Kader beni, iki Alman devletinin tam sınırları üzerinde bir ka­sabada, Braunau am Inn'de dünyaya getirdi. Alman olan Avusturya, büyük Alman vatanına tekrar dönmelidir



Yüklə 1,96 Mb.
səhifə34/51
tarix28.10.2017
ölçüsü1,96 Mb.
#18647
1   ...   30   31   32   33   34   35   36   37   ...   51

Felsefi bir sistemi de realite sahasına çıkarmak istediğimiz zaman, bu esaslı mefhumu gözden uzak tutmamalıyız.

Bugün için karanlık ve bilinmeyen bir tasavvur ve istekten iba­ret bulunan ırkçılık fikri parlak bir başarı elde etmek arzusunda ise, bütün ideal sisteminin içinden birtakım etraflıca düşünülmüş ve tedbiri alınmış ilkeler ortaya koymalı ve bunları gerek şekil ve gerek esas bakımından büyük bir topluluğa kabul ettirilebilecek durumda bulunmalıdır. Bu topluluk, yani Alman işçi sınıfı, bu fikir ve dokt­rin uğrundaki mücadelenin, tek başarı garantisidir.

işte bundan dolayıdır ki yeni partinin programı birkaç esaslı il­kede toplandı. Bu ilkeler, yirmi beş maddeden ibaretti. Bu ilkeler halka önce ırkının emelleri hususunda kaba bir şekilde bir fikir ve hayal vermeğe hizmet edecektir. Program, bir dereceye kadar "Siya­si bir iman beyannamesi vücuda getirecektir. Bu durum herkesi da­vamıza çeker. Ayrıca ortak vazifeler ortaya çıkarılarak yeni taraflarla eskiler kaynaştırılır.

Bütün bunlar hiçbir vakit gözden uzak tutulmamalıdır. Hedef­lerinde kati bir isabet bulunan parti programı kaleme alınırken, önemli olan bazı psikolojik tartışmaları da hesaba katmak mecburi­yeti vardır.

Zamanla kanaatler değişebilir ve etraflıca düşünülerek hazırla­nan ilkelerden bir kısmı ilerde başka bir şekilde tartışılabilir ve daha j başarılı olarak kâğıt üzerine geçirilebilir, işte bu yoldaki herhangi bir teşebbüs fena bir netice verir. Tamamen sarsılmaz ve değişmez 'bir halde kalması lüzumlu olan bir ilke, münakaşanın kucağına atıl­mış olur. Halbuki münferit bir nokta inançtan ayrı ve uzak kalır kalmaz, münakaşa yalnız daha iyi bir şekilde ve bilhassa inancı tak­viye eden bir yolda son bulmazsa, işte o vakit bu çekişmenin sonu gelmez.

Münakaşalar bizi, genel bir belirsizliğe sürükler. Bu gibi du-I' rumlarda daima en iyi olan şeyi itina ile düşünmek şarttır. Akla şu iki soru gelebilir: "Hareketin içinde bir ikiliğe sebep olan yeni bir yazı şekli mi, yahut o an için şüphesiz hepsinin en iyisi olmayan, fa­kat bağımsız, sağlam ve mükemmel bir iç birlik sağlayan bir şekil mi?"

Değişiklik yalnız dış şekil hakkında düşünülebileceği için da­ima buna benzer değişiklik hoş karşılanır. Fakat bunda büyük tehli­ke vardır. O da insanların yüzeysel hareketlerinin kendilerine, "ha-rekef'in esaslı vazifesinin, sadece bir programın yapılmasına ait bir meseleden ibaret olduğu zannını verir, işte bu durumda, bir fikir uğrunda mücadele etmek iradesi ve kuvveti kaybolur.

Dışarıya çevrilmesi gereken faaliyet, içeriye doğru döner ve program, iç münakaşalar içinde yıpranır gider.

Büyük hatalarındaki isabeti hiçbir zaman şüphe davet etmeyen bir doktrin için realiteye tamamen uymayan bir ifade biçimini mu­hafaza etmek, o zamana kadar granit kadar sert kalmış olan parti inancını genel bir münakaşaya mevzu yapmaktan ve bunu ıslaha te­şebbüs etmekten daha az zararlıdır.

Parti henüz galip gelmek için mücadele ederken, inancı genel bir münakaşaya tâbi tutmak bilhassa imkânsızdır. Çünkü bir dokt­rinin dış bünyesinin devamlı değişikliklere tâbi tutulması, çevrede şüphe ve kararsızlık uyandırır. Bu durumda insanlara bir doktrinin isabetli olduğu hakkında inanç ve kanaat kazandınlamaz. 1 Demek oluyor ki, esas nokta hiçbir zaman dış şekilde aranma-> malıdır. Esas nokta yalnız derin mânada aranmalıdır. Bu anlam ise hiç değişmez. Ben, hareketin büyük çıkarı adına şu temennide bulunurum: "Hareket bütün tereddüt ve nifak sebeplerim bir kena ra iterek, kendini başarıya ulaştırmak için, gereken kudreti muhafa­za etmelidir."

Bu hususta da Katolik Kilisesi'nden ders almamız gereklidir.

Katolik mezhebi birçok noktalarda ve çok defa pek açık şekilde olumlu ilme, teknik ve müşahedeye mukavemet göstermesine rağ­men, inançlarının tâbirlerinden bir basit cümleyi dahi feda etme­miştir.

Kilise pek doğru olarak takdir ve kabul etmiştir ki, kendisinin mukavemet kuvveti, zamanın ilmi neticeleri ile uyuşamaz. Esasen bu ilmi neticeler de hiçbir zaman kati addolunamaz. Bu mukavemet kuvveti de kati surette inançlara bağlılıktan doğmaktadır. Tamamı bir iman vasfım ifade eden şey bu bağlılıktır. Onun için bugün, bu kilise her zamankinden çok daha kuvvetle ayakta durmaktadır.

Hattâ bir kehanet halinde temin edilebilir ki, elle tutulması ve gözle görülmesi imkânsız olayların devamlı değişikliğe uğrayan bi­limsel kanunlara meydan okumaları oranında, Katolik Kilisesi de bir "sükûnet kutbu" haline girecektir. Hadsiz hesapsız insanların körü körüne bağlılıkları da bu "kutba" doğru olacaktır.

Kim ırkçılık fikirlerinin zaferini hakikaten ve ciddi bir şekilde arzu ederse, işte yukarıdaki fikri zihnine iyice sokmalıdır.

Ayrıca böyle bir parti, programının meydana getirdiği sarsılmaz temele sahip olmadan devamlı ayakta kalamaz. Böyle mukaddes bir mücadeleye atılmış olan bir parti için emniyetin ve sağlamlığın şar­tı bu programdır.

Parti bu programın yazılması işinde zamanın ruhu ile birlikte yürümek hakkına sahip değildir. Tam aksine olarak, program bir kere gayet iyi bir şekle bağlandıktan sonra, ona ebediyen değilse de, sarf edilen gayretler başarıya ulaşana kadar mutlaka bağlı kalınmah-dır.

Gayeye varılmadan önce, programın herhangi bir noktasının uygun olup olmadığı hususunda münakaşaya girişilmesi parti için­deki birliği bozar. Aynı zamanda bu münakaşaya katılan tarafların da mücadele ruhunu zayıflatır.

Fakat, hemen şunu belirtelim ki, böyle bir "ıslahat" hareketi, yapılırsa, yarın yeni bir eleştiri konusu açılacağı ve daha sonra daha iyi şekle yerini terk etmeyeceği mânası çıkmaz. Burada yükselen engelleri kim devirir ve ortadan kaldırılsa öyle bir çığır açılır ki, başlangıçta pekâlâ görüldüğü halde, akıbet sonsuzluğun içinde göz­den kaybolur, teşhis ve tahmin edilemez.

Nasyonal Sosyalist işçi Partisi'nin, yirmi beş maddeden ibaret programı ile attığı temelin, hiç değişmez bir halde kalması icap ed­er. Bu partinin mevcut ve gelecekteki üyelerinin bu yirmi beş mad­deyi eleştirmek veya değiştirmek hakkı ve yetkisi yoktur. 'Mevcut ve gelecekteki üyelere vazifelerini gösterecek, ışık tutacak bu mad­delerdir. Eğer bu böyle olmaz ve kabul edilmezse, gelecek nesil par­tiye yeni taraftarlardan kurulu yeni bir kuvvet getirecek yerde, kuv­vet ve enerjisini parti dahilinde sadece şekil meselesine ait bir çalış­ma uğrunda israf etmekle kalır.

Sonuç olarak, partinin üyelerinin çoğunluğu nazarında hareke­tin esaslı hedefi, bizim etraflıca düşünerek ortaya koyduğumuz ilke­lerimizin metnini öğretmekten ziyade, bu parti taraftarlarına verece­ğimiz ruh olmalıdır. Genç hareketimiz, ismini ve daha sonra prog­ramını yukarıdaki tartışmalara borçludur. Bizim şimdiki program­daki tarzımız da bu tartışmalara dayanmaktadır.

Irkçılık fikirlerinin galip gelmesine yardım etmek için bir halk partisi kurmak gereği duyuldu. Bu parti yalnız aydınlardan te­şekkül etmiş bir kurmay heyetine sahip değildi, aynı zamanda parti­de kol işçileri de vardı.

Bu biçimdeki bir teşkilâtsız mücadele, ırkçılık nazariyelerine bir vücut vermek, teşebbüslerin tamamını eskiden olduğu gibi bu­gün ve gelecekte de sonuçsuz bırakırdı. Bundan dolayı, Nasyonal Sosyalist Hareketin, kendini ırkçılık fikirlerinin bir şampiyonu ve temsilcisi gibi sayması sadece bir hak değil, aynı zamanda bir de vazifesidir. Nasyonal Sosyalist Hareketin temelinde bulunan fikirler ne kadar ırkçı olursa ırkçılık fikirleri de Nasyonal Sosyalizm'e o ka­dar ait bulunur.

Nasyonal Sosyalizm, zafere ulaşmak isterse bu hususu kayıtsız, şartsız bir şekilde kabul etmesi lâzımdır. Nasyonal Sosyalist hareke­tin ırkçılık fikirlerini temsil eden teşebbüslerin tamamının kendi ha­reketinin dışında kalması halinde bir sonuç vermeyeceğini de belirt­mesi görevidir. Esasen birçok durumda bu gibi girişimlerde içtenlik yoktur. Bizim genç hareketimize, ırkçılık fikirlerim sözleşme ile ka­bullenmiş yolunda bir iddiada bulunursa, buna verilecek cevap şudur:

"Bu fikri yalnız sözleşme ile kabul etmiş değiliz. Bu fikri isti­fade edilecek hale de soktuk." Çünkü eskiden bu ırkçılık kavramın­dan çıkan mâna, milletimizin kaderi üzerinde olumlu bir tesir yap­mağa zerre kadar kabiliyetli olmadığı şeklinde idi. Bu fikirlerde açıklık yoktu, bir biçim birliğine rastlanmıyordu. Çok kere birbirle­ri ile ilgisi bulunmayan ayrı ayrı birtakım konular söz konusu edili­yordu. Bunlar az çok doğru idi. Fakat bazen birbirleri ile çelişiyor­lardı. Birbirleri ile tam bir bağlantı yoktu. Bu durum karşısında bu esaslar üzerine bir parti kurmak imkânsızdı. Bunu ise, yalnız Nas­yonal Sosyalist Partisi başardı.

Eğer bugün, irili ufaklı bütün cemiyetler ve partiler, "ırkçı" vas­fını haiz olduklarım iddia ediyorlarsa bu Nasyonal Sosyalist Parti-si'nin icraatının bir neticesidir. Bizim partimizin çalışmaları olmasaydı, ırkçı kelimesini sadece telâffuz etmek bile, bu partilerden hiçbirinin akıllarının kenarına dahi gelmezdi. Bu kelime, bu siyasi teşekküller için bir mâna ifade etmeye çekti, işte, sadece Nasyonal Sosyalist Alman işçi Partisi bu kelimeye esaslı bir mâna vermiş ve onu herkesin dilinin ucuna getirmiştir.

Partinin kendi propagandasının başarısı ırkçılık fikrinin kuvve­tini göstermiş ve diğerlerini kazanç hırsı ile veya hiç olmazsa söz ile, ırkçılıkla aynı derecede taraftar görünmeye sevk etmiştir.

Bu partiler bugüne kadar her şeyi seçimlerin hizmetinde kul­lanmışlardır. Şimdi de bu partiler, ırkçılık kelimesinde boş ve kıy­metsiz bir düsturdan başka bir şey görmüyorlar. Nasyonal Sosyalist Partisi'nin kendi yandaşları üzerinde yaptığı cazibeyi, bu partiler bu hareketleri ile hükümsüz hale getirmek için çalışıyorlar. Bu partile­rin bu ırkçılık kelimesini ağızlarına almalarına sebep, kendi mevcu­diyetlerini düşünmeleri ve Nasyonal Sosyalist Partisi'nin ortaya koy­duğu doktrinin, bu yolda gösterdiği başarılar karşısında duydukları endişelerdir.

Bu particikler, başarımızın kendileri için tehlikeli olan kaynağı­nı, his ve takdir ettiler. Bu siyasi oluşumlar ırkçı kelimesini sekiz se­ne önce hiç bilmiyorlardı. Yedi sene evvel bununla alay ediyorlardı. Altı sene önce de aleyhinde idiler. Daha sonra bu kelimeyi kendile rine ithal ederek kullandıkları diğer kelimelerle birlikte ırkçı sözün-

. den bir savaş narası gibi istifade etmeye başladılar.

Bütün bu partilerde Alman milleti için bir gereksinim oluş­turan husus hakkında küçücük bir fikir veya fikir kırıntısı mevcut değildir. Bunu anlamak için ırkçı kelimesinin ağızlarına yakışmadı-

' gını ve ne kadar hafiflikle telâffuz ettiklerini görmek yeter.

Sözde ırkçı olanların, çoğu zaman sabit bir fikirden başka bir jey üzerine dayanmayan birtakım kapalı plânlar kurmaları tehlikeli bir hal değildir. Bu plânlar belki esasta doğrudur. Fakat bu plânlar,

' sadece göz önünde tutulacak olursa, bir mücadele teşkilâtının ku­rulması hususunda zerre kadar bir kıymet ifade etmezler.

h Ancak, yarısı kendi düşünceleri ve diğer yarısı da okudukları

( «serlerden aktarılan bilgilerle meydana getirilen bir programa sahip

' olan bu gibi kimselerin zararları açıkça ırkçılık fikirlerinin üzerine saldıran düşmanlardan daha çok olur. Bunların ortaya koydukları,

, sonuçsuz kalan birtakım kuramlardan ibarettir. Çoğu zaman da pa­lavracı olurlar. O kocaman sakalları ile faaliyetlerinin boşluğunu örtmeye çalışırlar.

i Bundan dolayı bütün bu âciz teşebbüslere karşı genç, Nasyonal Sosyalist hareketin mücadele sahasına girmiş olduğu devrelerin hatıra­larını anlatmak yerinde olacaktır.

BÖLÜM 18


Siyasi hâdiseleri takip ederken propaganda faaliyeti ile ciddi biı şekilde daima ilgili oldum. Ben propagandayı Marksist Sosyalist teşkilâtın esaslı surette vakıf olduğu ve gayet ustaca kullandığı bir silâh olarak kabul ediyorum. Bunun bir sanat olduğunu anladım Bu sanatın burjuva partileri tarafından bilinmediğini de gördüm Yalnız, bu silâhtan Hıristiyan Sosyal hareketi ve özellikle Lueger za manında istifade edildiğini ve başarı sağlandığını teşhis ettim. Fakat ilk defa, savaş sırasındaki başarı ile idare edilen bir propagandanın ne olağanüstü sonuçlar sağladığını gördüm. Esasen burada her şeyi karşİNtarafın gözünde incelemek gerekiyordu. Çünkü maalesef, bi­zim tarafımızdaki faaliyet çok geri idi. Almanlarda önemli nispette propaganda yokluğu, her askerin gözüne açıkça batıyordu. Propagan­da ile esaslı surette meşgul olmamın sebebi işte budur. Fiiliyata gelin­ce düşman bize pek parlak örnekler veriyordu. Bizde eksik olan bir konu, düşman tarafından dahiyane bir şekilde ve tam zamanında ortaya konuyordu, Bu, "düşman savaş propagandasından gayet iyi faydalandım. Fakat zaman geçtiği halde, bu derslerden yararlanmaları gerekenlerin, kafalarında küçük bir parça veya küçük bir iz kalmı­yordu. Bazıları, başkalarının verdiği dersleri kabul edemeyecek ka­dar kendilerini akıllı sanıyorlardı ve bazıları ise gereken iyi niyetten yoksundular. Sonuçta bizde bir propaganda yoktu. Bu sahada gös­terilen faaliyetin tamamı yanlış ve eksikti. O kadar yanlış ve eksikti ki, zararlı olmasa dahi tamamen beyhude bulunuyordu. Esaslı bir tetkikten geçirildiğinde Alman propagandasının şekil yönünden ye­tersiz ve psikoloji bakımından da hatalı olduğu görülüyordu.

Söz konusu edilen şeyin ne olduğu anlaşılamıyordu. Yani, pro­paganda bir araç mıydı, yoksa bir amaç mıydı? Bunun cevabı şudur: Propaganda bir araçtır, bunun için amacı yönünden hakkında bir yargıya varılmalıdır. Bundan dolayı, şeklin, hizmet ettiği amaca yar­dımcı olması için uygun bir surette intibak ettirilmesi gerekir. Genel menfaat bakımından önemleri çeşitli olan birçok amaç mevcut ola­bilir. Sonuç olarak propagandanın önemim çeşitli şekilde takdir et­mek mümkündür. Savaş sırasında, uğrunda can verilen amaç insa­nın hayal edebileceği amaçların en soylusu ve en büyüğüdür. Amaç milletimizin, hürriyeti, bağımsızlığı ve güvenliği idi, gelecek için ek­mek idi, şeref ve namus idi. Muhalif fikirlere rağmen böyle bir şey­ler mevcuttu ve mevcut olması gerekirdi. Çünkü şeref ve namustan yoksun milletler genellikle er geç hürriyet ve istiklâllerini kaybederler. Bu da yüksek bir adalete uygundur. Çünkü şerefsiz bir sürünün nesil­leri hiçbir hürriyete lâyık değildir. Köle olmak isteyen bir kimse şe­ref ve namusa sahip olamaz. Eğer olmaya kalkarsa, böyle bir namus ve şeref kısa bir zaman sonunda hafife alınır. Almanlar, hayat ve in­sani şartlar için savaşıyorlardı. Bu bakımdan savaş propagandasının amacının, savaşçılık ruhuna faydalı olması gerekirdi. Amaç Alman milletinin başarısına yardım etmek olmalıydı.

Milletlerin, dünya üzerinde hayatları uğrunda mücadeleye gi­riştiklerinde ve "var" yahut "yok olmak" konusu ortaya çıktığında, bütün insaniyet ve estetik tartışmalar hiçe iner. Çünkü bütün bu inanışlar boşlukta kanat açıp durmazlar, insanın hayal gücünde olu­şur ve daima ona bağlı kalırlar, insanın dünyadan gitmesi bu dü­şünceleri sıfıra indirir. Çünkü, tabiat bunları bilmez. Bu arada şunu da belirtelim ki bu düşünceler, ancak bazı milletlerde pek az bulu­nur ve onların hissiyatlarında vücut bulduğu nispet dahilindedir. Insaniyetçilik ve estetik, bu fikirlerin yaratıcı ve koruyucusu bulu­nan milletlerin ortadan kalktıkları nispette yok olmaya mahkum­dur. Bundan dolayı bütün düşünceler bir ırkın kendi hayatı uğruna giriştiği mücadelede ancak ikinci derecede kalacaktır. Fakat bu dü­şünceler, mücadeleye atılan ırkın bekasım felce uğratır uğratmaz, kavganın şeklini de tespit hususuna hâkim olurlar. Esasen göze çar­pan sonuç da budur.

Insaniyetçilik meselesine gelelim. Moltke de bu konuda fikrini söylemiştir. O savaşta insaniyetin, kavgayı imkân nispetinde süratle idare etmekten ibaret olduğu ve böylece daha sert mücadele usulle­rinin insaniyete daha çok hizmet etmiş olacağı kanaatinde idi. Fakat böyle bir muhakemeye estetik ve diğer konulardaki gevezeliklerle girişilecek olunursa bu saçmalıklara verilecek tek bir cevap vardır: Hayat mücadelesi gibi yıkıcı bir konu her çeşit estetik düşünceleri bir yana iter. insanın hayatında en çirkin şey; esaret zinciridir. Aca­ba Schvvabing'e benzeyen sembolistler Alman milletinin şimdiki akıbetini estetik diye mi kabul ediyorlar? Bu çeşit kültür kepazelik­lerinin modem yaratıcısı olan Yahudilerle bu hususta münakaşaya girişilmez. Onların bütün hayatları, isa'nın hayalinde sembolünü bulmuş estetiğin açıkça ret ve inkârından ibarettir. Fakat, kavga söz konuşu edildiğinde, madem güzellik ve insaniyet hususları bir tara­fa bırakılıyor, o halde propaganda hakkında bir hüküm vermek için de bunlardan istifade edemezler.

Propaganda savaş sırasında, bir amaca ulaşmak için kullanılan araç idi. Yani, Alman milletinin hayatı uğrunda yapılan mücadele söz konusu idi. Bundan dolayı propaganda, bu amaç için değeri olan ilkelerden ha-eket etmek suretiyle muhakeme edilmeliydi. En öldürücü silâhlar, en insancıl silâh durumuna giriyordu. Propagan­da daha seri bir zaferin şartı idi ve millete hürriyet, şeref ve haysiye­tini sağlamasına yardım ediyordu. Yaşamak için yapılan bu mücade­lede "savaş propagandası" hakkında aldığım vaziyet buydu. Hükü­metçe bu husus açıkça anlaşılmış olsa idi, bu silâhın kullanılması şekli hakkında hiçbir zaman tereddüde düşülmeyecekti. Çünkü kullanmasını bilenin elinde, bu silâh gerçekten korkunç ve dehşet verici bir şey oluyordu. Propagandada ikinci bir mesele vardır: Propaganda kime hitap etmeli idi? Aydınlara mı yoksa halkın az öğ­renim görmüş kitlesine mi? Bunun cevabı şudur: Propaganda daima, özellikle topluluğa hitap etmelidir.

Düşünenler için propaganda, sadece bilimsel açıklama olabilir Esas propaganda onun içerdiği husus ile bilim arasındaki ilintidir, yani duvar ilânları ile sanat arasındaki ilgiden ibarettir. Duvar ilânı, gelip geçenlere arz edildiği şekilde sanatı haiz değildir, ilâncılık sa natı ressamın şekil ve renkler vasıtasıyla gelip geçenlerin dikkatleri ni çekebilmesindedir. Bir sanat sergisine ait duvar ilânı yalnız sergi deki sanatı, göze çarptırmak maksadını güder. Bu işte ne kadar çok başarıya ulaşılırsa, ilâncılık sanatı da o kadar büyük olur. Ayrıca, duvar ilânı gelip geçen halka serginin mânâsı hakkında bir fikir ver­mek içindir. Yoksa, bu sergideki büyük sanatın yerine geçmek için değildir. Yani bütün bütün başka bir şeydir. Sanatı tetkik etmek is­teyen bir kimse duvar ilânından başka bir şeyi tetkik etmek zorun­dadır. Ayrıca, sergiyi de üstünkörü dolaşmakla yetinemez. O kimse­nin, her şey için ayrı ayrı derin bir tetkike dalması ve sonra bir hük­me varması gerekir. Propaganda kelimesiyle ifade ettiğimiz amaç da bunun aynıdır.

Propagandanın amacı, tek tek ve ilmi surette fertleri bilgi sahibi kılmak değildir. Vazifesi, kütleleri" dikkatini belirli olaylar, zaruret ve yaptırımlar üzerine çekmektir. Bu hususun önemi ise halka an­cak bu araç ile anlatılabilinir.

Propaganda esasen, lüzum ve zaruret teşkil etmediği konuda du­var ilânında olduğu gibi, çoğunluğun dikkatini çekmekten ibaret olup, ilim sahibi olanlara yahut sadece bilgi toplamak niyetinde olanlara ders vermekten ibaret kalmadıkça duygusallığa ve pek az da akla hitap etmeli­dir. Her propaganda halkın anlayacağı sahada yapılmalıdır. Manevi seviyesini hitap ettiği topluluğun içindeki kafaları en dar olanların anlayabileceği biçimde tutmalıdır, 'şartlar dahilinde, taraftar kazanıl­mak istenilen kimseler ne kadar çoksa propagandanın manevi sevi­yesi de o kadar aşağıda olmalıdır. Propagandanın ilmi bakımdan İçeriği ne kadar alçakgönüllü ise ve toplumun duygularına ne kadar müracaat ederse başarısı da o kadar kesin olur. Basan bir propaganda­nın değeri hakkında en büyük delildir. Birkaç okumuş kimse veya l', bir iki genç "estet"in tasvip ve takdiri bunun yanında hiç kalır. Pro­pagandada sanat düşünce gücünün çalıştığı hallerde, içgüdünün ha­kimiyeti altındaki büyük toplulukların anlayabileceği bir noktaya gelerek, psikolojik yönden uygun bir şekil alıp çevrenin kalbine gi­recek yolu bulmaktır. Bu hususun bir de, akıl ve hikmetin en yük­sek noktasına çıkmış sanılan kimselerce anlaşılmaması, onların zi­hinlerinde gururdan başka bir şey olmadığım ispat eder. Fakat pro-: pagandanın taraftar toplamaya müsait silâhları büyük halk toplu-,„, luklarının üzerlerine çevrilirse, bu hareketten şu ders ortaya çıkar: ; Büyük toplulukların temsil melekesi sınırlıdır, idraki ise küçüktür. Ayrıca hafızadan yoksun oluşu pek büyüktür. Bunun için etkili propa­ganda pek az noktalara sahip olmalıdır. Bunlar değişmez bir kalıpta ve düsturlar içinde, gerektiği nispette ileri sürülmelidir. Ta ki, hal km en son ferdi bile bu fikri anlayabûsin. Bu ilke terk edilerek, dünya boyunca olmak istenirse elde edilecek sonuç küçülür. Çünkü toplu­luk kendisine sunulan şeyi ne anlayabilecek, ne de aklında tutabile­cektir. Bundan dolayı basan zayıflayacak ve sonunda da yok olacak­tır, işte bu bakımdan izahat ne kadar geniş tutulursa, taktiğin tayi­ninde de psikolojik yönden isabet o kadar gereklidir. Meselâ Al­manya ve Avusturya'da çıkan mizah gazetelerinde düşmanı gülünç hale getirmek tamamen saçma bir işti. Çünkü bu propaganda ile beslenen okuyucu üzerinde, bir gün karşılaştığı düşman bambaşka bir etki bırakacaktı. Alman askeri, düşmanın dayanıklılığı karşısın­da o güne kadar düşman hakkında kendisine verilen bilgilerin ne kadar yanlış olduğunu ve aldatıldığını anladı. Böylece askerde dö­vüşme arzusu artacağı yerde, onun dayanıklılığı kırılmış oldu. As­ker kendisini ümitsizliğe terk etti.

Halbuki ingilizlerin ve Amerikalıların savaş propagandaları psi­kolojik yönden akla uygundu. Kendi milletlerine Almanları barbar olarak gösteriyorlardı. Bu arada her askeri, savaşın dehşetlerine kar­şı koymaya hazırlıyorlardı. Böylece onlar cephede hayal kırıklığına uğramaktan korunuyorlardı, Kendisine karşı kullanılan ölüm saçan silâh, onun ilk aldığı bilgileri doğruluyor ve böylece hükümetinin verdiği teminatın da doğru olduğu kanaatine varıyordu. Böyle dü­şünen asker, hasmına büyük bir hırsla saldırıyordu, işte böylece hiçbir ingiliz eri, savaştan önce memlekette kendisine yanlış bilgi verilmiş diye düşünmüyordu. Halbuki Alman askeri için bunun ak­si oldu. Öyle ki Alman askeri, sonunda bütün resmi bilgileri aldat­ma ve kafa\şişirme olarak kabul etmeye başladı. Buna sebep, ilk rastlanan eşekle propaganda işini yöneltmenin mümkün olacağına inanılmasıydı. Böyle bir görevi, insan ruhunu en iyi biçimde anla­yan usta kimselerin yapabileceğini anlamamışlardır. Alman propa­gandası kültürü seçkin bir zümrenin işlediği üzücü bir hataya en canlı örneği oluşturur. Bu kimselerin çalışmaları, gerekli psikolojik düşüncelerden uzak kaldığı için istenilenin tam aksi yönünde etki yapmıştır. Gözleri bağlı, kulakları tıkalı olmayanlar için, dört buçuk yıl düşman propagandasından öğrenilecek çok şey vardı. Özellikle, meşgul olunan ve hedef alınan bir konu hakkında sistemli şekilde tek taraflı bir vaziyet almak gerekir. Bu propagandanın en önemli ilk şartıdır, işte bu en önemli ilk şart hiç anlaşılmamış ve gözden uzak tutulmuştu. Bu yolda öyle hatalar işlendi ki, savaşın başlangı-•: çından itibaren yapılan saçmalıkları ancak ahmaklığa hamletmek l gerekirdi. Örneğin bir sabunu öven bir duvar ilâm, aynı zamanda i başka sabunların da iyi olduğunu anlatırsa bu garabete ne denir? l Herhalde sadece baş sallanır, işte bizim siyasi propagandalarımız da | tamamen buna benzedi. Propagandanın gayesi çeşitli partilerin hak-,. larını güzelce tayin ve takdir etmek değildir. Propagandanın gayesi ; temsil edilen partinin üstünlüğünü açıkça ortaya koymaktır. Pro­paganda, eğer gerçek başka tarafta ise, bunu objektif bir şekilde araştırmaya ve halka dinin adaleti ile açıklamaya kalkışmamalıdır. Propaganda sadece kendisine uygun düşen gerçekleri aramakla ve onları tanıtmakla görevlidir. Savaşın getirdiği felâketin sorumlulu­ğunu yalnız Almanya'ya yüklemenin doğru olmayacağını söyleyerek savaş sorumluluğu konusunu tartışmak çok büyük bir hata idi. Bu sorumluluğu hiç yorulmadan devamlı bir şekilde hasımlarımıza yüklemek gerekirdi. Bu yarım tedbirin sonucu ne oldu?

Bir milletin büyük topluluğu politikacılardan, kamu hukuku profesörlerinden ve hatta yalnız hüküm vermeğe kabiliyetli kimse­lerden meydana gelmez. Şüphe ve kararsızlık içinde yüzen kimse­lerden oluşur. Bizim kendi propagandamız karşı tarafa küçükte olsa bir hak verecek olursa, kendi hakkımızdan şüphe etmek için bir adım atılmış olur. Böylece topluluk, hasmın haksızlığının nerede son bulduğunu ve bizim hakkımızın nerede başladığını tespitte zor­luk çeker ve endişe içinde kalır. Eğer bir de hasım böyle hatalar iş­lemez de bütün kabahati istisnasız karşı tarafa atarsa, bu durum da­ha da fenalıklar doğurarak ortaya çıkar. Böylece halkımız, daha akla uygun ve devamlı bir şekilde idare edilen düşman propagandasına inanmaya başlar, işte bu iş objektiflik illetine yakalanmış bir millet­te oldu. Çünkü herkes, Alman milleti ve devleti yok edilme tehdidi altında iken düşmana karşı haksızlık yapılmamasına çalışıyordu.


Yüklə 1,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   30   31   32   33   34   35   36   37   ...   51




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin