C. ALLAH'IN ZÂTI
Cenab-ı Hakk'ın kâinatta, icra halindeki eserleri, fiillerine, fiilleri isimlerine, isimleri sıfatlarına, sıfatlan da yüce Zâtına delâlet ederler. Allah, Kur'ân'da icraatlarını Zâtına isnad ettiği fiilleriyle açıklar. Bunlar fiillerin hemen her şahıs ve zamanıyla yer alır. Mütekelim, muhatab ve gâib şahıslarıyla ve çeşitli tasrif şekilleriyledir. Tazim cemisi şeklinde iltifatlara da çokça rastlanır. Aynı şekilde değişik zamirlerle de ifade edilir. Bunlara en bariz bir misal olmak üzere yaratma fiilini ele alalım: Yarattı (Bakara. 29-228; Nisa, 1 vb.), yaratÜm (Âl-i İmrân, 191; İsra, 61 vb.), yarattın (A'râf, 12; Sad, 76 vb.), BİZ yarattık (A'râf, 181; Hicr, 26 vb.), yaratir (ÂH İmrân, 47; Mâide, 17
vb.), diğer fiillerde örnekler pek çoktur. Zamirlerle kendisini tanıtışına da bir kaç örnek verelim: "Ben senin Rabbımm" fr&hâ, 12), "Ben Allahım, Benden başka ilâh yoktur (...)" (Tâhâ, 14), "Ey İsrailoğulları Biz sizi düşmanınızdan kurtardık (...)" rra-hâ, 80), "Söylemekte olduklarını Biz biliriz (...)" (Tâhâ. 104), "Korkmayın, Ben sizinle beraberim görür işitirim" (Tâhâ, 46), "O'ndan başka hiç bir ilâh yoktur. O hem rahmandır hem rahimdir" (Bakara, 163). "(...) Ben'den başka hiç bir tanrı yoktur. Ben'den korkun. Bu hakikati bildirin" (Nahi, 2). " Sen'den başka hiç bir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim (...)" (Enbiya, 87). "Biz ona şah damarından daha yakınız" (km, i6). Ayrıca Kur'ân'da Allah'ın rızası, gazabı (aı-i İmrân, 162), sevgisi (Bakam, 165) bildirilir.
Allah kendisini Kur'ân'da "nefs" olarak da tanıtmaktadır. "(...) Allah size nefsinden korkmanızı emrediyor (...)" (Âi-ıim-rân, 28-30). "(,..) O rahmeti kendi üstüne yazmıştır" (Enam, 12). "Benim nefsimde olan (her) şeyi Sen bilirsin. Ben ise Senin nefsinde olanı bilemem (...)" (Mâide, iiö).
Zât mânâsını taşıyan730 kelimesi de Allah'a nisbet edilir. "O'nun Zatından (vech) başka her şey helak olucudur" (Kasas, 88). "Yer üzerinde bulunan her canlı fânidir, Ancak azamet ve ikram sahibi olan Rabbinin vechi (Zâtı) bakî kalacaktır" (Rahman. 25-26).
Bütün bunlara dayanarak İslâm âlimleri, Allah'a Zât denileceğini kabul etmişlerdir.731 Çünkü Kur'ân'da, biz, var olan, fiilleri bulunan, bundan önceki kısımda genişçe yazdığımız, kemâl sıfatlarıyla mevsuf olan, tam bir fâaliyet ve hallâkıyetle kâinatta ve tarihte ve ferdin bizzat kendi varlığında ve benliğinde kudretini izhâr eden bir ulûhiyetle karşılaşırız. Biz, kendimizi, Kur' ân'da yine varlığını hissettiren, kullarının dileklerini kabul edip dualarına icabet eden, emirleri ve nehiyleri bulunan,732 kullarına şah damarından yakın olan bir Zât karşısında buluruz. Çünkü Kur'ân'daki ulûhiyet mefhumu, nazarî, fikrî, bir varmış bir yokmuş şeklinde bir tasavvur değildir. Böylesi mücerred, zihnî bir ulûhiyet tasavvuruna var demek bile güçtür.733
Brahmanizm gibi bazı dinlerin tanrısız oldukları ileri sürülüyorsa da bu hususta görüşler farklıdır. Aslında Brahmanizm tek tanrıcı bir dindir. Ancak sonradan, bu dinde yaratma kavramı açıklığını kaybetmiştir. Gerçek, tanrısız bir dinin olamayacağıdır.734 Zaten din gerçeği bir müteâl varlık kavramı etrafında örülmektedir.735 Halbuki bu dinlerde rabb, şeytan, melek ve rûh isimleri doludur. Yaratıkların kendisine bağlanacağı, onların sevgi ve ümidlerini kabul eden, bilen ve idare eden bir zatın kulak verişiyie onları dinleyen bir ilâh olmaksızın bir din olamaz. İnsanın kendini ve ilâhın zâtını inkâr ederek dindar olması düşünülemez. Akıl, zatsız bir tanrıyı anlamaz. Ve yine akıl, mutlak kemâlin, kâmil ve müdrik bir varlık olmadan olabileceğini ve onun da kemâlin son derecesinde bulunmasını anlamaz.736 Halbuki tanrı her kemâli kendinde bulundurmalıdır. Aklın benimsediği, gönlün arzu ettiği, dinin tanıttığı da budur. 0u varlığa Arapça Zât kelimesini vermek en uygunudur. Çünkü bu kelime ne hakikatte, ne mecazda teşhisi gerektirmez. O'nu idrâkten ve idrâk edici sıfatlardan ayıran, varlığı olmayan bir mânâ haline getirmez.737 Buna mukabil şahıs kelimesi, uzaktan görülen, insan ve benzeri şeylerin karaltısına denir. Yani cisimlerden başkasına şahıs denmez.738 Bu kelimenin karşılığı olarak kullanılan Fransızca "person " kelimesi de aynı şekildedir. Subs-tance kelimesi de aslında dibe çöken mânâsında, akıcı maddelerin özü için kullanılır. Daha sonra cevher, daha sonra da mâhiyet ve hakikat mânâsında kullanılmıştır. Bu kelimeler madde için kullanıldıklarından Allah hakkında kullanılamazlar.739 Çünkü Allah madde değildir. Kur'ân'ın ilâh kavramı olarak insanların akıllarına ve kalplerine dikmek istediği mefhum, zâtı hisse-debilmemiz, ona yönelip ibadetlerimizi O'na yükseltebilmemiz için zarurî bir mefhumdur. Kur'ân bu hususta ihtiyacımıza cevap verecek kadar bize yardım etmiştir.740 İşte, Zât, medlulüne teesîd ve tecrîd mânâsı yüklemeyen bir kelimedir.741 Arapça olan zât kelimesi, asla zihne hududlu bir mânâ getirmez. Bilakis mutlak kemâl, her şeyin bir malikinin olmasını, lafzında ve mânâsında O'nun da bir "zat" olmasını icâb ettirir. Zât-ı İlâhiye bu mânâyı en doğru tâbirle ifade eder.742
İslâmî kültürde, kendini izhâr eden zâtın, Zahir isminin tecellisi olan sıfatları hakkında, insan, teşbih işmam eden bir tasavvurunun farkına varır varmaz, batın vasfının tecellilerine işaret eden nasları derhal hatırlar ve o tasavvurundan Allah'ı tenzih eder.743Kim Allah'a imân ederse Zata iman etmiş olur.
Şurası da bir gerçektir ki, insanlar zatın mahiyetini bilemezler. Bu insan takatinin fevkinde bir şeydir. O'nu kendi ilminden başka hiçbir kimsenin ilmi kuşatamaz.744
Muhammed İkbal Allah'ı bir "mutlak ene" (ben) olarak tasavvur eder.745 "Hakîkî olan şey kendi hakikatini hisseder" der. Bir varlığın Ene veya Ben olabilmesinin en açık işareti başka "benler" in çağrılarına cevap vermesidir. Şu halde İkbal, sadece bir tek Ben'den değil, şuurlu "benler" ile "Mutlak Ben" arasındaki ilişkiden de söz eder. Kulun dua eden, Allah'ın da mukabelede bulunan bir varlık olması bunu göstermektedir. İkbal Kur'ân'ın Allah'ın hem âleme yakın (immanenent), hem de âlemden münezzeh (transcendant) oluşuna yer veren görüşünü savunur.746 Evet insanda bir "benlik" vardır. Hatta bu benlik bütün zîşuurlarda vardır. Bu şuur Cenab-ı Hakk'ın Zâtını idrâke yardımcı olmaktadır. Aksi halde insan ene'sini Allah'dan bağımsız (hâşâ), istiklâl eder tarzda kullanırsa gitgide kibir ve gururla şirke varır dayanır. Bu tutum bazı filozoflarda görülmektedir. Burası, bir bıçak sırtı gibidir, tehlikesi yakındır. İnsanlar hududunda durmayı bilmelidirler. O benlik ile birlikte acz, zaaf, fakr ve noksanını, Allah'a olan ihtiyacını bilip kul olmalıdır. İşte bu anlayış da peygamberlerin yoludur.
Bazı hadislerde de işaret edildiği gibi Allah'ın zatını bilemeyeceğimiz için, bunu düşünce konusu yapmamalıdır. Muhammed Abduh der ki: "Yaratıcının zatını düşünmek, 'bir cihetten O'nun künhünü aramak istemektir ki, bu beşer aklına muhaliftir. Çünkü iki varlık (Yaratan ve yaratılan) arasında nisbetin kesik olduğunu bilmelisin. Allah'ın zatı hakkında terkib düşünmek de muhaldir. O halde bunlar hem haddi aşmak, hem de helak sebebi olur. Allah'a yetişmeye çalışmak olduğu için bir yandan abes, itikadda tökezlemeye se-beb olduğu için de helak edicidir. Çünkü sınırlandırılması caiz olmayanı sınırlandırmak, hasrı doğru olmayanı hasr etmek olur".747 Şiraz'lı Sadî de şöyle der: "Bütün cihan O'nun ilâhiyetinde müttefik olmakla beraber, Zatının mahiyetini bilmekten acizdirler (...). Vehim kuşu ne kadar yükselse, O'nun zatının evcinde uçamaz; akıl ne kadar düşünse O'nun vasfının eteğine el eriştiremez. O'nun mahiyeti öyle bir girdabdır ki, bu girdabda binlerce akıl gemisi battı da kenara bir tahta bile çıkmadı."748 Allah'ın kudretini ve nimetlerini tefekkür mevzuu yapmalıdır. Dokunduğumuz ve içinde yaşadığımız bir çok maddenin bile bir çok sırlarını ve basitliğini bilmiyorken, Yaratıcı'nın zatının mahiyetini nasıl bilebiliriz?
Burada da görüldüğü gibi müslümanlar hem dinî naslar, hem de aklî neticelerle, yegane çeliksiz imânın temsilcileridirler. Akıl, İslâm'ın kabul ettiği Allah inancının üstünde daha aklî bir mertebeye ulaşamaz.749
"Allah nedir? deyince, gafil,
Allah, deyip hâmûş olur dil."750
Dostları ilə paylaş: |