KAMELYA
Şiirsel Bir Sosyal Tarih
KÂMİLE BİLGİÇ
Derleme ve Yorum
MERİÇ BİLGİÇ
Önsöz SERPİL ÇAKIR
(Kâmile Bilgiç’in Şiirleri Üzerinden Cumhuriyet Dönemi Türkiye’si Üzerine Şiirsel Bir Sosyal Tarih Çalışması)
KAPAKTA SEMBOLLER VE RESİMLER- TEYYARECİ, GENÇ KIZ RESMİ, GELİNLİKLE, ANNE, YAŞLI HANIM, KAMELYALI KADIN SÜSLEMESİ
ÖNSÖZ
SERPİL ÇAKIR
.........................................
TEŞEKKÜR
Bu çalışma başlangıçta siyaset bilimci Ümmehan Tuna’nın iyi niyetli emelleri ve gene onun çizdiği bilimsel çerçeve üzerine tasarlanmış ve kendisinin zamansızlığı nedeniyle gerçekleşememişti. Ümmehan Tuna olmasaydı bu kitap ya annemin anılarını yazdığım bir biyografi veya doğrudan annemin şiir kitabı olacaktı. Kitabın merkezinde duran annemle de tamamen paylaştığı feminist bakış açısıyla doğrultulmuş yeni bir tarih bilincini hem bana hem de burada kitaba kattığı için kendisine teşekkür borçluyum.
Bizlerin gerisinde Türkiye’de kadın tarihi ve tarih bilincini güçlendiren değerli insan Serpil Çakır var. Bir hocaya teşekkür etmek, ısıttığı için güneşe teşekkür etmek gibi olur. Fakat önsöz yazısı ile kitaba kattığı değer için sevgili Serpil Çakır’a teşekkür ediyorum.
GİRİŞ
Kâmile Bilgiç dışardan bakanlara bir ipucu vermeyen, yanından kolayca geçip gidebileceğiniz bir insandır. Örneğin: bir hastane koridorunda yaşlılıktan küçülmüş, başı örtülü, iki büklüm oturmuş kitap okuyan bir nine görseniz ne düşünürsünüz? “İhtiyar işte, göçmeden önce ihtiyaçtan dine ilgi duyuyor”, “cahil bir teyze daha, herhalde Amentü Şerhi okuyordur” veya “işte bilinçsizce kötü bir ömür sürüyorlar, sonra günahlarıyla baş başa kalınca da böyle ilkel, basit kitapçıklarla karanlıklara mahkum oluyorlar” diye mi düşünürsünüz? Çoğunlukla haklısınızdır. (Galata) Kuledibi Göz Hastanesi’nde onun yanından geçerken “ne okuyon teyze” diyen kibar hemşire hanım da böyle düşünmüştü herhalde. “Teyze” de uykudan uyanır gibi biraz doğrulup çocukça ve “ben masumum” der gibi bir tavırla kitabı ona doğru çevirince hemşire hanım çok şaşkın ve anlayamamış gözlerle ona bakar ve hızını kesmeden yoluna devam eder. Sanki bir anlık hayal görmüştür, farklı bir boyutla, sonunu göremediği bir derinlikle karşılaşmıştır ve neyse ki yürümektedir de hemen bu rahatsızlıktan kurtulur. Çünkü teyze 20’nci yy. şiirinin miladı sayılan, şiirin yeniden yaratıcısı, uçuk Fransız şairi Baudelaire’ın Fransızca – Türkçe karşılaştırmalı şiir kitabını okumaktadır. Çok eskilerde kalmış Fransızcası ve sürekli yenilenmiş Türkçesi ile katarakt ameliyatı öncesi gözünün görebildiği son satırları okumaktadır. Bu trajik durumu hangi yüzyılın karakterine yakıştırabiliriz belirsiz ama sanki çok zaman dışı, hele post- falan hiç değil. Tarihin arasına sıkışmış “Kamelya”nın hikayesi vardır bu tablonun gerisinde. Her ev hanımı kadar sıradan ve her ev hanımı kadar sıra dışı, özel bir tarih gizlidir burada.
Kâmile Bilgiç, günlük tutmadı, bütün anılarını hep dupduru tuttuğu zihninde sakladı. Yaşadığı, tarihte tanık olduğu her şeyi şiirlerinde anlattı. Sayısını bir türlü bilemedik bu şiirlerin. Binlerce şiir! Şiirlerde, yaşayan bir ev kadının sevgi dolu dünyaya bakışı var. “Sevgi nasıl gösterilir” demişti bir gün, merakla ve sonra şöyle devam etmişti: “Sevgi benim için emektir, ben sevdiklerim için her şeyi yaparım, içim çağlar bu sevgiyle ama başkaları gibi gösteremem.” Evet, yeni nesillerin kaybettiği bu, kendini kendinden başka bir kaynağa adama erdemi karşısında bizim yabancı dillerden çeviriyle “seni seviyorum” dememiz çok yüzeysel kalıyor. O hiç “seni seviyorum” demedi, diyemedi fakat hızla sevgisizleşen dünyada bir sevgi peygamberi gibi yıldızlaştı ve bir kuyruklu yıldız ihtişamıyla geçti aramızdan.
Bu kitap Kâmile Bilgiç’in içinden geçtiği sosyal tarihi, hatta asıl tarihimizi anlatır, üstelik kendi kendine yaptığı o şiirsel söyleşilerle. Burada önce onun şiirleriyle kendini oluşturmasını izleyecek, bu arada ve ancak bu sayede de tanık olduğu coğrafyanın ve tarihi dönemin gerçekliğinin tarih kayıtları arasından kayıp giden aslına, hakikatine yeniden yaklaşmaya çalışacağız. Çünkü sanat ve bu arada şiir de, nesnel gerçekliği bize çok büyük bir ağırlıkla öznel olan üzerinden çokboyutlu olarak verir. Fizik bilimlerinin tersine sanatın estetik yasası: “ne kadar öznellik o kadar nesnellik”tir. Sanatçı ne kadar gerçekçi bir biçimde kendi öznelliğinde saflaşır ve derinleşirse o kadar kendi dışındaki nesnel gerçekliği çok boyutlu temsil edebilme gücüne sahip sanat yapıtları yaratır. Kamile Bilgiç’in şiirleri ise bu açıdan tam bir tarihi belge, özellikle Türkiye kadın tarihi belgeleridir. Şiir sanatı açısından düşünüldüğünde ise şiirlerinin hiç biri şiir olsun diye ve şairlik mesleği düşünülerek yazılmamıştır. Bu yüzden o şiirlerini geri dönüp tekrar düzeltme gereği de duymadı. Kimi şiirleri iç sohbeti gibi geçerken arada öyle şiirleri ile karşılaşırız ki, Türk kadın şairler literatüründe baş sıraları alacak türden şiirlerdir, sırf şiir olma adına bile çarpıcı bir estetiği vardır.
1. 01.09.2002
Ömür nedir bir kul için
Bir eser bırakmasa
Ömür nedir bir kul için
O ibadet olmasa
Kitap eser, evlat eser
Bir tat eser oluyor
Değerlidir kimse onu
Bir kenara atmasa
2. İÇ YÜZÜM
Ben şiir değilim şair değilim
Bu yolda kalbimden taşan feryat var.
Hayalperest bir kız gibi değilim
İçimde azim var bin bir murat var.
Yollarda yürüdüm hep adım adım
Dikene rastladım taşa rastladım
Her yeri aradım hem de taradım
İstinat yok tatlı bir meşakkat var
Mücadele bana göre hiç gelir
Eşimle beraber olduğum zaman
Bana kuvvet verir o sevinç verir
Bu dünyada ondan başka da nem var.
Bizi hakir gören olursa eğer
Sorarım dünyada kimdedir değer
Mirasa konmuşa acımak gerek
Benim hiç bitmeyen bir definem var.
3.
Manen gömülmüşümdür karanlıklar destiyle
Ruhumdaki müziğin tizi ve pestiyle
Su doldurmaya gittim küçücük bir testiyle
Atamın öldüğünü işittim o zaman teessürle
Bir kaç damla kan aktı o zaman kalemimden
İşte o günden beri teessür duyuyorum
Dostları ilə paylaş: |