Kalesinde Halil Paşa Kulesi ve sahil kapusu Resim: Sabiha Bozcalı



Yüklə 5,55 Mb.
səhifə16/76
tarix27.12.2018
ölçüsü5,55 Mb.
#86801
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   76

BEKİR ÂĞA — On yedinci ısır sonlarında yaşamış namlı çiçekçilerden; .«Halkârî», «Güîi İren», «Vasat Tohumlu» ve «İzâ-rî», «Güli İren», «Vasat Tohumlu» ve «İzârî» isimleri ile tescii edilmiş üç girid lâlesi ilk defa bu zâtde görülmüş idi. Hayatı hakkında başka bilgi edinilemedi. Bibi. : Tezkire! gükûfeciyan

BEKİR AĞA (Arnavud Kara)

— Alemdar Mustafa Paşa zamanının en namlı zabıta âmirlerinden Üsküdar Ustası (Yeniçeri 0-cağının Üsküdar ve havalisi kumandanı). Üsküdarda Balaban iskelesi ve etrafı bir haşerat yatağı halini almıştı. Kayıkçı, Kalyoncu, hamal ve manav makulesinin aşkın rezalet ve fasıllarından, Bekir Ağa Üsküdar Ustası olun-

ISTANBUI

caya kadar zabıta kol gezemez olmuştu. Irz ve namus bilmiyen bu baldırı çıplaklar, bekâr odalarından zabıta üzerine, piştovla ateş ederler, hatunları iğfal, delikanlı uşakları cebren odalarına davet ederler, işret, fesad ve şenaat içinde yuğrulmuş yaşarlardı. Kara Bekir Ağa Üsküdar Ustası olunca iş değişiverdi. Çarşı ve pazarı yanında iki çuhadarla dolaşırdı, bunlardan birinin elinde kılıç, öbürünün elinde bir kırbaç bulunurdu. Bilhassa, Üsküdar inzibatına memur olup da bizzat kendileri türlü fesad ve şenaat peşinde koşan Yeniçerilerin 59 uncu orta yoldaşlarına (B.: Elli dokuzlular) karşı çok şiddetli davranırdı. Üsküdar yiğitleri, bir meyhaneye girip akçesiyle dahi işret edemez olmuşlardı. Eskiden Üsküdara misafirliğe gidilemez, hele evlât ve ayal asla götürülemezdi. Bekir Ağa öyle bir emniyet verdi ki, cümle âlem rahat nefes aldı. Irz ehli kapısından çıkar oldular. Hattâ hıristiyan-lar, mehtaplarda, gece saat alaturka iki buçuk üçe kadar kırlarda safa

sürüp iyşu işret etmeğe başladılar.

Alemdarın felâketine sebep olan ihtilâlde, (B.: Alem-darpaşa Vak'ası). Bekir Ağa o kadar şiddetli hareket etti ki Üsküdara dışarıdan kuş uçur-madı. Üç gün, hiç kimse İs-tanbulda olup bitenleri -öğrenemedi. Yeniçeriler Bâbıâli-yi kundakladıkları zaman yangın nerede? Yanan neresiydi? Üsküdarlılar merak ve heyecan ile kıvrandılar. Nihayet İstanbuldan ümidi kesince Bekir Ağaya bir şaşkınlık geldi. Evvelâ bir emirle bütün dükkânları kapattı. Sonra açılması için emir verdi. Yeniçerilerin kayıklarla Üsküdara doğru geldiğini öğrenince de kaçtı, düşmanları çoktu, gizlendiği evde yakalandı; Üsküdarda iskele meydanında idam edildi.

Bibi.: Câbi Said Vekaayinâmesi.

m

ANSİKLOPEDİSİ



BEKİR AĞA (Binbaşı) — Geçen asrın ikinci yarısında Bayazıdda Seraskerlik Dairesindeki askerî mahbushânenin müdürlerinden; şiddeti, merhametsizliği, mevkuflara ve mahkûmlara hattâ Zalimane muamelesi ile İstan-bulda muhitine dehşet saçmış bir sîmâ; öylesine ki bu mahbushânenin idaresi ve muhafazası için bütün efradı bu Bekir Ağa tarafından teker teker seçilmiş zehri kaatil misâli adamlardan müteşekkil bir bölük de kumandanlarına nisbetle «Bekirağa Bölüğü» adını almış, ayni isim bu askerî mahbushâne'ye de alem olmuşdü. Zamanımızda İstanbul Üniversitesinin merkez binası olan Seraskerlik Dâiresi avlusunun Süleymâniye tarafında olan Bekirağa Bölüğü 1950 - 1955 arasında yıktırılmıştır. Bilhassa 1908 meşrutiyetinden sonra İttihad ve Terakki Fırkasının tahakküm ve istibdad devrinde Bekirağa Bölüğü denilen bu mahbushâne nice masum vatandaşların zalimane işkenceler altında inim inim inlediği meş'um bir bina olmuşdü.

Bekir Ağa, 1957-1958 arasında vefat iden kitabcı-sahhaf Ahmed Hamdi Tanyelinin babası olup arkadaşları arasında Kör Ahmed diye tanılan bu zat, «Tarih Dünyası» mecmuasında «Bekir Ağanın hayatda kalmış biricik evlâdı» diye imzalayarak neşrettiği iki makalede gençliğinde şakî, ömrünün büyük kısmında da zâlim zindancı olan babasını Aydın zeybekleri arasından çıkmış bir kahraman olarak göstermeğe çalışmıştır.

Oğlu A. H. Tanyelinin anlatdığma göre Bekir Ağa 1817 de Aydının Bayındır kazasında doğmuştur; babası


kü"""'

Bağçıvanoğlu Mustafa adında biridir, anası Tireli Gülsüm Kadındır; Bekir bu ailenin üçüncü ve en çük oğludur.

Binbaşı Bekir Ağa (Resim : B. Seren)

Onyedi yaşında iken vücut yapısı

BEKİR AĞA (Binbaşı)

kendisine gene irisi dedirtecek şekilde inkişaf etmiş, sırım gibi, eli ayağı düzgün, kaşı gözü yerinde, son derecede hırçın ve kavgacı olan bu delikanlı muhitinde şerrinden çekinilmesi gereken insanlardan bilinmiş, nitekim yirmi yaşında kaatil olarak silâhım almış ve dağa çıkıp şekaavet yolnu tutmuşdur, bir yıl dağda kalmışdır.

İkinci Sultan Abdülhamidin çok zengin resim koleksiyonu arasında Aydın Mahbushâ-nesindeki mahkûmlara âid de bir fotoğraf albümü vardır. Bu albümde şekavetden mahkûm zeybeklerin kıyafetleri son derece şayanı dikkattir; hemen hepsi, başlarında zeybek fesleri, zeybek yemenileri, bellerinde kalça üstünden koltuk altlarına kadar çıkan zeybek kuşakları ile üstlerinde bir don bir gömlek, baldırı çıplak, yalın ayakdır; Bayındırli Bekirin de dağda ayni kılık ve kıyafetde dolaştığı muhakkakdır.

Gene kaatil ve haydud bir müsademede yaralanır, yaralandığını haber alan anası Gülsüm Kadın tarafından aranarak bir ormanda perişan bir halde bulunur, yarası ana eliyle timar edilen Bekir Kadının ısrarı ile dağdan iner, hükümete teslim olur. Yirmi bir yaşındadır, Bayındırdan İstanbula sevkedilir, kaatil ağır suçu bağışlanıp asker olur ve Rumeli hududuna sevkedilir. Hududda fevkalâde cesareti ile kısa tir zamanda şöhret kazanır, Ça- „ vuş olur; Totrekan muhasarasındaki fedâkârlığı üzerine de mülâzimliğe terfi eder. Girid isyanı başlayınca tenkile memur kıt'aların birinde vazifeli olarak adaya gönderilir; orada, eline düşenleri amansızca yok etmek suretiyle adalı eşkiyanın gözlerini öylesine yıldırır ki kumandanı Kaymakam Hüseyin Avni Bey (istikbâlin serasker Hüseyin Avni Paşası) bu Bekir Ağanın ileride kendisine lüzumu olacağını düşünerek hâs bendesi yerine koyar, İstanbula dönerken maiyetinde getirir.

Bekir Ağa 1870 de yüzbaşı olur (53 yaşında); Birinci Hassa ordusu 2. Alayının 4. Taburunun 2. Bölüğü kumandanı tâyin edilir, biı müddet sonra da binbaşılığa terfî ederek Seraskerlik Dâiresi mahbushâne müdürlüğüne tâyin edilir; ve hâmisi Serasker Hüseyin Avni Paşanın arzusu ve tensibi ile Hassa Orudusu-nun diğer bölüklerinden seçdiği ikiyüz neferle mâhud mahbushâne bölüğünü kurar.




BEKİR AĞA (Hattat)

— 2426 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 2427 —

BEKİRAĞA BÖLÜĞÜ




Hüseyin Avni Paşa ve onu tâkib eden seraskerler tarafından o kadar şımartılır ki, seraskerlik makamında her değişiklik olduğunda bütün erkân ve ümerâ tebrike toplu olarak çıkdıkları halde Bekir Ağa, amiyane bir gurur ve azametle Serasker Paşanın huzuruna dâima tek başına girer. Pilevne kahramanı Gazi Osmanın Seraskerliğinde de ayni tavır ve eda ile tebrike vardığında Osman Paşa tarafından: «Sen kim olursun be adam böyle teferrüd iddiasındasm!..» diye tekdir edilir. Dışarda akran ve emsalinin zâhid olduğu bu istiskaal üzerine Bekir Ağa da hemen bir istida yazdırarak tekaüdlüğünü ister; Osman Paşa da hiç tereddüd etmeden kabul idüb derhal muamelesini yaptırır. Zâlim bir mahbus-hâne müdürü ve bilhassa Hüseyin Avni Paşa gibi bir müstebidin âleti olmanın etrafında ne kadar büyük nefret uyandırdığını ancak tekaüd edildikten sonra gören Bekir Ağa kendisini içkiye verir, gece ve gündüz içer, yirmi dört saatde !bir rakı binliğini deviren bir ayyaş olur; bu hal de dört sene kadar sürerek 12 ekim 1887 de ölür, Silivrikapusu dışında Bayrampaşa Çeşmesi yolunda sed üstündeki mezarlığa gömülür. Kabir taşının oğlu Ahmed Hamdi Tanyeli tarafından istinsah edilmiş kitabesi şudur:

«La ilahe illallah Muhammedün Resûlûl-lah. Mahbushâne Askeri Müdürü Binbaşı Bekir Ağanın ruhuna El Fatiha; Sene 1303».



BEKİR ÂĞA (Hattat) — On yedinci asır sonlarının namlı çiçekçilerinden ve seçkin hattatlarından; çiçekçilik alanında az zaman içinde çok güzide, rengârenk Girid lâleleri yetiştirmiş, pek kıymetli tohumlar elde etmiş, nadide sünbüllere sâhib olmuş, fakat çiçekçiliğe vefasızlık gösterip güzel güzel çiçeklerine birer isim koymamış ve onları isimleriyle tescil ettirmemişdi. Yine ilk defa bu zâtin yetiştirdiği al gülgûnî bir karanfil İstanbulda büyük şöhret yapmış ve yalnız bu çiçek ilk sahibine nisbetle «Bekir Ağa» adını almışdı. Hayatı hakkında başka kayde rastlanamadı; Müs-takimzâdenin «Tuhfei Hattatın» adındaki muteber eserinde Bekir adı yokdur, Ebubekir adı altında hal tercemeleri yazılmış hattatlardan birinin bu Bekir Ağa olması gerekir, fakat hangisinin olduğu tesbit edilemedi {B.: Ebubekir).

Çiçekçi ve hattat Bekir Ağa hicrî 1111 (Milâdî 1699) da hayatda idi.

Bibi..:. Tezkirei Şükûf eciyan

BEKİR AĞA (Kalyoncu) — İkinci Sultan Mahmud zamanında sarayda Kiler Koğuşu iç oğlanlarından, gaayet narin vücud yapısı ve pek dilber sıması ile, tâbir çağdaşı Enderun-lu Hafız İlyasındır, «bir duhteri saad ahter», kız zannedîlebilir, etvâr ve harekâtı ile pek munis görünür ise de ruhen bıçkın meşrebdi, bâzı alâka ve temayülleri dolayısiyle o. zamanlar uygunsuzlukları ve baldırı çıplak haytalıkları ile meşhur tersanelilere benzetilerek «Kalyoncu» lâkabım almışdı; görünüşüne al-danan Sultan Mahmud bu genci bir ara günlük hizmetleri için yanma almak istedi, fakat Kalyoncu Bekir Ağa Pâdişâhın pek makbulü ve tütüncüsü Şemsi Mehmed Beyin nüfuzunu çekemedi; bir gün silâhdar Ağaya «Ya o çocuk .ya ben, eğer o kendi koğuşuna gönde-rilmezse beni padişahımızın hizmetinden af edin» diye haddini bilmezlik etti, silâhdar ağa da, evvelâ Kalyoncu Bekiri, sonra da nahoş dedikoduları önlemek için Tütüncü Şemsi Mehmedi koğuşlarına iade etti; hayatı hakkında başka bilgi edinilemedi. Sene hicrî 1239 (Milâdî 1823-1824).

Bibi.: Hafız İlyas, Vekaayii Letâifi Enderunive.

BEKİRAĞA BÖLÜĞÜ — Bayazıdda Yangın Kulesinin hemen yanı başında bulunan İstanbul Üniversitesi merkez binası evvelâ Seraskerlik ve sonra Harbiye Nezâreti iken, ayni avlu - meydanda, bu binanın şimalinde bulunan askerî tevkifhane binasına takılmış olan isimdir ki, bu adı ilk müdürü olan şiddet ve zulümü ile meşhur Bayındıra Binbaşı Bekir Ağanın adından almışdır; bu bina târihimizde en acı hâtırasını, ikinci meşrûtiyet devrinde, İttihad ve Terakki Fırkasının, koca Türkiye İmparatorluğunu izmihlale götüren diktatörlüğü zamanında bırakmışdır; o devrin Bekirağa Bölüğü Tevkifhanesi müdürü olan Salim Bey de orta çağın engizisyon zindancılarını hatırlatacak bir sîmâ olmuş, siyasî maznıyılar üzerinde sık sık tatbik ettiği el ve ayak tırnaklarını sökme işkencesinden ötürü «Tırnakçı Salim» diye şöhret bulmuşdur; eğer mevcud ise evlâdü ahfadına her halde bırakmışdır.

İkinci meşrûtiyetin o karanlık yıllarında Bekirağa Bölüğünde çile çekmiş siyaset adamlarından biri, bilâhare İsmet Paşanın yanında Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti adına Lozan Sulh Muahedesini imzalayanlardan Dr. Riza Nur Beydir; merhum, «Cemiyeti Hafiye = Gizli Cemiyet» adlı eserinde Bekirağa Bölüğünde şâhid olduğu bâzı mezâlimi çok acıklı bir lisan ile anlatmıştır. Dr. Riza Nurun bahsettiği Gizli Cemiyete dahil olduğu için tevkif edilen ve Divânı Harbde muhakeme edilmek üzere Bekirağa Bölüğüne gönderilen ve o tarihde henüz 19 - 20 yaşlarında bulunan Süleyman Sırrı Efendi adında genç bir maarif memuru da rumî 1335 (M. 1919) yılında «Bekirağa Bölüğünde.. Orada neler gördüm?» adı ile küçük boyda kırk beş sayfalık bir kitab neşretmistir; aşağıdaki yatırları ' Süleyman Sırrı Efendinin hatıralarından alıyoruz:

«Bu zulüm ve belâ mahbesi, inkıraza doğru sürüklenen memleketin fecî akıbetine ağlayan vatanperverlerin masum kanı ile ıslan-mışdır. Bu îtisaf zindanı, masum ve günahsız vatandaşların can çekişen iniltilerini sağır ve dilsiz duvarları ile sarmış uğursuz bir binadır.

«Beni Bekirağa Bölüğüne götüren polis teslim olunduğuma dâir imza istedi; hapishaneye memur olan zât:

— Kerataları sayı ile vermediler, imza
istemez! dedi.

«Polis ısrar ile imza alabildi. Sonra bana hergele diye hitab edince dayanamadım:



  • Bu kelimeyi size red ederim ve tees
    süf ederim, bu meşrutiyet devrinde bir kalem
    efendisi hakkında...

  • Tutun şu herifi!., diye bağırdı.

«İki nefer kollarımı tersine çevirmeğe başladı, avazım çıktığı kadar 'bağıx

«Bir güzelce dayak yedim; ayaklarıma basamadan neferler kollarımdan tutarak beni koğuşa indirdiler, tekmelerle içeriye attılar.

«Kimi çâğırsalar vatan hâini vesaire gibi kelimâtı tahkiriye ile çağırıyorlardı, gidenler benim gibi koltukda dönüyordu, ağız burun birbirine karışmış, yüzler kan içinde idi. Ayaklarında baklaları iri zincirler takılmış, ağlayarak sürünüyorlardı. Gecenin sükûnetinde bu zincirlerin sesi, üçyüzden fazîa mahbusu alan ve beş numara bir lâmba ile aydınlatılmış olan koğuşda hüzün ve dehşet veriyordu.

«Vaktiyle buraya bölükden yetişme, ce-


sîmülcüsse, kaviyülbünye, câhil, okumak yaz-
makdan bî behre Bekir Ağa adında bir zât me
mur edilmiş. Kabahatli efrad gelir gelmez da
yak atarmış. Bir falaka yaptırıp odasında en
mutena yere asmış, ara sıra mevkufları teftiş
eder: «Ulan rahat durun, yoksa falakayı indi
ririm!» diye tehdid edermiş. Efraddan mah
kemede beraat eden yahud müddetini doldu
rup çıkacak olanları da falakaya yatırarak mü-
kemmeien döğer ve: •

— İşte herif gördünya, bir daha buraya gelme!., dermiş «Bekir Ağanın vefatından sonra tevkifhaneye tâyin olunan müdür ve muhafızlar içinde bizim mevkuf bulunduğumuz zamanın müdürü Salim, tam mânası ile zalimi müteveffaya rahmet okutmuştur.

«Sopanın adedi elliden aşağı değildi. Dayak atanlar gaayet iri cüsseli adamlardı; Arna-vudlukda isyan eden efraddan olup cezalarını gardiyanlık ile idârei örfiye hapishanesinde geçiriyorlar di.

Demokrat Mustafa adında bir genci sopanın altına yatırmışlar; cemiyeti hafiyeden filân haberi yok: — Söyle bakalım cemiyetden kimleri tanıyorsun, 'bilhassa büyük zevattan'? demişler.

«Dayak bu, düşünmüş, aklına kimse gelmemiş, akrabasından Mustafa Nâtık Paşa gelmiş; haydi, paşayı da tevkif ettiler.

«Çocuğu bir gece çağırıp kahveler, limo

natalar, salon sigaraları ile ikrama başlamışlar, 'bakmış ki yalan söyledikçe hüsnü muamele, uydurmaya başlamış: — Kâmil Paşa da dahil; Mustafa Nâtık Paşa ile onun konağına gittik, Mahmud Şevket Paşanın katline dâir müzâkere oldu...

«Dayağın şayanı dikkat olanı domuz topu idi. Bacaklar zorla (ön taraftan enseye kadar çevrilip bağlanır, sonra rast gelen sopayı patlatırlar; bu suretle dayak yiyenlerin ekserisi bayılır, üzerine bir teneke su döküp ayıl-tırlar, bir sigara ikram ederler.

«Her dayaktan sonra yerler kan içinde kalırdı. Bil iltizam, mevkuflara, biribirine dayak attırırlardı.

«Gözlüklü Mustafa ile Hacı Kemale takılan zincir Mahmudiye gemisinin büyük bak-lalı zinciri idi, ancak üç insanın yardımı ile ayak yoluna götürülürlerdi; onları, yüz okka-



BEKİRAĞA BÖLÜĞÜ

2428 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

2429 —

BEKİR BEY (Agcıbaşızâde)




lık zinciri boyunlarına dolayarak döğerler-miş.

«Her gün kışlanın altını üstünü süpür-mek, sulamak, abdesthâneleri temizlemek bizim vazifemizdî. Akşamları lâmbalara gaz doldururdum. Verilen işi bitirince oturur, genç yaşımda asılacağım diye acı acı düşünür idim. Riza Nur Bey Cemiyeti Hafiye adlı kitabında benim için şu satırları yazıyor:

Bir gece bağrışnıalarla uyandım, dinledim. Değnek darbeleri arasında bir sadâyı mü-tehevvir bağırıyordu:

— Vur!.. Vur!..

Bir aralık dayak sesleri kesildi, lâkin gazabını yenememiş olan vahşi, daha bitmedi diyordu. Dayak yine başladı, dayağın devamına rağmen ahlar, figanlar kesildi, madrub bayılmış olacaktı, yüz değnek kadar saydım; saate baktım, gece yarısını üç saat geçiyordu. Tüyler ürperten dehşetle uykum kaçtı, büzüldüm kaldım. Sabah oldu, bir alay mevkuf koridoru suladıktan sonra ellerinde jkovalar paçavralar odamı temizlemek üzere içeri girdiler. Bunların birisi 19 - 20 yaşlarında bir çocuk, yüzü ayni sarı bir kamelya rengini almış, gözlerinde 'dehşetli azâbların yorgunluğu okunuyordu, ölüm korkusu aşikâr görünüyordu. Bu çocuğun akşamları gazcının ardında gaz tenekesini taşıdığım, her geldikçe gözlerimin içine, benden bir şeyler bekler gibi bakan gene olduğunu hatırladım. Sonradan öğrendim, bu çocuk maarif memurlarından Sırrı Bey imiş.

«Riza Nur Beyin ölüm korkusu dediği doğrudur; gene yaşımda asılacağımdan ödüm kopuyordu.

«Yatağım otları çıkmış bir minderle bir beylikten ibaret; yastık yok, ayağımdan fotinleri çıkarub minderin ~ altına koyub yükseltiyordum. Onbeş gün sıcak yemek yemedim.

«Her yeni gelen mevkufa, dışarda, Cemiyeti Hafiye suçlularına ne ceza verileceği kanaati dolaştığını soruyordum. Hep idam edilecekler deniliyormuş. Bir gün dört hukuk talebesi getirdiler, onlara da sordum: Ceza kanununun bilmem kaçıncı maddesince idam!., dediler.

Bir akşam da Mahmud Şevket Paşa Be-kirağa Bölüğünü teftişe geldi. Koğuşda ilk

yatakta ben yatıyordum, sual benden başladı, beni cemiyetin müessislerinden diye takdim ettiler. Mahmud Şevket Paşa yukarıdan aşağıya beni bir süzdü :

— Oğlan!.. Seni babanla beraber Baya-zıdda sallandıracağım!., dedi».

Teessürü, bir gece kendisini intihara kadar götüren ve ölümden mucize kabilinden kurtulan Süleyman- Sırrı Efendinin Bekirağa Bölüğü hâtıraları, burasını gereği gibi anlat-makdan çok uzakdır.

Biz öyle zannediyoruz ki Bekirağa Bölü-denilen bu ceza evi hakkında söylenile gelen şeyler çok mübalâğalıdır. Binbaşı Bekir Ağa ve Tırnakçı Salim muhakkak ki çirkin hâtıra bırakmış insanlardır; fakat bu tiynetde adamlar daha sonraki devirlerde de görülmüştür; hattâ yine bu Süleyman Sırrı Efendinin hâtıralarından öğreniyoruz, Bekirağa Bölüğü, müthiş tırnakçı Salimi ile beraber garib, esrarengiz bir hürriyet havası taşımaktadır; aşağıdaki satırları da ayni kitabdan alıyoruz:

«.. Zâlim Salimin sarhoşluğu ramazan münasebetiyle inkıtaa uğradığından geceleri yanımıza gelmiyor, diliyle ve kırbacıyla bizi haşlamıyordu. Gümrük ketebesinden Nurullah Beyle Hafız Kemal Efendi vesâir arkadaşlar şarkılar okuyor ve taklidler yaparak eğleniyorduk. Bizi döven gardiyanlarla da dost olmuş idik. Müddeti ömürlerinde tiyatro, orta oyunu gibi şeyleri görmemiş, olan bu adamlar kayın pederimin tertîb eylediği orta oyununu seyrederek pek beğenmişlerdi...».

Gene adamın hâtıralarının ilk satırlarında tasvir ettiği tevkifhane ile yukarıdaki sahne tam bir tezad halindedir. Gizli İhtilâl Cemiyeti kurma ve taklibi hükümet tasavvuru suçundan tutuk kimselerin geceleri orta oyunu oynayacak serin kanlılıklarını da ancak avam tabakasına mensub kimselerde bulmak mümkündür.

Garib bir tarih cilvesidir, 1918 de, iktidardan, vatanımızı felâkete sürükledikden sonra çekilen İttihad ve Terakki Fırkasının erkânı da tevkif edildiklerinde bir müddet bu Bekirağa Bölüğünde kalmışlardı.

Bekirağa Bölüğü binası 1950 yılından sonra yıktırılmıştır.

Muzaffer Esen



fim
BEKİR BEY (Aşcıbaşızâde) — 1900 ile 1905 arasında Üsküdarda Tunusbağında oturur Bâbıseraskerî ketebesinden fevkalâde güzelliği ile meşhur bir gene idi, Aşcıbaşızâ-deliği dedesine nisbetle olacakdır, babası bu Bekir Bey küçük iken Galatada bir içki âleminde bir çengi kadın yüzünden vurulmuş, Bekir Bey yetim büyümüş, üstünde baba baskısı olmadığı halde gaayet mazbut, afif, beş vakit namazında sofu meşreb bir gene idi. Anasının Damad Salih Paşa ile akrabalığı vardı, Paşa bu Bekir Beyi çok himaye etmiş ve hattâ kaleme dahi o yerleştirmişdir; Mahmud Şevket Paşanın katlinde Salih Paşa cinayetin mürettiblerinden biri olarak ittiham ve îdam edildiğinde Bekir Beyi de tevkif ettiler, o zaman yirmi dört yirmi beş yaşlarında, evli ve iki çocuk sahibi idi, Bekirağa Bölüğünde hayli işkence gördü. Bu satırların muharriri de, bu suikasd ile alâkalı tevkif edilmiş ve Sinob Zindanına gönderilmişdi (Bumaddeyi yazan Tevfik Efendi 1945 -1950 arasında vefat et-mişdir). Bizden bir hafta sonra da Bekir Bey geldi, muhakeme etmeden mahkûm etmişler. Bir sene kadar ayni höcrede yattık kalkdık yataklarımız yanyana idi; bir gece sabaha karşı beni uyandırdı: «Tevfik, hayırdır inşallah bir rüya gördüm, bir ermeni Talâtı, Enveri, Cemali gözümün önünde birer kurşunla öldürdü» dedi; bu yıllarca sonra hakikat oldu. Bir gün de sabah namazında birden ağlamaya başladı, selâm 'verince sordum: «Benim sebilimi tahliye edecekler, sevinç gözyaşıdır» dedi, boynuma sarıldı yedâlaşdı, hakikaten iki gün sonra Aşeıbaşızâdeyi serbest bırakdılar.

Ayyaşlığı ve türlü rezâlstleri yüzünden yüzbaşılıktan matrut Nail Bey adında biri vardı, 1900 -1905 arası bir akşam Galatada Baloza geldi: «Tevfik Efendi, İstanbul kazan sen kepçe, gezer dolaşırsın, Üsküdarlı Aşcıbaşızâde Bekir Bey adında ketebeden bir gene var, tanır mısın?»; tanıdığımı, fakat muarefem yakdur dedim: «Sureti beşerde melek, ben bugün o beyi Bayazıd Camii şerifi şadırvanında abdest alır iken gördüm, oradan Eminönü-ne ininceye kadar şu nevzemin gazel vücud buldu» dedi. İstinsah etmişdim, Sinobda kendisine okudum: «Hamdolsun, mescidi bildik, meclis bilmedik, kendimizi kalenderler şer-

rinden hıfzettik» dedi idi. Nail Beyin gazeli şudur:

GAZEL


Şadırvanda gördüm eylerken vuzû Dökem didim pâyine ben âbı rû

Ol dilberi hüsni müstesnadır kim Hanlar pâdişâhlar eyler serfürû

Buhlerine avizeler reşk ider Meclise ettikde teşrif o mehrû

Mescide vardıkda nûri âlâ nur Mihrabı aşk olur ol keman ebru

Yüz koy kokla Nail basdığı yeri Gelir miskü anberden de bir hoş bu

Kimdir deyû suâl eyler iseniz Aşcıbaşızâde Bekir Beydir bu!..

Merdivenköylü Tevfik

BEKİR ÇAVUŞ (Simitçi) — Hicrî 1280, milâdî 1864 senesinde Gedikpaşada, o zamanların âdetince geceleri fırından yeni çıkmış taze, sıcak sıcak simit satar onaltf yaşlarında ve- eşsiz güzellikde bekâr uşağı, diyar garibi Safranbolulu bir çocukdur.

Bir gece Gedikpaşa Tiyatrosunda «İstan-bulun Fethi» adındaki bir piyes ilk defa oynanıyor imiş; tiyatro hmca hınç dolmuş. Piyesde, İmparator Konstantinden rüşvet alan Sadırâzam Halil Paşa ile İmparator arasında muhabere vasıtası olan bir çavuş rolü varmış, çavuşun oyundaki adı Süleyman imiş; sahneye dört beş defa çıkacak, «Evet efendimiz; Bâşüstüne Efendimiz; Sadırâzam Hazretleri selâm ederler» gibi bir kaç lâfı olan bir rol imiş; kim ise bu rolü ifa edecek figüran-ak-tör bir meseleden kızmış, perde açılınca tiyatrodan kaçmış; tiyatro direktörü, her halde Güllü Agob olacak, şaşırmış, sokakdan birini bulub sahneye çıkarmaktan başka çare yok, dışarı fırlamış, bu Simitçi Bekire rastlamış, oğlanın tablasındaki bütün simitleri satın almış, kaç simit parası ise bir mislini de bahşiş vermiş, güzel çocuğu alelacele bir çavuş kılığına sokmuş, her çıkışında söyleyeceklerini kulis arasında tâlim ederek sahneye çıkarmış. Zekî oğlan Çavuş Süleyman rolünü muvaffakiyetle başarmış, üstelik halkı güzelliği ile de teshir etmiş, hattâ seyircilerden, bu kadar dilber bir gence bu sevimsiz rolün verilmesine kızanlar olmuş.

BEKİR EFENDİ (Matbaacı)

2430 —

İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

2431 —

BEKİR EFENDİ (Şekerci Hacı)




Ertesi gece kumpanyaya Süleyman rolü için .başka bir figüran bulunmuş, fakat halk :

— Dün geceki Süleymanı isteriz! diye öyle bir nümayiş yapmış ki, Güllü Agop (?) ertesi gün Simitçi Bekirin izine, peşine düşmüş, bulmuş, ömründe göremiyeceği bir parayı vererek kandırmış, fırından çıkartıp kumpanyasına almış. Oğlanın simitçi fırmındakı hemşehrileri ayaklanmışlar, Zabtiye Nazırlığına giderek ermeninin, beş vakit namazında bir müslüman evlâdını oyuncu yaptığını, bu namussuzluğa asla tahammül edemiyecek-lerini arz etmişler, mesele büyümüş, fırın uşakları galebe çalup Bekiri tiyatro kumpanyasından geri almışlar, öylesine kis çocuğu hemen o civardaki Gedikpaşa Hamamına sokup boy abdesti aldırtıp tövbe ve istiğfar ile tecdidi îman ettirdikden sonra fırına götürmüşler ve simit tablakârlığından çıkarup ha-nıurkâr yamağı yapmışlar.

Vak'a pâdişâha kadar aksetmiş, Simitçi Bekiri merak eden Sultan Aziz oğlanı huzuruna getirtmiş, bunu fırsat bilen güzel çocuk pâdişâhın ayaklarına kapanarak kendisine düşman kesilen ve oyunculuğa heves ettiği için her vesile ile hakaaret etmeğe başlamış olan hemşehrilerinin cevrü cefâsından kurtarmasını istirham etmiş, pâdişâh da hemen o anda Bekiri saray muhafız kıt'asma nefer yazdırmış, bir kaç zaman sonra da Simitçi Bekir hünkâr çavuşu- olmuş.

Abdülâziz ne zaman sarayından çıksa bu güzel çavuşunu dâima maiyetinde bulundururmuş, hattâ 1867 de Avrupaya giderken de beraberinde götürmüş, o zaman Bekir Çavuş 19 - 20 yaşlarında bir gene imiş.

Bibi. : Vâsıf Hiç. Not; Mir'.atı İstanbul müellifi Mehmed Râif, oğlu General H. R. Ayyıl-dızdaki notları.

BEKİR EFENDİ (Matbaacı) — İkinci Ab-dülhamid devrinde Matbaai Âmire {Devlet Matbaası) müdürlüğünde bulunmuş ve sonra Vezir Hanında bir matbaa açmış, zenginliği ve son derecede hasisliği ile tanınmış bir zât, Karadeniz Yalısında İnebolu, Giresun yolunda Zonguldak'dan gelmiş, memleketinin fukarasından iken İstanbulda zengin olduktan sonra o taraflarda da emlâk, akar ve çiftlik sahibi olmuştur; 1900 -1912 arasında seçkin

bir mizah muharriri olup bilhassa Karagöz Gazetesinde çalışan, bu münâsebetle «Karagöz muhmud», bir tık olarak dâima gözünü kırpıştırdığı için de «Kırpışık Mahmud» diye anılan Mahmud Nedim Beyin babasıdır. Melih bir yüze sâhib olan, gaayet nâzik, zarif ve gece gündüz içen Mahmud Beyi, tek erkek evlâdı olduğu halde sefahatle suçlayarak evinden koğduğu, bu gene adamın yıllarca İkdam gazetesi muharrirlerinden Ekrem Reşad Beyin evinde selâmlık odasında barındığı söylenir. Nihayet insafa gelerek oğlunu memleketindeki çiftliğine göndermiş ve Mahmud Bey orada, gene yaşında, bir kış gecesi donarak ölmüştür.

Bekir Efendinin büyük servetini, matbaasının işlerinden ziyâde o devrin zabıta âmirleri ve bilhassa zabtiye nazırları ile kurmaya muvaffak olduğu yakınlık sayesinde yaptığı muhakkak gibidir; siyasî suç isnadı ile masum olarak tevkif edilenler, masumiyetlerini ancak bu Bekir Efendinin tavassutu ile isbat edebilmişlerdir. Yine o devrin namlı gazete patronlarından Basîretci Ali Efendi (B.: Ali Efendi, Basîretci). «İstanbulda yarım asırlık vekaaayini mühimme» adını taşıyan hâtıralarında bu hususu açıkça yazıyor :

«Muharrirlerimizden Hayreddin: «Avru-pada gezeteciler o kadar muteberdir ki, bunlardan hâriciye nazırlığına kadar yükselenler vardır, Türkiyede ise bir zabtiye neferi kadar haysiyetleri yoktur» diye bir fıkra yazmışdı. Zabtiye neferini tahkirden tevkif edildim, Divânı Zabtiyede doksan gün habse mahkûm oldum. Bir saat sonra, evvelki hapislerinde olduğu gibi Matbaai Âmîre müdürü Bekir Efendiyi çağırtdım, Zabtiye Müşürü Paşaya âid olmak üzere yüz elli lira maktu fidyei necat resmini verdim, iki saat sonra da tahliye edildim.

«Havadis olarak Üsküdarda Haremeyn tercümanı ak hadım ağalardan Hasan Efendinin öldüğünü yaşmışız, bu adam Valde Sultanın bendegânından imiş. Bâsîretde okumuş, çok müteessir olmuş; meğer adam ölmemiş, gelmiş, beni öldürdüler diye Müşür Paşaya şikâyetde bulunmuş, «yalan haber verişi ile Valide Sultanın teessürüne sebeb olma» suçundan yüz yirmi gün hapsime karar verildi. Allah razı olsun Bekir Efendi bu sefer de yüz

yirmi lira masrafla beni iki saat sonra halâs etti.

«Ne zaman tevkif edilsem, mahpushanedeki eşirrâ iki üç saatlik misafirimiz geldi derlerdi».

BEKİR EFENDİ (Naslicli) — Asker ressam ve kartograflardan; 1861 de doğdu 1881 de yirmi yaşında iken Harbiye Mektebinden mezun olarak 3 üncü Manastır Ordusuna verildi, 1893 de yüzbaşı oldu, 1894 de harita ve resim yapmakdaki hüner ve kıymeti takdir olunarak İstanbulda Mektebi Harbiye Matbaası ressamlığına tâyin edildi. 1900 yılına kadar bu vazifede kaldı. Bu tarihden sonraki hayası hakkında bir şey bilmiyoruz.

Bibi. : P. Boyar, Türk Ressamları



Yüklə 5,55 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   76




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin