88- EL-MÛ’MİN
Mü’min, iman masdarından ism-i faildir. İman iki anlama gelir:
1- Tasdik etmek,
2- Emin kılmak.
el-Mü’min vasfını alimlerimiz her iki anlama göre de açıklayıp tefsir etmişlerdir. İlk müfessirlerden İbn Abbas ve Dehhâk (r.a.) “el-Mü’min, Allah'ın yaratıklarını zulümden emin kılmasıdır” 1576 görüşünü benimsemişlerdir. Halimiye göre ise el-Mü’min “tasdik eden” demektir. 1577 el-Mü’min “kıyamet gününde kullarını haksız yere yakalayıp (cezalandırmaktan) emin kılandır” şeklinde tarif edildiği gibi, “Kendisini tevhid eden, birleyen” şeklinde de tanımlanmıştır.1578
Bu vasıf Allah hakkında Kur'an'da bir kez vârid olmuştur. 1579
89- EL-MUHEYMİN
Kur'an-ı Kerim'de yalnızca iki yerde geçen el-Müheymin1580 vasfı hakkında da bilginler oldukça değişik görüşlere sahip olmuşlardır. İbn Abbas “İnsanların yaptıklarını gözeten, Şehid, Rakîb” anlamını verirken, 1581İbn Zeyd “tasdik eden” anlamını, yani “Allah'ın her söylediğinde doğru olması” 1582 tanımlamasını getirmektedir. el-Halimî ise: “el-Müheymin, kıyamet gününde Allah'a itaat edenlerin sevaplarını eksiltmeyen ve mükafatlarını veren demektir.” 1583 diyor. 1584
90- EL-CEBBAR
Cebr, “herhangi bir şeyi baskı ile ıslâh etmek, düzeltmek ve onarmak” demektir. Yalnız başına düzeltmek ve sırf baskı ve zor kullanma anlamında da kullanılmıştır.1585
Allah Tealâ’nın vasfı olarak el-Cebbâr: “Yaratıklarının işlerini ıslah eden, düzenleyen, iyiye doğru götüren, faydalarına olmak üzere onîar üzerinde tasarruf eden” 1586 olarak tanımladığı gibi: “Yaratıklarının ihtiyaçlarını gideren, yaşamalarını sağlayan ve bu bağlamda rızıklarını veren” veya “yaratıkları üzerinde yüce olan” şeklinde de tarif edilmiştir.1587
el-Cebbâr, Kur'an'da yalnız bir ayette Allah'ı tavsif eder.1588
91- EL-MÜTEKEBBİR
el-Mütekebbir, aynı kökten olan el-Kebîr vasfı ile yakın anlamdadır. Fakat bu vasıf, büyüklüğün özel durumunu ifade eder. Mütekebbir, kullar hakkında tekebbür, yani gurur ve kibir, Allah hakkında ise teferrüd ve tahsis ifade eder. 1589
Buna göre el-Mütekebbir vasfı Allah için: “Büyüklüğün zirvesinde, her şeyden Yüce” 1590 ve “her türlü kötülükten Yüce” anlamlarına gelir.1591
el-Mütekebbir vasfı da Allah hakkında az kullanılmış, Kur'an'da sadece bir yerde vârid olmuştur.1592
92- EL-MUSAVVİR
el-Musavvir, tasvir masdarından ism-i faildir. Alah'ın bir vasfı olarak “mahlukatı istediği sıfat üzere ve seçtiği surette yaratan” 1593 anlamına gelir. Suret, varlıklarda bulunan ve onları birbirinden ayıran özel durumdur. Bu, hem maddi planda ve hem de manevi alanda olabilir.1594
“Size suret verip de suretlerinizi güzel yapan, sizi tertemiz şeylerle rızıklandıran Allah'tır.”1595
Bu ayette suretin hem maddi, hem de manevi boyutuna birden değinilmiştir.
el-Musavvîr ismi Kur'an-ı Kerim'de yalnız bir âyette Allah hakkında vârid olmuştur:
“O, Hâlık, Bârî, Musavvir Allah'tır...”1596
93- EL-MUBÎN
el-Mubin ismi, başlıca iki şekilde tanımlanmıştır:
l- “Her hakkı izhâr eden ve varlığında hiç bir şüphe caiz olmayan Hak Tealâ”1597
2- “Gizli olmayan.” Allah gizli değildir. O'nun varlığına delalet eden birçok ayet, eser ve fiilleri mevcuttur.”1598
el-Mubîn vasfı Kur'an'da bir ayette Allah'ı tavsif eder.
“O gün Allah, onlara hak ettikleri cezalarını tam verir ve onlar da bilirler ki Allah, apaçık Hak'tır.”1599
94- NÛRU'S-SEMAVATİ VE'L-ARD
Nûr, “görmeye yardım edici yayılan ışık” 1600 demektir. Yüce Allah: “Hamdolsun O Allah'a ki gökleri ve yeri yarattı, karanlıkları ve aydınlığı var etti...” 1601 Buyuruyor.
İslâm bilginlerinden bazıları bu ayete yaslanarak Allah'ın mutlak olarak “Nûr” olarak tavsif edilemeyeceğini savunmuşlardır. Zira söz konusu âyet, “nur” un mahluk olduğunu, yani yaratıldığını göstermektedir. Sonradan yaratılanın Allah'ın vasfı olması düşünülemez. Zaten Kur'an-ı Kerim'de Allah için mutlak ve mücerred olarak en-Nûr ve Nûr vârid olmamıştır. Sadece muzaf durumunda “Nûru's-semâvâti ve'l-ard” şeklinde 1602 vârid olmuştur.
Bu vasıf için değişik tanımlamalar getirilmiştir: İbn Abbas: “Gökler ve yer ehlinin hadisidir” 1603 görüşünü ileri sürmüştür. Yine “Göklerin ve yerin müdebbiri” 1604 ve “Göklerin ve yerin münevviri” 1605 şeklinde de tanımlanmıştır.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, Yüce Allah yaratık olan nûr değildir. Çünkü nuru da Allah yaratmıştır. O halde Allah nurdur, fakat yaratık olan nûr değil. Mahiyetini, niteliğini bilemediğimiz bir nurdur. Bunu te' vil etmeye gerek yoktur. Zira Allah mahlukata benzemez. O'nun hiç bir benzeri yoktur. 1606
Sonuç
“Kur'an'da Tevhid” adını verdiğimiz çalışmamızın sonuna gelmiş bulunuyoruz. Aslında üzerinde araştırma yaptığımız bu konu, özü itibariyle bütün müslümanların benimsediği ve hiç tereddüt etmeden kabul ettiği bir konudur. Ne var ki biz, meseleye Kur'an perspektifinden bakarak, Kur'an-ı Kerim'de “Tevhid Akidesi” nin nasıl işlendiğini irdelemeye çalıştık.
Kur'an'a göre Allah inancı, insana sonradan aşılanmış bir şey değil, insanın kendisiyle birlikte doğan, insan ruhunun fıtrî bir özelliğidir. İnsanoğlunun sahip olduğu ilk ve en doğru bilgi, Cenab-ı Hakk'ın varlığı hakkındaki bilgidir. Allah Tealâ, insanı, varlığını algılayıp kavrayabilecek bir fıtrat üzere yaratmıştır. Doğuştan Allah'ın varlığı fikrine ve itikadına sahip olan insan, bu fikir ve inancı çalışarak kazanmış ve öğrenmiş değildir. Allah insanı, kendi varlığını bilecek özelliklere sahip olarak yaratmıştır. Bu yüzden Kur'an'da Allah'tan bahseden âyetler, Allah Tealâ'nın varlığını ispat etmeyi değil, O'nun birliğini mevzu edinmiştir. Bu ayetlerde Tevhid üzerinde durulmuş ve Allah'ın şeriki/ortağı olmadığı ifade edilmiştir.
Çalışmamızın ikinci bölümünü teşkil eden “Kur'an'da Tevhid”i ele alırken, Kur'an ayetlerinin her fırsatta Allah'ın birliğini gündeme getirdiğini ve Rabbimizin mü’min kullarından bu konuda bilgi sahibi olmalarını istediğini gördük. Zira İslâm dininin temel öğretisi ve ilk rüknü birlemek/bir kabul etmek manasına gelen Tevhid inancıdır. Kısa ve öz olarak “La İlahe İllallah” ifadesiyle açıklanan tevhid akidesi İslâm dininin temel rüknüdür. Bu sebeple Tevhid, İslâm'ın hepsini kuşatan bir kavram olarak da algılanmıştır. Kur'an, beşeriyeti şirkten, tağutlardan ve küfürden kurtararak Tevhid'i, yani Allah'ın her alanda birliğini yerleştirmek için inmiştir. Bu gerçekten hareketle, Tevhid olmadan İslâm'dan da bahsetmek mümkün değildir, diyebiliriz.
Tevhid davetinin pratik olarak insanlığa nasıl ulaştırıldığını anlayabilmek için Kur'an'da adı geçen peygamberlerin Tevhid mücadelesine yer verdiğimiz üçüncü bölümde, bütün Nebi ve Rasullerin kavimlerini bir gerçeğe çağırdıklarını gördük:”... Allah'a ibadet edin. Sizin O'ndan başka ilahmız yoktur!...”
Allah elçileri, Tevhid'in ortadan kalkarak şirkin egemen olduğu toplumlara, hayatın her alanında Allah'ın birliği fikrini yerleştirmek üzere gönderilmişlerdir... Ayrıca bu incelememizde Kur'an’ın Tevhid mefhumunun karşısında duran, ona zıt olan iki kavramdan söz ettiğini gördük: Şirk ve tâğut... Kur'an, Allah'tan başka ilah olmadığını, O'ndan başka Rab bulunmadığım, Allah'tan başka hüküm koyucunun bulunmadığını beşeriyete kabul ettirinceye kadar üzerinde durulması gerekli olan kötüğün şirk kötülüğü olduğunu açık bir dille ortaya koymuştur. Bu bağlamda Kuran, insanın şu durumlarda şirk koşmuş sayılacağını beyan eder: İlah olarak Allah'tan başka bir şey daha kabul ederse... Güç ve kudretinde Allah'a bir ortak tanırsa... Hakları konusunda Allah'a bir şerik daha kabul ederse... Her bakımdan ve bütün kapsam ve kuşatıcılığıyla yalnızca Allah'a ait olan sıfatlan bir başka şeye daha verirse...
Buna göre insanlar önce itikadı alanda tek başına Allah'ın uluhiyyetini kabul edip bir başka şeyi O'na ortak kabul etmemek ve pratik hayatlarında da tek olarak Allah'ın rubûbiyetini kabul edip, O'na rububiyette hiç bir şeyi ortak kabul etmemek zorundadırlar. Yine insanlar, Yüce Allah'ın bu kainatta her şeye hâkim olduğunu, tasarruf yetkisinin sadece O'na ait buluduğunu, yegâne hüküm sahibinin de tek başına Allah olduğunu kabullenmek zorundadırlar.
Kur'an'a göre mü’min olan kimse, vicdanını şirkin pisliklerinden temizleyen, aklını hurafi kalıntılarından arıtan ve pratik hayatında da Tevhid esaslarına uyarak cahiliyet geleneklerinden vazgeçen, dolayısıyla da hayatında kulların kulluğundan uzaklaşarak tek olan Allah'ı kabul edendir...
Tevhid mefhumunun net bir şekilde anlaşılabilmesi için Kur'an'ın algılamamızı istediği bir diğer kavram da tâğuttur. Kur'an'a göre Allah'a iman ile tağutu kabul etmek, iki zıt olgudur. Biri aydınlığı, öteki karanlığı temsil eder. Kur'an'a göre Allah'a iman etmekle, tağutu reddetmek sonuçta aynı kapıya çıkar. Tâğut reddedilmedikçe Allah'a iman tamamlanmış olmaz....
Yine bu çalışmamız esnasında, Allah Tealâ’nın kendisini Kur'an'da fiilleri ve her biri yüce sıfatlarına delâlet eden isimleriyle tanıttığını gördük. Biz de bu noktada Kur'an'ın Allah'a verdiği isimleri ele alarak Kur'an vahyi boyunca Allah hakkında vârid olan isimleri tesbit ettik ve neticede bu isimlerin 100'e yakın olduğunu gördük. Bu isimleri İslâmi gelenekteki en meşhur nüzul sırasını esas alarak tertib etmeye çalıştık. Kur'an'daki uluhiyyetin özel isimleri ile ilgili çalışmalardan istifade etmeye çalıştık ve sonuçta Kur'an'ın, Allah'ı nasıl tanıttığı hususunda genel bir fikir vermeye çalıştık. Her hususta olduğu gibi, bu konuda da Kur'an-ı Kerim'in bize en doğru yolu gösterdiğini gördük. En önemlisi, akidemizi Kur'an'ın tesbit etmesi gerektiği gerçeğine ulaştık. Evet, Kur'an bütün çağların kitabı olduğu için insanlar ulûhiyyet, rubûbiyyet, kısaca, Allah hakkındaki bilgileri ancak Kur'an'dan öğrenebilir ve ancak Kur'an'ın çağrısına kulak vererek doğru bir sonuca ulaşabilirler. Çünkü Kur'an öğretisinden daha doğru bir bilgi yoktur...
Bu çalışmamızın Allah'ın rızasına nail olmasını diliyoruz. Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun! 1607
Dostları ilə paylaş: |