9. Çünkü mezadlar yürüdü Aklımı duman bürüdü Seyredince bunca malı Yüreğim yağı eridi
10. İnci ile lâlü mercan
Eski mâden cam gül fincan Anlar senin olsun bekçi Birer birer sat da harcan
11. Sözlerimiz bir az kaba
Sözüm sana bekçi baba
Abdestinin içi dışı
Bekçi benden sana caba
BEKÇİ, ÇARŞI BEKÇİLERİ — Emniyet yolunda zincirleme kefalete bağlı olan çarşı bekçileri, eski îstanbulun günlük hayatında mahalle bekçilerinin geniş şöhretinin gölgesi altında kalmışdır (B.: Bedestan; Büyük Kapalı Çarşı; Mısır Çarşısı; Çarşılar).
BEKÇİ, HAN VE FABRİKA GECE BEKÇİLERİ — Mülk ve müessese sahihlerinin kendi adamları ola gelmişlerdir; gece bekçilikleri zabıtanın malûmatı altında, silâh taşımaları- da zabıta ruhsatı iledir.
Tehlikeli vazifedir; istanbul gazetelerinde gece bekçilerinin cinayetlere kurban oldukları çok görülmüştür. Bu cinayetlerin bir kısmı bekçinin beklediği müesseseyi soyma yolunda hırsız-gangsterler eliyle işlenmiştir;-Kiliseler Birliği cinayeti, Tekel Deposu soygunu cinayeti gibi. Bâzı gece bekçileri de, bekçilik ettikleri yer, geceleri emin olduğu için, misafir ettiği uygunsuz gençlerin para tamahına kurban olup sözde namus müdafaası yolunda öldürülmüşlerdir.
BEKÇİ, KÖŞK BEKÇİLERİ — (B. : Köşk '
Be-kcileri).
BEKÇİ MAHMUD SOKAĞI — Taksimin Yenişehir Mahallesi Sokaklarındandır; . Muhtar Saadettin Sokağı ile Feylesof Sokağı ve Fenerci Sokağı arasında uzanır. Muhtar'Saadettin Sokağı kavuşağından girildiğine göre. bir araba geçecek genislikde bozuk toprak so-kakdır; Afşar Sokağı ile dört ağzı yaparak kesişir, bu noktadan sonra dikleşir ve sağa bir kavis çizerek yukarda kaydettiğimiz iki sokakla bir dört yol ağzı yaparak sona erer. İki yanı boyunca sıralanan evler 2-S katlı ahşab ve beton yapılardır, yalnız bir tane altı katlı apartman vardır; çoğu mütevazı gelirli olan seke-
BEKDİK (Nihad)
— 2420 — •
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 2421 —
BEKİR (Kürd)
Çeşmemeydanlı Bekir (Resim : Hüsnü) nesi türk, rum ve ermeni ailelerdir {Kasım
1960). Hakkı Göktürk
BEKDİK (Nihad Âsim) — Galatasaray
Kulübünden ünlü futbolcu, yularca kulübü
nün ve Türkiye Millî Takımının kaptanlığını
yapmış, dâima bek ve santrhaf mevkilerinde
oynamış ve top sahasından çekilinceye kadar
«Arslan Nihad» diye anılmışdır. 1902 de İs-
tanbulda doğmuş ve futbola 1910 da henüz
sekiz yaşında iken başlamışdır vs 14 yaşında
iken Galatasaray Kulübünün birinci takımında
yer almış, yerini 34 yaşına kadar yirmi sene
bir as oyuncu olarak muhafaza etmişdir, b'i
yirmi yıl içinde 21 defa millî formayı giymiş,
10 millî maçda da kaptanlık yapmışdır. Fut
bolu 1936 da bırakarak müteahhidlikle tica
ret hayatına atılmışdır. Bu satırların yazıldı
ğı sırada evli ve bir çocuk sahibi bulunuyor
du (1950). Behçet Elver
BEKİR (Ali) — İkinci Meşrûtiyet devrinin azılı gece hırsızlarından; Mustafa isminde bir kahvecinin Galatalı bir fahişeden doğmuş veledi gayri meşrûu olub «Piç» ve fransızca bildiği için de «Firenk» lâkabları ile anılırdı. Gençliğinde, Galata -kaldırımlarının güzelliği ile mâruf kopuklarmdandı. Galatanın kötü sokaklarında gözcülük ve nâme ulaklığı gibi vazifelerden kundura boyacılığına ve meyhane-garsonluğuna varınca türlü isler görmüş, nihayet gece hırsızlığında karar kılmışdı. Kimsesiz, eli çabuk ve ayağı kosarlı çocuklar bulur, onları besler, bir mürebbî ve muallim dikkati ile hırsızlık öğretip yatiştirir şerîr idi, gece işlerini bu oğlanların yardımı ile görürdü; bundan dolayı, ilk tevkifinde faili meçhul kalmış elliden fazla hırsızlık vak'asınm onun işi olduğu anlaşılmış ve Ali Bekir ile çetesi efradından yirmi kadar çocuk ve genç tevkif edilmişdi. Bu meşhur hırsız 1920-1921 arasında ölmüşdür.
, Servet
BEKİR (Aynacı) — İkinci Abdulhamid devrinde Üsküdarın namlı kabadayı ve tütün •kaçakçılarından; Doğancılar semtindendi, gaa-yetle cessur, harikulade müdebbir, günde en çok kırk elli kelime konuşur bir adamdı; kaçakçı olarak ömrü boyunca kolculara belki bir cıgaralık tütün kaptırmamışdı. Ekseri geceler Erenköyünden gelir iken kolcularla se-
lâm alır, selâm verir; onlar: — Uğur ola Bekir Ağa!., derlerdi.
Bir hastalığında küçük kardeşi Osman kolculara bir çuval tütün kaptırmıştı, Bekir Doğancılar Meydan kahvehanesinde hüngür hüngür ağlamış, ortanca kardeşlerini îmâ ile: — Settar öleceğine sen geberse idin!., demiş-di. Ölüm tarihi tesbit edilemedi.
Vâsıf Hiç
BEKİR (Bonmarşe) — Aslen Vidinli olub hicrî 1293 (M. 1876) bozgunu muhacirleri arasında Üsküdara gelmiş, Semerciler içinde Ye-" mişci Hanında bir odada oturur, sağ dizi kırık bir meczub idi; 1887 -1888 arasında tahminen 65 - 70 yaslarında idi; iki kulplu büyük bir çamaşır sepetini başına alır, bastonuna daya dayana Kızlarağasındaki ekmekçi fırınının önüne gelir oturur, kırık ayağını uzatır, sepetini önüne koyar, dükkânı açılmış olurdu, o koca çamaşır sepetinin, içinde bulunana «Bin bir çeşid mağazasından bir fazladır» denilse yeri idi, «Bonmarşe» lâkabını da o sebepten almısdı; mevsimine göre her meyvadan birer ikişer , tane; sedef, taş, teneke düğmelerin deliklerinden iplikle bağlanmış onar onbeşer aded, biribirine karışmış rengârenk boncuklar, sayılsa iki yüzü geçmez, mâvî katır boncukları bir iki dizi; dikiş, yorgan, toplu iğneler, çuvaldızlar, firketeler; tahta, teneke büyük ve küçük boş kutular; dizili veya kopuk, adedleri noksan teşbihler; rastık kına, karabiber; papatya, hatmi, mürver çiçeği; senelerden beri kalmış, renkleri solmuş bir kaç makara, kuka, çile iplikler; mevsiminde yedişer, sekizer olmak üzere bağlanmış kiraz, vişne, can eriği; bunlar kopar, dağılır, çürür; daha akla hemen gelmeyen türlü şey, kâğıd, kalem, zarf, kopuk kırık gözlükler, kahve fincanları, el örgüsü yün çorap, el örgüsü, yalnız baş parmak yeri olan eldiven, iki üç tane para kesesi iki üç tane gaz lâmbası şişesi; o sepet - bonmarşenin yalnız alıcısı yokdu; Bekir, makaammda ya uyur, veyahud bastonu hafifçe yere sürerek güler, kendi kendine konuşur, selâm verenlere gülümseme ile mukabele ederdi. Ne yerdi? Ne içerdi? Hamiye.t sahihleri Allahın ihsanından onun oradaki makaamma gönülden kopanı bırakır, geçerlerdi. Meczubun sepetine kimse
l
el süremezdi: 1900 etrafında, Meşrutiyetden evvel öldü.
Vâsıf Hiç
t
BEKİR (Çeşmemeydanlı) — İkinci Sultan Hamidin son devrinde İstanbulun şöhretlerinden genç ve güzel bir tulumbacıdır; büyük ve velûd halk şâiri Üsküdarlı Vâsıf Hoca bu gene sânında Huriye isminde bir kadının ağzından 'bir divan yazmışdır ki, kendi tâbirleri ile «afili, cakalı» bir tulumbacı portresi, eski tulumbacılık hayatı üzerine kıymetli bir vesikadar; Şâir övdüğü bu gencin hayatı hakkında bilgi vermemiştir; yalnız yazdığı divandan Karadeniz Yalısından gelmiş yelken dikicisi bir bekâr uşağı olduğunu tahmin ediyoruz.
Hoca merhum divanın yazılışını şöyle anlatmıştır:
«Bir harem ağası Üsküdar-da'beni arayub bulmuş: zencinin ağzı mühürlü, Huriye Hanımın kim olduğunu öğrenemedim, fakat bir arzuhalciye muhabbetnâ-me yazdırtmayub benden divan istemesi hoşuma gitti, gönderilen iki mecidiyenin yüzüne de dayanamadım, feleğin cilvesine acı acı gülerek divanı yazdım, sonra merak ettim, Çeşmemeydamnda Bekiri buldum, gördüm, alelade yüzü düzgünce bir delişmen lâz-dır; şâir sözünün yalan olduğuna o zaman inandım».
DİVAN
Parladı dil hanesi söndür aman
tulumbacı
Pek de bıçkın gösterir dar câme-dan tulumbacı
Kahramana kisveyi lâbis olan eyler çalım
Bas katı narayı da koş hûb lisan
tulumbacı
Yardan ayrıldım ipek ketfiye başda
bir yana Kaş eatub e'der gibi pek de yaman
tulumbacı
Görse yangın kulesi âl arızın yangın sanır Köşklüye çeker işaret bil neman tulumbacı
Dikdiğin yelkenle çıkdım ben bu aşk unvmânma Esme deli poyraz gibi lâz korsan tulumbacı
Huriyi yakdın ciğerden sen de yan yan âteşe Ol sebebden benle yanık bil bu divan tulumbacı
BEKİR (Kasab) — On dokuzuncu asır başlarında Haseki Ocağından yetişmiş, bir ara Yeniçerilik de taslamış, rezilâne hovardalık yollarında hayli şöhret yapmış, Alem-darpaşa Vakıasında da Üsküdarda Kadı Paşanın konağını, malını yağma edenlerin başında bulunmuşdu. Fakat sonra zorbalığını, eski hayta rezaletlerini unutturmaya çalışmış, kabadayı tavrını, nümayişini bıra-kub siftinmiş, el etek öpmüş, kendisini vezir ka-rakulakhğına .tâyin ettirmişdi, sonra vezir ödabaşılığına terfi et-mişdi; 1826 da Vak'ai Hayriye-de de Sancağı Şerif altına koş-muşdu; fakat vak'adan sonra o boydan adamların sicilleri yoklanmaya başlayınca eski edebsiz-likleri. meydana çıkmış, «bu herif devletçe temiz adam olamaz» denilerek Mihalice sürülmüş, muhafızlarına verilen gizli bir ferman gereğince de yolda bo-ğulub idam olunmuşdu.
Bibi. : Hfız İlyas, Vekaayii Letâifi Enderuniye.
BEKİR (Kürd) — İkinci Sultan Hamid devrinin namlı tulumbacılarından, Beyoğlunda Altıncı Dâire sandığının koşu yıldızlarından bir hammal; ayak-daşı tulumbacılardan bir kaç kişi ile imtiyazlı olarak Beyoğlumm en işlek piyasa yerlerinde ham-mallık yapar, kazancı altın para ile günde yarım lirayı, bulurdu. Sakalı matruş, pala bıyık, çam
BEKİR (Nalband)
2422 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 2423 —
BEKİR (Tuzsuz Deli)
Orta oyununda Tuzsuz Deli Bekir (Eski İstanbul yaşayışından) yim.. yarması gibi bir kürd idi. Hayatı hakkında başka bir kayde rastlanamadı.
Bibi. : Vâsıf Hoca, Not,
BEKİR (Nalband Muhacir) — İkinci Ab-dülhamid devrinde Istanbulun hovardalık yollarında koşan ayak takımı arasında büyük şöhret sahibi bir mutatabbib; frengi tedavi ederdi. Cerrahpaşada otururdu. Hayatı hakkında başka kayde rastlanamadı.
Bibi. : Ahmed Rasim, Fuhşi Atik.
BEKİR (Tatar) — Abdülmecid ile Abdülâ-ziz devirlerinde ağır çardaklı yangın tulumbaları kullanılır iken namlı tulumbacılardan. Hayatı hakkında başka kayde rastlanamadı.
Bibi. : Vâsıf Hoca, Not.
BEKİR (Tersaneli Çapkın) — Hicrî 1255
(Milâdî 1839) da İstanbulda geniş akisler bı
rakmış bir cinayetin faili, Yarımistanbul Çev
riye Hanım ile cariyesinin kaati-
li bir bahriye neferi; güzelliği
Kasımpaşa, Galata ve Tophane
nin ayaktakımı arasında dillere
destan olmuş, türlü uygunsuz
lukları ve haşarılık, rezaletleri
ile de bir şerir olarak tanınmış;
Galata ve Tophanenin bıçak ve
pençe sahibi kabadayılarının
meyhane sofralarında şakilikle
geçinir parasız pulsuz köpük iken
bir meş'um tesadüf eseri İstan-
bulun namlı zenginlerinden ve
yaşlı nazenin dullarından Süley-
maniyedeki konağında oturur.
«Yarımistanbul» lâkabı ile meş
hur Çevriye Hanım ile tanışmış;
bu kadın ecdad yadigârı ağır kıy-
metde mücevherlere sâhib olup
düğünlerde yüzükler, bilezikler,
gerdanlıklar, küpeler, iğneler,
broşlar ve gelin taçları kiralar,
başlıkcılık yaparmış (B.: Başlık).
Çapkın Bekirin eli para tutmaya
başlayınca ağaları ve arkadaşları
sıkıştırmışlar, Yarımistanbul Ha
nımın gönül eğlencesi olduğu
nu itiraf etmiş, bir gün de parma
ğında son derece kıymetli bir el
mas yüzük görülmüş ve ahlâksız Kürd
gene bir mirasyedi hayatı sür- (Resim
meye başlamış. Donanmanın Akdeniz seferine çıkacağı sıralarda gaayet telâşlı görünen çapkın Bekir Mahmudiye Kalyonunun efradı arasında İstaribuldan ayrıldıktan bir hafta kadar sonra Yarımistanbul Hanım ile cariyesinin ortalıkda görülmemesi semt halkının gözüne çarpmış, fakat gittiği düğün evlerinde bazan bir hafta, on gün misafir kaldığı bilindiğinden merak edilmemiş; son zamanlar konağa güpe gündüz gelen ve Çevriye Hanım tarafından konu komşuya «rahmetli emek-dar Hasan Ağamızın yetimi, maşallah sürdü çıkdı, arslan gibi tersaneli oldu» diye tanıtılan bahriyelinin de görünmemesi, donanma sefere gittiği için şüphe uyandırmamış..
O sıralarda Sultan Mahmudun ölümü, Ab-
dülmecidin cülusu, Kaptânıderyâ Hain Ah
med Paşanın Osmanlı Donanmasını Çanak-
kaleden kaldırıp İskenderiy ey e götürmesi ve
orada devletin âsî valisi Kavalalı
Mehmed Ali Paşaya teslim etme
si gibi mühim vak'alar Çevriye
Hanımı unutturmuş, hanımın
kaybolduğu ancak bir ay kadar
sonra zabıtaya ihbar olunmuş; ih
bar edenler de düğün için kira
ile emânet mücevher kaldırmak
isteyüb de kendisini bulamayan
lar olmuş. Konak zâbtiye tara
fından açılmış, hanımın yatağı
karma karışık bir halde bulun
muş, odada tersanelilerin kullan
dığı pamuk ipliğinden kırmızı
bir kuşak ile yine tersane efra
dına mahsus yine pamuk ipliğin
den bir çift beyaz çorap bulun
muş; nihayet ağır kokunun delâ
leti ile sarnıç içinde iki kadının
cesedleri bulunmuş, câriye suda
boğulmuş, hanım ise kuşakla bo
ğulduktan sonra sarnıca atılmış;
Galatada bir meyhanecinin: «Do
nanmanın hareketinden bir gün
evvel Çapkın Bekir geldi;, telâş
lıydı, belinde kuşağı yokdu, sor
dum.. Akşam çok sarhoşdum, ha
mamda yattım, orada unutmu-.
Bekir §umdedi>>diye ifâdesi üzerine
: K, Z.) k a a t i l i n Çapkın Bekir ol-
-t*
duğu anlaşılmış. Donanma Mısır valisi tarafından devlete iade edildikten sonra da Mahmudiye efradı arasında Bekir bulunamamış, arkadaşları: «Çapkın Bekir İskenderiyede gemiden keçdı; bulunamadı..» demişler.
Bibi. : Âşık Râzi ve Vâsıf Hiç, Not.
BEKİR (Tuzsuz Deli) — Orta oyunu ile Karagözün tiplerinden; semtin, mahallenin dâima sarhoş, gazablı, celalli, korku ve dehşet saçan kabadayısı; «Tuzsuz Deli» lâkabı olunca, bekriliğini hatırlatmak için de adı «Bekir» olmuş/dur. Tuzsuz Deli Bekirin orta oyunu ilo Karagözde bir yeniçeriyi yâhud tersane levendini temsil ettiği söylenir; bâzıları da onu, bu iki oyuna girmiş Bekrî Mustafa olarak görürler. Bizce bu tip bunların hiç biri değil, İstanbul mahallelerinde her zaman için benzerleri bulunan kendi başına bir şahsiyettir, belki hakikî benzerlerinin mübalâğalı mümessilidir; sahneye dâima nâra atarak çıkar, konuşur iken gürler, mütehakkim konuşur; sağ elinde yalın pala, yatağan, sol elinde şarab destisi vardır. Mahallenin uygunsuzlarını bu koca ayyaş cezalandırır, mahalle namusunu o korur, gözetir; «Zenne» ye sarkıntılık eden çapkınları o dağıtır; «Kanlı Nigâr» m soyduğu toy delikanlıların eşyasını o kurtarır, geri alır, bıçkınların hamam âlemlerine mâni olur.-Yakaladığı suçlulara keyfî ve amansız cezasını vermeden nâsihatde bulunur ve ekseriya «keserim, biçerim» le başlayan celâl ve gazabının sonu af etmek olur. Orta oyununda da, Karagözde de Tuzsuz Deli Bekire karşı kimse aksi cevab veremez; 'hayal perdesinde yalnız Karagöz onunla sert konuşabilir, hattâ ona tokat atabilir.
«Karagözün gelin olması» oyunundan bir sahne naklediyoruz :
(Karagöz kadın kıyafetinde, gelin elbisesi ile telli duvaklı Ha-civadla birlikde meydana gelir; mahalleli toplanıp Tuzsuz Deli Bekirle
nikâhını kıyacaktır. Hacivad gider, Karagöz perdede - meydanda yalnız kalır. Üç tane Beberuhi (B.: Beberuhi) ve bir bekçi, bekçinin elinde fener, gelirler, onların arkasından da dâmad Tuzsuz Deli Bekir gelir; gelirlerken de Beberuhilerle bekçi bir garkı okurlar. Duaya bağlanır, Beberuhiler gelin hanıma bir takım sözler atarak ve bekçi ile beraber oynaya sıçraya giderler. Karagöz Tuzsuz Deli Bekirle yalnız kalır).
Tuzsuz Deli Bekir — Ey nazeninim, işte şimdi yalnız kaldık (aşk ile bir nâra atar), artık sabra mecalim kalmadı, duvağını kaldır da mah cemâlini göreyim yahu!..
Karagöz — (kendi kendine) İşte sıfırı tükettim, kocam bu herif ha!... Şimdi buradan nasıl kaçarım?!
T. D. B. — Kendi kendine ne söylüyorsun şekerim, ııaz etme, aç yüzünü...
Karagöz — (kendi kendine) Korku ile kaçırdım galiba (ince kadın sesi ile) Vaz geç arsla-nım, benim üstüme varma, diz kapaklarıma bir titreme geldi..
T. D. B. -— Değirmenden beygir mi geldi?.. Gelirse gelsin, bize ne gülüm, sen hâlâ yüzünü açmıyacak mısın?
Karagöz ~- (kendi kendine) Vay essek oğlu essek söylenen lâfı da anlamıyor, ben yüzümü açamam ayol..
T. D, B. — Ben çok nazdan hoşlanmam, bana adı ile sanı ile Tuzsuz Deli Bekir demişler, sen açmazsan ben açarım (Karagözün yüzündeki duvağı elindeki palanın ucu ile açar).
T. D. B. — Ulan Karagöz, sen misin, bu ne hal be!?
Karagöz — (kendi kendine) ~-Hoşafm yağı kesildi, herif beni sağlam kesecek..
T. D. B. — Ulan bana karşılık veriyorsun ha!.. (Bir tokat atar).. Bana ne demişler bilir misin sen!?..
Karagöz — Ne derlerse desinler, bana da Karagöz demişler, gözüm kızdı mı!.. (Bekire bir tokat atar).
T. D. B. — Bana tokat ha!.. (Tokat atar).
Karagöz — Elbetde sana, ne zannettin (tokat atar).
T. D. B. — Aferin Karagöz, anladım, sen de babayiğitsin!.. (Kendi kendine) anladım, bana tokat atman sarhoşluktan vazgeçirmek içindir (Karagöze para verir) bu işi kimseye söyleme!..
Karagöz — Söylemem., okşadım, beş parmağımın izi suratında kaldı derim!..
Son zamanlara kadar, İstanbul mahallelerinde patavatsız, gürültücü, fakat saf ve temiz gençlere «Tuzsuz Deli Bekir» denilirdi; misâl:
Arabacı Ahmedin oğlu
yine ne yapmış, duydun mu?!..
Ne yaparsa yapsın, için
de kötülük yoktur oğlanın, Tuz
suz-Deli Bekirdir...