Halkın hizmetinde olan ve halkın menfaatini gaye edinen devlet birinci görevinin, ırkın en iyi unsurlarını muhafaza etmek, onlara ihtimam gösterip, gelişmelerini hazırlamak olduğunu idrak ederse, bu görevle işinin bitmediğini anlayacak ve ırka lâyık nesiller yetiştirdiği gibi, bu nesillerin eğitimiyle de meşgul olacaktır.
Şahısların fikri yönden verimli olmaları, belirli bir insan malzemesinin ortaya koyacağı ırki kabiliyetlerin sonucu olacağına göre, herkesin eğitimi ilk önce fizik barışının devamına ve gelişmesine bağlıdır. Çünkü daima sağlam ve enerjik bir düşünce gücü, ancak sağlam ve kuvvetli bir bedende bulunur. Dâhilerin bazen zayıf bir bünyeye sahip olmaları bu prensibi bozmaz. Onların durumları istisnadır. Eğer bir millet soysuzlaşmış kimselerden meydana gelmişse, gerçekten böyle bir bataklıktan büyük bir dâhinin çıkması son derece nadirdir. Eğer çıkarsa bile bu dâhinin nüfuz ve tesirinden, soysuzlaşmış millet istifade edemeyecektir. Ya bu soysuzlaşmış topluluk dâhiyi anlayamayacak, ya da irade kuvvetlerinin zayıflaması sonucu o dâhinin arkasından yürüyemeyecektir.
Bu gerçeği idrak etmiş olan ırkçı devlet eğitim alanındaki görevinin, ilimleri kafaları içine tulumba darbeleri ile sokmaktan ibaret olduğu zannına kapılmamalıdır. Başarılı ve uygun eğitim usulleri ile, tamamen sağlam bünyeli gençlerin yetiştirilmeleri için gayret sarf edecektir. Fakat bu iş yapılırken, gaye karakterin terbiyesi ve bilhassa irade kuvvetiyle kabiliyetinin gelişmesi olacaktır. Bu arada gençler, fiil ve hareketlerinin sorumluluğunu memnuniyetle kabul etmeye de alışacaklardır. Asıl öğretim en sonra gelecektir.
Irkçı devlet şu prensibe göre hareket edecektir, ilmi bilgisi da ha başlangıç noktasında kalan, fakat vücudu sağlam, karakteri düğün, bir karar almasını seven ve irade kuvveti'ile donatılmış olan bi, kimse, müh toplum için, fikri verimliliği ne olursa olsun bir sakat tan daha faydalıdır. Fizik bakımından soysuzlaşmış, iradeleri zayıf korkakça bir barışçılık taraftarı olan bilginlerden kurulu bir millet' hiçbir zaman cennetlik olamaz. Hattâ bu dünyada da kendi hayatın, bile sağlayamaz. Kaderin bize karşı açtığı çetin savaşlarda en az bil gısı olanın yenildiği pek enderdir. Mağlûp, daima bildiği şeylerden • en az cesaretli karar çıkaran ve bunu da pek kötü bir şekilde uygu layan kimsedir. 76
Fizik ile maneviyat arasında bir ahenk olmalıdır. Kangren ol muş bir vücut, düşünme gücünün parlaklığı ile hiçbir zaman güzel hale gelemez. Enerjisi olmayan, kararsız, korkak ve kusurlu doğ muş, sakat kimselere, bir fikri eğitim vermek haksızlık olur Yunan darın düşündükleri güzellik fikrim ölmezleştıren şey, en gösterişi, ızık güzelliğinin, düşünce gücünün parlaklığı ve ruhun asaleti ile fevkalâde bir şekilde birleşmesinden ibarettir.
Moltke'nin "Şans ancak yeteneğin arkası sıra yürür." şeklindeki sözü ne kadar doğru ise, düşünce gücü, genellikle ancak sağlam ve sıhhatli bir vücutta yerleşebilir.
Vücudu sağlam yapmak ırkçı bir devlette fertlerin vazifesi değildir. Bu iş, ebeveynlere düşen bir mesele de değildir. Bu devletin temsil ettiği ve koruduğu milletin bekası için bir ihtiyaçtır Nasıl tahsile ait hususlarda devlet ferdin serbest hareket etme hakkına te cavuz eder ve çocuğu, anne ve babanın arzuları hilâfına mecburi öğretime tâbi tutarsa, ırkçı devlet de, daha geniş bir şekilde olmak üzere, milletin muhafazasını ılgÜendıren ana meselelerde, şahısların cehaletlerine veya anlayamamış "imalarına karşı", kendi otoritesini kullanmalı ve galip kılmalıdır. Terbiye alanındaki icraat, gençlerin vücutlarını küçük yaştan itibaren takip edilmekte olan gayeye doğru itmeli ve sonra muhtaç olacakları dayanıklılığı kazanacak şekilde onları tanzim ve teşkil etmelidir. Özellikle kış bahçelerinde büyütülmüş bir nesil yetiştirmekten kaçınılmalıdır.
Bu terbiye ve sıhhat ışı, ilk önce genç anneler üzerinde tesir icra etmelidir. Beş on yıllık bir gayret, doğumları tamamen mikroptan arınmış duruma getirmek ıçm yeterli olmuş ve loğusalıkta ateşli hastalıklar azalmıştır. Hastabakıcıların ve bizzat annelerin bu konu daki eğitimleri esaslı bir şekilde sağlanırsa, çocuklara daha ilk yıllardan itibaren gelişmeleri için ihtimam ve itina göstermek mümkün olur. Irkçı bir devlet, okulda beden çalışmalarına, şimdikine nispetle daha çok zaman ayırmalıdır
Genç dimağları gereksiz bir yükle ve faydasız bir bilgi ile doldurmak büyük hata olur. Tecrübeyle sabittir ki, gençler hafızalarında yalnız parça parça şeyleri saklarlar ve öğrendiklerinin esaslı taraflarını ise zihinlerinde tutamazlar. Onların zihinlerinde kalan, hiçbir zaman ifade edilmeyen ayrıntıdır. Zihni tıklım tıklım doldurulmuş genç bir çocuk, bu konular arasında akla uygun, karşılaştırmalı bir ayıklama ve temizleme yapmaktan âcizdir. Bugün ortaokullarda, haftada iki saat beden eğitimi dersi koymak ve bu dersi seçmeli kılmak, fikri bakımdan dahi ağır bir hata olur. Bir genç adamın, her gün hiç olmazsa sabah akşam birer saati beden çalışmalarıyla geçmelidir. Bilhassa boksu ihmal etmek olmaz. Bu konuda kültürlü çevrelerde büyük hatalar işlenir. Bu çevrelerin fikirlerine göre boks kaba bir spordur. Ama bir genç eskrim öğrensin ve değerli vakitlerini düello etmekle geçirsin, bu onlara göre hatalı değildir. Halbuki boks kadar, kavgacılık ruhunu geliştiren, şimşek gibi seri kararlar vermeğe alıştıran ve vücuda çelik sertliğini veren hiçbir spor yoktur. Gençler için bir fikir ihtilâfından çıkan kavgayı yumrukla halletmek, keskin bir kılıçla halletmekten daha vahşice sayılamaz. Tecavüze uğramış bir kimsenin, saldırgan yumruklarıyla uzaklaştırması, kaçıp polise sığınmasından daha adi değildir.
Her şeyden evvel, genç ve vücutça hastalıklı bir adam, darbelere tahammül etmeyi öğrenmelidir. Bu ilke hiç şüphe yok ki, bizim fikir şampiyonlarına bir vahşiye lâyık gibi gelecektir. Fakat ırkçı devletin rolü "barışçı değerlerden ve fizik yönünden çökmüş insanlardan meydana gelen bir topluluğu eğitmek değildir. Onun insanlık hakkında beslediği ideal, tip olarak sayın küçük burjuvayı, faziletli ihtiyar kızı kabul etmemiştir.
Irkçı devletin fert tipi mert, mağrur; enerji sahibi erkekler ve dünyaya gerçeği seven insanlar getirmeye kabiliyetli kadınlardır.
işte bunun için spor bir kimseyi kuvvetli, usta ve cüretkâr yapmakla kalmaz, o kimseyi sertleştirir, üzüntü ve mağlûbiyetlere tahammül etmeye alışkın bir hale de getirir. Eğer aydınlarımızın üstün sınıflarını teşkil edenler, vakti öldüren şeyleri öğrenmek yerine yalnız boks yapmayı bilselerdi, ahlâksız, asker kaçakları ve bunlara benzer ayaktakımları tarafından bir ihtilâl yapılamazdı. Keza, bu ihtilâl'başarısını, ihtilâl yapanların cesaretli ve cüretkâr oluşlarına borçlu değildir, ihtilâl, devleti idare edenlerin korkakça ve acınacak şekildeki kararsızlıkları sonucu başarıya ulaşmıştır. Çünkü bizi fikir yönünden idare edenler sadece "ırkçı bir eğitim" görmüşlerdi. Ama muhalifler fikri silâhlar yerine demir çubuklar ve sopalar kullandıkları zaman, bizim idarecilerimiz âciz durumda kaldılar. Bütün bunların olmasına sebep yüksek okullarımızın insan yetiştirmek yerine, memur, mühendis, teknik adam, hukukçu ve edebiyatçı yetiştirme yi ilke edinmesi ve bu zihniyetin ölmemesi için de profesörler yetiştirilmesidir. Bizleri idare edenler, fikri yönden göz boyayıcı sonuçlar elde ettiler, fakat idare eseri göstermeleri gerektiğinde çok aşağılarda kaldılar.
Şurası bir gerçektir ki, eğitim esas itibariyle korkak olan bir kimseyi cesur yapamaz. Yine aynı kesinlikle ifade edeyim ki, tabiat tarafından cesaretle donatılmış bir kimse kusurlu eğitim sonucu bedenen zayıf kalmışsa, melekelerini geliştiremez. Manevi kabiliyetlerini anlamış bir kimsede, cesaretin ve hatta kavgacılık ruhunun ne kadar gelişeceği orduda görülür. Orduda sadece kahramanlar yoktur. Vasat kimselere orada çok sık rastlanır. Gerçekte ise, barış sırasında Alman ordusunun gördüğü başarılı talim, bu büyük müessesenin askerlerine öyle bir kendine güven telkin etmişti ki, düşmanlar bunun kuvvetini hiç akıllarına getirmemişlerdi. Alman ordularının 1914 yazı sonlarında ve sonbaharında cepheden cepheye ilerlerken, önlerine çıkan her şeyi ezip geçtikleri sırada ortaya koydukları eşsiz cesaret ve gayret delilleri, bıkıp usanmadan takip edilmiş olan bu eğitimin sonucu idi. O bitmek bilmeyen barış yılları boyunca, ordu çoğu zayıf bedenli olanları, en umulmaz başarılara alıştırmış ve bütün askeri kendine inanmış hale getirmişti ki en korkunç çarpışmaların vahşeti bile bu olumlu çalışmanın işaretlerini yok edemiyordu. İşte, şimdi yere serilmiş, kırık dökük bir halde bütün dünyanın tekmelerine savunmasız bir durumda maruz kalan Alman milletinin, kendi kendine telkinden doğan ve şahsa güven hissini veren bu kuvvete ihtiyacı vardır. Bu kendine güven hissi, milletimizin çocuklarına ilk küçüklük çağlarından itibaren eğitim yoluyla verilmelidir. Bütün eğitim ve kültür sistemi çocuklara, diğer milletler den kesin bir şekilde üstün olduğumuz kanaatini vermeyi hedef edinmelidir. Vücutça kazanacakları kuvvet, onlara mensup oldukları milletin yenilmez olduğu inancım telkin etmelidir. Eskiden Alman ordularını zaferden zafere koşturan şey, her askerin kendi şahsına ve komutanına karşı beslediği güvenin toplamı idi. Alman milletim tekrar diriltecek olan şey, hürriyetini tekrar ele geçirmek imkânına sahip bulunduğuna kanaat getirmesi olacaktır. Fakat bu kanaat, yalnız milyonlarca şahsın her birindeki aynı kanâatin toplamı olmalıdır. Bu noktada da boş hülyalara asla kapılmamalıdır. Milletimizin yıkılması pek muazzam olmuştur. Bir gün onun bu sıkıntısına son vermek için göstereceğimiz gayret de o kadar büyük olmalıdır. Bugün milletimizin üzerinde asayiş ve huzur gayesiyle uygulanan şimdiki burjuva eğitiminin, çökmemize sebep olan durumumuza bir son vermek ve düşmanlarımızın yüzüne bileklerimızdeki esaret zincirlerini atmak kuvvetini sağlayacağına inanan bir kimse, pek acı ve pek büyük bir hatanın içine düşüyor demektir. Elimizde olmayan her şeyi ancak milli enerji taşkınlığı, bağımsızlık aşkı ve ihtiras dolu bir gayretle kazanabiliriz.
Gençlerimizin kıyafetleri de takip edilen gayeye uymalıdır. Gençlerin, "papazı papaz yapan elbisedir" darbımeselim kötü anlama çeviren aptalca bir modaya kapılmaları milletimiz için esef verici bir durumdur. Kıyafet, eğitime hizmet edecek ve yardımcı olacak bir vasıta kabul edilmelidir.
Herkesin satın alamayacağı bir elbiseye sahip olmak için değil, herkesin sahip olamayacağı bir vücuda sahip olmak için çalışılmalıdır. Bu düşünce daha sonra rolünü oynayacaktır. Genç kız, erkek arkadaşını tanımalı ve bilmelidir. Eğer vücut güzelliği, zamanımızın moda budalalıkları yüzünden ikinci plâna atılmamış olsa idi, yüz binlerce Alman kızları çarpık, cılız Yahudi gençlerine kapılmazlardı.
Bu noktaya dikkat etmek zorunludur. Bugün, barış sırasında askeri talim kalkmıştır. Yâni, eğitim usulümüzün ihmallerini kısmen de olsa telâfi eden müessese ortadan kaldırılmış bulunmaktadır. Bu müessesenin bir diğer faydası da, iki cins arasındaki münasebetler üzerinde mesut sonuçlar doğurması idi. Genç kız asker olanı, askere gitmemiş olana tercih ediyordu.
Irkçı devlet, yalnız okul sıralarında vücut kuvvetinin gelişmesine nezaretle kalmayacaktır. Okuldan sonra da gençler, gelişmeleri nin iyi şartlar dahilinde meydana gelmesi için, bu çalışmalara devam edeceklerdir. Devletin gençlerin üzerindeki nezaret hakkının okulun sona ermesi ile biteceğini ve ancak askere alınmaları ile tekrar onlarla meşgul olmaya başlayacağını zannetmek hatadır. Bu hak, gerçek durumda devam edegelen bir görevdir. Şimdiki devlet, vatandaşların sıhhatleri ile meşgul olmayarak, bu vazifesini canice bir şekilde ihmal etmiştir. Bugün gençleri gürbüz ve sağlam yetiştirmek için çalışılacağı yerde, onların sokaklarda ve eğlence yerlerinde ahlâklarının bozulmasına göz yumulmaktadır.
Okul sonrası gençlerle nasıl meşgul olunacağını bilmek, önemli bir mesele değildir. Esas olan şey devletin bu hususu, görevi olduğunu bilmesidir. Çare vasıtalarını devlet kendi arayıp bulmalıdır. Irkçı devlet, okul sonrası da gençlerin fiziki gelişmeleri ile meşgul olmayı, yetkisi dahilinde bulunduğunu bilmeli ve bunu kendi müesseseleri ile halletmeye çalışmalıdır. Fiziki eğitim, genci askerlik hizmetine bir hazırlama işi olmalıdır. Artık ordu eskiden olduğu gibi, gençlere manevranın hazırlanmasına ait mücadeleyi öğretmek zorunda kalmayacaktır. Böylece ordu artık acemi kimselerden teşekkül etmeyecektir. Ordunun mükemmel bir fiziki hazırlıktan geçmiş bir genci, asker yapmaktan başka bir işi kalmayacaktır. Demek oluyor ki ırkçı devlette ordu, gençlere yürümeyi ve silâh taşımayı öğretmek lüzumunu duymayacaktır. Ordu ırkçı devlette, yüksek bir "vatani eğitim okulu" olacaktır. Genç Alman askeri orduda, gerekli askeri eğitimi görecek, fakat aynı zamanda o, sivil hayatta ifa edeceği role hazırlanmağa devam edecektir. Yani bu müessese genç çocuğu bir "adam" yapmalıdır. Ordu gençlere yalnız itaat etmeği öğretmekle kalmamalı, onlara bir gün kumanda etme kabiliyetini de bahsetmelidir.
Nihayet, genç kendi kuvvetinden emin olarak, askerlik ruhunun tesiri altında, milletinin yenilmemiş olduğuna da kanaat getirmelidir. Askerlik hizmetini bitiren gence iki belge verilecektir. Bu belgelerden biri, bir vatandaşlık diploması olacaktır. Yâni, resmi bir görev alabileceğine ve bekasına izin verildiğine dair kanuni bir belge, ikinci belge ise fiziki bakımdan evlenmeğe müsait olduğunu bildiren bir nevi sıhhat raporu olacaktır.
Irkçı devlet, erkek çocuklarla olduğu gibi kızlarla da meşgul olacaktır. Kızların da eğitimleri aynı ilkeler dahilinde idare edilecektir. Kızlar için en önemli nokta fiziki eğitim olmalıdır. Karakterin eğitimi daha sonra gelir. Nihayet fikri eğitimlerin gelişmesi meselesi ele alınır. Kız eğitiminin tek gayesinin, kızı, geleceğin annesi olarak hazırlamaktan ibaret olduğu hiçbir zaman unutulmamalid.it.
Herkesin karakterinin esaslı vasıfları, önceden meydana gelir. Bir bencil her zaman bencildir ve daima öyle kalacaktır. Aynı zamanda bir idealist de daimi bir şekilde idealisttir. Bu arada bu iki zıt karakter arasında milyonlarca çeşit karakter vardır ve bunları ayırmak ve anlamak pek zordur. Anadan doğma bir katil daima katil kalır. Fakat, canice fiillere bir dereceye kadar eğilimli olan kimse, başarılı bir eğitim ile toplumun faydalı bir ferdi haline getirilebilir. Eğer müphem karakterlerde, terbiye eksik olursa bu gibi kimseler birer zararlı unsur olarak yetişebilirler.
Savaş sırasında milletimizin, ağzının sıkı olmamasından bir hayli şikâyet edildi. Bu kusur yüzünden, pek çok zorluk çekildi. Fakat savaştan önce milletimize verilen eğitim onu ketum yapmamıştı. Önemli sırlar, düşmanın kulağına gidiyorsa sebebini bunda aramalıydık. Daha küçük yaştan itibaren söz taşıyan kimse, geveze olmayan arkadaşına tercih ediliyordu, ihbar bir açık kalplilik, ketumluk ise ayıplanan bir inat sayılıyordu. Bu durum bugün de devam etmektedir. Çocuklara ketumluğun bir fazilet olduğu bir kere olsun söylenmemiştir. Çünkü, bizim modern pedagoglarımızca bunlar önemli şeyler değildir. Ama bu önemsenmeyen şeyler, bugün devlete adliye masrafı olarak milyonlara mal olmaktadır. Keza birbirini çekiştirmenin sebep olduğu dâvaların bir kısmı, bu ketumluk noksanlığından dolayı açılmaktadır. Sorumluluğu kavranmayan sözler, gayet kolaylıkla sarf edilmektedir. Meselâ, milletimizin iktisadi menfaatleri, daimi bir şekilde zararlı oluyor. Buna sebep, önemli yapım usullerinin akılsızca açıklanmasıdır. Meselâ, ülkemizin savunmasıyla ilgili gizli hazırlıklar, yine ketumluk noksanından dolayı boşa gitmektedir. Milletimiz susmasını bilmemektedir, işittiğini tekrar etmektedir. Bu gevezelik, savaşı kaybettirir. Hatta mücadelenin feci bir sonuca varmasının bütün yükünü taşıyabilir. Eğitim noksanlığı çocuk büyüdükten sonra telâfi edilemez. Bir öğretmen, en â-di ihbar itiyatlarını teşvik ederek öğrencilerinin haylazlıkları hakkında haber almayı ilke edinmemelidir. Çünkü gençlik ayrı bir devlet meydana getirir ve orta yaşlılara karşı cephe alır. Bu pek tabiidir. Çünkü on yaşındaki bir çocuğun, kendi yaşıtları ile kurduğu birlik, orta yaşlılar arasındaki birlikten daha kuvvetlidir. Bir arkadaşını ihbar eden çocuk, ilerde öyle fena bir istidat gösterir ki, vatana ait bir sırrı dahi ifşa edebilir. Böyle bir çocuk cesur ve namuslu kabul edilemez. Öğretmen için, sınıfta otorite kurmak üzere böylelerinden istifade etmek, rahat bir şey olabilir. Fakat bunu yaptığı takdirde genç kalplere, ilerde filizlenecek ve feci sonuçlar doğuracak olan tohumları bırakmış olur. Çok kere, küçükken böyle ihbarlara alışmış bir çocuğun büyüdüğü zaman, rezil bir kimse olduğu tespit edilmiştir. Bu birçok kimseye ibret dersi olmalıdır. Mertlik, feragat ve ketumluk, büyük bir millet için mutlaka gerekli olan faziletlerdir. Bunları geliştirmek ve okullarda verilen telkinlerle mükemmelleştirmek zamanımızın tahsil dâvasının en önemli konularıdır. Çocuklara ağlaya ağlaya şikâyet âdetini ve acıdan bağırmayı unutturmak da bu eğitimin programına dahil bir görevdir. Pedagoglar çocukları küçük yaştan itibaren, acıya sessizce tahammül etmeye alıştırmazlarsa, ilerde bu kimseler zor dakikalarda isyan ederler.
Eğer ilkokullar gençliğin kafasına biraz bilgi doldurup, nefse daha çok hâkim olmayı aşılasalardı, 1914 yılından 1919'a kadar bunun büyük faydalarını görürdük.
işte ırkçı devlet eğitimci rolünü yerine getirebilmesi için, karakterleri de eğitmeye büyük önem vermelidir. Böyle bir eğitim yolu ile milletimizin bugünkü kusurları tamamen yok edilemezse de, hiç olmazsa biraz hafifletilebilir.
irade kuvvetini, çabuk karar vermek kabiliyetini ve sorumluluğu memnuniyetle kabul etmek alışkanlığını geliştirmek, son derece önemlidir. Eskiden orduda emir vermemek prensibi, rasgele bir ernir vermekten daha üstün tutulurdu. Gençler şunu öğrenmelidirler. Hiç cevap vermemektense herhangi bir şekilde cevap vermek daha iyidir. Yanlış cevap vermek korkusu, cevaptaki yanlışlıktan çok daha ayıptır. Gençleri hareketlerinde cesaretli kılabilmek için bu düsturdan istifade edilmelidir.
İ918 yılının Kasım ve Aralık aylarında, bütün otoritelerin cesaretlerini yitirmiş olmalarından ve devlet başkanından en küçük rütbeli kumandana kadar hiç. kimsenin kendi teşebbüsü ile bir karaı verme kuvvet ve cesaretini kendinde bulamamasından pek çok si kâyet edüdi, işte bu korkunç durum yeni eğitim sistemi için büyük bir ihtar olmalıdır. Bugün bizi ciddi bir mukavemetten âciz kılar; şey, silâh eksikliği olmayıp, irade noksanlığıdır. Bu enerji yokluğu milletimizin içine yayılmıştır. Bu durum, milletin riske katlanma ve herhangi bir hususta karar alma kabiliyetini körletmektedir. Halbuki şu iyice bilinmelidir ki, bir fiil ve hareketin büyüklüğünü meydana getiren şey, o fiil ve hareketin ihtiva ettiği risktir. Bir Alman generali, işin farkına varmadan, bu üzücü irade eksikliğim ifade için klâsik bir düstur ortaya koydu. "Başarılı olacağıma dair yüzde elli bir ihtimal bulunduğunu gördüğüm takdirde faaliyete geçtim." Ama ne yazıktır ki bu "yüzde elli bir", bize Büyük Almanya'nın o feci yıkılışım izah etmektedir. Bu Alman generali ve onun gibi hareket eden herkes, kaderden başarıyı kendisine garanti etmesini istediklerine göre, bunlar bu davranışlarıyla bir kahramanlık hareketi göstermekten vazgeçiyorlar demektir. Herhangi bir durumun öldürücü bir tehlike arz ettiği bilindiği sırada, başarıyı sağlayacak teşebbüs ancak bir kahramanlık hareketidir. Örnek mi isteniyor? Verelim: Ölüm döşeğinde yatan bir kanserli ameliyat olmayı göze almak için yüzde elli bir başarı ihtimaline muhtaç değildir. Ameliyat, yüzde elli bir değil, yüzde yarımdan fazla bir başarı vaat etmese bile, cesur ve irade sahibi bir kimse riski göze almalı, ameliyata muvafakat etmelidir. Yoksa yakında öleceğinden dolayı çevresine yanıp yakılmaya hiç hakkı yoktur.
Etraflıca düşünülecek olursa, zamanımızın belâsı olan bu istemek ve karar almak kabiliyetsizliğinin bilhassa gençlerimize eskiden beri zorla verilen eğitimin sonucu olduğu anlaşılır ve görülür. Bu a-di alışkanlığın olumsuz tesiri gelecek nesillerde de devam eder. Milletimizi zaafa sürükleyen bu kabıliyetsizlığin tesiri, hükümet mevkiim işgal eden. devlet adamlarında görülen medeni cesaretin yokluğu ile en yüksek noktasına erişir.
Bu arada sorumluluk korkusu hakkında da aynı şeyler söylenebilir. Sorumluluk korkusu, gençlere verilen eğitimin eksik ve sakal: oluşundan dolayı bir rezalet halim almaktadır. Bu rezalet, gençlerin bütün resmi hayatları boyunca kendini göstermekte ve ölmez mertebesine de parlamenter rejimde ulaşmaktadır.
Irkçı devlet, bütün dikkat ve çalışmasının iradenin ve karar verme kabiliyetinin eğitimine hasrettiği gibi, gençlerin çocukluklarından itibaren sorumluluk zevkini ve ifa ettikleri hareketlerin gereken cesaretini hakketmelerine özellikle önem vermelidir. Irkçı devlet, ancak bu görevin lüzum ve önemini kavradığı ve yüzyıllar boyunca bu eğitime devam ettiği takdirde, bizim çöküşümüze korkunç bir şekilde tesir etmiş, fakat bugün zaaftan kurtulmuş olan bir millet meydana getirmeye muvaffak olabilir.
Bizim ırkçı devletimiz, bugün hükümet tarafından milletimizin eğitimi konusunda tatbik edilen tedrisatta, büyük bir değişiklik yapmak ihtiyacını duymaktadır. Bu yenilik şu üç hususta olacaktır.
ilk önce, Alman gençlerinin hafızaları yüzde doksan beş nispette, kendileri için faydasız, gereksiz ve bunun sonucu olarak kısa bir zaman sonra unutulmaya mahkûm bilgi ile doldurulmayacaktır. Zamanımızda, bilhassa ilk ve orta okullarda uygulanan program, mânâsız bir kuru kalabalıktan ibarettir. Bazı kere öğrencilere öğretilen konuların gürültüsü o kadar büyüktür ki, gençler ancak birer parçasını akıllarında tutmaktadırlar. Öğretilen bilginin ancak çok az bir kısmı, ilerde gençler için faydalı olmaktadır. Aynı zamanda, bir işe giren ve hayatını kazanmak zorunda kalan gençlerimiz için bu bilgi yetmemektedir.
Meselâ bir memuru ele alalım. Bu memur otuz, otuz beş yaşlarında ve lise sınavını vermiş olsun. Okulların binbir zahmetle bu memurun zihnine doldurduğu bilgilerden hangilerini bugüne kadar muhafaza ettiğini kontrol edelim. Kontrol sonunda eskiden öğretilenlerden pek azının şimdi onun hafızasında kaldığını görürüz. Belki bu durum karşısında bize şöyle denebilir. O zamanlar gösterilen derslerin tamamının gayesi, öğrenciyi yalnız geniş ve çeşitli konularda bilgi sahibi yapmak değildir. Bu yola gidilmesinin sebebi, öğrencide düşünme, bilhassa tetkik ve gözlem kabiliyetini geliştirmektir.
işte bu hâlde de, genç bir dimağı bir sürü intibalar arasında boğmak belirir. Genç dimağ, bu intihalara ender olarak hâkim olabilir, onları ayıklayabilir ve sonunda âz çok önemlerine göre bir tasnife tabi tutabilir. Bu durum karşısında çok kere esaslı nokta arızi konulara feda edilerek tamamen unutulacaktır. Neticede bu kitle halindeki öğretimin esaslı amacı elde edilemeyecektir. Gaye dimağı, birtakım mefhumlarla tıka basa doldurarak öğrenmeğe kabiliyetli bir hale getirmek olmamalıdır. Bilâkis gaye bir şahsa, sonradan kendisi için faydalı olacak ve çevresi bundan istifade edecek bilgi hazinesini sağlamaktan ibaret olmalıdır. Fakat genç dimağa zorla sokuş turulan mefhumların bolluğu, bunları tamamen kendisine unuttu-rursa veya esaslı noktaları buldurtmazsa teşebbüs ve eğitim boşa gitmiş demektir. Örneğin, neden milyonlarca insanın yıllarca çalışarak iki üç yabancı dil öğrendiklerine akıl sır ermez. Çünkü bu milyonlarca insanın arasında yalnız küçük bir kısmı öğrendikleri bu yabancı dillerden istifade edebilir. Fransızca'yı öğrenmiş olan yüz bin kişiden yalnız iki bini ilerde bundan istifade edebilecek, geri kalan doksan sekiz bin kişi, hayatları boyunca hiçbir zaman gençliklerinde öğrenmiş oldukları Fransızca'yı fiiliyatta kullanmayacaktır. Dil eğitiminin genel kültüre hizmet ettiği yolundaki delilin, bizim iddiamız üzerinde bir değeri yoktur. Eğer insanlar bütün hayatları devamında, okul sıralarında okuduklarından ve öğrendiklerinden istifadede devam etselerdi o zaman bütün öğrenilenlerin bir değeri olurdu. Demek oluyor ki, bu öğretilen Fransızca'nın iki bin kişiye faydası olurken, geriye kalan doksan sekiz bin kişi de, bir hiç için gençliklerinde zahmet çekmiş zamanlarını heba etmiştir.
Bundan çıkan sonuç şudur: Gençlere bu dilin yalnız haz verecek taraflarını öğretmelidir. Öğrencilere o dilin dahili mekanizmasının bir şemasını göstermek yerinde bir hareket olur. Dilin grameri hakkında bir bilgi verilir. Tipik misaller göstermek suretiyle yabancı dilin telâffuzu ve yapısı ile kaideleri öğretilir. Bu yöntem, öğrencinin büyük bir kısmı için kâfi gelecek ve akılda tutulması daha kolay, daha basit olacağı için, bugüne kadar uygulanan tarzdan daha faydalı olacaktır. Bugünkü öğretim usulü yabancı dili öğrencinin kafasına zorla sokmaktadır. Halbuki gençler hiçbir zaman o lisanı öğrenememekte ve öğrendiğini de ilerde unutmaktadır. Bu ezici bilgi bolluğu hafızada tutarsız, rastgele tutulan parça parça şeyler bırakmak tehlikesini de doğurur. Yani gençler, ancak en gerekli olan şeyleri öğrenmeli ve esas ile ayrıntı gençlerin lehine olarak, daha önceden tespit edilmelidir.
Dostları ilə paylaş: |