayan ve eşrafından çok kibar ve zengin bir zâtin oğlu iken on altı on yedi yaşlarında miras yedilik yolunda tulumbacı güruhundan akran ve emsali olmayan erâzil ile bütün servetini sefihâne yemiş, yedirmiş, bir hâneberduş olarak en acı sefaleti çekdik-den sonra 1900-1905 arasında Salıpazarı önünde denizde cesedi bulunmuşdu; intihar ettiği söylendi, ölümünde yaşı kırkını bulmamış idi sanırım. Kendisini çok yakından tanımış olan Üsküdarlı Halk Şâiri Â-şık Râzi, düşüb kalkdığı tulumbacılar ve kalenderler arasında ayrıca güzelliği ile de bir şöhret bulmuş bu mirasyedi beyi şu manzumesi ile tasvir etmiştir:

Ne eksik ne ziyade, On kuşak paşazade Serkeş bıçkın civandır Tekellüfden azade Meclislerde baştâcı Elde lıer akşam bade Uşakları uşşâfa Her emrine amade Derya sefası içim Hazır yağlı piyade Tulumbacılığa da Hevesi pek ziyâde Pırpırı kiyâfeti

istanbul

Açmış kârikuulâde Yahn ayak dolaşır Hüsnün vlrmlş mezâde Pâyin bûs idenlere Râyegân müsaade Bundan kinaye nâmı Çorabsız Paşazade

Vâsıf HİÇ

ÇORABCIZÂDE — Bir bestekâr, ne zaman yaşadığını ve asıl adını tesbit edemedik; Hâşim Bey Mecmuasında uşşak faslında bir hafif bestesi kaydedilmiştir; eserin adı geçen mecmuadaki güftesi şudur: Ney neva eyler keman inler döğer def sinesin Dinle tanbûrun eninin mûsikaarm giryesin Sabra takat mı kaîur âşıkda insaf idelim Arz ider dilber de kâhî sînesi âyînesin

ÇORLULU — Bir bestekâr; ne zaman yaşadığını ve asıl adını tesbit edemedik; Hâşim Bey mecmuasında hicazkâr faslında bir şarkısı kaydedilmişir. eserin adı geçen mecmuadaki güftesi şudur:

Bir güıı seni görmez isem olıır bana dünyâ dar Hasretinle bülbül gibi itmekdeyim âhü zar Ah efendim sûzi aşkın oldu bu gönlümde nar İsitsc zânmı benim gül solar bülbül ağlar

Hasretinle gice gündüz senin ey kaaşı keman Yanmada dili sûzanım rahmeyle gel ııevcivan Ate.ji aşkınla yandım oldu hâlim pek yaman zarımı benim gül solar bülbül ağla*.

ÇORLULU ALÎ PAŞA CAMİİ — Ka-

sımpaşada eski Tersane! Âmire içindedir; bu camiin bulunduğu mevki gemiciler ağzında Camialtı diye anıla gelmektedir.

Hadikatül Cevâmi şu malûmatı veriyor: «Tersane içinde, sahili deryada kal yonların arkasında fevkaani bir camidir, mahfili hümâyûn da yapılmışdır. Banisi Çorlulu Ali Paşanın kesik başının kabri Divan Yolundaki camiin mezaristamhda-dır. Kâbei Mükerremenin duvarın getirilmiş bir taş parçası bu camiin mihrab kemerinin içine teberrüken ziyaret edilmek üzere konmuş ve taşın üzerine Sabitin şu beyti altın ile yazılmışdır:

Bu senk'i lâal kıymet rükni pâki Kâbedir talıkîk Teberrük vechi üzre zîybi mihrab eyledi Paşa

«Camiin kapusu üzerinde arabca ve türkçe iki tarih kitabesi vardır, arabca tarih Kâmî Mehmed Efendinindir; lürkiçe târih Sabitindir:

ANSİKLOPEDİSİ

Kapusun beklesün ecr isteyen târih veş Sabit «Yapıldı elhli aşka camii pâki Ali Paşa.» 1119 (1707-1708)

.Bu cami ikinci Sultan Mahmud Hanın emriyle külliyen tamir ve tecdid olu-nub mahfili hümâyûn da yapılmışdır. Fevkaani olan bu camiin altında kaptanlara mahsus odalar vardır.»

Müstakil plânlı bir cami olub İkinci Sultan Mahmud zamanındaki tamirinde XVII. asır yapısı hüviyetini tamamen kay-betmişdir. Tersanenin Kasımpaşadan Gölcüğe naklinden sonra bir müddet metruk kalan cami Devlet Deniz Yolları İdaresi tarafından tamir edilmiş ve ibâdete tekrar açılmıştır ki, 1965 de İstanbul Ansiklopedisi adına ziyaret edildiğinde cemaatini bu idarenin amele, işçi, müstahdem ve memurları ile yine o civarda bulunan gümrük memur ve muhafızları teşkil ediyordu.

Hadikatül Cevamiin kaptan odaları diye kaydettiği zemin katı iki ayrı bölümdür. Kapusu cami mihrabının altında bulunan birinci büyük bölüm, ihtiyaca göre tâdil edilmiş ve 1965 de gümrük idaresine verilmiş bulunuyordu. İkinci bölüm ise sağlı sollu iki taşlıkdır. Camiin medlıaline nazaran soldaki taşlıkdan ahşab bir merdiven ile üst katda imam meşrutasına çıkılır, minare kapusu da bu meşrutanın so-fasındadır. Sağdaki taşlıkda da yine ahşab bir merdiven bulunub üst katda müezzin meşrutasına çıkılır iken bu merdiven ib-tâl edilmiş, taşlık gümrük muhafızları için bir oda şekline konmuş, müezzin meşrutası içinde camiin içinden, kadınlar mahfilinden bir kapu açılmışdır.

Fevkaani Cami önce bir çifte taş merdivenle girilir; bu merdivenler camekânlı ahşab bir pabuçluğa çıkar. Camiin kemerli ve kitâbeli kapusu bu pabuçluk önündedir, bu kapudan 14 basamak geniş ahşab bir diğer merdiven ile de asıl ibâdet sahnma çıkılır.

İki yan duvarlarında dörderden 8, ve mihrab duvarında da 2, ki cem'an 10 büyük pencere üe aydınlatılmış müstakil plânlı camiin ahşab tavanı dört köşeli duvar ahşab sütun üzerine oturt/ulmuştur. Camiin üstü de kiremitli bir ahşab çatı ile kapatılmışdır. Sol müezzin mahfilinden ahşab bir merdivenle kadınlar mahfiline çıkılır; Tersane içinde yapılmış bir camide bir kadınlar mahfiline. lüzum bulunmadı-

ÇOLULU ALİ PAŞA CAMİİ

ğına göre, bu mahfilin Hadikatül Cevami-de adı geçen hünkâr mahfili olması gerekir.

Hadikatül Cevâmi bu camiin karşısında Kaptan Büyük Hasan Paşa tarafından yapdırılmış bir çeşmeden bahsederek kitabesinin şu tarih beytini kaydediyor:

Gelince âbı atsana didi târihini Tevfik Bu ayni faldı icra fî sebîlillâh Hasan Paşa 1190 (1776)

1965 de bu camii ziyaretimizde karşısında böyle bir çeşmeye rastlanmadı; camiin karşısında, ahşab sütunlar üzerine oturtulmuş geniş bir saçak altında 16 köşeli ve 16 musluklu büyük bir şadırvan vardır; şadırvanın üstü tunç bir kubbe-cikle örtülmüş olup güney yüzünde tunç bir plâk üstünde şu kitabe bulunmaktadır: «1172 (1758-1759) tarihinde Kapdânı-derya bulunan Süleyman Paşanın inşa ettirdiği çeşme hasbelicab hadmettirilerek bu şadırvan bina olunmuşdur; merhumun ruhu şad ola; sene 1333 (1914-1915).»

Kitabede adı geçen Süleyman Paşa 1755-1757, 1757-1759 ve 1763 de üç defa Kapdanıderyâ olmuş, Karabağlı Süleyman Paşadır. Hadikatül Cevamiin cami cebhe-sinin hemen karşısında bulunan bu çeşmeden bahsetmemesi garibsenir.

Bu camii ziyaretimizde imamet vazifesinde Kütahyalı Mehmed Cengiz Efendi bulunuyordu, camiin müezzini de Orhan Geyveli efendiydi. Bize bir müessesenin hariminde kalmış bir camii ziyaret imkânını sağlayan Haliç Tersanesi Baş mühendisi B. İhsan Kuran ile Denizcilik Bankası Merkez Mağazası şefi B. Hamdi Kü-çükkaya'nm isimlerini buraya şükranla kaydediyoruz (1965).

Hüsnü KINAYLÎ

ÇORLULU ALİ PAŞA CAMİİ, MEDRESESİ, KÜTÜBHÂNESİ — Çarşıkapusunda Yeniçeriler Caddesi üzerindedir; türk îs-tanbulu süsleyen ecdad yadigârlarından, on sekizinci asır eserlerindendir; banisi sadırâzam Çorlulu Ali Paşadır (B.: Ali Paşa, Çorlulu, cild 2, sayfa 680).

Hadikatül Cevâmi şu malûmatı veriyor: «Camiin yeri aslında Simkeşhâne kil; (Beyazıddaki) Darbhâne Enderuna (Babı-hümayun içinde Aya İrini Küisesi yamadaki binaya) nakil olundukta Darbhârte-nin yerine pâdişâhın başkadını hâlen mev-

ÇORLULU ALİ PAŞA CAMİİ

— 4106


İSTANBUL ANSİKLOPEDİSİ


cud (Menderes imârında yıkdırılan) Sim-keşhâneyi yapdırdı, Çorlulu Ali Paşa (boş kalan) Simkeşhânenin yerine bu camii yapdırmışdır. Sabit Efendinin tarihidir :

Yapıldı ehli aşka camii pâki Ali Paşa

1119 (1707-1708)

«Tekke hücreleri vardır ki kapusunun üstünde Dürrî'nin şu tarihi yazılmışdır: Zito idin La ilahe illallah

1120 (1708-1709)

«İttisâlindeki dârülhadisin kapusunda da Dürrî'nin iktias eylediği bu tarih zikre-dilmişdir: 1 Men allemeni harfen fekad sayyereni abden.

«Bu camiin mahfili kubbeden asmadır ve kütübhânesi vardır. Midillide idam edilmiş olan banisinin kesik başı İstanbula gönderilerek Bâbıhümayûn önünde teşhir edildikden sonra bu camiin kurbinde def-nedilmişdir, kallâvili kabir taşının kitabesi şudur:

Müşiri muhterem destûri ekrem âsaii efham Alî Paşa veziriazamı Han Ahmedj yekta Olub dört sal üçay sadrı vâlâyi vezâretde Güzel hizmetler itti işbu din ü devlete lıakaa Velî ber muktezâyi hükmi takdiri Hüdâvendî Ne çâre eyledi azmi şehâdethâııei ukbâ Hemîşe kârı çün hayrat idi bu dâri dünyâde Budur üminîdi ferda ecrini ihsan ide Mevlâ Olanlar zâiri kabri disünler Dürriyâ tarih «Kıla me'vâ sarâyi adni âlâyi Ali Paşa.» 1123 (1711)

Camiin mahallesi yokdur» (Hadikatül Ce-Tâmi).

Bir cami, bir tekke, bir medrese-darülha-dis ve bir kütüphaneden mürekkeb bu külliye 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Çarşukapusunda Yeniçeriler Caddesi (Divan Yolu), Bileyiciler Sokağı (eski adı Çilingirler Caddesi) ve Medrese çıkmazı arasındaki sahayı doldurur; Yniçeriler Caddesinde külliyenin karşısında Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Medresesi ve Sebili, Bileyiciler Sokağı ile yeniçeriler Caddesi kavuşağı köşesinde de Sinan Paşa Sebili bulunmaktadır; böylece o nokta 16., 17. ve 18. asırlardan kalma üç güzel yapı eseri ile tezyin edilmiş bulunmaktadır.

Yeniçeriler Caddesinden Çorlulu Ali Paşa külliyesine iki kapudan girilir; bunlardan Bayazıd tarafındaki kapu tekke ka-pusu, Sinan Paşa Sebili tarafındaki kapu da medrese kapusudur.

Tekke ve Medrese, doğu yüzleri iki ayrı avluya bakan iki blok hâlinde inşâ edil-

mişdir; Medresenin dershanesi ve kütüb-hâne, medrese avlusunun doğu kenarında müstakil yapılardır. Cami ortada kalmış, medrese blokunun bitimine çapraz olarak eklenmiştir ;her iki avlunun, arkadan, camii dolaşarak bağlantısı vardır. Külliye gerideki Medrese çıkmazına nisbetle hayli çukurda olub bu çıkmazdan külliye avlusuna, üstü geniş bir saçakla örtülmüş, üst sahanlığında saçağı tutan iki ahşab sütun bulunan büyük bir kapudan girilir ve külliye avlusuna 9 basamak bir taş merdivenle inilir ki bu merdivenin bitimi Camiin son cemaat yerinin hemen önündedir.

Yeniçeriler Caddesi üzerindeki tekke kapusunda Hadikatül Cevamiin bir mısraın kaydettiği kitabeye rastlanmadı, kapu kemerinin üstünde kitabe taşı, yazısız, dümdüz bir mermer olarak durmakta idi. Dar bir geçid ile müstakil şeklinde bir avluya gelinir. Tekke odaları sol tarafta, avlunun batısındadır; önü 11 adet küçük beşik kuvveli ruvak 11 odadır; odalar küçük yarım küre kubbecikler ile örülmüş olub bir ruvak tarafına, avluya, biri de arka tarafa bakan ikişer karelidir; aynı şekilde birer yarım küre kubbecik ile örtülmüş iki odacık da bu blokun cenub başına eklenmişdir. Üç odacık da sağ tarafta vardır; Medrese blokuna eklenmiş olan bu odalara yarım küre bir kubbe ile örtülmüş bir ruvak altından üç ayrı kapu ile girilir. Tekke avlusunda 8 ahşab sütun üzerinde sekiz yüzlü piramid külâhlı bir saçak altında bir şadırvan bir de mermer bilezikli bir susuz kuyu vardır. Tek'ke odalarının şimal bitiminde camiin müezzine meşruta ahşab bir evceğiz yıkılmışdır. îmam meşrutası diğer ahşab bir ev ise, kapusu Medrese çıkmazında, şahis milki olarak dur-makda idi. Tekkenin şeyhleri aynı zamanda Camiin de imamı ola gelirlerdi; imam meşrutası son şeyh-imamın evlâdı milki-yetine intikal etmiş olacakdır.


Yüklə 5,85 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   91




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin