Kisa biR ÖYKÜ


YIL 93 YA DA ŞEVKET EPÖZDEMİR



Yüklə 177,85 Kb.
səhifə4/5
tarix22.10.2017
ölçüsü177,85 Kb.
#11568
1   2   3   4   5
YIL 93 YA DA ŞEVKET EPÖZDEMİR

Faili “meçhul” cinayetlerinin yılı. Ülkemizde faili “meçhul” cinayetlerinin işlenmediği gün yok gibi... Her gün birden fazla Kürt yurtseveri orada burada bu tür cinayetlere kurban gidiyor. Yüreklere korku sarmış bu ölümler, herkes kendinden korkar olmuş, herkes yarın sabah evimden işime gidebilir miyim? Endişesi yaşıyor, korkunun yüzlerde bıraktığı derin çizgileri, yüreklere saldığı berbat paniği, göz bebeklerine oturttuğu kuşku ve endişeleri görmek hiç de zor değil. Sabah evinden ayrılan her baba çocukları ve eşiyle vedalaşır. Günün ne getireceği, kimi nerede ve hangi pusunun beklediği belli değil. Her gece el ayak çekildikten sonra babalar veda busesi koyar çocuklarının yanaklarına. Akıllarda hep kapım çalınacak mı? Kimde... Kimde!.. İnsanın beynini çatlatırcasına zorlar “sıra kimde” sorusunun yanıtını aramak...

Ülkemde güneş erken doğar erken batar, güneşe göre mesai yapılır. O gün güneş batalı çok olmuştu, karanlığa rağmen bizim için mesai devam ediyor; çünkü on beş gün önce, bir operasyonla, içlerinde yaşlı amcamın da bulunduğu on beş kişi köklerinden koparılarak evlerinden, işyerlerinden alınmış, bilinmeze götürülmüştüler. Elbet, biliniyor bu götürülüş işkence demek, ayrılık demek, ölüm demek. Sanki herkes anlaşmış gibi söz edilmez bu tür götürülüşlerden. Her yerde gözaltı süresi iki gün, ama ülkemde en az yirmi gün. Her götürülüşten sonra düşünürsün, çember daraldı artık sıra bende mi? Beklersin... Beklersin... Beklemekten sinirlerin yıpranır, ne olacaksa olsun dersin, ama sana bir şey olmaz. Düşman arar, en iyisini arar! Belli ki o “en iyi” sen değilsin.

Bir haber alıyorum; işyerimdeyken, gözaltına alınan on beş kişi Savcılığa bugün çıkarılacakmış. Bilirim elbet kimsenin serbest bırakılmayacağını. Savcıya giden yardım yataklık başta olmak üzere örgüt üyeliğinden, örgüt yöneticiliğinden yargılanacağını ve uzun süre cezaevlerinde kalacaklarını bilirim. Ama umut bu, ya birilerini bırakırlarsa...

Ofisimde haber bekliyorum, sağa sola telefon ediyorum. Mahkemenin devam ettiğini söylüyorlar, dayanamıyorum karanlık basmadan çarşıya gidip sonucu Avukattan öğrenmek istiyorum. Arabama binip Şevket ağabeyin ofisine gidiyorum. Arabamı park ederken iki kişinin beni göz hapsine aldığını fark ediyorum. Bana dikkatlice bakıyorlar, üstleri düzgün değil, ikisi de uzun boylu ve kirli sakallıydılar. Boyunlarında egale benzer bir bez var, ortalık karanlık ama durdukları köşeye yansıyan ışığın yardımıyla onları görebiliyorum. Hemen yanlarında çorap satan biri dikkatimi çekiyor. Tatvan’da böyle işportacılar yok, kuşkulanıyorum. O iki kişinin göz hapsinde Şevket ağabeyin ofisine doğru yürüyorum. Ön ofiste yirmiye yakın insan oturmuş mahkemenin sonucunu bekliyorlar. Hepsini tanıyorum. Hepside gözaltındaki yakınlarının akıbetini öğrenmek için doluşmuşlar oraya. Onları anlıyorum ama içten içe de kızıyorum onlara. Bir insanı zora sokmak budur işte, burası beklenecek yer mi? Peki nerede beklenirdi? Hangi umut kapısında bekleyeceklerdi? Devlete rağmen hukukçu kimliğini koruyan bir başka avukat kalmış mıydı kasabada? Bundan başka dost kapısı var mıydı? Bu karmaşık duygular içinde oradakilere selam verip Şevket ağabeyi sordum; içeride olduğunu söylediler. Kapıyı çalıyorum, içeri girdiğimde ön ofistekinden daha sakin bir ortamla karşılaşıyorum; Azat Sağnıç, Niyazi Epözdemir ve Şevket ağabey var. Selamlaşıyoruz. Şevket ağabey yanağımdan öpüyor. Ön bürodaki manzaraya rağmen Şevket ağabeyin yumuşak ve sakin davranışları aklıma babamın ona taktığı “aspirin” lakabını getiriyor. Onu başkalarına anlatırken; “O aspirin gibidir. Acil durumlarda tereddütsüz başvurulacak bir ilaçtır. Şevket acılara kalıcı çözümler getirme de, ağrıları dindirir ve her derde deva olur.”derdi babam.

-Ağabey mahkemenin sonucu ne oldu?

-Bekliyoruz hala savcılıktalar.

Az önce ön büroda karşılaştığım manzarayı ve karmaşık duygularımı paylaşıyorum onunla. Çaresiz ama sakin bir ifadeyle;

-Ne yapabilirim ki? Gidebilecekleri bir başka kapı mı var? Zaten birazdan kapatıp gideceğim. Anlaşılan mahkeme daha da uzayacak.

-Vallahi iyi edersin ağabey. Büron gözaltında, gelirken tanımadığım iki kılıksız kişi bürona girinceye kadar gözleri ile beni takip ettiler. Duruşları iyi değildi. Dikkatli olman gerek. (Çorap satandan söz etmek aklıma bile gelmiyor).

-Ben zaten aranıyorum Ferhat.

-Olamaz ağabey, sen nasıl aranıyorsun? Hem aranıyorsun, hem de buradasın, ilginç! Buralardan hemen çıkıp gitmen gerekmiyor mu?

-Şu mahkeme bir bitsin, gözaltındakilerin durumları biraz netleşsin bakalım. Buralardan bir süreliğine uzaklaşmayı be de düşünüyorum. Hem de en yakın zamanda.

-Ağabey bu aranma esprisi neyin nesi?

-Namet (Nimettullah Epözdemir) yakalandığında onunla birlikte bir konuğunu da almışlardı. Durumu öğrenmek ve misafiri için bazı girişimlerde bulunmak üzere Emniyete gittim. Polise durumu izah ettim “Siz misafirimizi bile gözaltına almışsınız, yanlış yapıyorsunuz” dediğimde polis bana listeyi gösterdi “Biz yanlış yapmayız Avukat bey, işte gözaltı emrinin listesi” diyerek isimleri işaret parmağıyla göstererek okumaya başladı “Bak Nimettullah Epözdemir, Şevket Epözdemir...” dediğinde “Ama Şevket benim!” dedim, polis yanlış yaptığını anladı ve panikleyerek listeyi kapattı. Böylelikle arandığımı öğrendim.

-Valla ağabey çok cesursun, bunu bile bile hala buradasın, pes yani!

-Çıkacağım, en kısa zamanda çıkacağım.

Gözüme duvardaki Avukatlık yemini ilişiyor.

-Ağabey bu yemin sana hiç uymuyor.

-Haklısın, deyip gülüşüyoruz. Bu sohbeti ayak üstü yaptık. Oturmamı istedi ama ben oturmak istemiyordum. Şevket ağabeyin ofisinde gereksiz kalabalığa bir de kendimi eklemek istemiyordum. Gideceğimi söyledim. Sonucu öyle ya da böyle öğreneceğimi söylüyorum.

-Nasılsa kimseyi serbest bırakmayacaklar, belki yaşından ötürü Habip amcamı serbest bırakırlar, bu bile zayıf bir ihtimal ya... Umut işte...

-Bir şey olmaz. Sıkma canını. Ben de kimseyi bırakacaklarını sanmıyorum.

Azad ve Niyazi’nin beni çok ciddiye aldıklarını sanmıyorum. Korktuğum için hayal gördüğümü düşünmüş olmalılar, vedalaşıp çıkıyorum. Ön ofise geçtiğimde içerdeki sigara dumanı, sigara tiryakisi olmama rağmen, gözümü yakıyor bir kez daha içten içe kızıyorum; sigara içenlere kızıyorum, onları buraya mahkum edenlere kızıyorum... Şimdi Şevket ağabey o yumuşak, o güler yüzle nasıl bunlara “Büroyu kapatıyorum, hadi çıkalım” der. Diyemeyeceğini biliyorum, onlar gitmeden işyerini terk edemeyeceğini de biliyorum. İnsanları işyerinden çıkarma asla onun mizacına uygun değildi. Aldığı terbiye buna müsait değil, çaresiz bekleyecek onların gidişini.

Yakup Gökçe hemen Şevket ağabeyin ofisinin bitişiğinde kontürlü telefon bayiliği yapıyordu. Gelmişken ona da hayırlı olsun demek için dükkanına girdim. Karanlık bütün kenti teslim almıştı. Gözlerimle o iki kişiyi aradım yoktular, çorap satan da yoktu. İçim rahatlıyor, demek bir sorun yoktu...

Yakup arkadaşla uzun boylu bir iş sohbetine dalıyorum, işyeri için perspektifler sunuyorum. Güzel bir sohbet oluyor. Sohbetin ortalarında yandaki fırıncı gelip “Ağabey arabanı kaldırır mısın? Çeper geldi boşaltamıyoruz” diyor. “tamam” deyip Yakup’la vedalaşarak işyerinden çıkıyorum. Birden kafamda şimşek gibi bir soru çakılıyor, bu adam arabanın sahibinin ben olduğumu ve Yakup’un işyerinde olduğumu nasıl ve nereden bildi? Korkuyorum, acaba..!

Arabama binmeden etrafımı kontrol ediyorum, şüpheli hiç kimse yok, hızla evime yöneliyorum...

Saat on civarı Azad arıyor beni, benden Nuri Dağdağan’ın telefon numarasını istiyor. Nuri Dağdağan her zamanla polisle, devletle işbirliği içinde olan biridir, nedenini soruyorum ama bana nedenini söylemiyor. (O gece Şevket ağabey kaçırılıyor, Azad bunu biliyor, bunun gizli bir yanı olamaz ki, bu illegal bir şey değil ki, neden bana söylememişti acaba, geceyi rahat geçirmeme mi istemişti?)

Ülkemde güneş erken doğar, işbaşı da erken yapılır, çünkü günler kısa, günleri kısaltan bir de korku var tabi. Gün ışığından daha fazla yararlanmak gerekiyor. Sabah işyerime gidiyorum, bir ay öncesinden Ankara’da iş ile ilgili bir toplantı düzenlenmişti. O toplantı için hazırlık yapıp akşam olmadan yola çıkmam gerekiyordu. Bitlis deresini karanlık çökmeden geçmeliydim, karanlık ölümü çağrıştırıyor.

Azad’ın işyerinin önünden geçiyorum ofisinde üç-beş arkadaş var. Merak edip yanlarına gidiyorum. Bu saatte bu ne toplantı? Selam veriyorum. Herkesin suratı asık, herkes geceyi kötü geçirmiş, herkes düşünceli. Anlam veremiyorum durumlarına, onlar da benim neşeli oluşuma anlam veremiyorlar. “Ne oldu?” diye sorduğumda Mehmet diye bir arkadaş “Haberin yok mu? Şevket ağabey dün gece kaçırıldı.” diyor. Anlamıyorum... Belki de anlamak istemiyorum. Böyle tatsız şakalar da yapılmaz ki...

-Bu tür şakalar hiç hoş değil, diyorum. “Çünkü Azad’la kapı komşusuyuz. Azad duyar duymaz bana haber verir, en azından tedbir için” diye düşünürken, Azad:

-Evet doğru Ferhat, dün akşam kaçırılmış, diyor. Herkes geceyi Şevket ağabeyimizi düşünerek geçirmişti. Dostları onun için bir şeyler yapabilme çabası içine girmişlerdi. Ben ise Azad’ın sayesinde bütün bir geceyi bunlardan habersiz geçirmiştim. Bilenler gece boyunca birbirini aramış, “Şevket ağabey kaçırıldı tedbirli olun!” diye. O gece kaçırmak amacıyla Abdulbaki Aslan’a tuzak kuruyorlar, rastlantı sonucu tuzağa düşmeyince gecenin bir vakti evine gidiyorlar. Gelenler “Biz gerilla yakınıyız dışarıda kaldık” veya “Biz gerillayız” diyorlar. Normal koşullarda her yurtsever, bu tür durumlarda, kapısını dara düşenlere açar. Abdulbaki olayı bildiği için kapıyı kimseye açmıyor. Ama ya benim kapıma gelselerdi..?!

Sorular soruyorum peş peşe, yanıtları olmayan sorular ve ben yanıtlıyorum sorularımı; herkesin bildiği ama yanıtlamadığı soruları. Herkes bilir faili “meçhul”ün ne olduğunu ama Şevket ağabeye ölüm yakışmıyor, ona gülmek, daha fazla gülmek ve güzel sohbetler yakışır. Ölüm ondan çok uzakta değil, yanı başında, dün gece ona misafir mi olmuştu?

-Bir ay sonra ya Hazar gölünün çevresinde ya da Fırat’ın kenarında buluruz ağabeyi. Bir ay önce de ona ulaşmak mümkün değil. Sağ olarak dönmesi mümkün değil, ağabeyimiz ÖLDRÜLDÜ!

Kimsenin itiraf edemediği ama bildiği şeyi ben yüksek sesle dile getiriyordum yüreğim yanarak. Anılarım canlanıyor bir bir ve şu gerçek beni ve arkadaşları eziyor tüm ağırlığı ile; Şevket ağabey, faili bilinen ama saklanan meçhule gitti, ağabeyimiz öldürüldü, o her derde deva aspirinimiz öldürüldü ve onu bir daha göremeyeceğiz. Bir daha onunla votka içemeyeceğim, bir daha onun yanında özel bir yerimin olduğunu anlayamayacağım. (Şevket ağabeyin şahadetinden sonra bir daha asla votka içmedim).

İşyerime gidiyorum, personelim Avukat Şevket beyin neden, niçin kaçırıldığını soruyor bana. O “Avukat Şevket Bey” değildi ki benim için. O katışıksız bir dost, o fırtınalı havalarda sığınacağım bir liman, o bütün yaralara merhem bir ilaç, o kelimenin tam anlamıyla bir ağabeydi benim için. Ama o Tatvanlının Avukat Şevket Beyi idi. Tatvanlının yanına gidip davalarını bedava verdiği Şevket beydi. Tatvanlı herkesin meziyetleriyle övünç duyduğu bir Şevket beydi. Ama gece kaçırmışlardı onu; ölüme götürülmüştü. Dün yer küremizin son gecesine tanık olmuştu.

Şehre çıkıyorum, her köşe başında Şevket’in kaçırılışı konuşuluyor. Herkes sıranın kendisinde olduğunu düşünüyor, bilmiyorlar ki herkes adına Şevket kaçırılmıştı. Artık evlerinizde rahat uyuyabilirsiniz beyler, kurban en iyisinden seçilir, avcı en iyi kurbanı seçti, artık hepimiz sıcak yatağımızda rahat uyuyabiliriz. Kamufle olmak adına Arif’in kumarhanesinde kumar oynamamıza gerek yok. Sarhoş, lümpen numarası çekmenize de... CHP’ye üye olmak zorunda da değilsiniz artık. Hepiniz, hepimiz adına Şevket ağabeyi seçtiler...

Tatvan o gün çok sessiz, her yerde Şevket’in kaçırılışı konuşuluyor ve herkes bu işin içinde Tugay Komutanı Korkmaz Tağma ile Mutkili Temo’nun parmağının olduğunu düşünüyor. Düşünüyor ama kimse kendi kendisine bile itiraf edemiyor. Tatvan şehir merkezinde yas var. Ölümün ağırlığı var, herkes içten içe yazık oldu diyor, hak etmiyor bu ölümü diyor. O kısa boylu güleç insanı, o şık ve sevecen insanı düşünüyorlar. “Sıra kimde?” sorusu bugün her zamankinden daha ağır ve daha yakıcı bir soruya dönüşüyor. Aynı akşam Abdulbaki’nin evine giderek onu kaçırmaya yeltenmeleri, bu kuşkunun yersiz olmadığını gösteriyordu. Korku dağları bekliyor. Korku yüreklere sinmiş. Korku gündüzlerin efendisi, gecelerin celladı olmuştu.

Günlük işlerimizi yapıyoruz. Yaşam devam ediyor. Bir ayağımız Şevket ağabeyin ofisinde, bir haber, bir güzel haber alabilir miyiz? diye. Şevket ağabeyin iki oğlu da babalarının kaçırıldığını duyar duymaz gelmişlerdi. Sakin vakur duruşları var, imreniyorum Serdar’ın o vakur duruşuna. Yiğitlerin oğlu da yiğit olmalıydı, tıpkı Serdar gibi.

Bankaya gidiyorum para çekmek için. Yolda Şakir amca (Şakir Epözdemir)in oğlu Lokman’la karşılaşıyorum.

-Ağabey sanırım amcamı buldular, diyor.

-Neee... nerde... nasıl?

-Rahva’da bir ceset bulunmuş, o olduğu söyleniyor.

Banka müdürünün odasına göz atıyorum, Şakir amca müdürle sohbet ediyor, olaydan haberi yok sanıyorum, onun sakinliği bende böyle bir izlenim bırakmıştı. Yanılmışım. Müdüre paranın erken verilmesini, gidip o bulunan şahısa bakması gerektiğini söyleyince yanıldığımı anladım. Henüz oturmuştum ki dayanamayıp Şevket ağabeyin bürosuna gidiyorum. Şevket ağabeyin koltuğunda Serdar oturmuş telefonlara bakıyor, bulunan cesedi soruyorum.

-Ya ağabey biz de korkuttular, yanılttılar. Rahva’da soğukta donan bir köylünün cesedinin babam olduğunu söylediler, panikledik ama o değilmiş, arıyoruz hala, Tugay Komutanından randevu istedim vermedi, ona ulaşamıyorum

Bu arada bir telefon geliyor, Serdar yanıtlıyor; karşıdaki Şevket ağabeyin soyadını soruyor, Serdar; “Epözdemir” olduğunu söylüyor, telefonu kapattıktan sonra soruyorum “kimdi” diye.

-İstanbul Barosu. Bunlar salak, babamın orda bir davası varmış soyadını soruyorlar.

İçime bir korku düşüyor, Baro yetkilisi olduğunu söyleyen adam Şevket ağabeyin telefonunu biliyor, adını biliyor, soyadını bilmiyor.! Olacak iş değil bu! Bu kasvetli havada kuşkuları dile getirmenin zamanı değildi, komplo teorileri üretmenin zamanı değildi. Kuşkularımı Serdar’a anlatmıyorum.

-Serdarcığım benim Ankara’da çok önemli bir toplantım var ve yarın sabah orada olmalıyım, müsaaden varsa gidebilir miyim, yapabileceğim bir şey var mı?

-Elbette ağabey gidebilirsin, bu işin ne kadar süreceği belli değil, biz bile bir şey yapamıyoruz.

Üzgün ayrılıyorum. Rahva’da bulunan cesedin Şevket ağabeye ait olmadığını duymak hoşuma gidiyor, hala ümit var mı acaba...? Kendimi kandırdığımı biliyorum ama kendimi bu konuda kandırmak hoşuma gidiyor. “Umudun kör kuyularda tutsak edilmesine” razı olmuyor gönlüm. Hele bu Şevket ağabeyime yönelik bir umutsa... Umut, toplu iğne ucu kadar da olsa umuttur, o minnacık umuda sarılıyorum. Onu büyütüyor, büyütüyor,büyütüyorum...

Tatvan’da kimse Şevket’in ölmesini istemez. Onu sevmeyen var mıdır? Acaba kimseye kötülüğü dokundu mu? Asla!..

Karmakarışık duygularla Tatvan’dan ayrılıyorum. Biliyorum, bu cellatlar “sağ koymaz, sağ koymaz öldürürler.” Şevket ağabeyimi... Kendimi kandırmaya ihtiyacım var, iyimser olmaya, bardağa dolu tarafından bakmaya ihtiyacım var... İhtiyacım var ama, bardağın hiç dolu tarafı yok ki... Hepsi boş! Şevket ağabey haber vermeden hiçbir yere gitmezdi. Hele korkunun padişah olduğu bu günlerde, atacağı her adımdan dostlarını haberdar ederdi. On altı saati aşkındır ortalarda yok. Hiçbir izine rastlanmıyor. Bu yok oluşa iyimser bakmak mümkün değil... Bu yok oluşun içinde zerre kadar umut yok! Kaçırılmış olmanın dışında hiçbir ihtimal yok! Lanet olsun! Gitti Şevket ağabey gitti...

Şevket ağabeyin şahadet mertebesine ulaştığını Ankara’da toplantımıza ara verildiği sırada bir arkadaştan öğreniyorum. Birden bire koltuğa yığılıyor ve ağlıyorum. Hüngür hüngür ağlıyorum. Toparlıyorum kendimi. Bir an için arkadaşın yanlış bilebileceği umuduna sarılıyorum. Bu umutla Tatvan’ı arıyorum. Haber doğrulanıyor ve bir kez daha yıkılıyorum. Geleceğimi söylüyorum “gelme” diyorlar.

-Cenaze kaldırıldı zaten, hava gergin bir de sen gelme. Yapılması gereken her şey yapıldı. Senin burada yapabileceğin bir şey yok. Kimsenin yapacağı bir şey yok zaten!

Toplantının sonraki bölümüne katılamıyorum. Hiçbir şey dinleyecek, hiçbir şey anlayacak durumda değilim. Beynim o güzel insana, o mukaddes insana takılıp kalmış! Bulamıyorum. Çok acı çektik, çok acı çektirdiler bize, ama hiç biri bu kadar oturmamıştı yüreğime, hiçbiri bu kadar esir almamıştı beni. Hiçbiri bu kadar sarsmamış, savurmamıştı beni...

Bir an önce bu kentten çıkmalıydım. Canilerin cinayet kararı alıp uyguladıkları bu kentten uzaklaşmalıydım. Tiksiniyorum, nefret ediyorum bu kentten.

İzmir’e gitme programımı öne alıyorum ve hızla çıkıyorum cellatların başkentinden Arabayı kullanıyorum. Kaza yapacağım. Sağa çekip başımı direksiyona dayıyorum. Sulu gözlü değilim aslında. Ama göz bebeklerime hücum eden ıslaklığa engel olamıyorum. Düğümlenen boğazım nefesimi kesiyor, hıçkırıyorum. Neden sonra yola devam ediyorum. Kah ağlıyor, kah araba sürüyorum, bu böyle olmayacak. Bir benzin istasyonunda mola veriyorum, gazete alıp son satırına kadar okuyorum. İçimden araba kullanmak gelmiyor, aslında içimden hiçbir şey yapmak gelmiyor, Şevket ağabey yürekleri yakıp şahadete ulaşmışken, karalar bağlayıp yas tutmaktan başka bir şey yapılmazdı.

Saatler sonra kazasız belasız İzmir’e varabildim. Bir geceden fazla İzmir’de kalamıyorum. Beynimi ve yüreğimi bıraktığım kente dönmeliydim. Öyle yapıyorum. Tatvan’a dönüyorum bir akşam üstü. Evime gitmeden önce Şevket ağabeylere gidiyorum. Taziye var, herkesin sakalı uzamış, herkes üzgün. Beni görünce şaşırıyorlar “Neden geldi” der gibi bakıyorlar. Oturuyorum.

Uzayan sakalları artık kesmek gerekiyordu. Hepimiz Şevket ağabeyimizin katledilmesiyle birlikte ağır darbeler almıştık. Kelimenin tam anlamıyla yüreğimiz dağlanmıştı ve kelimenin tam anlamıyla düşman hedefini tam on ikiden vurmuştu. Bizim mutsuzluğumuz düşmanı zevkten dört köşe edecekti. Onları daha fazla mutlu etmemek gerekiyordu. Onlara inat yaşamak daha bir sarılmak gerekiyordu. Önce görüntümüzden başlamalıydık işe. Geleneği fazla uzatmadan en başta şu sakalları kesmeliydik. Berber getirmek istediğimi, müsaade ederlerse berber getireceğimi söylüyorum. İzin çıkıyor, berber getiriyorum, sakallar kesiliyor.Karanlık çökmüş, eve gitmek için izin istiyorum, “Olmaz!” diyorlar. “Seninle biri gelsin”, “Bir şey olmaz” diyorum ama tüm ısrarlarıma rağmen yanıma birini katıyorlar eve kadar.

Eşime soruyorum, olayı anlatıyor, ben gittikten iki saat sonra ağabeyin izine rastlamışlar. Meğer sabah saatlerinde bulunan köylü kılıklı ceset, Şevket ağabeyinmiş. Cellatların konuşturmak, soru sorup yanıt almak gibi dertleri yokmuş. Tüm yurtseverler adına, ülkemde olup biten her şey adına hınçlarını ondan almışlar. Öldürünceye kadar dövmüşler. Şaşırıyorum yirmi dört saat geçmeden naaşını bulduklarına. Eşim “Tatvan’da bir panik var” diyor. Başka ne olacaktı ki? Amaç en iyiyi katlederek panik yaratmak değil miydi? El hak, bunu çok iyi başarmışlar!

Sabah yine Şevket ağabeylere gidiyorum ve birkaç gün tüm günüm orada, onlarla birlikte geçiriyorum. Her seferinde dikkatli olmam gerektiğini hatta bir müddet Tatvan’dan çıkmam gerektiğini söylüyorlar, ister istemez ben de endişeleniyorum, acaba hakkımda bir duyum mu almışlardı? Hayır bir duyum yokmuş ama tedbirli olmam gerektiğini söylüyorlar.

Yılla sonra kardeşim Azad’ın notlarında Şevket ağabeyin kaçırıldığı geceyle ilgili şu anekdota rastladım:



O gece, bir süre önce Özgür Politika Gazetesi’nde Şevket ağabeyin ağzından üretilen yalan haberi, uydurma demeci yine masaya yatırdık. Gazetede çıkan asılsız demeçte; Tatvan’daki Kontrgerillanın başını Tatvan Savcısı’nın çektiği yazılmıştı. Şevket ağabey DEP ilçe başkanıydı ve böyle bir demeç vermemişti. Bunu bir komplo olduğunu düşünüyorduk. Şevket ağabeyde aynı kanaatteydi. Ona neden hala tekzip etmediğini sorduğumda; ‘Neyini tekzip edeyim? Verilmek istenen mesaj istenen yere ulaşmıştır. Kaldı ki tekzip etsem ne olacak, yayınlayacaklar mı? Haydi yayınladılar diyelim, Şevket neden bir savcıyı koruyor? Diye hesap sormayacaklar mı Azad? Anlayacağın aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık! Haberin çıktığı gün savcı beni makamına davet etti; başıma bir şey gelirse bunu senden bilirim, devlette öyle bilecek Şevket! diyerek açıkça beni tehdit etti.’Yalan demeç üretip bunu haber yapan iki muhabir her ne hikmetse o gece Şevket ağabeyin bürosuna da gelmişlerdi. Bu rastlantının garipliğinden çok, ilginç tavırları dikkatimi çekmişti. Bunu aynı gece Şevket ağabeyle de paylaşmıştım. Aynı gece bir seçim nedeniyle Mehmet Kaya’nın evinde bir görüşme vardı. Telefon açarak beni de çağırdılar. Şevket ağabeyden izin isteyip ayrıldım. Görüşmemiz çok kısa sürdü. Oradakilerden birini evine bırakıp dönerken, Şevket ağabeyin bürosuna da uğradım. Büro kapalıydı. Demek ki mahkeme bitmiş diyerek evime geçtim. Şevket ağabeyleri aradım. Mahkeme sonucunu öğrenmek istiyordum. Şakir amca çıktı telefona ve halen Şevket ağabeyin eve gelmediğini söyledi. Büro da kapalıysa nerede olabilirdi? Şakir amca ‘bir saniye bekle, kapıya bakayım’ dedi. Kapıya baktı, arabası kapıdaydı. ‘Nimettullahların evi bir üst kattaydı. Orada da yoktu. Telaşa düştük. Orayı burayı arayarak Şevket ağabeyin izine rastlamaya çalıştık. Gözaltında olabilir diye, devletle sorunu olmayanların aracı olmasını sağladık. Sonuç alamdık. Gecenin bir vaktinde Xalê Ziya’nın resmen gözaltına alındığını duyunca rahatladık. Demek ki, devlet Şevket ağabeyi de gözaltına almış ama bizden gizliyordur diye düşündük. Bizi bu düşünceye sevk eden; bir polis memurunun Emniyet Müdürlüğü’nde gözaltına alınacaklar listesinde adının bulunduğunu ağzından kaçırdığını bize söylemesi olmuştu. Daha fazla insana haber vererek gecenin bu vaktinde onları telaşlandırmak istemedik. Bir sonuca varmış olmanın rahatlığıyla uyudum. Sonraki gün biz ‘kaçırılma mı? Normal gözaltı mı?’ diye araştırırken Rahva’dan kara haber geldi. Aynı günün gecesi Şevket ağabeyin cenazesini koyduğumuz camide o iki muhabirle tekrar karşılaşmıştım. Hala gazetedeki yalan haberin, olmayan demecin, Şevket ağabey için sonun başlangıcı olduğunu düşünüyorum.”

Yüklə 177,85 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin