Kur'an'ı Tanıma metodu ve fatiha sure'SİNİn tefsiRİ


KUR'ÂN'I TANIMAnIn merhalelerİ



Yüklə 0,71 Mb.
səhifə2/30
tarix08.01.2019
ölçüsü0,71 Mb.
#93384
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   30

KUR'ÂN'I TANIMAnIn merhalelerİ


Buraya kadarki açıklamalarımızda Kur'an'ı tanımanın gerekliliği belli oldu; şimdi, Kur'an'ın nasıl tanınabileceği, konusunu ele alacağız. Genel olarak her kitabı incelerken, onu üç yönden araştırmak zorundayız:

1- KİtabIn SENEdİ


Bu aşamada, bir kitabın yazarına ait olup olmadığı ve bu hususun ne kadar kesinlik kazandığı öğrenilmeğe çalışılır. Örneğin, Hâfız'ın divanını incelerken ilk yapacağımız iş, bu divanın Hâfız'a ait olup olmadığını, sonradan bu divana başkalarına ait olan şiirlerin de eklenip eklenmediğini araştırmaktır. Aynı şeyler Hayyam ve diğerleri için de geçerlidir. İşte burada, en eski ve muteber nüshalar söz konusu olur.

O halde; bir kitabı incelemek için yapılacak ilk iş, o kitabın gerçekten yazarına ait olup olmadığını, eğer yazarına aitse hepsinin mi, yoksa bir bölümünün mü yazarına ait olduğunu, bir bölümünü başkaları yazmış ise kitabın kaçta kaçının yazarın kendisine ait olduğunu öğrenmektir; ayrıca bir kısmını kesinlikle reddederken bir kısmını kesinlikle kabul edip, diğer kısmında şüpheli olarak nitelememizin ölçülerinin neler olduğunu belirlemektir.

Ama, Kur'an hakkında böyle bir araştırmaya gerek yoktur. Çünkü Kur'an, aradan yüzyıllar geçmesine rağmen her türlü şüpheden uzak olarak bugüne kadar sapasağlam kalmış tek kitaptır.

"Filan sure şüphelidir", "filan ayet, filanca nüshada var, diğerlerinde yoktur..." gibi şeyler, Kur'an hakkında söz konusu bile değildir. Kur'an, bu inceleme aşamasını geride bırakmış bir kitaptır.

Şüphesiz bu ayetleri getiren Hz. Muhammed (s.a.a)'dir. O, bu kitabı bir mucize ve Allah'ın kelâmı olarak getirmiştir. Hiç kimse, Kur'an'ın başka bir nüshasının olduğunu iddia edemez. Nitekim şu âna kadar hiç kimse, hatta hiç bir müsteşrik bile kalkıp da "Kur'an'ı araştırmak için önce eski nüshalarını bularak onlarda neler olup olmadığını öğrenmeliyiz" diyememiştir.

Tevrat'ı, İncil'i, Avesta'yı, Firdevsi'nin Şahname'sini, Saadi'nin Gülistan'ını ve diğer bütün eski kitapları incelemek istediğimizde bu tür bir araştırmaya gereksinim olmasına rağmen Kur'an hakkında buna hiç gerek yoktur. Çünkü dediğimiz gibi Kur'an bu merhaleyi geride bırakmıştır. Bunun nedeni ise, Kur'an'ın Müslümanların kutsal bildiği ilahî bir kitap olmasının yanı sıra, Rasulullah'ın (s.a.a) peygamberlik iddiasını doğrulayan en büyük mucize olmasında aramak gerekir. Ayrıca Kur'an Tevrat gibi bir defada inmediği için "Kur'an'ın asıl nüshası hangisidir?" diye bir sorun da söz konusu değildir. Kur'an'ın ayetleri 23 yıl içerisinde (çeşitli münasebetlere göre) tedricen nazil olmuştur. Kur'an ayetleri indiği zaman, Müslümanlar, nihayet derecede susamış bir insanın suya kavuşması gibi büyük bir şevk ve ilgiyle ona yöneliyor ve onu öğrenip ezberliyorlardı. Özellikle o günkü Müslümanların arasında Kur'an'dan başka bir kitap yoktu; dolayısıyla Müslümanlar Kur'an-ı ezberlerken başka bir kitabı da ezberlemek ve korumak zorunda değillerdi. Müslümanların zihinlerinin boş, hafızalarının kuvvetli oluşu, ve okuma yazma bilmeyişleri, tüm bilgilerini görmek ve duymak yoluyla almalarına sebep olmuştu. Kur'an'ın ayetleri (onların duygularıyla çelişmediğinden) taşa işlenilen resimler gibi onların kalplerine işliyordu. Öte yandan Kur'an'ı, herhangi bir beşerin değil, Allah'ın kitabı bilip, kutsallığına inandıkları için bir kelime veya bir harfini bile yenilemeğe veya yerini değiştirmeğe kalkışmıyorlardı. Onlar daima Kur'an okumakla Allah'a yaklaşmaya çalışıyorlardı.

Diğer yandan da, Resulullah (s.a.a) tâ ilk günden beri, "Vahiy Katipleri" denilen bir gurubu nazil olan ayetleri yazmakla görevlendirmişti. Ama diğer kitaplar böyle bir özelliğe sahip değildir. Dolayısıyla, Kur'an'ın yazılması, tahriften korunmasının başlıca sebeplerinden biridir.

Kur'an'ın halk arasında kabul edilmesinin ve iyi bir şekilde karşılanmasının sebeplerinden birisi de onun fevkalede güçlü olan edebî ve sanatsal yönüdür. Kur'an'ın bu cezbedici yönü halkın dikkatini kendine çekmeye ve onu hızla öğrenmelerine neden oluyordu. Hâfız'ın divan'ı, Mevlânâ'nın şiirleri ve diğer edebiyat eserlerinin aksine (ki herkes istediği gibi onlarda değişiklik yapıp güyâ kamilleştirmeye çalışıyorlar) hiç kimse Kur'an'ın bir kelimesini bile değiştirmeye cesaret edemiyordu. Çünkü hemen Allah'a yalan koşmanın ne kadar büyük bir suç ve günah olduğunu vurgulayan bir çok ayet gözleri önüne sergileniyordu:

"Şayet o peygamber, bazı sözler uydurup bize isnat etmeye kalkışsaydı, elbette biz onu kuvvetle yakalar ve öcümüzü alırdık. sonra da mutlaka onun şah damarını koparırdık.3[3]

Böylece Kur'an hiç bir tahrife fırsat vermedi. Çünkü tahrife maruz kalmadan bütün ayetleri tevatür haddine ulaşarak öyle bir aşamaya geldi ki, ayetlerini inkar etmek bir yana dursun hatta bir harfini bile azaltıp çoğaltmak imkansız oldu. Buna göre, Kur'an-ı Kerim'i incelemek istediğimizde "nüsha açısından" bir araştırmaya gerek yoktur.

Nitekim, dünyada Kur'an-ı Kerim hakkında araştırma yapan bilginlerden hiç biri böyle bir araştırmaya ihtiyaç duymamıştır.

Elbette asr-ı saadetten sonra İslâm'ın hakimiyetinin hızla genişlemesiyle birlikte, insanlar büyük bir şevk ve ilgiyle Kur'an'a yöneldiler. Öte yandan Müslümanların büyük bir kısmı, sahabilerin ve Kur'an hafızlarının merkezi olan Medine'den uzak düşmüşlerdi. Bu yüzden (en azından Medine'den uzak yerlerde) bilerek veya bilmeyerek Kur'an-ı Kerim'in nüshalarında, Kur'an-ı Kerim'i tehdit eden bazı değişikliklerin azalıp çoğalmaların olabileceği ihtimali büyük bir tehlike olarak ortaya çıkıyordu. Fakat Müslümanların uyanıklığı ve zamanında davranmaları bu tehlikeyi ortadan kaldırdı. Müslümanlar herhangi bir suistimal ve tahrifin önlenebilmesi için sahabiler ve Kur'an hafızları tarafından tasdik edilen Kur'an nüshalarını Medine'den uzak yerlerde dağıtarak Kur'an'a (özellikle yahudiler tarafından) yönelen bu tehlikeyi her zaman için önlediler.


2- KİtabIn MUHTEVAsI


Bu aşamada gaye, kitabın muhtevasını incelemektir. Bu kitabın içerdiği konular, ihtiva ettiği meseleler, güttüğü hedefler, dünya ve insan hakkındaki görüşü nelerdir? Topluma bakışı nasıldır? Konuları hangi açıdan ele alıp, açıklamaya çalışıyor? Çeşitli meselelere yaklaşımı nasıldır? Olaylara felsefi ve ilmî açıdan mı, yoksa irfanî açıdan mı bakıyor; veya kendine has bir metodu mu var? Bu kitabın insanlar için herhangi bir mesaj ve teklifi var mı? Varsa, nedir?

Aslında bu soruların bir kısmı inceleme konusu olan kitabın dünya insan, hayat, ölüm vb. konular hakkındaki görüşüyle ilgilidir. Veya daha kapsamlı bir tabirle dünya görüşünü ve filozoflarımızın deyişiyle hikmet-i nazariyesini ilgilendirmektedir. Diğer bir kısmı ise, kitabın, insanoğlunun geleceği için öne sürdüğü planların neler olduğu, insan ve toplumu, hangi örneğe göre eğitmek istediğiyle ilgilidir. Biz buna, "Kitab'ın mesajı" tabirini kullanıyoruz.

Velhasıl, böyle bir inceleme kitabın muhtevasına ait bir şeydir. İster İbn-i Sina'nın Şifa'sı ister Saadi'nin Gülistan'ı, ister başka bir kitap olsun, her kitap üzerinde bu açıdan durulabilir. Çünkü aynı şey hepsinde söz konusu edilebilir. Bir kitap hem "mesaja" hem "görüşe" veya ikisinden birisine sahip olur ya da hiç birisine sahip olmaz.

Kur'an'ın muhtevasını incelerken bu konular üzerinde durmak gerekir. Kur'an, hangi konuları ihtiva etmiş ve onları nasıl sunmuştur? Çeşitli mevzular hakkındaki ispat yöntemi nedir? Acaba Kur'an imanın koruyucusu ve mesajı bir iman mesajı olduğu için aklı kendisinin rakibi olarak mı kabul ediyor yoksa, destekçisi olarak mı? Aklın taarruzunu mu önlemeğe çalışıyor, yoksa aklı kendi savunucusu olarak görüp onun gücünden yararlanmak mı istiyor? Kur'an'ın muhtevasını incelemede söz konusu edilen bu ve benzeri bir çok soru bizi Kur'an'ın mahiyetiyle daha çok tanıştırır.



Yüklə 0,71 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   30




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin