- Efendimiz mî’râcda cehennem kapısında durmuşlar, içeri girenlerin çoğu kadın ve zenginler imiş.
- Efendimiz Cennet kapısında durmuşlar, içeri girenlerin çoğu fakir imiş.
- Kıyamet gününde ümmet-i Muhammed’in yanına birer kâfir verilecek ve senin için hesab edilen cehennem azabını senin yerine bu kâfir çekecek diyeceklermiş.
- Mü’minlerin cennete girmelerine sebep güzel huyudur.
- İnsanların cehenneme girmelerine sebep alt ve üst delikleridir.
- Bir Hak sevgilisini sevenlerden (70 bin) kişi cennete iltimas edilecektir.
- Kıyamette ilk defa ele alınacak hesap namaz hesabıdır.
- Herhangi bir kabahat için cehenneme girenler, alınlarında secde izinden tanınır ve kurtarılır.
- Bu din pek garib başladı, sonunda garib olacaktır. Bu zamanda gelen Müslümanların büyük ecirleri vardır.
- Namaz kılanın önünden geçen kimse, bu hareketinin cezasını bilseydi, kırk gün bile beklerdi.
- Secde eden Müslümanın yanından şeytan ağlayarak kaçar. Sede etmediği için mel’un olduğunu hatırlar.
- Besmele-i şerife fatihanın ve her surenin başıdır, birinci ayettir.
- Hakkı batıl gibi, batılı Hakk gibi gösteren deccaldır.
- Amellerin en faziletlisi en güç olanıdır.
- Dualarda emretmek gibi değil… Sana sığınırım demeli.
- Haya ve kerem Hakkın sıfatıdır. Açılan ellere istenileni vermemek yapamaz.
- Sabahın sünnetini arkanızdan düşman süvarisi gelse dahi terketmeyin.
- Bir kul ya Rabbi beni cehennemden azad et dese, cehennem de ya Rabbi beni şu kulundan kurtar diye yalvarırmış.
- Bir kul günah istese de yapmasa bir şey yok.
Bir kul sevap istese de yapmasa bir sevap var.
Bir kul sevap istese de yapsa 700 kadar sevap,
Bir kul günah istese de yapsa bir günah yazılır.
Resulullah Efendimize her sene Cibril gelirken vefat ettikleri sene iki defa gelmiş. Bundan vefatını anlamış. Bu hali Fatma validemize söylediklerinde ağlamış, ilk evvel bana iltihak edecek sensin dediklerinde gülmüş.
•••
Bellediği sûreyi, âyeti unutan insanı çok günahkâr buluyorlar.
•••
Efendimiz Cenâb-ı Hakk’dan üç şey istemiş:
1- Düşmanların birleşerek ümmete musallat olmaması - kabul edildi.
2- Boğulmak ve kıtlıktan ölmek – kabul edildi.
3- Ümmetin arasında ayrılık olmaması – reddedildi.
•••
Kaderi dua değiştirir, ömrü de sadaka uzatır.
•••
Saidlik veya şakilik Hakkın takdiridir. Buna mazhar olan kullara o iş kolay gelir.
İNLEYİŞLER
MEDED YÂ RESÛLALLAH!
Sehâm-ı aşkına her dem vücûdum bir siper oldu
Fakat gönlüm göğüs açmış hedeftir yâ Resûlallâh
Senin şevkinle geldim âleme sensiz serâb oldu
Gece gündüz senin müştâkın oldum yâ Resûlallâh
Düşe kalka geçen altmış yıl ömrüm hep helâl olsun
Seni görmek diler dîdem görün bir yâ Resûlallâh
Sana nisbet edince kendimi sarhoş olub kaldım
Ağız ismin, gönül sevginle meşgul yâ Resûlallâh
Huzurunda seher vakti senin medhin okurken ben
Aceb idrâk hatamız var mı bilmem yâ Resûlallâh
Seninle hasbihâl eyler iken leylim nehâr oldu
Şeb-i yeldâ olur sensiz geçen her gün yâ Resûlallâh
Gönül âyinemi pâk eyledim nolur bana bir bak
Ölürken nakşını kıble edinsem yâ Resûlallâh
Niyâz etmekle ben çok hoş, sana nâz eylemek hoştur
Dilersen nûr-i vuslatla yakıp mahv et yâ Resûlallâh
Senin nûr-i cemâlinde fakir pervâneyim her ân
Dilersen Nusret’i şâd et, diler yak yâ Resûlallâh
Eğer mâziyi fikr etsem hârâb ender hârâbım ben
Huzurunda şerimsârım kerem kıl yâ Resûlallâh
Bana bir lâhza ümid ver gözümden akmasın yaşlar
Cehennemler söner sonra yaşımdan yâ Resûlallâh
Seni ahîr zamanda gerçi anlar pek az olmuştur
Sana dâvet edem halkı emir ver yâ Resûlallâh
Eğer halk-ı cihân bilse ki zâtın, Zât-ı Rahmân’dır
Sıfatınsa sıfat-ı Hakk şefaat yâ Resûlallâh
Ağız söyler akıl sus der, gönül yaz der şaşırdım ben
Gözüm gözler seni lûtfet görün bir yâ Resûlallâh
Senin zikrinle sinemden alevler arşa yükseldi
Seni görsem ne bayramlar yapar dil yâ Resûlallâh
Cenâb-ı Zât-ı Bâri’ye giden tek yol senin gönlün
Fakirden de sana varsın gönüller yâ Resûlallâh
Bilir bilmez, görür görmez, bütün âlem sana dönmüş
Kemâlin nuru sendedir muhakkak yâ Resûlallâh
Yüzümden perdeyi açtım nümûne olmadır kasdım
Ne yâr kaldı, ne ağyârım soyundum yâ Resûlallâh
Boyun büktüm seher vakti kapunda inledim durdum
Sesimden başka ses var mı bilinmez yâ Resûlallâh
Seni bende gören olsa bağışlardım ona Cânım
Beni senden bilenlerse bizimdir yâ Resûlallâh
Kerem kıl! Nusret’i şâd et! Bağışla cürmümü Şâhım
Huzûr-ı Hakk’a aç râhım yoruldum yâ Resûlallâh
Rûhu’l Kudüs’ün feyzi eğer Nusret’e inse
Elbette diriltir ölüyü, körler olur şâd
İsâ nefesin bir nazarı çirkine değse
Sultân-ı acem âşık olub eyleye feryâd
Bir gamzede bir dîde açar istese Mevlâ
Bir hande ile bazen eder âşıka imdâd
Birkaç gün için lâfı bırak zikre devâm et
Mutlak gelecek karşına Nusret sana mir’at
BİR KARDEŞE
Ne âciz bir fakiriz biz, ne mahzun bir gedayız biz
Bu âlemde hiçiz ama Habibi Mustafâyız biz
Evvelce nûr idi ismim, bugün Nusret dedi cânân
Vazifem çok basit amma şu dem sırrı Hüdâ’yız biz
O mahfidir bugün bizde, yarın biz onda mahfiyiz
Bizimle âşikâr oldu delil ü rehnümâyız biz
Bizi keskin kılıç sanma bugün rahmet dolu sinem
Heman bir damla yaşla gel, inan abdülgâfuruz biz
Vücûd ile varırlar kâbeye yâ Kâmil insâna
Soyun ruhunla gel zirâ ölüb tenden cüdâyız biz
Buna derya-yı zât derler bırak sen yâr ve ağyarı
Sakın sûretle aldanma harimi zülcemâliz biz
Gönülden söylenen sözler dışardan anlaşılmazmış
Gülistanı visâlinde hezârı hoş sedayız biz
Ne Hûriden, ne gılmandan, ne eyyamdan haberdarız
Beni Âdem libâsiyle gezen Şâh-ı cihânız biz
Bugün tebdil, yarın uryan, öbür gün şekli rahmânız
Bizle gel anla ey zâhid sâhibi zülfikarız biz
Hazine bulmak istersen bayırda, dağda olmaz o
Serâpâ günci mahfiyiz tılsımı cânküşâyız biz
Bize lâyık mı görmezsin, muhiblik kisvesin Câna
Ebû Cehilin pîşin terket bugün mürği sefâyız biz
Biraz gönlümde yer tutsan, canımla hasbihal etsen
Serâser nûr olurdun sen inan! Nûri vücûduz biz
Dilhânen kapkara bir taş sorarlarsa adın islâm
Ecel sûrundan evvel gel şefaat kâni olduk biz
Sana aşktan kanat taksam Cibrili arşa uçurtsam
Serâptır durduğun âlem, yazın âbı hayatız biz
DİĞER BİR KARDEŞE
Senden içre bir diğer sen var ki ahbâbım benim
Sen onu görmezsin amma âşinâm oldur benim
Kâh bakar senden bana kâhice benden âleme
Gafil olma Ârif ol zinhar inkâr eyleme
Gözlerinden fırlayan oklar gider çok kalb deler
Sen de rahat görmeden bir gün ayağın sendeler
Ben de fırlattım sehâmı ülfeti tam kalbine
Yâre aldın çok derinden yâremiz yoktur deme
Gönlüne hiç girmemiştir böyle bir ok şüphe yok
Bağlamışlar her vücûdu bir kazıkta çare yok
Şöyle üç beş yıl gezersin sonra anlarsın bizi
Yüz buruşmuş, sine bomboş dâimâ artar sızı
İsteyenler çok saadet sırrın, herkes bulmadı
Bizdedir sırrı saadet gafil agâh olmadı
Dehrin âlâmû mesârı bir birin tâkib eder
Kabrimin üstünde her ot sırrı aşktan bahs eder
Aşkı sâfiden haberdar olmayan taştan beter
Ehli aşk olmak dilersen al kitabımdan haber
Ruhların birleşmesinden gayri bir zevk var mıdır
Mahbese girmez gönül ondan güzel eş var mıdır
Göz izimle doldu veçhin sende senlik kalmadı
Gözlerin birleştiği ân bende benlik kalmadı
SEN YÜCE TANRININ SÛRETE BAĞLANMIŞ NÛRUSUN
Uyku torbası olan vücûduna bir delik aç, etrafını gör ve düşün, altından olan bülbül kafesine haşerat dolmuş... Onları ateşe yak, kudretini bizlere ALLAH vermiş.
Filvaki kendimizden küçüklere bakıp böbürleniriz, horozlanırız, kendimizden büyüklere bakıp ufalırız. Kendimize bakıp Tanrı lûtuflarını kendimizden biliriz. Bizleri kurtar ey ALLAH’ım bu yanlış fikirlerden.
Bir zaman gelecek, dünyâ bizi terk edecek. Onun gençlikteki tebessümlerine aldanmayarak daha evvel onu terk etmek idrâkini bizlere ver.
Hakk yolunda ilerlerken, önümüze gelen her mâniayı yenerek, hiçbirine iltifat ettirme. Hareketli ve neşeli günlerimiz, eğlenceli gecelerimiz bir gün son bulacaktır. O zaman boş bir çuvala benzeyeceğiz. Her ne kadar Rabbü'l âlemin hazretlerinin «kulum» demesine, habibi olan Fahr-i Âlem Efendimizin «ümmetim» demesine istinad ederek şımarmakta, sevinmekte haklıyız ama habibine lâyık ümmetten bir ferd olmağa çalışmak, onun huyuyla huylaşmak lâzım. Cenâb-ı Hakk'ın aşkından da müstefid olalım.
Esasen bütün âlem ezelde kendilerine verilen bu iki kadeh şarabın sarhoşudurlar. «Kulum ve Ümmetim»
Ârif, Kâmil ve vâsıl olanlardır ki bu şarabın sarhoşluğundan ayılmışlardır. Çünkü bu hitaplar çocuklara yapılan okşayıcı sözlerdir. Bizleri yanan, gaflete düşen kullardan ve ümmetlerden eyleme ya Rabbe'l âlemîn! Yokluktan başlayıp hepliğe ulaşmak nasib eyle.
Yazılarımın içinde birçok yavan, tatsız, tutsuz sözlererastlayacaksınız. Fakat bunlar mertebe icâbıdır. İnsan her zaman âşık ve mâşûk makamında kalamaz. Alevin yanında durulmaz, yakar. Geçmek mecburiyetinde iseniz, yanından sür'atle geçiniz. Etrafınızı ateş sarmışsa bir hamlede o daireden dışarı çıkmak lâzımdır. Aşk ateşi de böyledir. O da yakar. Yanında fazla durulmaz. Üşüyenler bile ısınınca çekilmelidirler.
Size nasıl anlatayım kendimi, bilemiyorum. Sinemde bazen dumandan da eseri kalmayan bir kor yığını var. Beni o halde göremiyorsunuz. Benim benliğim O’dur. O'nun nûrudur. Ateşime veya topraktan olan şeklime, darmadağınık olan hallerime ve sözlerime bakmayın; yavan ise icap ettiği yerde tuz, icap ettiği yerde de şeker koyunuz; muhakkak gönlünüzün beğeneceği bir yemeğe kavuşmuş olursunuz.
Yanımdan geçen iki kişinin benden garip ve zavallı diye bahsettiklerini duyduğum zaman mest olurum. Sarhoş olurum, kendimden geçerim. Çünkü garip diye anasız, babasız, kimsesiz, doğup büyüdüğü diyardan da uzak, belki de aç ve susuz bir kimse hatıra gelir, böyle kimselerin gönülleri de Hakk sevgisiyle, aşkın nûruyla doludur.
Aşksız olmuş da bütün akraba ve taallükâtı hayatta olmuş, kaç para eder? Zengin olmuş, mânâ fakiri olduktan sonra, Yaradan'la münasebetini göremedikten sonra kaç para eder? İki cihân serveri «Fakirlikle iftihar ederim» demiş; ne güzel demiş, ne derin konuşmuş. İşte benim için söylenen bu garip kelimesi böyle mânâlar taşır. Her şeyle alâkamı keser, sevgilinin huzuruna uçuruverir.
Herkesin hürmet ettiği yüksek rütbeli, zengin, âlim bir kimseden mi bahsedildi? Tanrı'nın verdiği ömür hazinesini hep bu fâni âlem için sarf etmiş, kendini beşeriyet için feda etmiş bir kahraman hatırıma gelir. «Şu adam meczubun, delinin birisidir, âşık mıdır nedir?» dedikleri de, Tanrı'nın nûrunu görerek onlara kul köle olmuş; yediğinin, içtiğinin, tokluğunun, açlığının, fakirliğinin farkında olmayan bir insan demektir. Ne gam var o kimse için ki ölmeden evvel ölmüştür. Hesaplarını temizlemiş, bir ruh gibi ayakta durmaktadır. Onun başka bir âlemi vardır. Belki de orada sultandır. O bilir ki sırtındaki paçavralar ile zenginlerin ipekli elbiseleri ebediyen çıkarıldığı o gün aynı seviyede, aynı hizada bulunup Rabbin emirlerini bekleyeceklerdir. Hattâ hattâ zât cennetinin baş köşesi onun yeridir.
İşte benim düşüncelerim bunlardır. Size derdimi anlatamıyorum. Bizi anlamıyorsunuz, bizi hakiki varlığımızla göremiyorsunuz; görülene bakıp şekillere kıymet biçiyorsunuz, görenle beraber olmuyorsunuz, görenin nûr deryâsında yüzemiyorsunuz. Ateş görüp yanarım diye korkuyorsunuz, kaçıyorsunuz.
Zamanı gelecek, haklı olduğumu anlayacaksınız. Elbet bir gün gönlünüzde aşk ve ilim nûru belirecek. Hakk ve hakikat güneşi doğacaktır. Can ve gönülden temennim budur. O zaman fâni vücûdunuzun Kâbe'de bir direk, idrâkinizin kıblesinde bir kandil olduğunu anlayacaksınız.
Kendinizi, bütün ervâhın başlarının üzerine basarak arşın üstünde, Fahr-i Âlem Efendimizin avucunun içinde gâib olmuş göreceksiniz. Şemsi Tebrizi'ler, Mevlânâ'lar, sizler, bizler hep aynı nûrdan, MUHAMMED nûrundan (s.s.) aydınlanan gönüllerimiz var. Kendimizin bile farkında değiliz.
Kâinatta bütün varlıkların, insanları yetiştirmek için hizmette, insanların da dinli dinsiz muhtelif putların ve peygamberlerin arkasına düştüklerini, hepsinin de (peygamber dahi olsa) Hazreti Peygamber'e müteveccih olduklarını bilseniz, geçmiş günlerinizden tövbe edersiniz.
Hele Hazreti MUHAMMED'in cübbesinin altına girebilip etrafa bir bakabilseniz yâni Kâbe-i Muazzama'daki siyah örtünün üzerinden göz olup etrafa bir bakabilseniz! İbadetlerin size müteveccih olduğunu da görürsünüz.
Gönül vicdaniyle bulmazsa ALLAH'ı hakikince Mücerred dildeki ilim veya irfanı neylerler
diyerek birdenbire söylenen sözlerin hepsine bir kibrit çakıp aşka teslim olalım kardeşlerim.
Ah! Niçin beni anlamıyorsunuz? Nasıl söyleyeyim? Arapça söylendi, anlamıyorsunuz. Acemce söylendi, anlamıyorsunuz. Türkçe söylüyoruz, anlamıyorsunuz. İngilizce'den tercüme edilmesini mi istiyorsunuz?
Bu kitap, gönül kitabıdır. (Ey sevgilim! Kendi kitabını oku! Bugün için bu sana yeter) emriyle bildirilen kitap bu kitaptır. Kendinizi habiblikten uzak görmeyin. Aynı zamanda hepimize söylenmiş bir sözdür, bir emirdir.
Öyle bir idrâk sahibi olun ki, Efendimize gönderilen Kur'ân-ı Kerim'i kendi gönlünüzden de okuyun.
Kadir gecesini mi yaşamak istiyorsunuz? Her geceniz kadir olabilir. Bayram gününü mü yaşamak istiyorsunuz? Her gününüz bayram olabilir. Ezânı Muhammedî, Lebbeyk, Mevlût… seslerini mi duymak istiyorsunuz? Gönül kulağınızı açınız. Her an bunları duyabilirsiniz.
İsmi Âzam duasını mı öğrenmek istiyorsunuz?
«ALLAH» ismi şerifinden büyük «İsmi Âzam» mı olur? Yalnız o ismi mübareki söyleyebilecek ağıza sahip olun. Balık, gözünü açar açmaz ilk gördüğü şey denizdir. İnsan da böyledir. Gözünüzü açar açmaz, ilk gördüğünüz varlık Hazreti ALLAH'ın nûrudur. Gözünüzü kapayın, gön-lünüzdeki kendi âleminizde gördüğünüz yine O'nun nûrudur. Esasen sizden gören de O'nun nûrudur. Şu halde siz züccâce içindeki nûrsunuz. Bunları niçin anlamıyorsunuz?
Elinize aldığınız herhangi bir kitap muhakkak ki bir nûr neşreder. Bu nûr, kiraz böceklerinin yanar söner ziyasından başlar, deniz fenerleri gibi aralıklı ışıldayanlar, mum ışığı ve daha kuvvetlileri, projektörler ve nihayet güneş gibi sonsuz nûr saçanlar vardır.
İşte Kur'ân-ı Kerim, sönmez bir nûr ve eşsiz bir kitaptır. Hakk kelâmıdır, Fahr-i Âlem Efendimizin gönül semasına indirilmiştir. Bu hal gösteriyor ki, Rabbimiz, kullarından uzak ve alâkasız değildir. Aranızda tasavvur ettiğiniz ayrılık, kendi evham ve hayâlimizdendir. Mekânların mekânı olan yüce «ALLAH» çok temiz olan mahlûkatın içlerinde «İnsana olan tecellim gibi hiçbir mahlûkuma tecelli etmedim» buyururken, huzuruna, cismanî ve ruhanî hiçbir perde ile gelmememizi istiyor.
Benim bir hâlim var biliyor musunuz?
(Salli alâ seyyidinâ Muhammed) dendiği zaman, birden beşeriyetim kemâle erer. Saçlarım ve sakalım beyazlanır. Sanki o habîbin rûhu vücûduma girmiş, gönlümü istilâ etmiştir.
Kıyamda durup hamd etmek mi lâzım? Ederim. Rükûa varıp tâzîm etmek mi lâzım? Ederim. Secdeye kapanıp yüzümü, gözümü, alnımı, burnumu aslım olan toprağa sürmek mi lâzım? Sürerim.
Kaç def’a...
Eğer iki, üç, dört def’adan fazla emredilse ebced hesabında hoşuma giden «mim» harfinin delâlet ettiği 40 rakkamına kadar secdeye varmak isterim.
Huzûr-ı izzette (Dile benden ey habîbim! Ne dilersen vereceğim. İstersen dünyâyı altın yapayım) vaadi ilâhîsi tecelli ettiği zaman, (Yalnız ümmetimin selâmetini niyâz ederim) diyen o sevgililer sevgilisi hatırıma gelir.
Bu mübarek ismi ister ben söyleyeyim, ister siz söyleyin; varlığımın onda fâni olması, beşeriyyetimin erimesi için kâfidir.
Ümmet meşreb olup bütün beşeriyyetin günahlarını affedesim geliyor. Elimde, avucumda, cebimde, ilmimde, gönlümde nem varsa veresim geliyor.
Birdenbire insanların değil, meleklerin bile üstüne çıkarım. Cebrail'i de geride bırakırım.
Geçtiğim yollarda Cehennem söner. İçindekiler sevinir, bayram yaparlar.
Cennet ve içindekilerin hayretten ağızları açık kalır.
- Bu nûr nereden geliyor?
- Bu kokunun sahibi kim?
- Lika ullah bu mudur? Diye sorarlar. Bizi ararlar.
Fakat biz onların da üstüne çıkarız. Oralarda âşıkın düldülü de yoktur. Refrefi de yoktur. Benliği de yoktur. Havaî fişengi patlayan âşık kandil kandil arzımızın üzerine iner. Onlar Hikmet, Rahmet, Şefkat, Merhamet nûrlarıdır.
Hareket noktama vâsıl, aslıma râci olurum. Nusret olarak nâm alır, görünürüm.
Vücûdumdaki her katre kanda milyonlarca hayat vardır. Bunlar hemen boyun bükerler, vecde gelirler, «ALLAHû Ekber» diye semâa başlarlar.
Siz de bu mî’râcı yapabilirsiniz. Siz de bu sevgililer sevgilisinin yolundan giderek O olabilirsiniz.
O olun! Âlemlere rahmet olun! İnsanlığımızın şerefini bilin! İslâm dininin nasıl bir din olduğunu idrâk edin!
İnsan iken âşık, âşıklıktan sonra da mâşûk olun! Bu zevke, bu mertebeye varmazdan evvel de ne olduğunuzu siz idrâk buyurun aziz kardeşlerim.
•••
Ey sevgilim! Sen de herkes gibi vücûduna bir çok elbise çeşitleri seçmişsin, fakat senin elbisen insan vücûdudur. Hem de saçı sakalı ağarmış, rengi sararmış, gözleri yaşlı, vücûdları zayıf, fakir kılıklı, mütebessim ve beşuş çehreli herkese yararlı olan vücûdlar.
Birbirlerini seven bir ailenin müşterek olarak sevdikleri bir de çocukları… Bu uğurda yapmadıkları fedakârlık, çekmedikleri zahmet —israf derecesine varsa dahi— sarf etmedikleri para yoktur. Sebeb? Sevgi!
Kediler doğurdukları yavruyu yalarken gerek süt kokusu, gerek tam bir teslimiyette gördükleri için çıtır çıtır yerler. Sebeb? Sevgi, kıskançlık.
Yıllarca yaşarız, nihayet ölürüz. Bizleri öldüren kuvvet, aynı zamanda yaratan ve yaşatan kuvvettir. Ölmemize sebeb yine sevgidir. Çünkü o kul sıhhatte ise hastalığı ve ihtiyarlığı çok üzücü olacaktır. Hasta ise çok sıkıntı çekmemesi için ölüme hazırlıklıdır. Zengin ise Hakka karşı isyanına meydan verilmemiş olacaktır. Fakir ise ölerek zilletten kurtulur.
Âşıksa kendisine çekmek için canını ister. Vücûd kaydından kurtarır.
Şu halde neticesi bizim için iyi ölüm çok hayırlıdır. ALLAH'ın sevgisine delâlet eder.
Şu halde biz kullar da ölmeden evvel ilmimizdeki her varlıktan ve hayalden ölerek kurtulup Yaradanımız'a kavuşursak, iştiyakla emirlerini yapıp nehiylerinden kaçsak da, mukabil sevgimizi göstersek fenâ mı olur?
O'nun verdiği can nefhası istesek de, istemesek de, yine ona râci olacak. İyisi mi, rızamızla bu işi yapsak da can ve ten kaydından kurtularak ona teslim olsak, kulluğumuzu ve sevgimizi isbat etsek olmaz mı?
Bu yazılarımla size bir hakikati duyurmak istiyorum: Para sarfiyle ve gece gündüz çalışmaktan maksadım da ilâhi sevgiyi anlatmak içindir. «Ben de biz gizli hazineyim. Bilinmekliğimi diledim. Şu kitapları yazdım.»
Kâinât da ALLAH'ın kitabıdır. Bir yaprak, bir çekirdek, nihayet bir insan mükemmel bir kitaptır. Kur'ân'dır. Muhtelif çiçeklerde, muhtelif güzellikte kokular vardır. Bu dünyâ bahçesinde burnumuzu ve yüzümüzü hoş koku gelen tarafa çeviririz ve yürürüz. O çiçeği buluruz, koklarız. Sebep? Yine sevgi. Çiçeğin dâveti var «Ben senin için yaratıldım. Beni kokla. Ben bu kokuyu Rabbimden aldım» diyor hal lisaniyle.
Bu sevgi yazıları da benim ilmü irfân kokumdur. Rabbimden aldığım tevhid kokusudur. O da diyor ki: «Ey insan! Çiçeklere olan tecellim budur. İnsanlara da idrâk yolu ile sırlı sözlerle, işaretlerle tezâhürlerim ve tecellilerim vardır. Konuşan, dinleyen, kokan, koklayan hep «Ben»im. Bu benim zevkimdir, saltanatım icabıdır. Çiçeklerdeki koku, yediğin şeylerdeki lezzet, güzellerdeki cazibe, ibâdetlerdeki huzur ve huşu hep benim.
Niçin bu letâfet, tevhid ve aşk yolundan bana gelmiyorsun? Nusret kulumun yazmağa çalıştığı kitaplar da benim arzuma muvafıktır. Ona lütf-u mahsusum vardır; onları oku, anlamaya çalış!
Arapçasını gönderdim «Lisan bilmiyorum, ben Türk'üm» dedin. İşte Türkçe yazdırdım, gönderdim. Şimdi de vaktim yok diyorsun. Emin ol cezalarımı sana da tattıracağım. Rabbinin, velilerinin sözlerine kayıtsız kaldığından, sevgime ve lütuflarıma sevgi ve şükür ile mukabele etmediğinden nankörlüğünün karşılığını göreceksin.»
«Sabah karanlığında, herkes uyurken o benim feyz kapılarımı bekledi. Varını yoğunu benim rızâi ilâhiyem için sarfetti. Ben de ona «Nusret»ime hayat, ilim, semii, basar, irade, kudret, kelâm, tekvin, idrâk hazinelerimden verdim. Âlemleri sizin için yarattım. Sizi de kendim için. Bunu biliniz ki, nasıl olsa sizleri huzuruma çekeceğim. Bana ait olan canı alacağım. Hem de günlerce döşekte inlettikten sonra.»
«Huzuruma pis elbise ile günah kiri ile kirlenmiş bir vücûdla gelmeyin. Dünyâ âleminde kirlendiğiniz gibi yine orada temizlenin, öyle gelin. Bu temizlik için günde bir saat bana yeter, yirmi üç saat sizin olsun.»
Bazen nefsi emmâre, nefsi mutmainne üzerine galebe çalar. Deccal'ın zuhuru gibidir.
Hazreti İsa'nın gökten zuhuru ile Deccal'ı katletmesi, rûhun nefsi emmâreyi tekrar katletmesi gibidir.
Dabbetü'l arz, nefsi levvâmeden kinayedir. Mescid-i haramdaki ev, Beytullah'tır. O da gönüldür. Bazı kimselere oraya gitmek lütfedilmiştir.
•••
Vücûdumuzu örten elbiseler, çamaşırlar kirlendikçe yıkanır. Eskidikçe yenisini giyeriz, eskileri atarız. Vücûdumuz da ruhumuzun elbisesidir. 50, 60, 70 yaşında onu da atarız. Böylece birbirinin üzerine altı kat iç çamaşırımız vardır. En içte ve ortada olan gönül güneşidir. Beyti ilâhîdir. Şemsi hakikattir. Bunu idrâk eden nûr-u Muhammed'e mazhar olanlardır. Orada kavga, münakaşa, ayıp, çokluk yoktur. Bu 6 elbiseyi ilim, tasavvuf yolu ile idrâk edenler ölmeden evvel ölmüş, huzura kavuşmuş kimselerdir. Hal ve hareketleri, sözleri özlerine lâyıktır. Kur'ân'dan konuşurlar. Güzel ahlâk kokuları neşrederler.
•••
Her meslek için bir kabiliyet, bir istidat lâzımdır. Fakat Hakk vergisinde pek böyle sebebler aranmaz. Çünkü verenin lütfuna son yoktur. Atâsı boldur. Taşta kabiliyet olmadığı halde onu bile söyletir. Toprağın kara yüzünü ay gibi yapar. Yan yana iki fener gibi çakan gözlerinden bakar durur. Şart olan kabiliyet değil, onun vermek istemesidir. Ahh! İnsan bir kendisini bilebilse, bulabilse...
Öyle bir kimseyi sevin ve öyle bir kimse ile arkadaşlık edin ki bir anda gönlünüzdeki bulutları, kesafetleri, sûreti beşeriyetinizi silsin, nûra gark etsin. Siz ona baktığınızda, tecelli aynasında Cemâlinizi göresiniz.
•••
Günde beş vakit Hakkın huzurunda durmayı âdet edenlere «zahit» bunu az gören iştiyak sahiplerine «âşık», dâima Hakkın huzurunda olduğunu idrak edenlere «Vasılı Hakk, Mâşûk, Ârifi Billah» derler. Namazla başlayan ve biten kulluk, iftarla son bulan ve sahurla başlayan oruç avâmın kârıdır. Havas, her zaman huzurda, her zaman oruçludur.
•••
Eğer bütün şerlerden emin olarak Hakk’ın muhafazasında bulunmayı istersen, herkese sıtkü sadakat göster. Halka insaf, büyüklere hizmet ve hürmet, küçüklere şefkat, düşmanlara hilmiyyet, dostlara vefa, nefsine inzibat, dervişlere cömertlik, âlimlere tevâzû, câhillere sükût göster.
•••
Bu âlemde din büyükleri, âlimler padişahdırlar, sultandırlar. Âlimlere fikir, dervişlere zikir lâzımdır. Fikirsiz âlim serap peşindedir. Nuh’suz gemidir. Tur’suz Musâ’dır. Zikirsiz derviş haraplık yolundadır. Ruhsuz kalıptır, nursuz kandildir.
•••
Ayağa kalkarsan hizmer kastiyle kalk, konuşacaksan hizmetli konuş, oturacağın yere saygı ile otur.
•••
Gözün kahredici bakışı Azrail, lütfedici beşuş bakışı İsrafil, kulak Mikail, ağız Cebrail aleyhümüsselâmın mazharıdırlar.
•••
Hamı pişiremezsen bâri pişmişi soğutma.
•••
Bu gece düşündüm, sabaha kadar düşündüm. İçime teessür ve acımak âteşi düştü. Bakınız kimlere acıyorum:
- Kendi içindeki meleklerden, şeytanlardan haberi olmayıp da dışarıda melek arayıp hayalinde tasavvur ettiği şeytanlardan korkanlara.
- Kendi elleriyle yaptıkları şekillere ilâh ismi vererek tapanlara.
- Kendi nefsini, kendi evini idare edemeyip memleket idaresine kalkışanlara.
- Büyük mevkilere yükselip de küçük söz söyleyenlere.
- Eline üç beş lira geçirip de milyoner gibi fiyaka yapanlara.
- Hayatlarını tanzim edemeyip çoluk çocuğa ahlâk ve fazilet dersi vermeğe kalkan babalara.
- ALLAH’a karşı yüzü kara olduğu halde halka direktif vermelerine. (Küçük hükûmetlerin büyüklere mesaj vermesi gibi.)
- Yüksek adam olmak için canlarına kıyarak üst üste yığdığı cesetlerin tepesinden aşağı bakarak alkış bekleyenlere.
- Gökteki yıldızlardan mânâ çıkarmak için başı yukarıda yürürken önündeki kuyuya düşen mağrur müneccimlere.
- Şöhret peşinde koşarken idam sehpasında can verenlere.
- Birçok suçları, kabahatleri olduğu halde ALLAH’dan mağfiret istemeyi bilmeyenlere ve unutanlara.
- İlk mektebi bitirince anasını, babasını, câhil ve küçük gören çocuklara.
- Bardaktaki su kadar ilmine bakıp kendini deryâ sananlara.
- Hortumunun bir ucu fıçıda olduğu halde yangın söndürmek için çalışanlara.
- «Şarap haramdır, içeni kesmeli ve kanının sıçradığı yeri bile kazımalıdır» diye fetva verenin eline böyle bir mahkûmun kanı sıçrayınca kimse görmesin diye o eli pantolonuna silen kadı efendilere.
- Ömrünü zilletle geçirip para biriktiren dilencilere, apartman diken gafillere.
- Sonu zillet olan sefahat ve israf sahiplerine.
- Hakikî ilmi bırakıp da faydasız ilim peşinde koşanlara.
- Hayatı yalnız maddî gözle görenlere, mânâ gözü kapalı olanlara.
- Bütün çalışıp kazandığını bir anda içkiye, kumara verenlere…
Bu mevzu da sonu olmayan bir mevzudur kardeşlerim. Hemen derhal söyleyeyim ki kendime de acıyorum. Çünkü bu yazılarımla belki kimseyi uyarmak kabil olmayacak. Bir çanak yoğurtla bir göle maya çalınmaz, biliyorum. Fakat ne yapayım, huylu huyundan vazgeçmiyor.
Ey Rabbim! Seni tanımayanların, seni bilmeyenlerin, sana yakınlık derecelerini tahmin edemeyenlerin bazı hallerini kâğıda düşürdüm. Gerek onlara, gerek bana sen acı! Senin lütfun, senin afvu mağfiretin olmazsa hepimizin hali harap…
Dostları ilə paylaş: |