Kur'an'ı Tanıma metodu ve fatiha sure'SİNİn tefsiRİ


B) NEDENSELLİK İLKESİNDEN YARARLANMA



Yüklə 0,71 Mb.
səhifə7/30
tarix08.01.2019
ölçüsü0,71 Mb.
#93384
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   30

B) NEDENSELLİK İLKESİNDEN YARARLANMA:


Kur'an'ın varlık ve olaylara neden ve sonuç bağlantısında beyan etmesi, onun akla verdiği asliyet ve değeri göstermektedir. Neden-sonuç ilkesi, akla dayanan tefekkürlerin temel ve kaynağı olduğu için, Kur'an da bu ilkeyi kabul edip meselelere o açıdan bakmıştır. Ancak neden-sonuç kuralını yaratan Allah'tır. Kur'an da Allah tarafından konuştuğu için, ister istemez neden ve sonuç ötesi bir düzenden de söz etmektedir. Fakat bununla birlikte Kur'an dünyadaki neden-sonuç kuralına değinip bütün olay ve olguların bu kurala bağlı olduğunu da hatırlatmıştır.

Örneğin bir ayette buyuruyor ki:

"...Bir millet kendi nefislerindekini değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez..."41[41]

Ayet-i kerime şunu demek istiyor: Bütün kaderler Allah'ın iradesiyle gerçekleşir. Fakat Allah, insanların kaderini onların ihtiyar, iradeleriyle ortaya koydukları davranış ve tavırlarını hiçe sayarak cebren onlara tahmil etmez ve abes bir iş de yapmaz. Kaderlerin de kendine göre bir düzeni vardır. Allah-u Teâlâ kendi içtimai, ahlâki vb. düzenlerine ve ferdi vazifelerine ait durumları değiştirmeyen hiç bir toplumun kaderini sebepsiz yere değiştirmez.

Öte yandan Kur'an, Müslümanları, geçmiş ümmetlerin durumunu ve başlarından geçenleri araştırıp incelemeye ve onlardan ibret almaya teşvik ediyor. Eğer çeşitli milletlerin başlarından geçenler ve hayattaki bunca alçalıp yücelmeler tesadüfi olsaydı ve kaderler, insanları cebri bir şekilde yönlendirseydi, artık araştırıp ibret almak diye bir şey mümkün olur muydu?!

Kur'an, bu konu üzerinde durarak, bütün milletlerin kaderine hâkim olan tek bir düzen vardır demek istiyor. Binâenaleyh, bir toplumun şartları diğer bir toplum şartları ile aynı olursa, ister istemez her iki toplum aynı kaderi beklemelidir.

Diğer bir ayette şöyle buyruluyor:

Nice şehirler var ki halkı zalim olduğundan helak ettik onları ve o şehirlerin tavanları, duvarlarına çökmüş, yerle bir olmuş, ıpıssız kalmış ve nice kuyular kuruttuk, nice yüce köşkler yıktık; tedbire sahip olacak akıl, duyup anlayacak kulak elde etmek için hiç mi yer yüzünde gezip dolaşmazlar.42[42]

Bu konulardaki düzenleri kabul etmek, dolayı olarak neden ve sonuç kuralını kabullenmek anlamına gelir. Neden-sonuç kuralını kabul etmek ise, aklın hüccet olduğunu kabullenmek demektir.

C) HÜKÜMLERİN FELSEFESİ


Kur'an-ı Kerim, hükümlerin felsefe ve nedenini beyan etmekle aklın hükmüne değer verip, onu hüccet bildiğini bir kez daha kanıtlamaktadır. Kur'an bir hüküm verince hemen peşinden onun felsefesini de beyan edip, o hükmü hangi maslahata dayanarak verdiğini ortaya koymaktadır. Mesela, namaz kılmayı emrederken buyuruyor ki:

"...Namazı kılın. Çünkü namaz (insanı) kötü işten ve uygunsuzluktan alıkoyar..."43[43]

Bu ayet, namazın insan üzerindeki psikolojik etkisi sebebiyle onu yücelttiğini ve bu yücelme neticesinde insanın kötülüklerden nefret edip yüz çevirdiğini bildiriyor. Oruç tutmayı emrederken hemen oruç tutmanın felsefesine de değiniyor;.

"Ey iman edenler! Fenalıkardan sakınasınız diye, sizden evveldekilere olduğu gibi size de oruç farz kılındı."44[44]

Zekat, Cihad ve benzeri hükümler hakkındada aynı metodu uygulayıp bunların bireysel ve sosyal boyutlarını açıklıyor. Böylece, ilahi hükümlere madde ötesi oldukları halde, dünyevi bir boyut veriyor ve bunların akıl üstü bir takım şifreler olduğunu sanmamaları ve gerçekleri bilmeleri için insanlardan onlar hakkında düşünmelerini istiyor.

D) AKLIN HATALARIYLA MÜCADELE ETMEK:


Kur'an'ın aklı hüccet ve delil bildiğini ispatlayan daha sağlam bir delil ise, onun, akla engel olan şeylerle mücadele etmesidir. Bu konuyu iyice kavrayabilmemiz için önce bazı konulara değinmek zorundayız.

İnsanoğlu, çoğu zaman düşüncelerinde yanılır. Bu herkes için geçerlidir. İnsanın his ve duyu organları da hata yapabilir. Örneğin, görme duyusu için bir sürü hata sayılmıştır. Akla gelince; çoğu zaman insan, deliller getirerek bir sonuca vardığı halde, bir anda delillerin tamamen yanlış olduğunu görür. Şimdi şöyle bir soruyla karşılaşıyoruz: Acaba çok hata yaptığı için, aklımızı bir kenara bırakıp ondan istifade etmememiz mi gerekir, yoksa diğer yollarla aklın hatalarını bulup, bu hataları gidermekle mi mükellefiz? Bu sorunun cevabında safsatacılar akla hiç bir zaman güvenilmeyeceğini, esasen akıl yoluyla delil getirmenin yanlış ve abes olduğunu ileri sürüyorlardı. Filozoflar bu hususta safsatacılara gereken cevabı vererek, yalnız insanın aklının değil, hislerinin de hata edebileceğini; fakat bunun hislerinden yararlanılamayacağı anlamına gelmediğine, dikkat çekmişlerdir.

Düşünürler, bir taraftan aklın hatalarını, diğer taraftan da aklı bırakmanın imkansızlığını görünce hataları nasıl önleyebileceklerini düşündüler. Bu konuyu araştıranların elde ettiği sonuç şu oldu: Nasıl ki bir bina bir taraftan kireç, çimento, demir vb. gibi maddelerden oluşan sağlam harca diğer taraftan onların yerli yerine kullanılmasını sağlayacak doğru bir plana ihtiyaç duyar. Bunun gibi her delil ve kıyas da bir "madde" (yapı) ve bir "şekil"den (plân) oluşmaktadır. Her yönden iyi ve kâmil bir binayı yapabilmek için bir yandan uygun ve sağlam harç diğer taraftan doğru ve eksiksiz bir plânın gerektiği gibi, bir istidlâlin de yanlış sonuç vermemesi için hem harcı, hem de şekli doğru olmalıdır. İstidlâl şeklinin doğru yapılması için Aristoteles'in Mantığı (Biçimsel Mantık) ortaya çıktı. Bu Mantık istidlâl biçiminin doğru olup olmadığını ortaya koyup, aklın hata etmemesine yardım eder.45[45] Fakat asıl mesele şudur: İstidlâlin doğruluğunu sağlamak için Biçimsel Mantık kafi değildir. O sadece bir yönü temin edebilir. O halde istidlâlin doğruluğunu madde açısından tespit edecek bir mantık da gerekli ki fikri maddelerin keyfiyetini ölçebilsin.

Bacon ve Descartes gibi bilim adamları, Aristota-les'in istidlâl (kıyas) biçimi için hazırladığı mantık gibi, onlar da istidlâlin harcı için bir mantık hazırlamak istemişlerdir. Bu yönde, bir yere kadar, bir takım ölçüleri elde etmeği başarmışlardır. Bu ölçüler genellik açısından Aristo'nun mantığına yetişmediği halde, fikrin hata etmemesi için, insana epeyce yardımcı olabilirdi. Fakat kardeşlerim! Kur'an-ı Kerim'in fikirde hata etmemek için öne sürdüğü ilkelerin, Descartes gibilerin araştırmalarından ne kadar üstün olduğunu bir bilseniz, şaşırırsınız belki. Gelin bu konuya kısaca gözatalım.



Yüklə 0,71 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   30




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin