Kevseri anmaz ol içdüğü meyi nâbı içen,
dernekle şairin aşk önündeki hayranlığını teslimiyetini göstermiyor mu?
«Mescide varmaz o vardığı kilisâyı gören,
Şair, devrinin kılı kırk yaran hocasını, softasını, yobazını düşünmeden gönül humması içinde kendinden geçen âvâre, mütevekkil, kararsız bir ruh hamlesiyle aşkını dile getiriyor. Seven Fâtih, masum arzularını, yalvarışlarını ne güzel ifade ediyor.
«Hükümdar şairin bâzı şiirlerinde, mısralarında mânası hiç'anlaşılmayan veya çok müphem olanları da vardır. Düşük kâfiyeler, ha-yide fikirler, görülür.
«Ayrıca Fâtihin en büyük ve en pırıltılı zafer tacını hazırlayan onun fetih kılıcının mısralara gömülmüş ihtirasları, ışıkları bu şiirlerde yok gibidir.
«Onun bu büyük hamleleri şiirlerine dö-külememiş, Fâtih belki de şiiri, yalnız bir gönül macerasının vasıtası saydığı için aşkını ancak, şiirle ifade etmişdir. Belki de fütuhat arzularını şiirle anlatacak kadar, şiirin dilini kâfi derecede vüs'atli, bulamamışdır.
Her ne hâl ise, Fâtihin şiirlerinde onun ancak aşkını, gönül maceralarını okuyup anlıyoruz.
«Bugün bile zevkle okunan çok güzel parçaları olan bu şiirleriyle Fâtihin kuvvetli bir şâir olduğuna hükmetmek icabeder. Evet zamanla dil eskiyor, nazım şekilleri porsuyor, fi-
FÂTİH SULTAN MEHMEB
5538
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSI
5530
FÂTİH SULTAN MEHMED
kir ve iman soluyor. Zamana mukavemet eden ancak samimî duygulardır ki zaman ve mekân tanımadan dipdiri duruyor. Bu gürlerin yeni kalan tarafı koca Fâtihin işte bu samimî duygularıdır.» (R. N. Evrimer)
Aşağıdaki parçaları Fâtih Sultan Mehmed dîvânının Ahmed Hâlid Kitabevi bakısından alıyoruz:
GAZEL
Bir güneş yüzlü melek gördüm ki âlem mâhıdur Ol kara sünbülleri âşıklarınım âhıdur
Kaareler giymiş meh-i taban gibi ol serv-i nâz Mülk-i efrengün meğer kim hüsn içinde şâhıdur
ükde-i zünnârına her kimse kim dil bağlamaz Ehl-i îmân olmaz ol, âşıkların güm-râhıdur
Gamzesi öldürdiğüne leblerü canlar virür Var ise ol rûh-bâhşun dîni Isa râhıdur
Avniyâ kılma gümân kim sana ram ola nigâr Sen Stanbul şâhısın, ol Kalâtâ şâhıdur.
GAZEL
Görün il gonce-lebi kim nice rânâ olmuş Bir nihâi idi kaddi, serv-i dilârâ olmuş Kâm-ı can istedüği lezzetü sordum Mldüm Hân-ı hüsnünde lebi şehd-i musaffa olmuş. Halk-ı âlem ki hilâli gözedür illâ ben Kaslarım seyr iderüm özge temaşa olmuş
Yalanuz ben değilim güîşeni kuyunda hezâr Gül yüzü yâdına bül'büî dahî şeydâ olmuş
Avniyâ şehdi lebin göreli hayran oldum Nice ııâzük nice ter sükker-i helva olmuş.
GAZEL
Hüsn ile cananlar içre canı canandır Üveys Şerbet-i lâ'lüyle dil derdine dermandur Üveys
Ağlamaz can bülbüli şimdengerû feryâd idüb Bâğ-ı dilde hüsn ile bir verd-i handândur Üveys
Nice mâ'mur olmasun dil mülki adl-ü dâd ile Bunca yddur kim gönül tahtında sultândur Üveys
Eşk-i çeşmüni şarâb-ü bağrunı eyle kebâb Ey dîl-i aşüfte çün bir gice mihmandur Üveys
Avniyâ çün devlet elverdi ki nıihmân oldu yâr Fursatj. fevt etme kim bin cana erzandur Üveys.
GAZELLERDEN BEYİTLER
Cünûn sahrası içinde felekde bâşuma yağan Cefâ taşlarını cem eyledüm seng-i mezar itdüm.
*
Râfa-i aşka virmedi sahrayı hicran hiç zaaf Tâ kıyamet imtidâdınca ana meydan gerek.
*
Bu meste keyfiyeti 'badeden sual itme Beîî hakikati deryayı kande bile garîk.
*
Aşka dayandum belâ vü mibneti fikr iimedüm San'atından kâh olur âciz kalur üstâdlar.
*
Âteşi gam yakmasa tan mı vücudum şehrini Gözlerümden gönlüm üstüne iki derya gelür.
ft
Aşk içinde kimi yâr idem kime hâlim diyem Düşmen oldular senüncün dostum âlem bana.
Fâtih Sultan Mehmedin El Yarası İle Mu&haf-ı Şerif — Vâsıf Tarihinde gördüğümüz bir kaydı naklediyoruz: «7 rebîülevvel 1168 (22 aralık 1754), Üçüncü Sultan Osma-nın kılıç alayı —Yeni pâdişâh Sultan Osman, ecdadının riâyet edegeldiği kanun üzere Ey-yubsultanda kılıç kuşanacakdı. Eyyuba karadan büyük bir alaylı gitdi, yolda Fâtih Sultan Mehmedin Camii önünde atından inerek büyük ceddinin türbesini ziyaret etdi. Orada kendisine Fâtih Sultan Mehmedin el yazısı ile bir mushafı şerif gösterdiler. Pâdişâh: — Bundan âlâ ziyaret olmaz., diyerek o mushafı şe-rifden bir aşir (l cüz) Kur'an okunmasını ferman etdi, kendisi de dinledi, bu suretle o mushafı şerifi yazan büyük ceddinin de ruhunu şad iderek tekrar atına bindi ve Eyyubsulta-na gitdi...».
Tarihî kıymeti çok büyük olan bu mushafı şerif hakkında başka bir kayde rastlamadık ; aynı türbede mi durmaktadır,- yâhud bir müzeye mi kaldmlmışdır, onu da tahkik imkânını bulamadık, istanbul Türbeler Müdür-
cevab alamadık
lüğüne yazdığımız mektuba (1969).
Fâtih Sultan Mehmede Çirkin İftira, Gran-dük Lukas Notaras'ın İdamı Meselesi — istanbul fethinin ilk günlerinde, Bizansın imparatordan sonra en nüfuzlu sıması Grandük Notaras'ın îdam meselesini, İstanbul fethinin vak'alarından ve Fâtih Sultan Mehmedin hal tercemesinden ayırmak, fakat mutlakaa anlatr mak lâzımdır. Fâtih Sultan Mehmedin muhteşem hâtırasını, bu mesele ile bir leke sürmeye yeltenen hıristiyan fanatiklere karşı kayıdsız kalınamaz.
Mutaassıb bir ortodoks olan Notaras, Lâtin kilisesiyle birleşme taraf darlarının ve îs-tanbuldaki İtalyanların menfuru idi; muhtelif rivayetlere göre vak'anın hakikati şu olsa gerektir: İki oğlu, kızları ve karniyle beraber esir edilen Notaras, Fâtih Sultan Mehmedin iltifatına nail oldu, huzura kabul edildi, genç hükümdar tarafından bizzat teselli edildi ve Sultan Mehmed, gayet zeki ve İstanbul rum-ları üzerinde büyük nüfuz sahibi olan bu devlet adamına kendisini önemli bir mevkide istihdam etmek niyetinde olduğunu îmâ etdi. Notarasın elinde mühim siyasî vesikalar vardı, bunların arasında en ehemmiyetli olanlarının da, Sadırâzam Halil Paşanın, Sultan Mehmede açıkça ihanetini isbat eden ve Kos-tantin ile Notarası mukavemete ve şehri müdafaaya teşvik eden gizli mektupları idi. Gran-dük'ün Pâdişâha bu hususu arzetmiş olması da muhtemeldir.
Biz, Grandükün muhafaza altında bulundurulduğu yere iadesinden bir müddet sonra iki oğliyle beraber idamını Sadırâzam Çan-darlı Halil Paşanın nefis müdafaası yolunda yaptığı son ve harikulade cür'etkârane bir iş olarak görüyoruz. Öyle ki, ihanet vesikalariy-le beraber, masum çocuklar da olsa, bu ihanetin bütün şahidleri imha edilmişdir ve Fâtih Sultan Mehmed bir emri vâki kargısında bırakılmışdır.
Daha istanbul seferi hazırlıkları sırasında idi, Lukas Notaras, sefaretle Edirneye gel-mişdi; o zaman halk ağzında Halil Paşaya rüşvetler geldiği, fakat pâdişâhın azmi karşısında elçinin hiç bir şeye muvaffak olamıya-
rak dönmeğe mecbur kaldığı dolaşmışdı. Manzume Düsturnâmei Enverî'dendir:
Şâhi gaazi kasdi İstanbul ider Künkler dökdü çeküp aldı gider
Kir Lika geldi Halîle dir meded Mal çok aldı Şâhi kılmağa red
Oku Şah atdı anı kim döndürür Beş Halil anları mahzun gönderür
Fakat, fetihte Notarasın canlı olarak ele geçmesi ve Fatihle mülakatında ihaneti bütün çıplaklığiyle arzetmesi, kendisiyle oğullarının felâketine sebep olmuşsa da, peşisıra Halil Paşayı da cellât satırı altında diz çökertmişdir, Fâtihin pençesinde kahrolan Çandarlı, herhalde masum ve mazlum değildi.
Hiç şübhesizdir ki Çandarlı hakkındaki şübheleri ve bundan doğan gazab ve nefreti, Notarasla görüşdükden sonra son haddine varmış olan genç pâdişâh da vezirin ölüm hükmünü vermişdir.
Bizanslı Dukas'ın anlatdığına göre Sultan Mehmed Notaras'la evvelâ biraz sert konuşmuş:
-
Büyük bîr siyasî nüfuzu temsil ediyor
dunuz, benim bu şehre gireceğimi de biliyor
dunuz, şehri teslim etmemekte ısrarınızla dö
külen .kanlardan mesuliyetinizi müdrik misi
niz? diye sormuş. Grandük:
-
Ne Kayser ve ne de ben başka türlü
hareket edemezdik, her ikimiz de, en mahrem
adamlarınızdan, mukavemet etmemiz için ıs
rarla mektuplar aldık ve teşci edildik! cevabı
nı vermiş.
Kalem, Notarasın idamı vak'asında şaşkın ve perişan ve kindar mağlûblar ve garazkâr fanatikler tarafından büyük Fâtih Sultan Meh-medinıize sürülmek istenilen iğrenç bir iftirayı tamamen çürütüp yerin dibine sokmak isterken bile titriyor:
«Sultan, bir cünbüş esnasında Notarastan küçük oğlunu istemiş, Notaras red cevabı vermiş, bunun üzerine de pâdişâh Notarasla oğullarının idamını emretmiş!..»
F-
FATiH SULTAN MEHMED
— 5540 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 5541 —
FATİH SULTAN MEHMED
Fâtih Sultan Mehmed'in turası
Bir zerre idrâk kâfidir; Sultan Mehnıed kumandanlarına hitaben söylediği son hücum nutkunda: «Ne kadar yüksek bi'r maksada hizmet etdiğinizi göz önünde bulundurunuz; îs-tanbulun adı geçen yerlerde, o şehri zapteden kahramanlar olarak şan ve şerefle anılacaksınız!» demişdi; îstanbula girdiği zaman, yeryüzündeki bütün gözlerin kendisine çevrilmiş olduğunu biliyordu. Fâtih Sultan Mehmed, şahsında, koca bir milletin ve muazzam İslâm âleminin kudret, kuvvet ve şevketiyle beraber seciye ve ahlâk nezâhetinin de temsil edildiğini bilen adamdı; îstanbulun fethinden sonra daha rub'u asır, İmparatorluk tahtında ilim ve sanatın büyük hâmisi, ordularının başında büyük kumandan olarak hükümran olacaktı; bütün ömrü boyunca «cünbüş meclisleri» ol-mıyacaktı; meclisleri, asrının en seçkin ulemâsının hazır bulunacağı arifler toplantısı o-lacakdı.
Çirkin iftiraya, Fâtih Sultan Mehmed'in dîvânmdaki bâzı kalenderâne terennümlerin yol açdığım söyleyenler vardır. Cemal âşıkı «Avnî» nin o şiirleri her yerde rahat okunabilecek saf ve afif terennümlerdir (B.: Fâtih Sultan Mehmed, «Avnî Dîvânı»),
İstanbul fâtihinin pak ve direhşan hâtırası bizim nâçiz kalemimizin müdafaasından müstağnidir; ruhi pürfütûhu şâdolsun. Burada Abdülhak Hâmidi de rahmetle analım:
Ecri azîmi vasfın kay dinde gönlüm, ey Şah!.. Af f eyle bu kusurum sen ol günahkârın...
FÂTİH SULTAN MEHMED ÂBİDESİ PROJESi — 1953 de îstanbulun Türkler tarafından fethinin beşyüzüncü yılı kutlanacakdı. 1945den sonra îstanbulda bir Fâtih Sultan
Mjehmed Âbidesi yapılması fikri ortaya atıldı; bu âbidenin büyük adamın sânına lâyık bir heykel olmasını isteyenler, müslümanlıkda heykel yokdur, ama bir anıd yapı dikmelidir diyenler oldu. Heykel olsun yapı olsun Fâtih Sultan Mehmed Âbidesinin îstanbulda nereye dikilmesi münâkaşa edildi; bâzıları Saraçhane başında şimdi Belediye Sarayının bulunduğu yeri, bâzıları da Ayasofyada yanmış Adliye Sarayının yerini gösterdi. Ve bu proje yazılarda kaldı, âbide tahakkuk etmedi.
O zamanlar îstanbulun en büyük ve en çok satan mecmuası olan ve basının aydın sımalarından Tahsin Demiray tarafından çıkarılan «Hafta» mecmuasında bir de proje resmi ya- , vınladı, bu projede âbidenin Ayasofyada Adliye Sarayı yerinde dikilmesi, ve Orhun'da yapılmış kadim Türk âbidleri havasında olması müdafaa edildi. Bu âbideyi Gündüz Özdeş ve Kenan Akınay adında iki genç mimarın 14 ayda tamamlayabilecekleri yazıldı. Fakat ne kadar hazindir ki o proje resimlerini dillendiren yazıda şu satırlar okunur :
«Böyle bir âbidenin ilk örneklerini Orhun'da görebiliriz. Bu öz âbide mimarisini bizzat genç Fâtih 500 yıl evvel Rumeli yakasında yükselttiği Güzelce Hisarda bir kere daha canlandırmışa! r. Güzelce Hisar bir kaleden ziyâde bir fetih abidesidir..».
Düşünmelidir ki bu yazı o devrin en büyük ve en çok satan bir mecmuasında çıkrnış-dır. Orhun'dan âbide örneği alan kişiler, îstanbulda Boğaziçinde gözlerinin önündeki muazzam ve muhteşem Rumeli Hisarının adını bilmemekdedirler, o kalenin adı «Güzelce Hisar» değil, «Boğaz Kesen»dir, Güzelce Hisar, karşısındaki Anadolu Hisarının adıdır.
Hüsnü KINAYLI
FÂTİH SULTAN MEHMED BÜSTÜ (Hürriyet Gazetesinin, Türkiye Liselerine Ar-
ırağanı) — Türkiyenin en çok satan günlük gazetesi Hürriyetin 1970 senesinde sâdece büyük bir gazetenin sânına yakışacak asaletle ifâde edilecek bir hareketidir; şöhretli hey-keltraş ve emekli Pirofesör Kenan Yontuç'a (B.: Yontuç Kenan) biri Fâtih Sultan Meh-medin olmak üzere beş büst yapdırtmış (Diğerleri: Atatürk, Namık Kemal, Mimar Sinan ve Barbaros Hayreddin Paşa) ve onlardan 450 takını büstü Millî Eğitim Müdürlükleri aracılığı ile Türkiye Liselerine yılbaşı armağanı olarak dağıümsdır. Büstler 26 santim boyunda ve mermer tozundan dökülmüşlerdir. Bu giisel ve asîl hareketi bu büyük şehrin bir tarih ve günlük hayat kütüğü olan İstanbul Ansiklopedisine kaydını bir vecibe bildik (Ocak 1970).
FÂTİH SULTAN MEHMED CAMİİ — Yedikule Kalesinin içinde idi, Hadikatül Cevâ-nıide «Yedikule Camii» adı ile kayıdlıdır ve şu malûmat verilmektedir: «Banisi Ebülfeth Sultan Mehmed Han Hazretleridir; vakfı Ayasof-yayı Kebir vakfına mülhakdır. Dördüncü Sultan Murad nedimlerinden Deli Hüseyin Paşa şehîden orada medfundur; mahallesi vardır». Bu kayıdda mahalleden kasid, hâlen mevcud olmayan kale içindeki evler olsa gerekdir. Tahsin Öz «İstanbul Camileri» isimli eserinde «Yedikule Camii» adı ile alıyor ve: «Camiin duvar bakiyeleri ve minaresinin alt kısmı duruyor» diyor (1962). Ekrem Hakkı Ayverdi de «Fâtih Devri Mimarîsi» isimli kitabında Yedikule Camii adı ile kaydederek: «Hisar içinde
bulunan bu camiin yalnız şerefeye kadar minaresi kalmışdır» diyor (1953).
Yedikule Hisarı zamanımızda bir müzedir, fakat müze hüviyeti kendi mimarî bünyesin-dedir. Fetihden asrımız başlarına kadar bir ka-
Tasarı hâlinde kalmlş Fâtih Sultan Mehmed Âbidesi ve âbidenin denizden görünüşü
(Hafta Mecmuasından)
FATİH SULTAN MEHMED
— 5542
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSl
—. 5543
FÂTİH SULTAN MEHMED
le ve zindan olarak zengin bir tarihçesi olan bu hisarın ortasındaki bu camiin cami olarak ihyâsı gerekdigi kanaatindeyiz.
FATİHA SULTAN ' MEHMED CAMİİ —
Yedikule kapusunun dışında idi; Hadikatül Ce-vârnide «Yedikule Camii» adı ile kayıdlıdır; ve «Banisi Ebülfeth Sultan Mehmed Han Hazretleridir, vakfı kebîrine mülhakdır» deniliyor. Ekrem Hakkı Ayverdi «Fâtih Devri Mimarîsi» isimli kitabında Hadikatül Cevâmide-ki ismi ile alarak: «Bu camiden eser kalma-mışdır» diyor (1953).
Tahsin Öz «İstanbul Camileri» isimli eserinde, (1962) Yedikule Camii isminden Fâtih Camii maddesine göndererek camiin aynı zamanda «Kazlıçeşme Camii» adı ile anıldığını ve mevcud olduğunu yazıyor; Kazlıçeşme Camii Hadikatül Cevâmide «Kasablar Mescidi» adı ile kayıdlıdır ve onyedinci yüz yılda Mer-zifoniu Kara Mustafa Paşa tarafından yaptı-rılmışdır.
FÂTİH SULTAN MEHMED CAMİİ — Boğaziçinde Rumelihisarında Fâtih Sultan Mehmedin yapdırttığı Boğazkesen Kalesinin içinde idi (B.: Boğazkesen Kalesi, cild 6, sayfa 2910). Evliya Çelebi, Türk askerî mimarîsinin bu muhteşem eserinden bahsederken şunları yazıyor: «.. kale dizdarı ve üçyüz kadar nefe-rat gece gündüz amade dururlar. Kale içinde kayalara muttasıl kırlangıç yuvası gibi yüz seksen kadar neferat evleri ve bir minareli Ebülfeth., Camii ve iki mescidi ve iki buğday anbarı vardır..».
Hadikatül Cevâmi şöyle kaydediyor: «.. kale içinde serdar (dizdar) menzi (evi) ve kale kulu (kale neferleri) haneleri vardır, ve kale ortasındaki camii şerif Fâtih Sultan Mehmed Hazretlerinin hayır eserlerindendir..».
Ekrem Hakkı Ayverdi «Fâtih Devri Mimarîsi» isimli eserinde mescid olarak alıyor ve şunları yazıyor: «Rumeli Hisarı içinde yalnız şerefe altına kadar tuğla minaresi kalmış olan mesciddir; minarenin hususiyeti, ihtimal acele yapıldığından taş tedârik olunamayıb, basamaklarının meşe ağacına oyularak yapılmış olmasıdır. Cami orada mevcud eski bir Bizans açık sarnıcının yarısını işgal ediyormuş, temelleri dipde görülmektedir* (1953).
Yine Hadikatül Cevâmide bir «Fenârî Mescidi» için şunlar yazılıdır: «Rumeli Hisarı içinde, banisi Molla Fenârî'dir». Kale ortasındaki camiin Fâtihin eseri olduğunu ayrıca kaydeden Hadikatül Cevâmiin bahsettiği bu mescid, Evliya Çelebinin kale içinde mevcudiyetini yazdığı iki mescidden biri olsa gerekir.
Tahsin Öz «İstanbul Camileri» isimli ese
rinin ikinci cildinde Fâtih Sultan Mehmedin
bu kale camiini, Hadikatül Cevâmiin yukar-
daki kaydına kapılarak «Fenârî Mescidi» adı
ile kaydediyor ve şunları yazıyor: «Rumeli Hi
sarı içinde; banisi Şeyhülislâm Molla Fenârî
olub, altı sarnıç olduğundan fevkaanî ve kare
plândaki bu mabedin duvarları ayakda iken
1957 yılı tamiri sırasında üzerine platform ya
pılarak kapatılmışdır; şimdi minaresi şerefeye
kadar ayakda olup merdivenleri ahşabdır»
(1965). J
Hadikatül Cevâmiin kaydettiği kale içindeki Fenârî Mescidi hakkındaki kanaatimizi, yukarıda yazdık. Ahşab merdivenli minare kalıntısı Fâtih Sultan Mehmedin camiine âid-dir. Fenârî Mescidinin minaresi bile yokdu. Acele çalışma eseri olacakdır, Tahsin Özü yanıltan ve Fâtihin camiinden hiç bahsetmiyerek onu Fenârî Mescidi ile karıştırmışdır. Bunun da sebebi, Hadikatül Cevâmiin 1281 (1864) tarihli matbu nüshasında Rumeli Hisarı içindeki Fâtih Sultan Mehmed Camii için müstakil bir serlevha, başlık konulmamış olmasıdır.
Bu camiin minaresinin ahşab merdiveni hakkında Ekrem Hakkı Ayverdi'nin «acele yapıldığından taş tedârik olunamadığı» hükmü de var id değildir. Dev gibi bir taş kale yapılırken minare merdiveninin üç beş parça taşının tedârikinde elbetki sıkıntı çekilmez; minarenin ahşab merdiveni, bu kalenin iç mimarîsi ile tam ahenklidir.
Türkler tarafından İstanbulun muhasarası ve fethinin en muhteşem âbidesi olan bu güzel ve azametli kalenin içinde, bir müslüman Türk kalesinin asalet damgası olan bir cami idi. İmparatorluğun son perişanlık asrında kale ile birlikde bakımsız kalmış ve ahşab çatısı çök-müşdü, minaresinin şerefesiyle birlikde üst kısmı da yıkılmışdı ve dört kagir duvardan ibaret kalmışdı. 1956 da kale tamir edilirken bu camiin de mutlaka ihyâsı gerekirdi; maalesef duvar kalıntıları da yıktırılmış ve cami sa-
hasının üstüne bir beton zemin, platform ya-pılmışdır, yalnız minare kalıntısı muhafaza edilmişdir.
Buna rağmen bu kale camiinin ihyâsı bizce her zaman mümkindir ve mutlaka ihya edilmelidir. İhyâsına delâlet edecek kimseler, bize bu güzel İstanbul şehrini hediye eden Fâtih Sultan Mehmedin ve İstanbul Cengi şe-hidleri ile gazilerinin aziz ruhlarını da şad etmiş olacaklardır.
FÂTİH SULTAN MEHMED CAMİİ —
Salacakda İskele yakınında, Salacak İskelesinden Ayazmaya giden yol üzerindedir, Salacak Plajı denilen gazinonun kapusu dibinde-dir; Hadikatül Cevâmide: «Bânîsi Fatih Sultan Mehmeddir, minberini Hekimoğlu Ali Paşa ilk sadâretinde koymuşdur, mahallesi vardır» diyor. Tahsin Öz de «İstanbul Camileri» isimli eserinde şunları yazıyor: «İkinci Sultan Mahmud zamanında ihya edildi, muhtelif tarihlerde tamir görmüşdür. Fevkaanî, duvarları kagir, çatısı ahşab, minaresi tuğladandır». Salacak İskele Arka Sokağında olan cami, gördüğü tamirler ile zamanın mimarî hüviyeti tamamen kaybetmişdir; sayın Tahsin Özün kaydi hilâfına cami fevkaanî değildir, sokak kapusundan bir pabuçluğa, oradan da 'ibâdet sahnma girilir, ahşab bir merdiven ile de kadınlar mahfiline çıkılır (1970).
FÂTİH SULTAN MEHMED CAMİİ KEBİRİ VE KÜLLİYESİ — İstanbulun bizim elimiz ile yapılan ilk bina manzumesi ve mimarî abidesidir. Geniş bir saha üzerine kusursuz yerleşdirilen l cami, 16 medrese, l mekteb, l kütübhâne, l hastahâne, l tabhâne, l imaret ve fodlhâne, l kervansaray, l hamamdan mü-rekkeb olub diğer binalar camii ihata ediyordu. Ne yazıkdır ki külliyenin mihrakı olan camiin harîm kısmı XVIII. asırda yıkıldı, Dâ-rüşşifâ (Hastahâne) ve sekiz talî medresesi mahvoldu, duvarlar yer yer çöküp haremin mahremiyeti gitti, mekteb ve kütübhâne yok oldu ve yerlerini tufeylî binalar kapladı. Bir asır İstanbulda rakibsiz fermanfermâ olan bu manzumeye ancak Süleymaniye ölçülebilir, benzetilebilir.
Fatih Sultan Mehmed Külliyesi şehircilik ve îmar sahasında yeni bir devir açmışdır.
Yapdığımız restütüsyon plânında mevcut binalar açıkça görünmektedir. Bu plânda yalnız Dârüşşifâ 1239 (1823) da yapılmış bir plâ-nına; Kervansaray ve İmaret, yerinde yapdığı-mız araştırmalarımıza ve 1288 (1813) tarihli bir su yolu haritasındaki işaretlere dayanılarak yerleşdirilmişdir. Vakfiyedeki kaydını umumî plânın tenazur prensibi ile birleştirerek, Kütübhâne binasını, duvarları görülen Mekteb'e mukaabil çizdim.
Cami — Fâtih Sultan Mehmedin yapdırt-dığı ve yapısı 1470 senesinde tamamlanmış ve İstanbulun Türk yapısı ilk büyük selâtin camii olan, asırlar boyunca «Sultan Mehmed Camii», «Fâtih Sultan Mehmed Camii» ve «Fâtih Camii» isimleriyle anılmış camii şerif 13 zilhicce 1179 (23 mayıs 1766) daki büyük zelzelede büyük kubbesiyle birlikde yıkılmış ve yerine zamanımızdaki Fâtih Camii inşâ edilerek resmi kuşa di 1185 muharreminin aşure günü (25 nisan 1771) bir cuma namazı ile ya-pılmışdır.
Fâtih Camii üzerine başlıca tarih kaynakları şunlardır:
1. Fâtih Vakfiyesi
XVI. asırda Türkçeye tercüme edilip Evkaf İdaresince neşrolunmuşdur, aşağıdaki satırları oradan alıyoruz :
«Kostantiniyyenin çak (ta) ortasında hâlen Yenicami denilen mahallede bir camii cen-netâsâ, ve payitahtlarının dârül ilim (ilim yeri, makaamı) olması için camii şerif çevresinde sekiz medrese, ve bu medreseler arkasında Tetimme ismi ile birer medrese beçe (medrese yavrusu), cem'an onaltı medrese, ve camii şerifin garba bakan Dârütta'lim, ve camiin yine garbinde medreselerinde ders veren müderrisler, ilim tahsil eden gençler ve hattâ ulemadan kitab alamayanlar için vakıf buyurdukları kitablara mahzen (Kütübhâne olmak) üzere bir bina daha inşâ buyurdular.
«Müslüman hastalara, îstanbula gelip geçim sıkıntısı çeken misafirlere, İstanbula gelip yerleşmiş muhtaçlara hizmeti, hükümdarlık borcu bilerek iki bina daha yapdırdılar ki birine Dârişşifâ, birine de İmaret adını verdiler..» (Muhterem yazarın vakfiyeden aynen naklettiği yukardaki satırları biz bugünkü dile çevirdik. İstanbul Ansiklopedisi; R.E.K.)
5544 —
FÂTİH SULTAN MEHMED
1535 de Matrakçı Nasuhun yapdığı resimdeki Fâtih Camii, avludan görülerek çizilmişdir.
Fâtih su yolu haritasındaki Fâtih Camii resmi; M. Loriclı'in çizdiği resme benzer.
L İlk Fâtih Camii
(Camiin iç harem avlusu kareye yakın müstatil plânlı olup bu avluya ikisi yanlarda üç kapudan girilir. Etrafı 18 sütun üzerinde 22 kubbeli bir revakla çevrilmişdir. Bu kubbelerden cami tarafındaki 7 kubbenin altı son cemaat mahallini teşkil eder. Son cemaat yerinden ibâdet salınma bir tak kapu ile geçilir, Minareler camiin son cemaat yeri tarafındaki duvarının iki ucunda olup kapuları dışardadır. Teker şerefeli minarelerdir. Yine kareye yakın müstatil plânlı ibâdet sahnının iki' yanında üçer küçük kubbe, ortada iki sütun ile iki fil ayağına oturtulmuş bir büyük kubbe, ve mihrab cihetinde bir yarım kubbe bulunmaktadır. Mihrab duvarında ve son cemat yeri tarafındaki duvarda altışar, iki yan duvarlarda dörder pencere vardır, pencereler altlı üstlü çift penceredir. Yan duvarlarda minarelere yakın birer de kapu bulunmaktadır ki bu yan kapu-
FÂTİH SULTAN MEHMED
2. Evliya Çelebi
Fâtih Külliyesini yapıldığı zamanın haliyle gören XVII. asırda yaşamış Evliya Çelebi seyahatnamesinin birinci cildinde şunları yazıyor:
«Bu camiin sağından solundan taş merdivenlerle çıkılır. Yerden (tâ üstüne) yüksekliği 87 zirâdır. Dört paye üzerinde bir büyük kubbedir, mihrab üzerinde de bir yarım kubbe vardır. Mihrab ve minber ye hünkâr mahfili ve müezzinler mahfili beyaz mermerden sâde güzelidir, ve kubbenin içinde iki tabaka kandiller vardır..».
İrtifa için 37 zira = 65 metre mübalâğası hâriç, diğer sözleri hâle mutabık, ve bilhassa mihrab üzerinde bir yarım kubbe bulunduğunu açıkça zikretmesi pek mühim bir kayıddır. Mahfillerin cinsi hakkında Hadikatül Cevâmi ile müteârız olduğu görülür.
3. Hadikatül Cevâmi:
Bu kaynak da şunları yazıyor: «Fâtih Sultan Mehmed Câmiinin yeri bir kilisenin yeri olup harab oldukdan sonra bina olunmayıp kalmışdı, oraya Fâtih Sultan Mehmed birer şerefe ile iki minareli bir camii şerif bina ey-lemişdir (Yapıya 867 de, 1462-1463 başlanmış ve cami 875 de, 1470-1471 yani sekiz senede tamamlanmışdır). Camiin içindeki mahfili hümâyun ahşab olup Sultan Bayazıdı Velî yap-tırmışdır. (Şadırvan camii şerif ile beraber yapılmışdır. Etrafında sekiz medrese ki Sahnı Seman denilir ve bir tabhâne ve imaret ve karşısında dârüşşifâ bina olunmuşdur. Tabhâne ve dârüşşifanın müstakil mescidleri yardır. Ve sekiz de tetimme yaptırılmışdır. Ve Fâtih Sultan Mehmed 886, 1481 de vefat edip camiin mihrabı önüne defnedilmiş ve üzerine bir kubbeli türbe bina olunmuşdur. Karşısındaki türbede haremi hümâyunları olan Gül-bahar Sultan medfundur ki Sultan Bayazıdın vâlidesidir. 1179 senesi kurban bayramının üçüncü perşembe günü ki mayısjn onbirinci günüdür, 1766, güneş doğdukdan bir saat sonra vukua gelen büyük zelzelede camiin, büyük kubbesi tamamen harab olmuşdu, binanın geri kalan kısmı da zemine kadar yıkdırılarak yeniden bina ve ihyâsına başlandı; Fâtih Vakfının kâtibi devlet ricalinden Hâşim Ali Bey binâemini tâyin edildi. 1180 tarihinde başlan-
Dostları ilə paylaş: |