SABAH VEFET
CENAZE, BÖGÜff ÖĞLE
CyttlüDEN KALDİS'JJICAK
gibi türküler onun küçük kalbinde büyük heyecan uyandırmış, hafızasında silinmez iz bırakmıştı. İlk şiirlerini böyle savaş ve zafer temaları üzerinde söyledi. Bugün hatırında kalan ilk çocukluk şiiri, bunun için:
Seyf-i adlî saldılar Tırnovâ'ya daldılar Turhalaa'yı aldılar Şanh Türk askerleri
ımsrâlarıdır.
Bununla beraber, Yahya Kemal'in şiire başlayışı, daha 5 yaşında iken duyduğu derin bir aşk sebebiyledir. Şâir, henüz bu kadar küçük bir çocukken, Üsküb'de güzelliğiyle tanınmış ve hattâ Üsküb Venüsü diye sıfatlandırılmış, Redife Hanım isimli, «kumral ve endamlı» bir genç kızı sevmiştir. Yaşça kendisinden büyük olan bu kızı önce Vardar boyunda bir araba gezintisinde görmüş, yıllarca sonra yazdığı hâtıralarında: «Küçük kafam bu hanımın cazibesiyle sersemlemişti.» diyecek kadar, ona hayran olmuştur, ikinci defa ve kendisi 12 yaşında iken aynı kızı bu sefer bir sünnet düğününde görmüş, bütün gece onun yanından ayrılamamıştır. Yahya Kemal, işte ilk şiirini, Üsküp türklerinde gördüğü vezinle onun için söylemiştir. Bu ilk şiirinden hiç bir mısraı hatırlıyamadığını söyliyen Yahya Kemal, aynı Redife Haıum'ı, üçüncü defa olarak, kendisi onbeş yaşında iken, bir Cuma günü, Üsküp' de Rifâî Dergâhında yapılan bir âyinden çıkarken görmüştür. Redife Hanım, o zaman, bu dergâhın şeyhi ve Üskuh-ün tanınmış, âlim, şâir ve sofilerinden Sâded-
E r- E S f
2 PAZAR
din Efendi ile evlenmiş bulunuyordu.
Bu üçüncü tesadüfün tesiri derin olmuş,. şâir mektepte vazifelerini, sokakta eğlencelerini unutmuş, onun bu perişanlığı ailesinin, dikkatinden kaçmamıştır.
İşte bu ıstırabın terennümü için, Yahya, Kemal, türkü şeklinde değil fakat kitalarda okuduğu manzumeler gibi, aruzla bir şiir söylemek arzusuna kapılmış ve bu başlayış, onun şiire böyle bir aşk yüzünden başlaması demek olmuştur.
Şâirin bu tarzdaki ilk şiirlerini, tam bir safiyetle, Redife Hanımın kocası Şeyh Saded-din Efendiye tashih ettirmesi bilgisinde ilerlemesini sağlamıştır.
Bundan sonra bir çok şiir kitapları okuyan Yahya Kemal'in en beğendiği şâir olarak,. Muallim Naci'yi tanıdığı ve onun tesirinde kalıp, ona nazireler söyliyerek şiirde ilerlediği görülür. Şâirin elyazısı ile hâtıraların-daki:
«Muallim Naci gönlümü sarmıştı. «Şerare» sinden sonra «Âteşpâre» sini, «İbnül Gaanân» mı, «Fürûzan» ını gördüm (edindim). Bu mecmualardaki şiirlerin çoğunu ezber biliyorum. Recâî-zâde Ekrem Beyin «Üç Zemzeme» sini de okuyorsam da yine meylim Muallim Naciye idi» cümleleri, bu hakikatin, açık delilleridir. Aynı hâtıralarda Yahya Kemal, devrin diğer tanınmış şairleri ve eserleri üzerinde kısa çizgilerle durduktan sonra tekrar Naciye dönüyor ve: «Lâkin anladığım ve sevdiğim şâir Naci idi. Naci ismi bile kalbime bir yakınlık hissi veriyordu. «Meyhanede Bir Söyleniş» manzumesiyle, Varna'dan İstanbula hicret ettiği o hazin baharı anlatışı ile, Tesal-ya'da, Fırat ve Dicle kenarlarında söylediği hasretli kıt'alariyle kendisim tanımış gibi hissediyordum. Onun şiirinin şevki ile gizliden. gizliye rakı içmeğe heveslendim.» Diyordu.
Böylelikle Fikret ve Akif den sonra, son devir şiirinin üstad şairi Yahya Kemal'in de
lllUHlBffliflîiMMM^
Yahya Kemalin ölüm haberi «Dünya» gazetesinde.
Muallim Nâcîdeki salahiyetli söyleyişin talebesi olarak yetişmesi, XIX. asrın bu büyük şâiri lehine dikkate değer bir hâdise teşkil ediyor ve Yahya Kemal'deki sağlam söyleyişin sırlarından birini teşkil ediyordu.
Yahya Kemal'in Türk edebiyatında tesiri altında kaldığı ikinci mühim şâir Tevfik Fik-rettir. Şâirin yine çocukluk ve amatörlük çağına ait bu tesir ile Fikrete de nazireler söylediği bilinir. Yahya Kemal bu ikinci tesirle yazdığı şiirlerini, 1902 ve 1903 yıllarında İs-tanbulda intişar eden İrtika mecmuasında Agâh Kemal imzasiyle yayınlamıştır.
Fransa'da şiir, Yahya Kemali Parnasse'cı şâirlerin mükemmel manzumeleriyle ve Sym-bolisme'in derûnî mûsikîsiyle karşıladı. Sanat anlayışının altın devrini yaşadığı o yıllarda, Fransa'da hâlâ, eski Yunan şiirine karşı derin Mr hayranlık yaşıyordu, Yahya Kemal, dikkatle bakıp görmüştü ki daha XVI. asır Fransız şâirleri Ronsard ve Du Bellay'den başlıya-rak, XVIII. asırda Andre öhenier'ye ve XIX. asırdaki Fransız Symboliste'lerine kadar bir çok Fransız şâirleri, eski Yunan mısralarını fransızca bir mısra hâline getirmek için çalı-şıyorlar ve bunda muvaffak oldukları zaman da şiirde bir zafer kazandıklarına inanıyorlardı «Meselâ Leconte de Lisle'in Yunan şâiri Theocrite'den, doğrudan doğruya tercüme ettiği bir idylle veya bir eglogue, ısrarlı bir çalışma ile, evvelce Andre Ohenier tarafından, son zamanlarda da Jose Maria de Heredia'nın dilinde mutlaka fransızca mısralar haline konulmuştur.»
Fransa'da şiirin eski ve klâsik mazisine bağlı bu dil ve şiir çalışmaları Yahya Kemali düşündürmüş ve Türk şiiri için nasıl bir çalışma yolu tutturmak lâzım geldiği konusu üzerinde araştırmaya sevketmiştir. İlk anda: «Türk şiirini ve Türk zevkini, asırlardan beri almış olduğumuz Arap ve Acem tesirlerinden uzaklaştırarak, doğrudan doğruya Yunan ve Lâtin edebî terbiyesine bağlamak» düşüncesi Yahya Kemale çok cazip görünmüştür.
Yahya Kemal'in Fransadaki ilk şiir çalış-
BEYATLI (Yah5'â Kemal)
2616
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
2617 —
BEYATLI (Yahya Kemal)
girebilirdi. Millî terbiyenin bir millete büyük adam yetiştirmekteki mühim rolü bu hâdisede bir defa -daha görüldü ve Yahya Kemal, tama-miyle avrupâî veya kozmopolit bir sanat çevresinde ve içindeki bütün avrupâî sanat heveslerine rağmen, dilde, şiirde, düşünüşte, yine çocukluğundaki gibi Türk kaldı, milliyetine sadık kaldı.
Yahya Kemal'in bu millî kalışında hattâ bir ecnebi diyarında, oraya gittiğinden daha çok ve daha şuurla millî oluşuna büyük tesiri görülen bir hâdisede o yıllardaki Fransız tarihçilerinin fransızlık için kullandıkları ilim ve araştırma metotlarını Türklüğe tatbik etmek için çalışmasıdır.
Michlelet, Fustel De Coulanges, Camille Julian gibi Fransız tarihçileri, aynı metotla hareket ederek, tarih ortasında ve coğrafya üzerinde Fransızlığı aramak için çalışmışlar ve: Fransız milletini bin yılda Fransa'nın toprağı yarattı. Gibi, tarih tetkikleri için çok mühim bir kanaate varmışlardı. Yahya Kemal, hocası Albert Sorel'den aldığı kuvvetli tarih görüşleriyle, bu araştırma ve düşünme metotlarını bizim tarihimiz için tatbike çalıştı. Türk milletinin, Türk topraklarında, eski ve büyük Türklük kaynağından yükselerek yeni vatanın imkânlarıyla zenginleşmiş, yeni vefbüyük bir terkip olduğu kanaatine vardı:
«Türkçenıizin, mimarîmizin, mûsikîmizin, güzelyazı sanatımızın, şehir dekorlarımızın ve diğer büyük, küçük bütün sanatlarımızın vâsıl oldukları terakki, en çok, Rum Selçûkîleri Anadoluya yerleştikten sonra ve Osmanlı asırlarında olmuştur. Bu muazzam terkip, Rumeli ve İstanbul, anavatanla yekpare bir kütle olduktan sonra, hâsılı, yeni Türk vatanı, yeni şartlar içinde, milliyetimize yeni bir şekil verdikten sonra meydana gelmiştir.» Cümleleriyle hulâsa ettiği kanaate ulaştı.
Yahya Kemal bu neticeyi elde etmek için, Fransada bir taraftan fransızcasmı ilerletir, büyük Fransız şâirlerini ve onların şiir anlayışlarım, şiir sanatlarını derin vukufla anla-mıya çalışırken, öte yandan, Şark Dilleri Mektebinin ve Paris kütüphanelerinin bütün imkânlarına başvurarak, Türk dilini, Türk Divan şiirinin inceliklerini, millî özelliklerini ve Türk - Osmanlı tarihini kendi kaynaklarından okuyarak, bu hususta çok yeni, sağlam ve derin bilgi ve görüşlere sahip oldu.
Şiire böyle bir kültürle devam etti. Aynı
kültür onu, şiirde klâsik söyleyişin, dili ve şiiri kusursuz bir güzellikle işleyişin lüzum ve ehemmiyetine ulaştırdı. XIX. asrın bütün büyük Fransız şâirlerini, bunlar arasında bilhassa Hugo'yu, Baudelaire'i, Paul Verlaine'i bütün özellikleriyle tanımış ve anlamış olmasına rağmen, kendi sanat zevkinin adetâ insiyakı bir şekilde Jose Maria de Heredia üzerinde durduğunu hissediyor, ancak bu şâirin tuttuğu yolu en doğru yol buluyordu:
«Heredia bir yaratıcı değildi. Çok gecikmiş klâsik bir sanatkârdı. İlhamdan ve ihtirastan uzak, yalnız zevk kudretiyle, hakkında çok kullanılmış bir tarifi tekrar edeyim, bir kuyumcu kudretiyle işlediği yüzyirmi kadar son-net ile bir iki uzunca manzume sahibi idi. He-redia'nın derli toplu eserine bağlanmak hayatımın en esaslı bir talihi olduğunu itiraf ederim. Avrupa'nın klâsiklerin ve romantikleri ne vücuda getirmişse onda sıkı bir inbikten geçirilmiş haldeydi. Lâtin ve Yunan şâirlerinin değerlerini ondan öğrendim. Heredia'imr her sonnet'si üzerinde bir iki ay kalıyordum. Bir soneden diğer soneye geçiş benim için yeni bir heyecan oluyordu. Şiirin asıl mâdenine elimle dokunduğumu hissediyordum. Edebî modaya göre Jose Maria de Heredia köhne-mişti. 1907 de Quartier Latin'de Heredia'yı hâlâ seven bir genç çok geri kalmış görünürdü.
Samimî temayülümün şevkiyle, edebî modaya ehemmiyet vermiyerek, Heredia'yı sevmekte ne derece isabet ettiğimi sonra anladım. Çünkü edebî modaların hepsi biribirini tevâlî ederek geçtiler. Heredia kaldı.»
Yahya Kemal'in elyazısiyle Hâtıraları arasından seçilen bu satırlar, büyük şâirimizin, türkçe şiir söyleyişte nasıl ve ne için en doğru yolu seçip en sağlam mısraları söylemeğe muvaffak olduğunu açıkça belirtmektedir. Onun gerek kendi asrının türkçesiyle gerek es-ki şiirin rüzgâriyle söylediği bütün şiirlerde hâkim olan dil ve şiir anlayışı, işte Heredia'-nm eski Yunan'dan başlıyarak, kendi asrına kadar, bütün şiiri ve bilhassa Fransız şiirini tam bir inbikten geçirerek, kendi sanatında birleştirmiş, bütünlemiş ve abideleştirmiş olmasındaki büyük ve işleyici şiir anlayışına uygundur.
Yahya Kemal, bu işi, tarihin hiç bir devrinde böyle şuurla işlenmemiş olan Türk diline ve Türk şiirine tatbik etmekle edebiyatı-
mızda Heredia'nın Fransız şiirinde yaptığından çok daha büyük hizmette bulunmuştur. Çünkü Yahya Kemal'in sanatında, Heredia'nın işleyici sanatını da bütünliyen iki mühim unsur daha vardır. Bunlar, yaratıcılık ve millî hattâ milliyetçi oluş unsurlarıdır.
Yahya Kemal bu hareket noktalarından yürüyerek, Türk dilini bütün incelikleriyle öğrenmiş, büyük ruhlu, ince ruhlu atalarımızın bu dile verdikleri güzelliğe hayran olmuştur.
Aruz veznini alelade bir nazım ölçüsü olarak değil de Türkiye Türkçesinin tekâmülünde vazifesi görmüş bir ses unsuru, bir musikî ölçüsü olarak karşılayan Yahya Kemal, bunun için şiirlerini — hece ile söylediği 'bir iki şiir istisna edilirse— hep aruzla söylemiştir.
Diğer taraftan, Avrupa şiirini çok iyi anlamaktan o kadar ki Türkiye'de en iyi anlamış şâir olmaktan doğan bir kudretle yeni şiirler söylemiş fakat tabiatindeki millî oluş ve millî zevk terbiyesi dolayısiyle bu en yeni şiirlerinde de yine her şeyden çok, bizim şiirimiz olan bir söyleyiş meydana gelmiştir. Meselâ türkçede ilk defa sonsuzluğun şiiri olsun diye söylediği Açık Deniz şiirinde hem bu sonsuzluk temi büyük kudretle işlenmiş hem de bu şiirde ancak Türk ruhunun özlediği, tama-miyle millî bir sonsuzluk duygusu terennüm edilmiştir.
Böylelikle şiir iklimlerine eski Türk akıncılarının at sürüşlerindeki millî üslûpla giren Yahya Kemal, daha 1906 da Londara'da başladığı bir destan şiirini yeni Türk edebiyatında aynı büyük kudretle terennüme muvaffak olmuştur.
Destan şâiri, destanını terennüm ettiği milletin tarihteki fazilet ve kahramanlık çağlarını bizzat görüp yaşıyan şâirdir. Kendi zamanımızda yaşıyorsa, ruhu, târihin zafer ve şeref sahifelerinde dolaşır. O mazî asırlarında, düşman saflarım yaran atlılar ve akıncılar arasında bizzat bulunmuş igibi, ruhunun o günlerde duyduğu heyecanı hatırlar. Yahya Kemal'in:
Ben hicret edip zamanımızdan yaşadım İstanbul'u fethettiğimiz günlerde
mısrâlarımn bu bakımdan büyük mânası vardır. Bu sebepledir ki tâ Malazgird'den bu yana, bütün Selçuk zaferleri, bütün Osmanlı şahlanışları; dünya târihine denizlerde ve ka-
ralarda yazdığımız bütün altın sahifeler, nerede ve ne zaman yaşanmış, nerede ve ne zaman yazılmışsa, Yahya Kemal'in destan heye-canlariyle dolu ruhu da orada ve o zaman yaşamış gibi, bunları o çağların hatıraları halinde terennüm etmiştir.
Bu konuda daha da ileri giderek, Yahya Kemal'in tarih zaferlerini o zaferlerin kazanıldığı asırlardaki dille terennüm ettiği şiirleri de olmuştur. Şâirin İstanbul'u Fetheden Ye-niçeri'ye Gazel şiirinde ve baştan sona bir Yavuz Sultan Selim Destanı hâlinde terennüm ettiği Selimnâme manzumesinde, işte bu sebeple o devirlerin lisanı kullanılmıştır.
Şairin, Eski Şiirin Rüzgârlariyle adlı kitabında toplanacak, Divan tarzı şiirleri de aynı ruhla, yani hem klâsikleri ve klâsik söyleyişi bütünlemek hem de klâsikler devrinde yaşamış bir ruhun zevkini ve heyecanını terennüm etmek anlayışı ile meydana getirilmiş şiirlerdir.
Yahya Kemal, Türk edebiyatında İstan-bulun tabiî güzelliği ve coğrafî kıymeti değildir. Yahya Kemal düşünmüştür ki: Türklük, İstanbulu Anadolu'nun en tenha bir yerinde bina etmiş olsaydı, yine bir şaheser vücûda ge-terecekti. Halbuki bu binayı, İstanbul gibi, kurun-ı vustânın en şa'şaalı, en buyduk ve güzel bir şehri olan Konstantaniyye'de kadîm bir sûr çerçevesi içinde inşâ etmiş ve Konstantaniyye'-yi tamamiyle unutturan türk çizgilerle işliye-rek, bu şehri türkleştirmiş ve muzâaf bir temsil kudretine sahip olduğunu göstermiştir.»
«İstanbul sâdece pâdişâhlar ve İstanbullular tarafından bina edilmiş değildir: Vatanın dört bucağından, Konya.'dan Bursa'dan, Edirne'den, Sivas ve Tokat'tan, Erzurumdan, Üsküp'den, Macaristan'dan Hicaz ve Bağdat'-dan, Tunus, Trablus, Cezayir gibi mağrip topraklarından, buralara gidip gelen yahut buralardan gelip İstanbul'da kalan, burada yerleşen nice müslüman Türkler, kadınları, çocukları, ihtiyarlariyle; el sanatları, mûsikîleri, halk ve Divan .şiirleriyle; şehir, sokak, ev ve oda mîmârîleriyle; cami, hamam, kubbe anla-yışlariyle, hâsılı, vatanın ve târihin her buca-ğiyle her asrından getirdikleri hünerler ve hâtıralarla bu şehri hep birden bina etmişlerdir.
O kadar ki İstanbul, bütün Türk târihinin, Türk coğrafyasının bir terkibi, hulâsası, tecellîsi olmuştur.
BEY ATLI (Yahya Kemal)
2618 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 2619
BEYATLI (Yahya Kemal)
Yahya Kemal, İstanbul şehri gibi, İstanbul türkçesini de türkçemizin bütün vatanda işlendikten sonra ulaştığı yüksek bir dil seviyesi olarak düşünür, öyle severdi. Ona göre: «İstanbul türkçesini meydana getiren unsurlar, İstanbulun tekevvünü esnasında bir araya gelen unsurlar gibiydi. Vatanın her tarafından ve tarihin her asrından gelip İstanbul'da birleşmişlerdi.» Şâir, İstanbulda konuşulan, türkçe ve türkçeleşmiş kelimeler üzerinde bir mücevher gibi duruyor; onun menşeini, mânasını, Türkün ona verdiği sesi idrâke çalışıyordu. Şiir söylerken dilde sâdık kaldığı prensipler şunlardı:
1) Şiirde yaşıyan türkçeye girmemiş hiç bir Arap, Acem ve firenk kelimesini kullanmamak; 2) Yaşıyan türkçeye girmiş Arap, Acem ve Frenk kelimelerini, onlara Türklerin verdiği ses ve mânâ içinde, türkçe addetmek; 3) Nahiv'de Türk milletinin cümleye verdiği mimarîye şiddetle sâdık kalmak ve tatlı-su türkçesinin Servet-i Fünun şiirindeki tesirini kaldırmamak; 4) Aşka, kahramanlığa, elemlere ve şevklere Türk milletinin verdiği ifâdeyi gözetmek; 5) Şiirde rhytme'in lisan hâline gelmesi demek olan hâlis mısraı bulmak ve böyle mısrâlardan müteşekkil manzumeyi, ilk mısrâdan son mısra'a kadar, yekpare bir rhytme terkibi hâlinde terennüm etmek; böylelikle şiiri, nesre zıd bir terkip olarak yaratmak; 6) Şiiri o çıkış noktasından hareket ederek söylemek ki bu şiir, önce bizi, bizim milliyetimizi, bizim duygu, düşünce dünyamızı söylesin.. Fakat aynı şiir, bu millî atmosfer içinde bizi terennüm ederken, aynı ölçüde beşerî olsun; bütün insanlığın duygu, düşünce, şevk ve heyecan âlemlerinin müterennimi olabilsin.
Bir vatan şâiri olarak Yahya Kemal, vatanı, bir milleti meydana getiren veya o milletin, daha yeni ve daha büyük bir terkip olmasını sağlıyan, büyük mâzîli, gerçek ve millî bir toprak olarak kabul eder. Yahya Kemal'e göre: Vatan hiç bir zaman bir nazariye değil, bir topraktır. Toprak, cedlerin mezarıdır, camilerin kurulduğu yerdir. Sanayi-i nefise nâmına ne yapılmışsa onun sergisidir.
Daha derine gitmek ve demek lâzımdır ki vatandaşları zaten o vatan vücuda getirmiştir. Havasiyle, suyu ile, kırları ve dağlariyle sabahları ve geceleriyle, bilhassa vatandaşlara
kendini müdafaa ettirmesiyle hal-hamur olmuştur.
Vatan ne bir feylesofun fikridir, ne bir şâirin duygusu. Vatan gerçek ve hakikî bir yerdir. Onun her maddesini, her halini sevenler vatanı sevebilir.
Vatanı meselâ «şîrhârlar beşiği» diye tanıtmak eksiktir. Vatanın adını söylemelidir: Vatan İstanbul'dur, Üsküp'dür. Trabzon'dur, Yozgat'dır, Ankara'dır, ve bunların içinde sayılamıyacak kadar hâtıralar vatandır. Meselâ Yozgat, bir hudut için kaç şehit vermiştir? Vatan dahilinde yetişenlerin şarkıları, birbirine benzemiyen kaç yerde okunmuştur? Birbirine uzak olan yerlerde kaç aile evlenmiş, kaç kan karışmıştır? Velhâsıl vatan mücessem bir mefhumdur. Mücerret bir mefhum olarak onu yalnız ansiklopedide okuyabiliriz. Halbuki vatanın evlâtları mücerret bir mefhum için ölmez. Fakat mücessem bir mefhum için asırlarca ve milyonlarca insan ölebilir.»
«İstanbul'un tehlikede bulunduğu zamanlar, Muş'dan, Siird'den, Maraş'dan ve uzak, yakın birçok vilâyetlerden gelmiş olan erler, ömürlerinde görmedikleri ve belki de göremi-yecekleri bir İstanbul için döğüşmeye gelmişlerdi. Çünkü İstanbul, vatanın mücessem bir parçasıdır.»
Yahya Kemal'in millet sevgisi ve millet anlayışı da vatan anlayışı içinde, onunla birleşmiş bir bütün halindedir. Şâirin: «Gönlüm, dilim, kanım ve mizacımla sizden'im - Dünyâ ve âhirette vatandaşlarım benim.» diye hitap ettiği milletinin mizacını ve şiarını Vücuda getiren bütün unsurları dikkatle araştırmış ve milletini bu unsurlar içinde sevmiştir. Dindarlık, kahramanlık, ağırbaşlılık, efendilik, bir iyman uğruna her türlü güçlüğe sevgiyle göğüs geriş v.b. gibi çok sayıda faziletleri kendinde toplamış bu milletin aynı zamanda tarihte ve coğrafyada kendi yarattığı zaferlerin de çocuğu olduğuna inanıyordu. Onun bir İstanbul güzeline hitaben söylediği Bir Tepeden şiirinde böyle bir millet anlayışı terennüm edilmiştir:
Eü'yâ gibi bir akşam seyretmeğe geldin, Çok benzediğin memleketin her tepesinde. Baktım, konuşurken daha bir kerre güzeldin, İstanbul'u duydum daha bir kerre sesinde.
Irkın seni iklimine benzer yaratırken, Kaç fethe koşan tuğlar ufuklarla yarışmış,
;c. l
t
Târihini aksettirebilsin diye çehren,
Kaç fâtihin altın kanı mermerle karışmış.
mısraları bu hakikati ifade eder. Yine Mihri-yar şiirinde ve yine bir İstanbul güzeli için
söylediği:
Hayran olarak bakarsınız da Hülyanızı fetheder bu hâli, Beşyüz sene sonra karşınızda İstanbul fethinin hayâli.
mısralarında hep aynı, târihin çocuğu olan Türk güzeli tasvir edilir.
Yahya Kemal'in Türk milletinde derin rikkatle sevdiği bir fazilet de onun dindarlığıdır. «Ben Türk milletinin inandığı Allaha ve yine Türk milletinin inandığı peygambere inanırım. Ben, bu iymânm müslümanıyım.» Beni iymansızlıktan kurtaran ve kendi tanrısına bağlıyan yine Türk milleti olmuştur. Çünkü bu kadar büyük bir milletin inandığı Alla-ha ve dîne inanmamak iz'ansızlık olur.» giM sözleri, onun iyman iklimlerine bile daha çocukluğundan beri çevresinden ve milletinden aldığı dinî ve millî bir terbiye ile girdiğini ve büyük bir tefekkür insanı olduğu çağlarda ise, vicdan dünyasını ancak milletinin tanrısına bağladığım gösteren çok ehemmiyetli fikirleridir. Yahya Kemal, Süleymaniye'de Bayram Sabahı şiirini tahlil ederken de aynı sözleri söyler ve milletini, Türk ırkı ile islâm iy-mâmndan birleşmiş bir terkip olarak kabul eder: «Süleymaniye'de Bayram Sabahı, dinî olmaktan ziyade millî bir manzumedir. Telîf ederek söylemek lâzımgelirse, esasen müslü-manlıktan beri Türk milliyeti,, islâm akaaidîy-le, islâm iymânıyle yuğurulmuş, onunla hal-hamur olmuş, yeni ve ulvî bir terkiptir. Müslüman Türk halkının milliyetini, yâni bu vatana gaza maksadiyle gelmiş, bu maksatla asırlarca şehit olmuş, vatanda minareler yükseltilmiş, gök kubbeye ezan sesleri salmış bir milletin milliyetini islâmiyetten ayrı olarak düşünmeğe imkân yoktur.» «Süleymaniye'de Bayram Sabahı, müslüman Türklerin senede iki defa, kendi öz mimarîleri içinde birleşmelerini terennüm eder.»
Gibi sözleri, onun din ve millet anlayışının 5çok açık ifadesidir.
Yahya Kemal'in hayatta iken, kitap halinde neşredilmiş bir eseri yoktur. Şâir Madrit Orta elçisi iken, İstanbulda Kenan Hulusi tarafından neşredilen, 24 Şiir ve Leylâ adlı, çok
eksik ve yanlış bir kitap, sahibinden izin alınmadan bastırılmış ve bu hâdise bâzı benzerleriyle beraber Yahya Kemal'i çok üzmüştür.
Yahya Kemal, bilhassa Kendi Gök Kubbemiz adını verdiği, asrımızın türkçesiyle yazılmış bütün şiirlerini ihtiva eden ilk şiir kitabını neşretmek için kafi teşebbüse geçtiği bir sırada vefat etmiştir. Bu kitabın kâğıdı, 1958 yılında zamanın başvekâletinden alınan müsaade ile, İzmit Kâğıt fabrikasında yaptırılmıştır. Şiir kitabının bir Türk kâğıdına basılabi-leceği haberi ve imkânı şâiri çok sevindirmiş fakat bu sevincini gerçekleşmiş görmeye ömrü vefa etmemiştir.
Onun bütün şiirleri, yine kendi arzusuna ve hayatta iken yaptığı tasnife uyularak, İstanbul Fetih Cemiyeti, Yahya Kemal Enstitüsü ile vârisleri tarafından neşre hazırlanmış bulunmaktadır. Bu hazırlık gereğince Yahya Kemal'in şiirleri:
Kendi Gök Kubbemiz,
Eski Şiirin Rüzgâriyle,
Rubailer,:
Hayyam Rubailerim türkçe söyleyiş
Bitmemiş Şiirler.
gibi adlar altında intişar edecektir. Bu kitaplardan birincisinin baskısı tamamlanmıştır.
Bundan başka şâirin, muhtelif gazete ve mecmualarda intişar etmiş ilmî - edebî makaleleri, nesirleri, hikâye ve hâtıraları da ayrı kitaplar halinde aynı müessese tarafından neşre hazırlanmış bulunmaktadır.
Yahya Kemalin kitap halinde intişar eden ilk eseri ise, yine Yahya Kemal Enstitüsü tarafından yayımlanan Yahya Kemal'in Hâtıraları adlı mühim eserdir. Bu kitapta şâirin çocukluk hâtıraları, çocukluk aşkı, Paris ve av-rupa hayatı, bilhassa Şiirde Otuz Senem başlıklı hâtıraları vardır.
Yahya Kemal, en güzel ve en büyük şiirlerinin bir çoğunu 50 hattâ 70 yaşından sonra söylemek ve bütünlemekle, edebiyatımızda genç yaşta tükenen şâirlerden ayrılmış ve bu zaferini gerçek sanatın yenilmez malzemesi olan bilgi ve tefekkür heyecanı sayesinde kazanmıştır.
Diğer taraftan, büyük Fuzûlî, muntazam söylemek, okuyanın zevkine hürmet etmektir, inanandaydı. Tereddütsüz söylenebilir ki Yahya Kemal'in sanatı da aynı inanç içinde, mil-
— 2620 —
2621 —
BEYATLI (Yahya Kemal)
letinin diline, tarihine ve zevkine derin saygı duygulariyle yücelmiş, büyük sanattır.
Yahya Kemal, gerek şiirleri, gerek edebî, ilmî ve siyasî makaleleri ile gerek de harikulade Mr hafıza ve muhakeme kudretiyle süslediği, derin kültürlü musahabeleriyle, daha Avrupa'dan döndüğü ilk yıllardan başlıyarak, çevresine çok sayıda hayranlar toplamış ve hayranlarını kültüründen, tefekküründen ve sanatından geniş ölçüde faydalandırmıştır.
Hemen ilk yıllardan başlıyarak, gerek yeni yetişen şairler üzerinde, gerek çağdaş şairlerde hattâ kendinden önceki nesillerin şâirlerinde onun şiirinin esaslı tesirleri görülmüştür.
Kültürünün, tefekkürünün tesirleri ise, devrinin çok sayıda mensur eserlerinde ve çok açık görülür. Şiirleri, kitap halinde intişar etmediği halde hemen bütün şiir severlerin defterlerine yazılmış, derlenmiş, toplanmıştır. Birçok şiirleri, başta Münir Nureddin olmak üzere, devrinin Türk musikîsi sanatkârları tarafından bestelenmiş, zevkle okunmuş ve dinlenmiştir. Hemen her şiirinin, tek başına intişarı dolayısı ile birçok tahlil, tetkik ve takdir makaleleri yazılmış, Yahya Kemal, edebiyatımızda kendisinden en çok bahsedilen şâir olmuştur. Ezân-ı Muhammedi gibi, bâzı şiirleri ise; kendisi neşretmediği halde; bir çok mecmua ve gazetelerde ısrarla neşredilmiştir.
Bibi.: Yahya Kemal.in Hâtıraları: (İst. 1960) Yahya Kemal yaşarken: (Nihad Sami Banarh) Yahya Kemal Enstitüsü Mecmuası: (îst. 1960). Yahya Kemale Veda: (Abdülhak ginâsi Hisar, İst. 1959).
Dostları ilə paylaş: |