Kalesinde Halil Paşa Kulesi ve sahil kapusu Resim: Sabiha Bozcalı



Yüklə 5,55 Mb.
səhifə18/76
tarix27.12.2018
ölçüsü5,55 Mb.
#86801
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   76

Çulha Bektaş (Resim : B. Seren

BEKTAŞ (Fatma)

_ 2438 —

İSTANBUL


ANSİKLOPEDİSİ

_ 2439 —

BEKTAŞ AĞA




bir destan ile " ayni defterde elimize geçmiş olub her iki Bektaş hakkında yazılanların edasından ayni zâtin kaleminden çıkdığı bellidir (B. : Bektaş, Çulha). -

Semtimiz güzeller kânı Beşiktaş Kimi âhû kimi şahin altunbaş

Kimi beyzadedir paşazadedir Kimi baldırları çıplak samurkaş

Kimi âşıkma yâri sâdıkdır Kimi dahi çıkar mahbûbi kallâş

Kimi gram dağıtur şeker lebiyle Kimi agıı katar tatlı iken aş



Kimi nevhat şehbazdır şehîevenddir Muhabbet âyeti ile münakkaş

Kiminin rııhsâri âli müzehheb Kimi nıürâhikdir onbesinde yaş



Kimi îpekden de -rakîkü nâzik

Kiminin de yüreği kapkara taş

Kimi bakkal kasab manav bağçıvan

Şekerci tatlıcı boyacı nakkaş



Kimi bir hamamın dellâki pâki

Kimi berber olmuş ediyor tıraş

Cümlesi esnafın şâkirdânıdır , Kimi ocaklıdır civelek yoldaş

Kimdir didim bu yıl güzeller şahı

Didller efendim Debreli Bektaş



Köprü Hamamının kurbinde dükkân

Mermeri ham ile dopdolu salaş



Mermerler. içre bir şımşırak taşı Arnavudun şehbâzı o senktraş

Almış simin pençesine kalemi Âşıklar tfaşma yapdığı her taş

Pâ bürehne hem sinesi küşâde Kâkül keman erbûsine koymuş baş

Rindler meclisinin çerâğı köçek Meydanın sahibi pir Hacı Bektaş

Meclisi kuranlar cümle kalender Adını koymuşlar âyini haşhaş

Sarmış etrafını ol diîrübanın Aba pûş derviş zeyninde evbâş

Vâsıf Hiç

BEKTAŞ (Fatma) — 1951 yılında aile namusunu koruma dâvası yolunda erkek kardeşi gemici Arslan Bektaşın eliyle öldürülmüş güzel bir kızdır.

Göreleli olan Fatma Bektaş memleketinde sevmediği bir genele evlendirilmiş, bu adamdan bir çocuğu olmuş, 1948 de kocasını



Fatma Bektaş (Resim : B. Seren)

ve çocuğunu terkede-rek İstanbula kaçmıştır, bütün emsali genç kadınlar gibi evvelâ adını değiştirmiş, güzelliği sayesinde ve Fatma Kurt adı altında bir müddet Beyoğ-lunun eğlence yerlerinde iş bulub çalışmış, sonra sesinin güzelliği de nazarı dikkati çekerek gördüğü teşvik ile Melâhat D'e-niz adı ile yine Beyoğ-lundâ içkili bir saz salonuna okuyucu olarak girmiştir ve bu yolların insanları arasında «Sarı Melâhat» diye bir şöhret almıştır. Devlet Denizyollarının Demir şilebinde tayfa olan ve hayatını ağır deniz isçiliğinde mihnetle fakat nâmuskârâne kazanan gemici Arslan, kız kardeşinin bu hâline tahammül edememiş, aile namusunu temizlemek için, tövbekar olub evine dönmediği takdirde onu öldürmeğe karar vermiş ve izini üç sene sonra bularak 14 kasım 1951 çarşamba gecesi gene kadının ça-lışdığı saz salonuna giderek sahnenin önündeki masalardan birine oturmuş; sahnede şarkı söylemekte olan Fatmayı yanına çağırmış, genç kadın kardeşinin yanına giderek gemicinin evine dönme teklifini hayatından hoş-nud olduğunu söyliyerek reddedince, ağabeyinin çekdiği tabancanın kurşunlan altında yere serilmiş, ölmüştür. Aile namusu diye elini kardeş kanına bulayan gemici Arslanm gördüğü ceza istanbul basınına aksetmemiş-tir

Bibi. : Cumhuriyet Gazetesi.

BEKTAŞ AĞA (Arnavud Koca) — Yeniçeri Ocağının yetiştirdiği en büyük şöhretlerden biri, Yeniçeri Ağalarının içinde eri meşhuru, onyedinci asır ortasında Sultan İbrahimi tahtdan indiren komitanın yedi âzasından ve bu pâdişâhın kaatillerinden biri (B.: Mâhpey-ker Sultan; Abdurrahim Efendi, Adanalı; Meh-'med Paşa, Mevlevi Sofu; Muslihiddin Ağa, Koca; Mustafa Ağa, Kethüda Çelebi; Mustafa Ağa, Karaçavuş); Dördüncü Sultan Mehmedin ilk saltanat yıllarında Osmanlı İmparatorluğu-

nun mukadderatına hükmetmiş mütegallibe ocak ağalarının en cebbarı; kara câhil ve pervasız mürtesî; 1576 -1580 arasında doğdu, At-navudluğun neresinden olduğu bilinmiyor, On dört on beş yaşlarında, genç irisi, pençeli bir oğlan iken devşirme olarak İstanbula getirildi, acemioğlanlığı devrinde Sekbanbaşı Deli Kasım Ağanın hizmetine uşak olarak verildi, eli ayağı düzgün, yüzce de güzel, her verilen işe de canla başla sarıldığı için ağasının sevgi ve güvenini kazandı, zamanı geldiğinde, (tahminen 1600 yılı)'kapuya çıkdı, yeniçeri oldu, ocak nizamî yolu ile yükselerek aşçı, çorbacı oldu; ocağın katar ağaları denilen yüksek zabitliklerini de birer birer kat ederek 1638 de Dördüncü Sultan Muradın Bağdadi fethinde Yeniçeri Kethüdası oldu, 1640 da Sultan İbrahimin cülusu sırasında, Kemankeş Kara Mustafa Paşa sadaretinde de Yeniçeri Ağası tayin -edildi ki, 60 - 65 yaşlarında bulu nuyordu.

Hiç tahsil görmemişdi, okuma yazma bil-_mezdi; masrafı yok denilecek derecede hasis, cimri idi, ne üstüne ne boğazına sarfeder, parasını tefecilikde işletirdi; bu yol ile bağ, bağ-çe, çiftlik, ev, pek çok gayri menkul mala sâ-hib olmuşdu. Ocakda mevkii icâbı fırsat düş-dükçe rüşvet almakdan da çekinmezdi. Devrinin namlı şeyhlerinden Sivâsî Efendiye biat etmiş, müverrih Nâimâ Efendinin çok güzel tâbiri ile, «tasavvufa amiyane taklid ederdi», bâzı çağdaşları da Bektaş Ağanın bir hamzevl zındık olduğunu söylerlerdi (B.: Hamza Bâli; Hamzavîlik ve hamzevîler).

Yeniçeri Ağalığı üç sene sürdü. 1643 de azledildi, az sonra da yevmi yüzelli akçe ile emekli oldu; İstanbulda devleti kemalde ayan ve erkândan bir zât olarak yaşamaya başladı; kuvvetle tahmin edilir ki o emeklilik zamanında Kösem Valide Sultan ile münasebet tesis ederek haris sultanın parasını ticâret mevzularında işletmeğe delâlet etmişdir; kendisi de İstanbulun sayılı zenginlerinden biri olarak tanınmış,: Yeniçeri Ocağı ile de münasebetini kesmiyerek yeniçeriler tarafından ocak gayreti güden, tecrübeli bir sîmâ bilinmiş ve «Koca Bektaş» diye anılmağa başlan-mışdır.

1648 de evvelâ Sadırâzam Hezârpâre Ah-med Paşaya ve sonra Sultan İbrahime karşı

yapılan hükümet ve saltanat darbelerinde Yeniçerilerin önüne düşen dört kişiden biri .oldu (B. : Muslihüddin Ağa, Mustafa Ağa, Karaçavuş; Murad Paşa, Kara). Târihimize At Meydanı Vak'ası diye geçen Yeniçerilerle Sipahiler arasındaki kanlı şehir muharebesinden sonra (10 şevval 1058 = 28 ekim 1648; B. : At Meydanı Vak'ası), târihimizde «Ocak Ağaları Saltanatı» denilen yeniçeri tagallübünü temsil edenlerin başı, saraya hâkim olan Büyük Valide Kösemin de dışarda 1^ numaralı müttefiki oldu. Hazîne toplamada pervasızlığı son haddini buldu, ilmiye, askeriye, mülkiye, bütün devlet mansıbları «Kösem ve Ocak Ağalan» şirketi eliyle satılmaya başladı ve bu şirketin en faal uzvu Koca Bektaş bilindi. Kirli elini et ve zahireye attı, kendi adamları ya-hud haraca bağladığı tüccar ile İstanbul Piyasası ile dilediği gibi oynadı, fiatlar yükseltti, yokluklar çekdirtti, suiistimallerde Bektaşın cür'etini gösteremedikleri halde tuttukları yolun sonundan korkar arkadaşları kendisini ikaaz ettikçe: «Korkmayın.,, bu hazinelerimiz var iken bir şey olmaz, akçe torbalarını kışla meydanına yığdığımız gibi Yeniçeri dâima arkamızdadır, Yeniçeri silâhına karşı da bu devletde kimse duramaz» derdi. Ayrıca kasab dükkânları, zahire mağazaları, fırınları vardı, İstanbul, Eyyub, Galata ve Üsküdar kadıları, bu kadıların ihtisab nâibleri buraları teftiş edemezlerdi. Vak'anüvis Naîmâ Efendi naklediyor: «İstanbul Kadısı kola çıkıp faraza fahiş fiatla mal satan ve narha riâyet etmiyen bakkala, falakaya yatırmak üzere:



  • İn aşağı!.,
    diseler bakfel kâfiri:

  • Siz beni döğemezsiniz sultânım!.. Ser
    mâye Bektaş Ağanındır!., diye güler, hâkim
    ler de hakikaten bir şey yapamaz, göz yumub
    geçmeğe mecbur olurdu».

Dalkavuklarından _ Altıparmak ibrahim Çelebi diye bir adam vardı, meclisinde açık saçık fıkralar anlatır, laubali şakalar yapardı; Bektaş Ağa da onu müderris, konak ve hademe uşak sahibi yapmışdı. Ortağı veya kendi adamı esnafa ayarsız terazi ve kantarlarla ve fahiş fiatlarla mal sattırmasından bizar olan halk bir gece Bektaş Ağanın konağı kapusuna bir firenk şapkası mıhlamışdı, bununla yaptıklarının dini ve imânı olan kişinin işi olma-

BEKTAŞ AĞA

— 2440 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 2441

BEKTAŞ AĞA




dığını bildirmek istemişlerdi; sabahleyin adamları kapu üzerinde şapkayı bulub kendisine haber verdiklerinde mağrurâne kahkahalar atmış :

— Bizim Altıparmak İbrahim Celebinin gecelik takkesidir, ona verin!., demişdi.

Sokağa, atının yanında ve arkasında, kırk elli nefer âlâ ıskarlat çuhalar giyinmiş orta kuşaklı hademeler, yirmi nefer kadar da her biri uzun boylu, iri yarı ve hünkârî sarıklı çuhadar yürürdü; boy bos ve alım çalım bakımından iki seçme yeniçeri neferi de atının iki yanında bulunur, ellerinde Vezir tuğu kıllarından yapılmış yelpazelerle atının kulaklarına, kasıklarına ve kuyruk altına konan sinekleri kovalardı; halk bu hal ne zamana kadar sürecek diye acı acı gülerek: «Sultan Bektaş geçiyor!..» derdi.. Eski cimri Bektaş Ağa, bu saltanat devrinde gayri meşru yollardan ayağına oluk oluk altın akmağa başlayınca cahilane debdebe içinde para harcamasını öğrenmiş görünür.

Ağalar saltanatı iki sene on ay kadar sürdü. Bu mütegallibe çetesi saraydaki müttefikleri Kösem Sultana indirilen darbe ile yıkıldı

Büyük valide Kösem ile çocuk pâdişâh Dördüncü Sultan Mehmedin anası Turhan Valide Sultan arasındaki rekabet, Kösemin, pâdişâhı zehirletme teşebbüsü akim kalınca, korkunç bir saltanat darbesi tasarlamasına yol açtı, Bektaş Ağa ve onun delâleti ile diğer mütegallibe ocak ağaları ile anlaşdı. Kösemin adamı olan Bostancıbaşı Hasbağçenin oğrun kaplılarından bir kaçını gece açık bırakacak, Ağalar gece yarısından sonra kendilerine bağlı yeniçerilerle bu kapulardan girib sarayı basacaklar, Küçük Sultan Mehmedi, anası Turhan Sultanı v,e sarayda onlara sâdık bilinenleri öldürecekler, Osmanlı tahtına yine bir sabî olan şehzade Süleymanı oturtacaklardı. Saray baskını için de hicrî 16/17 ramazan 106.1, milâdî 2/3 eylül 1651 cumartesi/pazar gecesi tesbit edilmiş idi. Bu korkunç cinayet tasarısı Kösemin bir cariyesi tarafından Turhan Sultana ihbar edildi, ayni gece sarayda pâdişâh ile anasını koruyanlar daha evvel davranarak Kösemin dâiresini basarak büyük Valide Sultanı boğarak öldürdüler; ertesi 3 eylül 1651 pazar günü sabahı da, mütegalli-

be ocak ağalarının yeniçerileri ayaklandırması ihtimaline karşı Sancağı Şerif çıkarıldı ve İstanbul halkı pâdişâhı müdafaa için sancak altına davet edildi; fakat yeniçeriler de mütegallibe ağalarının peşine takılmayub Sancağı Şerif altına gidince Ağalar Saltanatı çöküverdi, Koca Bektaş Ağa ve iki ayakdaşı, (Müsli-hüddin Ağa daha evvel eceliyle ölmüş bulunuyordu) ve ön plândaki yardakçıları baş kay-gusuna düştüler (Bu vak'anın tafsilâtı için B.: Ocak Ağaları Saltanatı).

Yeni Odalar denilen Aksaraydaki büyük yeniçeri kışlasında askerin takım takını pâdişâh tarafına geçdiği görülünce yardakçılarından Somuncu Ömer:

— Hemen şehri bir kaç yerden ateşe ve


relim, yeniçeriye de şehirlinin evlerini yağ
maya ruhsat verelim, cümlesi bizim tarafımı
za dönerler!..

Deyince Yeniçeri Ağası Kara^çavuş Mustafa Ağa :

— Bre eşek, bu ne sözdür? Bir kaç gün
lük ömür için dine devlete bu ihanet olur mu?
Emir Allanın, nihayet beni ve sizleri öldürür
ler. .

Diye bağırmış, Bektaş Ağa :

— Vallahi yok, boş yere ölemeyiz, üze
rimize yürürlerse döğüşürüz!.. demişti.

Kışlada son kalanları tutmak için Yeniçeri Kethüdası Çelebi Mustafa Ağa hammal-larla torba torba altın ve gümüş getirib kışla avlusuna yığdırmış, fakat askerden bunların yüzüne bakan olmamıgdı, o zaman Çelebi Mustafa Ağa Bektaşa dönmüş :

— Tu yüzüne!.. Allah belânı versin bre
tamahkâr arnavud, ne eyledinse eyledin, bize
mal lâzımdır, başımıza bir hal gelip devlet
yüz çevirdikde akçe her derdimize derman
olur, hemen mal cem edelim diyüp bizi
kendi hâlimize komayub ifsad ettin, işte
bu kadar mal, bir adam var mı yüzüne bakub
yanımıza gelen!., dedi ve Bektaş Ağaya bir
hayli küfürler etti.

Ağalar bu durumda iken, saray, onların hiç kan dökülmeden tam inhilâli için asla akıllarına gelmeyen bir sulh taarruzuna geçdi, Yeniçeri Ağası Karaçavuşa Tameşvar Valiliğinin, Yeniçeri Kethüdası Çelebi Mustafa Ağaya Bosna Valiliğinin, Bektaş Ağaya da Bursa Sancak Beyliğinin verildiği ve hemen ka-

puları kulu halkı ile yeni memuriyetlerine gitmeleri tebliğ edildi.

Durumları aşikârdı, idam fermanları ard-larmdan gelecekdi.

Koca Bektaş Ağa, yinş cehli eseri, iki ayakdaşma valilik verilir iken kendisine sancak beyliği verilmesini haysiyetine dokunur gördü: «Bursaya gitmeye ar iderim» diyerek îstanbulda gizlenmeyi tercih etti, yanma hayli mücevher ve altın alarak bir sâdık hizmetkâr oğlanı ile gizlenecek bir dost evi aradı; önce Silivri Kapusu dışındaki çiftliğinde gizlendi, «evvelâ burayı ararlar» deyüb gece tekrar şehre girdi, acemi oğlanı iken hizmet ettiği Samsuncular odasına sığındı, kabul etmediler, «Sana mansıb verildi, itaat edüb gitmedin, biz sana sâhib çıkamayız» dediler, orada tebdili kıyafetle Cerrahpaşa Camii yanında dalkavuğu müderris Altıparmak İbrahim Çelebinin konağına vardı, İbrahim Çelebi eski velinimetini saklamaya cesaret edemedi, nihayet yine o civarda Terlikci Mehmed Çelebi denilen bir hamzavînin evine girib saklandı.

Bektaş Ağanın. Bursaya gitmeyüb saklandığı haber alınınca derhal bulunub tevkifi için ferman çıkdı ve aranmasına Kapucu basılardan Boyacı Hasan Ağa memur edildi, şehir içine de dellallar çıkarıldı:

— Bektaş Ağanın yerini haber verene dirlik ve ihsan verilir!., diye bağırtıldı.

Yalın ayak yarım pabuçlu derviş çömezi kılıklı bir oğlanın Aksaray pazarından kuzu eti ile has ekmek alması bir adamın gözüne çarpdi: «Bu oğlanın yüzü bana yabancı değil, Bektaşm yanında gördüm gibi geliyor, dervişler de kuzu eti ile has ekmek yemez» deyüb peşine düşdü, girdiği evi gördü, bir hamzevî-nin evi olduğunu öğrenince Bektaşm orada olduğunda şüphesi kalmaSı, Boyacı Hasan Ağaya ihbar etti o da Terlikci Mehmed Çelebinin evini basdı. Bektaş Ağa can korkusu ile dolab ardı gibi dar bir yere girib saklanmışdı, çık dediler, çıkmadı, kılıç ucu ile dürtüb çıkardılar, rizâsı ile teslim olmadı, yumruk ve" tekme ile başını, vücudunu iyice hırpaladılar, yetmiş beş seksen yaşında idi, fakat gaayet zinde ve iri yarı adamdı, yüzü ve ak sakalı ve üstübaşı kan içinde kaldı, güciyle tutup kollarını bağladılar, elleri bağlanırken:

— Bakaa Boyacı Hasan, gel hemen ağ
zımdan bir küfür söz çıkmadan beni burada
öldür!., dedi.

Yalın ayak, başında takke, sırtında entari, ev -kılığı ile tutulmuşdu. Boyacı Hasan Ağa hakaret kas.dı ile Bektaşi bir taşçı eşeğine bin-. dirip götürmek istedi. Mahalleliden Hamza Çavuş adında bir ihtiyar Boyacı Hasan Ağayı bir kenara çekip :

— Gerçi şu Bektaş pâdişâh gazabına gel
miş her türlü cezaya lâyık bir adamdır, fakat
ocak mansıblarmdan hepsinde bulunmuştur,
şimdi sen bunu eşeğe bindirip götürür isen
bütün yeniçeriler bunu ocağa,hakaret sayar
ve sana kin besler, bir vaktinde de senden in
tikam alırlar, benim beygirime bindir, götür!.,
dedi.

Hasan Ağa nasihati kabul etti Bektaş Ağa çavuşun beygirine bindirildi, elleri bağlıydı, ayaklarına da atın karnından bukağı vuruldu. Başında destarsız bir siyah takke - kavuk vardı; yüzünü ellerini bile yıkatmamışlar, her tarafı kan içinde, perişan bir halde idi.

Aksaraydan Bâbıhümâyuna kadar, yoluna ve peşine dökülüp katılan halkın türlü hakaretine uğradı.


  • Pâdişâh hâini, işte cezanı buldun!..
    diye yüzüne tükürüyorlardı. En ağır küfürler
    savruluyordu. Beygirin peşine çarşı boyundaki
    dükkânların çıraklarından elliden fazla nîıi-
    rahik oğlan katılmış :

  • Bre ur gidiye!..

  • Bre as gidiyi!..

  • Bre bu kimin şapkası?

  • Falanın şapkası!.. Filânın şapkası!.,
    diye bağrışıyordu.

Muhafızlarının ufak bir ihmâli olsaydı halk tarafından linç edilecekti.

Bu hâl ile saraya varıldı; pâdişâha arz edildi, içeriden cevab gelinceye kadar kapu arasında bekletildi. O sırada Kösem Sultanı elleriyle boğmuş olan Zülüflü Baltacı Kuşçu Mehmed adındaki delikanlı geldi:



  • Bre hâin zâlim, ben sana ne işledim ki
    beni de deftere yazub başımı istedin?!.,
    deyince Bektaş Ağa kaşlarını çatub:

  • Bre put kıyafetli kaatil, yıkıl şura
    dan!., diye bağırdı.

BEKTAŞ AĞA (Piyazcı)

— 2442 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

—2443 —

BEKTÂŞÎLER




Kuşçu Mehmed :

-r- Bak şu mel'unun vaz'ına!.. diyerek •küfürler savurdu.

Arz Odasında pâdişâhın huzuruna çıkarıldı; çocuk pâdişâh canına kasdetndş adamla konuşmadı, hâlini şöyle bir seyredüb idamını işaret etti, hemen kemend atup boğdular, cesedini Babıhümâyun önünde bir kaç saat teşhirden sonra bir kilime sararak hammallarla evine yolladılar. Konu komşudan bir kaç müs-lüman civar bir mescidde namazını kılup sur dışında defnettiler, mezarına nişan konulmadı.

Bütün serveti hazîne adına müsadere olundu.

Çorbacılığı zamanında, gençliğinde hizmetinde bulunduğu Sekbanbaşı Deli Kasım Ağanın kızı ile evlenmişdi; bu izdivacdan bir oğlu olmuşdu, ki babasının idamında kırk yaşlarında idi; belki daha yaşlı idi, Bektaş Ağanın kirli işlerine karışmamışdı; «Gayri meşru servettir» diyerek babasının gizli bir hazinesini haber verdi; evinde büyük bir havuz vardı, suyu boşaltıldı, dibindeki gizli kapak açılınca büyük bir mahzen meydana çıkdı, iki büyük kalaylı bakır güğüm dolusu altın ile kıymetine bahâ biçilmez mücevherlerle antika, nâdî-de eşya bulundu.

Bektaş Ağayı tutub getiren Boyacı Hasan ağaya bu hizmetine mükâfat olarak Ka-pucular Kethüdâlığı verildi. Her halde saklandığı yeri ihbar eden de umduğu ihsanı görmüş olacakdır.

BEKTAŞ AĞA (Piyazcı) — 1885 ile 1905

yılları arasında eski ahşab Galata Köprüsünün Üsküdar İskelesindeki salaşlardan birinde kurulmuş bir dükkânın sahibi; adı gibi, almış olduğu nasib itibariyle kendisi de Bektaşi olan Kalkandelenli bir ithiyardı; fasuJya piyazı, zeytinyağlı fasulya yahnisi, ciğer kebabı ve yazın patlıcan tavası yapar, buz gibi nefîs limonata ve kayışdağı suyu da bulundururdu. Onun hazırladığı Büyükşehrin bu pek mütevazı ve umumî halk yemeklerinde bir başka lezzet bulunur, ağızdan ağıza medhedilirdi. Dükkânı halkın orta tabakasının dahi büyük tehalük ve iştihâ ile koşub geldiği ve kuru tahta peyklerine oturub» karınlarını doyurduğu bir yer, idi.

Reşad Mimaroğlu

BEKTAŞ EFENDİ (Hacı) — On altıncı asır ulemâsından; Kanunî Sultan Süleymanın muallimlerinden ve imamı olduğu söylenir; büyük hükümdarın zamanında sözü gecen simalardan olup Sultan Süleyman bilhassa Yeniçeri ocağının nizam ve intizâmına dâir hususlarda bu Hacı Bektaş Efendinin reyi ile hareket edermiş, bunu kaydeden Hadikatül Ce-vâmi müellifi Ayvansaraylı Hüseyin Efendi: «Yeniçerilerin Hacı Bektaş Velîye dayanmaları bu Hacı Bektaş Efendi adı münasebeti üs olduğunu söyleyenler vardır» diyor ise de Yeniçerilerin bektâşîliği ocağın kuruluşu ile başladığı aydın hakikattir.

Karaköyde fevkaanî bir mescidi vardı; Ayvansaray dışında müstakil bir nazirede med-fundur.

BEKTAŞ EFENDİ MESCİDİ — Galatada Karaköyde Yeraltı Camii'nin çıkmaz sokağı karşısında fevkaanî bir mescid idi, altında dükkânlar vardı; Türk îstanbulun üzerinden büyüklü küçüklü pek çok eedad yadigârı kaldırmış olan ve adına da îmâr denilen Menderesin vandal kazması île kaldırılmışdır.

Hadikatül Cevâmi: «Kurşunlu Mahzen dâhilinde Sandıkçılar başındaki hamam ve o • civardaki bâzı binalar, bu camiin vakfındandır, cami de hamamın karşısındadır» diyor. Bu ka-yıddan geçen asırda Galatamn o tarafına Sandıkçılar başı denildiği öğreniliyor; biz Bektaş Efendi Mescidi karşısında bir hamamın mevcudiyetini hatırlamıyoruz; her halde Hadika-mn tab'ı târihi olan hicri 1281 (milâdî 1864-1865) den sonra yıkılmış olacaktır.

Hadikatül Cevâmi müellifi Ayvansaraylı Hüseyin Efendi bu Bektaş Efendi Mescidi vaY. fından bağlanmış bir aylıkla geçinirmiş.

Keşad Beyatîı

BEKTAŞÎ —e İstanbul argosunda rind, kalender, her hâli hoş görür, pervasız, laubali, ayyaş tipler; misaller :

— Evi satacağım, komşu yüzünden!.. KÜ-. çük beyin kız, küçük hanımın da oğlan arkadaşları gelir, gece yarılarına kadar mızıka f kucak kucağa tepinme, zıplama., valide hanım oralı değil, siyatiği varmış, bağçede kanape-ye uzanır, tığ gibi bağçıvan oğlana bacaklarını oğdurur.. Beyefendi de., dur bakayım neymiş, frenkce acâib bir isim söylediler..

— Düşünme, bektâşî de, çık işin için-

den...

Çoğalub meygedenin kallâşi Oldu heb halkı cihan bektâşî



Yenişehirli Avni

On beşinci kocası Çıkdı zaman kallâşi

Mezhebi gaayet geniş Belli herif bektâşî Eve gelir her giee Yanında bir yoldaşı Bîr şeMevend zeberdest Meyhane arkadaşı Eli ayağı düzgün Yerinde gözü kaşı Damarda kaynar kanı Onsekiz yirmi yaşı Bekâr uşağı oğlan Tam karının oynaşı Bacı kadın fırına . Verir mercimek aşı Gece gündüz herife Döker gayrı göz yaşı Çöz ayağın bağını Anan babanın başı Biri iki görürsün • Olmadan gözün şaşı İkimizden birine Dikilir mezar taşı.

(Kırk Kocalı Hanife hikâyesi)

BEKTÂŞlLER, BEKTÂŞÎ TEKKELERİ — Bektâşî tarikati ve bektâşîlik İstanbul Ansiklopedisinin plânı dışında konulardandır.

Bu tarikatın Yeniçeri Asker Ocağı ile olan çok sıkı bağı, bütün yeniçerilerin bektâşî olması, hattâ bu asker ocağına «Hacı 'Bektaş Ocağı» denilmesi, yeniçerilerim de «Tâifei Bektâşiyan», «Dûdmânı Bektâşiyan», «Ağaya-nı Bektâşiyan» gibi isimlerle anılması, kibarı veya fakiri, baba (şeyh) ve can (derviş), tarikatlarının kıyafet ve alâmetleri ile bektâşilerin îstanbulun günlük hayatında ne kadar önemli bir yer aldığını aydın olarak gösterir. Geniş bif tesâmühe, her şeyi görmeye ve kabahatleri, günahları örtmeye, ve sevişme kapusu-nu ardına kadar açmaya dayanan bir hayat ve muaşeret telâkkisi en basit ve avâmî mânâsı ile benimsenerek bilhassa İstanbulun ayak takımı ve bu arada büyük şehire gelen bekâr uşağı garib yiğitler üzerinde bektâşî fukarası canlar çok müessir olmuşlardır. Yeniçeri kış-

Kolluk neferi ve bektâşî babası (Resim : S. Bozcaîı)

lalarında, bekâr hanlarında, bekâr odlarında ijlfet ve muhabbeti en kaba ve maddî anlayışla bektâşî felsefesi tanzim etmişdir. Onun içindir ki bu tarikat İstanbul'da.pek az âlim"ve pek çok kalender şâir yetiştirmişdir.

Ve yine onun içindir ki bektâşî babaları, canları İstanbulun dâima ayak takımı kesafeti bulunan semtlerinde dolaşmışlar, Yeniçeri Kışlalarındaki tekkeler müstesna, İstanbul Şehrinin içinde, mahalle hayatına karışarak tek bektâşî tekkesi kurulmamışdır; İstanbul-da 10 bektâşî tekkesinden üçü Halicin bitiminde (Sütlücede Bademli tekkesi, Karaağaç tekkesi, Eyyubda Karyağdı Bayırı tekkesi), ikisi sur dışında (Kazlıçeşme tekkesi, Tabke-ciler tekkesi), ikisi Boğazda (Rumelihisarı arkasındaki dağ üstünde Şehidlik tekkesi, etrafı gayri meskûn, ensesi dağ Paşa Limanı tekkesi), üçü tamamen şehir dışında (Merdiven köyü tekkesi, Başıbüyük köyü tekkesi, Çamlıca .tekkesi) kurulmuşdur.

Büyüklerinin içinde, muaşeret nizamı dikkatle tanzim edilmiş ve birer edebî ve ilmî



BEKTÂŞÎLER

_ 2444 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

2445 —

BEKTÂŞÎLER




mahfil, kulüb hâline gelmiş kahvehaneler ekseriyet ile bir mevlevt dervişinin elinde bulunur iken, içlerinde ayak takımının kaynaştığı muazzam yeniçeri kahvehanelerinde de, uşakların başında, istisnasız bir bektâşî babası bulunmuştur.

Yeniçeri Ocağının kuruluşundan kalma an'aneler gereğince yapılan törenlerde bektâşî babaları dâima bulunmuş, babalar ve canlar, yeniçerilerin yanında ve kıyafeti mahsu-saları ile hattâ ihtilâllere katılmışlardır.

Yeniçerilerin son devrinde, Ocağın bir haşarat yatağı olduğu devirde bektâşî babaları ve canlarının da onlara ayak uydurdukları muhakkaktır.

Bektâşî tekkelerindeki günlük hayat ve bektâşî âyinleri, cemiyetleri hâlâ gereği gibi aydınlanmıştır diyemeyiz; çok şey yazılmış, fakat kadimden beri «bektâşî sırrı» denilen tekke hayatının iç yüzü tam ışığa kavuşama-mışdır; tekkelerin mahremiyetine girmiş olanlar ketum olmasını bilmişler; konuşub yazanları da bu tarikat erbabı hakkında haksız, hiç olmazsa çok mübalâğalı tecavüz ve ittiham-ları red etmeğe çalışmışlardır. Bundan dolayıdır ki, İstanbul basınında «Bektâşî Sırlan», «Bektâşî Meydanları», «Âyîni Cem» gibi konular hâlâ geniş alâka toplayabilir.

Bıyıklarını, sakallerini tıraş ile bir şekle sokmayub perişan perişan uzatmaları; kadınların ancak hârice karşı örtnüb tekkelerde tesettürün kaldırılmış olması, sofralarda, meclislerinde badenin mutlaka bulunması, kadında veya erkekde tecellî eden güzelliğe karşı lâübâlî ve pervasız meylü alâka, zina ve livâta yollan ile fuhuş çirkâfına girilmemiş dahi olsa bektâşîleri dinsizlik ve ahlâksızlıkla itti-ham ettirmiş dir.

1826 da Yeniçeri Ocağı kanlı bir şehir muharebesi ile kaldırıldığında, Türkiyede bektâşî tarikati de ilga edilmiş, başda îstan-bul, bütün bektâşî tekkeleri kapatılmış, o tâ-rihden altmış sene evvel (hicrî 1181, milâdî 1767 de) mevcud olan tekkeler diğer tarikat-lere devredilmiş, geri kalanı muhdes sayılarak yıktırılmışdır; ve tekkelerdeki babalar ile mü-ridleri de, az sonra kaydedeceğiz, şahsen küfr ile ittiham edilmemişler ise sürgün edilmişlerdir; küfr ile suçlanan bir kaç baba ve mürid de îdam olunmuşlardır,

1247 de İranda Nişâburda doğmuş ve 1337-1338 arasında Anadoluda Kırşehir civarında yarleşdiği Karahöyükde vefat etmiş olan Bektaş Velînin türbedarı olan Baba, bek-tâşîlerin en büyük şeyhi bilinirdi; bu zâtin «Hacı Bektaş Vekili» unvanı ile İstanbula gönderdiği bir Baba da İstanbuldaki bütün bektâşî tekkeleri Babalarının en büyüğü olarak Ak-sarayda Et Meydanında Yeni Odalar diye anılan büyük yeniçeri kışlasında 94 üncü Ortanın odaları arasında yapılmış kışla tekkesinde otururdu.

Sonraları Hacıbektaş adını alan Karahö-yükdeki büyük şeyh vefat ettiğinde yerine geçen yeni şeyh İstanbula gelir, başda Yeniçeri Ağası, Ocak erkânı, yeniçeriler ve bütün bektâşî tekkeleri babaları ve canları tarafından Üsküdarda parlak merasimle karşılanır, İstanbula geçirilip muhteşem bir alayla Süley-maniyedeki Ağa Ka.pusuna götürülür, orada Yeniçeri Ağası tarafından başına babalık tacı konulur, yine parlak bir alayla ve Yeniçeri Ağası, ocak erkânı ile beraber Bâbıâliye götürülür, orada da sadırâzam tarafından bir şeyhlik cübbesi - feracesi giydjrilirdi. Hacı-bektaşa dönünceye kadar Ağa Kapusunda misafir olur, mevsimine göre, her gün, meşhur mesirelerde, bağ ve bağçelerde, yalılarda, konaklarda, âli ziyafetlerle ağırlanırdı.

.îstanbulda «Hacı Bektaş Vekili» unvâ-niyle 94 üncü Ortanın kışlasında oturan Babalar ile yine kışlalardaki diğer tekkelerde post nişin olan Babaların yeniçeriler üzerindeki nüfuzu çok büyük idi; Müverrih Cevdet Paşa hicrî 1238 ve milâdî 1822 -1823 vekaayii arasında, yâni Yeniçeri Ocağının kanlı lağvından ancak üç sene evvel bir Haydar Babadan bahseder ki, hâdise şayanı dikkattir; vak'ayı bugünkü sohbet dilimizle naklediyoruz:

«Malum a, yeniçeriler bektâşî olduklarından aralarına bektâşî kılığında nice mezheb-sizler girer, söze karışırdı. Evvelce acem râ-fızîlerinden Haydar Baba nâmında bir kallâş yeniçeriler içine girip Sultan Selim ve Alemdar Paşa vakalarında bulunmuş ve sonra sa-vuşub İrana gitmiş iken bu esnada yine İstanbula gelip 99 uncu Ortanın kışlasında mel'a-net ve şeytanet hasırını. sermişdi, îstanbul-dan defedilmesi lâzımdı, fakat .kışladan dışarı yalnız çıkmaz, yanında dâima yeniçeri usta-

larmdan bir kaç kişi bulunurdu, ihtiyatlı herifin ustalar yanından alınıp tevkifi ve İstanbuldan tardı güç idi, bu iş yeniçeri ağası Hasan Ağaya havale olundu, o da (Ocak zabitlerinden) mahremi olan bir kaç kişi ile görüşüb, bir kolayını buldu, Haydar Babayı Çardak Kolluğuna getirtti ve Çardak İskelesinden bir gemiye bindirilip Üsküdara geçirildi ve sıkı nezâret altında Boluya sürüldü. Fakat Babanın İstanbuldan, çıkarıldığı gün bir kaç usta yeniçeri ağasına gelerek Haydar Babanın derhal İstanbula iadesini istediler, Hasan Ağayı tehdid ederek bu hususda Bâbıâliye bir arîza yazdırttılar. Sadırâzam: «Emîrülmü'minînin emri ile olan bir işe Yeniçeri kullarının mü-dühalesi ubudiyet vazifesine yakışmaz» diye cevab verdi; Yeniçeriler ayak dirediler, mess-le fetvahaneye havale olundu, Şeyhülislâm Efendi: «înıâmül müslimîn hayırlı olduğu düşüncesiyle bir kimseyi İstanbuldan sürgün ederse o kimsenin iadesi için hükümet ve pâdişâh tazyik edi,lmez» diye fetva verdi, bu fetvaya dayanılarak Haydar Babanın sürülmesi için bir hattı hümâyun yazıldı, fetva ile ferman yeniçeri ağasına gönderildi. Ağa da bütün Ocak zâbitânı önünde okudu, yeniçerilere yine sükûnet gelmedi, yer yer türlü fesad dedikoduları yaydılar. Mesele Haydar Babanın Boluya varır varmaz nefes darlığından ölümü (?) ile kapandı».

Cevdet Paşa Vak'ai Hayriyeden- sonra Türkiyede bektâşîliğin kaldırılmasından bahsederken «bu mülhidlerin yeniçerileri ifsad ettikleri tahakkuk etmişdir;' ekserisinin şer'i şerife mugayir ef'âli ve mezmum'hareketleri görülmüştür» diyor. Müverrih Paşanın bu ağır ittihâmı bektâşîler hakkında kadimdenberi söylene gelenler yanında çok hafifdir. Anadoluda bir meşhur bektâşî tekkesi de Seyyidga-zide idi; İstanbula gelen babalar, canlar ilk terbiyelerini Hacıbektaş ile Seyyidgazide görürlerdi; aşağıdaki satırları Sahhaflar Şeyhizâ-de Esad Efendi kadim metinlerden naklen kaydediyor:

«Anadoluda Seyyidgazi Tekkesi bir fisik ve dalâl ocağı idi. Her yerden kopup gelmiş, anasını atasını azarlatmış battallar, işden kaçmış, aşık olmuş, postunu boklar abdallar, çehrelerinden iman nuru uçmuş, alınları kara yazılı adamlardı. Namazımız kılınmış, kefeni-

miz ^dikilmiş, suyumuz ılınmış diye namaza yüz yummazlar ve müezzine kulak kabartma-yub imama uymazlardı. Pâdişâhın sadakalarını, iyilik severlerin hayratını yerler öküz iştihah eşeklerdi. Köy ve kend halkı bu dec-câl heriflerin ardlarına uyarlar, buldukları dilberleri soyub kendi libaslarına koyarlardı. Dânişmend müderrise incinse, sipahi oğlanı ağasına küsse, yalın yüzlüler babalarına darıl-sa kandesin Seyidgazi Ocağı diye ararlar, soyunurlar, kazan kaynatırlar, âşıklar da o yalın yüzlü delikanlıları simâü safa diye oynatırlardı». Çok ağır ittihamlardır.

Sahhaflarşeyhizâde Esad Efendi ocaklarının kaldırılması ile sona erecek son yeniçeri ihtilâlinde bektâşîlerin bu fitneye de iştiraklerini göstermek için bir fıkra naklediyor:

«Defteri Hâkaanı hulefasından ve akrabamızdan Âsim Bey şöylece nakletti:

«Vak'a günü, yâni,perşembe günü (B.: Vak'ai Hayriye) tatil olduğu için, bir kaç kalem arkadaşı, vak'adan gaafil, erkenden bizim yalıdan kalkmış, Göksu mesiresine gitmek üzere Anadoluhisarına varmışdık. Fitneyi orada fakat muhtasarca haber aldık, müdhiş hâdisenin tahkiki telâşında iken İstanbuldan sür'at-le gelen bir kayık Hisar sahiline yanaşub içinden bir betâşî çıkdı, daha bir şey sormadan:

— Be hey gaalfiller, burada ne durursunuz, varın evlerinize gidin, yoldaşlar uyandı, erkânı saltanatı bitirdiler, ben dahi uyuyan fu kale neferlerini uyandırmaya gidiyorum!., diyerek bizi kedere saldı».

Vak'ai Hayriyeden sonra Bektâşî Tarika-tinin Türkiyede kaldırılması kararı 2 zilhicce 1241 (milâdî 8 temmuz 1826) cumartesi günü Topkapusu Sarayında Ağalar Camiinde toplanan bir meclisde verildi; bu tarihî meclise devrin rical ve ulemâsı ile birlikte bütün tari-katler şeyhlerinin en meşhurları iştirak etti, İkinci Sultan Mahmud da müzâkereyi bir kafes arkasından tâkib etti. Meclise iştirak eden şeyhler şu zâtlerdir:

Yahyâefendi türbedarı ve şeyhi Hafız Efendi, İdris Köşkü Tekkesi şeyhi Balmumcu Mustafa Efendi, Galata Mevlevihânesi şeyhi Kudretullah Dede, Beşiktaş Mevlevihânesi şey-Ali Efendi, Halvetiyeden Kocamustafapaşa şeyhi ile zâkirbaşısı Şikârîzâde Ahmed Efendi, Merkezefendi şeyhi Ahmed Efendi, Üsküdar-



BEKTÂŞÎLER

_ 2446 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 2447 —

BEKTÂŞÎLER




da Nâsûhîzade Şemseddin Efendi, Celyetiye-den Üsküdarda Hüdâî Dergâhı şeyhi Şahab Efendi zade Seyyid Efendi, Bandırmalızâde Galib Efendi, Saadiyeden Kovacı Dergâhı şeyhi Emin Efendi.

İlk sözü Şeyhülislâm Kadızâde Tâhir Efendi aldı; şeyhlere hitabla:

— Hacı Bektaş Veli ve şâir pîranı izam ve eizzei .kiram hep ehlullah olup onlara kat' iyyen diyeceğimiz yoktur. Lâkin tarîkatlere girenlerin o tarikatın kadîmden devam ede , gelen usûl ve erkânına riâyet etmesi şer'i şerife kemâliyle uyması lâzımdır; hattâ şerîai-de mekruh olan tarikatda haramdır; bâzı câhiller bektâşîlik nâmı ile nefis'havasına uyub farzların edası değil belki ibâdetleri hiçe sayıp haram olan şeyleri helâl bilerek kâfir oldukları aşikâr oldu; sizler ki muhtelif tarî-katlerin şeyhlerisiniz, bu hususda duyduğunuz, bildiğiniz nedir? Bu makuuleler hakkında ne dersiniz? dedi.

Şeyhlerden bâzıları: - ,

— Bizim onlarla ülfetimiz yoktur, halle
rim de bilmeyiz!., dediler.

Bâzıları da:

— Üsküdar taraflarında bu gibi inkâr
ların vukuu duyulmuştur!., dediler.

Bâzı ulemâ da : «Bektâşîlerin şer'i şerife aykırı hareketlere cesaretleri ağızlarda dolaşır ise de her birinin üzerine şahıs be şahıs, .kitab ve sünnete aykırı şenî söz ve hareketleri sabit olmadığı takdirde umumu hakkında şer'î bir hüküm nasıl verilebilir?» diye sordu.

Ulemâdan biri:

— Bektaşî rüesâsmdan Kinci Baba de


dikleri mülhid ile İstanbulağasızâde Ahmedin
ve Salih adındaki uygunsuzun oruç tutmadık
ları, namaz 'kılmadıkları şenâetinden başka
sözleri ile de kâfir olduklarını herkes bilir,
katilleri vâcibdir!.. dedi.

Yâsincizâde Efendi de:

— Bektâşîlerin habîsâne söz ve hareket
lerinin şahıs be şahıs üzerine sabit olmasına
lüzum yok, bunların siyâseten cezalarının ic
rası caizdir!., dedi.

Vak'anüvislerin bu meclis hakkında verdiği malûmat bundan ibarettir; görülüyor ki, Bektâşîlerin aleyhinde müsbet delillere dayanılarak bir ittiham yapılmamıştır. Meclisde

ridler tevkif edilerek Dabhâne mahzenine hab-fından verilmiş hükmün bir meclise mal edilmiş olmasından ibaret olduğu aşikârdır.

Yukarıda da kaydettik, o gün Bektaşî Tarikati ilgaa edildi, bütün bektâşî tekkeleri kapatıldı; imparatorluk içinde asırlar boyunca bu tarikate ve tekkelerine vakfedilmiş bütün emlâk ve arazî hazine adına müsadere edildi. İstanbul tekkelerindeki Babalar ve mü-ridier tevkif edilerek Darbhâne mahzenine nakşedildiler. Kinci Baba, İstanbulağasızâde Ah-med Baba ve Salih Baba îdam olundular. Diğerleri Şeyhülislâm Efendi tarafından bir îman ve akîde yoklamasına çekildi; islâmî ilimlerde derin bilgileri olmamakla beraber zındık ve mülhid olmadıkları da anlaşıldı; fakat siyâseten hepsinin sürgüne gönderilmesine karar verildi; Rumelihisarında Şehidlik Tekkesinden Mahmud Baba ile yedi nefer müridi Kayseriye, Öküz yahud Paşa Limanı Tekke-sindeki Ahmed Baba ve • Kazlıçeşme Tekke-sindeki Hüseyin Baba ikişer nefer müridleri ile Hâdim'e, Karaağaç Tekkesinden o tarihde ayni zamanda «Hacı Bektaş Vekili» olan İbrahim Baba ile sekiz nefer müridi, Südlice Tekkesinden Mustafa Baba ve Eyyubda Karyağdı Tekkesinden Mustafa Baba üç nefer bektâşîsi ile Birgiye, Karaağaç Tekkesinde misafir olan Yusuf Baba Amasyaya, yine misafirlerden Ayıntablı Mustafa Baba Güzelhi-sara, Kincinin kardeşi Mehmed Baba, Çamlıca Tekkesinden Mehmed Baba ve Merdiven-köyü Tekkesinden diğer Mehmed Baba dört nefer müridi ile Tireye gönderildiler. Bu bektâşî sürgününde göze ve dile gelmeyenler kıyafetlerini tebdil ile İstanbulda birer köşeye. çekildiler.

Fakat bâzı garazkâr vicdansızlar pâdişâhın bektâşî düşmanlığından istifâde etti, hasımlarını bektâşflikle damgalayarak ihbar ettiler, nice mazlum ve masumlar evinden, aile yuvasından alınıp sürgün mihnetine atıldı;, bu arada bektâşilik ile hiç ilgisi olmayan devrin-seçkin simalarından Melekpaşazâde Ab-dülkadir Bey, Şânizâde Atâullah Efendi ve İsmail Ferruh Efendi İstanbuldan xuzaklaştı-rıldı (B. : Abdülkadir Bey, Melekpaşazâde; Atâullah Efendi, Şânîzâde; Ferruh Efendi, İsmail; Ortaköy cemiyeti ilmiyesi).

Vak'ai Hayriyeden sonra Bektâşîlerin

ağır iftiralara, haksız hücumlara, haksız tâ-kiblere uğradığı bu gün aydın bir hakikattir. İkinci Mahmud devrinde bektâşîîere en amansız hücumda bulunan kalem sahibi, vak'ai Hayriye üzerine «Üssü Zafer» adı ile bir tarihçe yazmış olan vak'anüvis Sahhaflar şey-hizâde Esad Efendidir; bu zât vak'anm hemen tezine, daha bektâşî takibi başlamadan düşmanlığını şu kıt'a ile açığa vurmuştur:

\

Yeniçeri îâifei bâgiyesi şerrinden Hanıd ola eyledi Hak devleti islâmî emin Bileriz kim ide bektâşîleri herkeste Birisi düşmeni devlet birisi düşmeni din

Bektâşîler sürgüne gittikden sonra Ke-çecizâde İzzet Molla da şu kıt'ayı söylemişdir:

Dûdmâm yezîdiyan söndü Camları varsa birbirin korusun Ağalar eyledi cahîme sefer Çaldı foektâşîler de göç borusun

1826 dan sonra, Cumhuriyet devrinde bütün tarîkatlerin lağvedilerek bütün tekkelerin kapatılmasına kadar Türkiyede resmen bektâşî tekkesi açılmadı. Ancak, Tanzimatdan sonra bektâşîler tarikatlerine âid tekkeleri Nakşî tekkesi adı altında açarak içlerinde bektâşî âyini yaptılar.

İstanbul tekkeleri üzerine tek rehber Üsküdarlı Ahmed Münib Beyin «Mecmuai Tekâ-yâ» adındaki 16 sayfalık risâlesidir, hicrî 1307 (M. 1889-1890) de basılmış olan bu risalede, o tarihde içlerinde bektâşî âyîni yapılan bektâşî tekkeleri hep nakşî tekkesi olarak gösterilmiştir. Bu Ansiklopedinin kıymetli kalem arkadaşlarından Midhat Sertoğlu bize, Tanzimatdan sonra nakşî tekkesi kisvesi altında açılmış dokuz bektâşî tekkesinin adını, son şeyhlerinin isimleri ile beraber vermişdir ki, şunlardır:



  1. — Merdiven köyünde Sahkulu Tekke
    si; son şeyhi Hasan Tahsig Baba (1890 da Meh
    med Ali Baba).

  2. — Çamlıca Tekkesi; son şeyhi Ali Nut-
    ki Baba (Tahir Baba Tekkesi; 1890 daki şeyhi
    Nuri Baba).

  3. — Eyyubda Karyağdı Tekkesi; son
    şeyhi Yaşar Baba, (1890 da Salih Baba).

  4. — Sütlücede Karağaç Tekkesi; son
    şeyhi Hasib Baba, (1890 da Hasib Baba).

  5. — Kazlıçeşme Tekkesi; son şeyhi Nu-

ri Baba (Perişan Baba Tekkesi,, 1890 daki şeyhi Hasan Baba).

  1. — Rumelihisarında Nâfi Baba Tekke
    si; son şeyhi Nâfi Baba (Şehidler Tekkesi, 1890
    daki şeyhi Nâfi Baba).

  2. — Topkapu dışında Takkeciler Tek
    kesi; son şeyhi Abdullah Baba.

  3. — Sütlücede Bademli Tekkesi; son
    şeyhi Münir Baba (1890 da Münir Baba).

  4. — Başıbüyük Köyünde Dilâver Baba
    Tekkesi; son şeyhi Dilâver Baba.

Yüklə 5,55 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   76




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin